29 Ocak 2016
Sayı: KB 2016/04

Efendiler uşaklara ayar çekti!
O “masa” hiç olmadı ki!
HDP 2. Kongresi’nde ‘yerel yönetim’ vurgusu
Yine kin kustu
“Zam yoksa üretim de yok!”
Öyleyse MESS’i yeneceğiz, başka yolu yok!
TOMİS Genel Kurulu başarıyla toplandı!
“Ücret sorunu” ebedi mi?
Bir fabrika deneyimi: Ben varım ama...
Devrimci sınıf sendikacılığı mücadelesinde artık daha güçlüyüz!
“Deneyimlerden öğrenerek örgütlenmenin önündeki engelleri aşmalıyız!”
Mücadele tarihinde kadının yeri
“Bizim sesimizi duyurun artık, burada çok büyük bir katliam var!”
Akademisyenlere destekler sürüyor
Hedefte geleceğimiz ve özgürlüğümüz var!
DLB’den liseli buluşmaları
“Sanatsever” Borusan’ın sanatçı işçiyi işten atması üzerine
Çin Ortadoğu’da etki alanını genişletiyor
Tunus’ta öfke sokaklara taşmaya devam ediyor
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Ücret sorunu” ebedi mi?

 

AKP hükümeti, “sermayenin ‘iş güzarlığı’na rağmen asgari ücrete zam yaptı” gibi gözüktü. İşçileri büyük bir dertten kurtarıyormuş gibi bir hava yarattı. CHP gibi bir sermaye partisinin dahi ücret vaadinde bulunduğu, Ali Koç’un “huzursuzluğa bir çözüm bulmazsak, birileri zorla bulur” sözleriyle açıktan sermayeyi yönlendirdiği bir tabloda; AKP hükümeti “kendisi bir çözüm bulmuş” gibi göstermeye çalıştı. İşçi sınıfına bir kez daha “açlık sınırında bir yaşam hakkı” dayattı. Hem de patronların bütün ücretleri alt sınırda eşitlemesinin önünü açarak... Ardından zamlar geldi, sağlığa, ekmeğe, meyveye, sebzeye, sigaraya, alkole, elektriğe ve daha nicesine. Tam da işçiler biraz olsun ümitlenip “borçlara, ev kirasına, okul masraflarına veya herhangi bir ihtiyaca biraz daha para ayırırız” diye düşünürken...

Düşük ücret sorununu işçiler; “iş sahibiyim buna da şükür”, “en azından eve ekmek götürüyorum”, “bir işe daha girsem kurtarırım” gibi tartışmalarla geçiştirmeye çalışılırken, bir gerçek çıktı ortaya: Sermaye ve hükümeti işçilere açlık sınırı dayatıyor!

Evet, ücret sorunu böyle işliyor sermayenin iktidarında. İşçiler “asgari”ye razı edilmeye çalışılıyor bu düzende. “Niye ki” diye soracak olursanız, işçinin ertesi gün de işe gelip çalışmasına bu kadarı “yetiyor” diye düşünüyorlar da ondan. Böyle düşünüyor sermaye, daha fazla kâr edebilmek için. İşçileri de böyle düşünmeye zorluyorlar: “Patron bu kadar verecekmiş, ekmeğimizi versin de yeter...”

Hukuk devleti dedikleri böyle bir devlet işte, yalnızca sermayenin hakkını -kâr etme, mülk edinme, sömürme, katletme hakkını- koruyan bir devlet, yani sermaye devleti... İşçi hakkını arayınca onu yatıştırmaya, “asgari”ye ikna etmeye çalışan ve kendi kâr hakkını yedirmemek için her yola başvuran... İkna olmadı mı? O zaman “provokatör”, hatta “terörist” ilan edip diğer işçi kardeşlerinden yalıtmaya, marjinalleştirmeye çalışan bir devlet! İşçilerin birliğinden öcü gibi korkan, “gelip zorla değiştirirler” diye “rüşvet” vermeye çalışan, onursuz ve ikiyüzlü bir devlet sermaye devleti...

İşçiye “ertesi gün de sömürülebileceği kadarı”!

“Peki, işçinin hakkı ne” diyeceksiniz. Biz de sizi ‘kışkırtacağız’, “patronun mülküne el koymak” diye. Çünkü kâr üzerine kurulu bu düzen, işçinin hakkını “yalnızca ertesi gün de gelip sömürülebileceği kadarı”yla sınırlı görüyor. Ve bu mantık kapitalizm boyunca hiçbir zaman ve hiçbir ülkede değişmiyor, yalnızca göreli olarak o ülkenin “refah seviyesi” değişiyor. Yani o ülke işçi sınıfının geçmiş mücadeleleriyle elde ettiği kazanımlar oluyor. Patronuna karşı kendi çıkarlarını savunup “terörist” olarak alabildikleri sayesinde fazla ücret alıyor. Yani ücret sorunu dönüp dolaşıyor ve yine işçinin kendi hakkı için kendi sınıf kardeşine güvenmesine, onunla birlik olmasına dayanıyor.

