01 Ocak 2016
Sayı: KB 2016/01

Düzenin açmazları derinleşiyor
İstikrar arayışına yeni model: “Başkanlık”
Örgütlü bir halk!
Kürdistan’da imha savaşına karşı direniş sürüyor
Düzenin AKP’si, AKP’nin düzeni!
Dincisi milliyetçi, milliyetçisi dincidir
İşçinin cebi hep delik!
Tek çıkar yol mücadele!
Otomotiv sektörü 2015’te rekor kırmış
Yol-İş Kayseri 1 No'lu Şube Genel Kurulu…
TKİP V. Kongresi toplandı!
Suudi rejiminin savaş kundakçılığı
Emperyalizmin kirli silahı: Mezhep savaşları
ABD’den İran’a yaptırım hazırlığı
Yalan tarihin yalancı aktarıcıları
Avrupa Devrimci Gençlik Birliği Kampı başarıyla gerçekleştirildi
Berkin’den Kürt illerine katleden devlettir!
Devrimci basın taraf olmayı sürdürecek
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yalan tarihin yalancı aktarıcıları

 

Aylan bebeğin cansız bedeni Ege Denizi'nde kıyıya vurmuştu. Bu vahşeti milyonlarca insan gibi biz de medyadan öğrendik. Birkaç saatliğine üzüldük, vicdanlarımızı sorguladık, belki biraz gözyaşı da döktük ve ardından O’nu ve mültecileştirilen binlerce çocuğu hemen unutuverdik. Unutuverdik çünkü onun ardından binlerce çocuk açlıktan, yoksulluktan ve yanı başımızdaki kirli savaştan kaynaklı yaşamını yitirdi. Aylan, Suriyeli bir Kürt çocuğuydu ve ölümüyle, emperyalistlerin çıkarları gereği yaşanan savaşın ne kadar acımasız olduğunu gözler önüne serdi. Bizler görmedik.

Aylan bebeğe toplum olarak üzüldük çünkü o bizim ülkemizde değil başka bir ülkede yaşayan bir Kürt çocuğuydu. Kendi Kürdümüze gelince işler değişiyor. Uğur Kaymaz, on iki yaşında on üç kurşunla terörist diye öldürüldüğünde hiç üzülmedik, çünkü devlet, ona “terörist” demişti ve o ne derse o doğruydu. Ceylan'ın bedeni bombalarla parçalandığında “ne işi vardı orada”, “bomba ile oynamasaydı” dedik. Bedeninden geri kalanları eteğine toplayıp mezara koyan annesine “çocuğuna zamanında sahip çıksaydı” diyebildik. Pozantı’da, ‘taş atan çocuklar’ davasından yargılanan çocuklara tecavüz edildiğinde, “onlar zaten terörist olacaklardı” deyip tecavüzcülere değil de olayı ifşa edenlere cezalar verdik. Sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı Cizre’de 7 aylık hamile olan Güler Yamalak’ı karnından vurarak bir Kürt çocuğunun daha doğmadan öldürülmesini ekranlardan izledik. Gene Cizre’de üç aylık Miray bebeğin terörist diye öldürülmesini alkışladık. Onlar, bu ülkede yaşama şansı bulamayan Kürt çocukları, tıpkı abileri ve ablaları gibi Kürt halkının özgürlük mücadelesinde kahramanlaşıp ölümsüzleştiler. Bizler gördük ama sustuk. Hatta devletin birer neferi olduk.

Yaşama şansı bulan ancak kimliğinden kaynaklı acı çeken, acı çektirilen milyonlarca Kürt çocuğu yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Peki, yaşadıkları acılar neden kaynaklı, bu acıların ortaya çıkmasında bizim payımız var mı? Annesi, babası, abisi, ablası, arkadaşı “terörist” diye öldürülmekte ve her gün öldürülme tehlikesiyle karşı karşıya. Anasının ak sütü gibi helal olan dilini konuşması yasak, anadilinde isim alması, eğitim görmesi yasaklanıyor. Yaşadığı topraklar, kirli savaşın, faili meçhul cinayetlerin yaşandığı Kürdistan. Çocuklar son aylarda yaşanan kirli savaştan kaynaklı başka bir dilde de olsa eğitim hakkından(!) mahrum bırakılyor. İleride yaşamını belirleyecek olan TEOG sınavına bile giremiyor. Sokağa çıkma yasaklarıyla burjuva hukuku bile ayaklar altına alınıyor. Okulları cephaneliklere ve karargâhlara dönüştürerek, yoksunluklarla ve yoksulluklarla büyümüş Kürt çocukları okulsuz bırakılıyor. Üç gün işe gelmeyen kamu emekçisini mazeretsiz işten atma tehdidi savrulurken mazeretsiz ve süresiz iş yerleri kapatılıyor. Eğitimde fırsat eşitliği yalanı ile kandırılan eşitsizliğin normalleştiği bir ülkede bu eşitsizliklerin ürünü olan açık öğretim ortaokulu ve lise sınavları bile onlara çok görülüyor. Bu sınavlara giren kişilerin çoğu ya erken yaşta işe gitmek ya da çocuk gelin olmak zorunda olduğunu bile bile. Kürt çocuğu olmak burjuva ikiyüzlülüğüne maruz kalmak için yeterli bu ülkede. Çocuk bayramı olan tek ülke olduğunu iddia eden bu ülkede son birkaç ayda kırktan fazla Kürt çocuğu sokak ortasında katledildi. Konu onlar olunca her türlü hak ve hukuk ayaklar altına alınmakta. Çünkü onlar devlet için potansiyel suçlu ve yılanın başını küçükken ezmek gerekir. Onların küçük bedenleri ve zihinleri ezilirken biz oradaydık ve sustuk!

Bir de bunların yanı sıra her gün tâbi olduğu asimilasyon da cabası. Asimilasyonun en büyük silahı eğitim sistemi. Eğitim sisteminin parçası olan öğretmenler olarak asimilasyona göz yumduk, bizzat uygulayıcısı olduk. Ben bir öğretmenim. Bir tarih öğretmeniyim. Yalan tarihin yalancı aktarıcılarından biriyim. İslam tarihi anlatıyorum; Alevileri, Hristiyanları, Ezidileri yok sayarak. Anlatıyorum Anadolu’nun nasıl Türkleştirildiğini. Anlatıyorum; Anadolu’ya Orta Asya’dan geldik. Akınlar düzenledik, kılıçla aldık buraları. Anadolu’nun Türkleştirilmesi - Müslümanlaştırılması bizim akınlarımız sayesinde oldu. Geldiğimizde kimlerin olduğu mühim değil, biz geldik ve artık buralar bizim. Konuyla ilgili sorular soruyorum, cevaplamak için yarışıyor çocuklar, Kürt çocukları da diğerleriyle birlikte bu yarışa katılıyor. Kitaptaki “Anadolu’nun Türkleştirilmesi” adlı okuma parçasını okutmak istiyorum, okutmadığım çocuklar küsüyor, neden bize okutmuyorsun diye, küsenlerin içinde Kürt çocukları da var. Anadolu’daki Kürtlerden, Ermenilerden, Alevilerden, başka milliyet ve inançlardan bahsetmiyorum. Onların tarihlerinden, dillerinden bahsetmiyorum. Bahsetmiyorum, Dersim’den, Zilan’dan, Lice’den, Çorum’dan Sivas’tan, Roboski’den, Soma’dan, Suruç’tan, Ankara’dan Ermeni kırımından. Anlatıyorum, Yavuz’u, Talat’ı, Sabiha’yı ve bilumum celladı. Anlatmıyorum onlara bu devlet neden çocuk öldürür. Neden bir halk acı çeker ve yok edilir. Bir halk on yıllardır nasıl direnir. Newroz nedir? Demirci Kawa kimdir? Anlatmıyoruz onlara gerçekleri ve cellatlarının tarihlerini öğretiyoruz yıllardır. Çocukları, hem de silahsız bir şekilde ve rızayla Türkleştirip-Müslümanlaştırıyoruz. Ve her gün bir devlet dersinde öldürüyoruz Kürt çocuklarını silahsız ve sinsice. İçim acıyor. Kendisinin yaşam alanını ele geçiren bir devletin tarihini onlara öğrettiğim için utanıyorum. Her dersin sonunda kendimden uzaklaşıyor kendime yabancı hissediyorum kendimi. Öfkeleniyorum kendime, ama aslında sisteme, eğitimine ve tüm külliyatına. Öfkemi kuşanıyorum. Sonra “ben tek başıma ne yapabilirim, bir şey yapmak için örgütlü bir güç olmak gerekir” diye avutuyorum kendimi. Bu yüzden kendimi, yaşamları acı içinde olan Kürt çocuklarının yaşadıklarından kaynaklı suçlu hissediyorum. Bekliyorum, “Maveraünnehir nereye dökülür?” sorusunu sorduğumda, arka sıradan bir çocuğun “Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbinedir”, tek ve doğru cevabını vermesini. Ve binlerce öğretmenin öfkeyi kuşanıp mücadele etmesini bekliyorum.

Dilim varmıyor söylemeye ama suçun çoğu bizim. Suçluyuz, onlar öldürülürken sustuğumuz için. Suçluyuz, haklı olan taleplerini desteklemediğimiz için. Suçluyuz, anadilinde eğitim hakkını savunmadığımız için. Suçluyuz, onları sistematik asimilasyona maruz bıraktığımız için. Suçluyuz, kirli savaşa dur demediğimiz için. Suçluyuz halkların eşit, özgür, gönüllü birlikteliğini savunmadığımız için. Bugün Kürt halkının direnişine omuz vermek suçlarımızdan arınmak için tek seçeneğimiz. Arınmak için direnişi bulunduğumuz alanlara taşımalı ve büyütmeliyiz.

Bir eğitim emekçisi

 
§