Evet işçinin hakkı “patronun mülküne el koymak” demiştik. Dediğimizin arkasında durmaya devam ediyoruz. “Patronun mülküne niye el koyayım, suç değil mi, hırsız mıyım ben” diyeceksiniz belki de. Biz de diyeceğiz ki, patron işçi sınıfını malı, mülkü olarak görüyor, sırf kendi sömürü düzenini sürdürebilmek için. Bakın bu düzende işçi patronların mülkü olmuş; fabrikaların, atölyelerin, üretim araçlarının patronun mülkü olduğu gibi... İşçinin sömürülebilme yeteneği, yani emek gücü; “ücret” karşılığında patronun satın aldığı bir “mal” haline gelmiş. Patronların üretim araçlarını mülk edinmesi ve işçiyi bir ücret ile satın almasıyla böyle bir düzen kurulmuş. Patron “işini, ekmeğini veriyorum” yalanıyla işçiyi ücretli köle haline getirmiş. “Patron işçiye neden hem bu kadar ihtiyaç duyuyor, hem de köle gibi davranıyor” diyeceksiniz. Çünkü işçiyi sömürüyor ve yalnızca onun üzerinden kâr ediyor. Çünkü patron bir şey üretmiyor, ama işçi üretiyor. Ve işçi, kattığı değerin karşılığından daha ucuza çalıştığı için, kâr getiriyor. Yani bu düzenin temelinde sermayenin işçiyi sömürmesi ve bunun sayesinde kâr etmesi bulunuyor. Üretimi ise yalnızca kâr edebilmek için sürdürmesi yatıyor. Çünkü patronun bu düzende “işi” bu! Peki buna hakkı var mı? Hayır!

İşte bu yüzden işçinin hakkıdır “patronun mülküne el koymak”, herkes üretsin, üretim araçları da kimsenin mülkünde olmasın. Kâr için üretilmesin, herkese ihtiyacı verilsin. Biz sefalet ücretlerine mahkum edilirken sömürmek ve kâr etmek niye birilerinin “hakkı” olsun ki!

 

 

 

 

Kölelik uygulamalarını boşa düşürmek için...

 

Taşeronluğun, güvencesiz, esnek ve geçici çalışma biçimlerinin adım adım hayata geçirilmesi ve tüm bunlara yasal bir çerçeve kazandırılmasını da içeren Ulusal İstihdam Stratejisi (UİS), patronlar için işgücü maliyetlerini düşürebilmenin yol ve yöntemlerini içeriyor.

Patronlar, paydaşlarıyla rekabetin ve ekonomik krizin etkileri nedeniyle sürdürülemez hale gelen ekonomiyi, güvencesizliği yaygınlaştırıp iş gücünü esnekleştirerek sürdürülebilir hale getirmeye çalışıyor. Bu anlamda taşeron çalışmanın yagınlaştırılması, örgütlenme ve sendikalaşma hakkının sınırlandırılması, düşük ücretleri beraberinde getirirken, bunu kıdem tazminatının fona devri yoluyla gasp edilmesi, geçici iş ilişkisi ve de kiralık işçi büroları anlamına gelen Özel İstihdam Büroları (ÖİB) izliyor.

ÖİB, taşeron çalışmayı dahi aratacak bir uygulama olarak; işçi ve patronlar arasında aracı olmanın da ötesinde, geçici iş ilişkisini kuran ve işçi kiralayan, bunun üzerinden gelir elde eden bir kurum olarak işlev görecek. Günlük, saatlik dahi çalıştırılacak işçi ise, her türlü güvenceden yoksun bırakılacak.

Krizin her geçen gün derinleşen açmazlarını savaşlarla gidermeye çalışan sermaye, UİS içinde yer alan ÖİB’leri ise halihazırda yurtlarından ettikleri göçmen işçiler üzerinden gerçekleştirdiler. Bunun bir ayağını ise kadın işçiler üzerinden geçici iş ilişkisiyle de sağlamış oldular. Şimdi ise bu esnek ve güvencesiz çalışma, kıdem tazminatının fona devri gibi kazanılmış hakların gaspı niteliğindeki uygulamaları sınıfın tümüne dayatmak gibi çaba içerisine girmiş bulunuyorlar.

Savaşlardan kaçan ve en ağır çalışma koşullarında, karın tokluğuna çalışmaya hazır olan göçmenlerin ve çalışma hayatını geçici olarak gören kadın işçilerin, esnek çalışma modellerini bir olanak olarak görmesi, patronlar için birer avantaj oluşturuyor. Ki bu gerçeklik, işçi sınfının kazanılmış haklarını korumasının, örgütlenme ve mücadele etmesinin önünde de bir engeli ifade etmektedir.

Kazanılmış hakların gaspını engellemek, ÖİB gibi kölelik anlamına gelen adımları boşa düşürmek, ancak sınıf cephesinden estirilecek yeni fırtınalarla mümkün hale gelebilecektir.

S. Gül

 
§