17 Haziran 2016
Sayı: KB 2016/23

Sınıfa karşı sınıf!
İletişim alanına kirli savaş ayarı!
Katiller, tetikçiler devlet güvencesinde
Yaşam alanlarımız ranta kurban!
Açlık sınırındaki ücretle gelir vergisinde basamak atlamak!
“Dayanışmayı büyütmemiz ve birlik kurmamız gerekiyor”
Sahte güzellik algısı ve sömürü üzerinden büyüyen AVON!
"Metal Fırtınanın yolundan 2017’ye hazırlanıyoruz!"
15-16 Haziran etkinlikleri
15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi'ne dair - 3
“Mücadelemize devam edeceğiz!”
LYS karşıtı şenlikler gerçekleştirildi
Karanlığa karşı geleceğiz ve değişecek dünya!
Liselerde protestolar sürüyor: “Hep birlikte sırtımızı dönelim”
Piyasacı eğitimi durduralım!
İngiltere’de Brexit Referandumu ve kapitalizmin korkusu
Venezuela’da Amerikancı sağın referandum hamlesi
Rakka-Menbiç operasyonu ve Kürt halkını bekleyen tehlikeler
14 Haziran’da Fransa’da milyonlar sokaklardaydı
“Karanlığın en zifiri olduğu an, aydınlığa en yakın olan anıdır!”
Clara Zetkin proleter kadınların devrim mücadelesinde yaşayacak
Enternasyonal proleter edebiyatın usta kalemi: Maksim Gorki
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Rakka-Menbiç operasyonu ve Kürt halkını bekleyen tehlikeler

D. Yusuf

 

ABD, AB ve Rusya’sı ile emperyalist güçlerin Ortadoğu’daki haraketlilikleri yeni bir hız kazandı. Günümüzde bu hareketliliğin en yoğun biçimde yaşandığı yer ise Suriye ve Rojava’dır. Suriye ve Rojava, adeta söz konusu emperyalist devletlerin ve bölgedeki işbirlikçilerinin çıkar çatışmalarının arenasına dönüşmüş bulunuyor.

Suriye ve Rojava’daki hareketliliğin bir yanını ABD ve YPG-DSG ittifakı oluşturuyor. Bilindiği gibi Rojava, yakın dönemde ABD Başkanı Obama’nın bilgisi dahilinde bazı önemli ABD’li asker ve sivil şahsiyetleri konuk etti. Konu IŞİD ve IŞİD’e karşı mücadele idi. Bu çerçevede YPG ile görüşmeler yapıldı, bazı incelemelerde bulunuldu. Ardından, omurgasını YPG’nin oluşturduğu Demokratik Suriye Güçleri ile birlikte, IŞİD’in merkez üssü olan Rakka’ya dönük bir operasyon başlatıldı.

Rakka operasyonu, hiç kuşkusuz, ABD’nin icazeti ile başlatıldı. Keza ABD, öncekiler gibi bu operasyonu da havadan desteklemektedir. Bu arada ABD, operasyonun öngünlerinde 250 kişilik bir askeri gücü daha sahaya taşımış olup, belli sayıda ABD’li sözde deneyimli savaş uzmanı da harekata katılmıştır. Helikopter ve kargo uçakları ile operasyonu havadan destekleyen güçlerden biri de Fransa’dır.

Operasyonun hedefi baştan Rakka olarak açıklanmıştı, nedir ki, yön değiştirdi. Harekat şimdi Menbiç ve çevresinde yoğunlaşmış bulunuyor. YPG ve DSG güçleri iki haftalık bir süre zarfında Menbiç çevresindeki onlarca köyü IŞİD’den geri aldı. Halihazırda Menbiç DSG’nin kuşatması altındadır. Menbiç’ten Rakka’ya ve Menbiç’ten Azez/Cerablus’a uzanan yollar DSG tarafından kontrol altına alınmıştır. Asıl hedef Menbiç merkezini IŞİD’den tamamen arındırmaktır. Menbiç’ten sonra Azez-Cerablus hattında ilerleneceği belirtilmektedir.

Suriye’deki hareketliliğin diğer yanında ise Rusya, Suriye ve İran var. YPG-DSG Menbiç yönünde ilerlerken, Suriye ordusu da Rusya’nın hava desteği ile Halep yönünde ilerliyor. Halep de Suriye ordusunun kuşatması altındadır. Ancak burası oldukça sorunlu bir bölgedir. ABD, AB ve Türk sermaye devletinin “ılımlı muhalif güçler” olarak nitelediği El Nusra ve benzeri çağdışı çeteler bu bölgede akıl almaz katliamlar yapıyorlar.

Gelişmelerin seyri, anlamı ve sermaye devletinin tahammülsüzlüğü

Menbiç, bulunduğu güzergah itibarı ile Rakka’dan daha önemli bir kenttir. Dolayısıyla, Menbiç’in IŞİD’den arındırılması demek, en başta Afrin ile Kobanê’nin birleşmesi ve beraberinde hayati önemde bir ikmal koridorunun açılması demektir. Öte yandan ise Menbiç Irak ve Suriye içlerine uzanan bağlantı yollarının merkezidir. Menbiç DSG ve YPG’nin eline geçerse eğer, doğal olarak bu bağlantı yolları bu güçlerin denetimine girmiş olacaktır. Demek oluyor ki söz konusu olan, sadece hatırı sayılır büyüklükte bir kentin ele geçirilmesi değildir. IŞİD’in en stratejik kalesini kaybetmesi demektir. Ki, gelişmeler hiç değilse bu aşamada bu yönde seyretmektedir.

Rojava cephesindeki her gelişme her zaman ve herkesten önce Türk sermaye devletini rahatsız etmiştir. Bu kez de böyle oldu. ABD’nin DSG ve YPG ile ortaklaşa Rakka’ya operasyon yapacaklarını açıklaması ile birlikte anında tepkisini dışa vurdu. İlk günden başlayarak, bir kez daha Kürtlere ve somut olarak da YPG’ye dönük tehditlerde bulundu. Türk devleti adına konuşanlar bununla da yetinmediler, efendilerine dönük sitemlerde de bulundular. Efendilerinden YPG ile ilişkilerine son vermesini istediler. ABD’nin cevabı ise yine aynı oldu; “YPG PKK’den farklı bir güçtür ve onunla çalışmaya devam edeceğiz.”

Türk sermaye devleti ve dümenindeki dinci-gerici AKP iktidarının dış politikası baştan aşağı saldırgan ve maceracı bir politikadır. Bunun en somut örneği Suriye’ye dönük politikasıdır. Bu politika defalarca iflas etti. Ne var ki sermaye devleti iflasa doymuyor. Tehdit ve tacizlerine ısrarla devam ediyor. “Fırat’ın batısına geçemezler”, “Kırmızı çizgimizdir”, “Savaş nedeni sayarız” vb. vb. efelenmelerin hepsi boşuna! Son gelişmeler de göstermiştir ki, Fırat’ın batısına geçilmiş, kırmızı çizgiler de aşılmıştır. Sermaye devletine kala kala tükürdüğünü yalamak ve efendisi tarafından azarlanmak kalmıştır. Gerçek tam olarak budur.

ABD-YPG ilişkisi, taşıdığı riskler, tehlike ve tuzaklar

Kürt hareketinin, somut durumda da PKK ve YPG’nin, bölgede eski statükonun sürdürülemez hale gelmesi de dahil koşulların değiştiğini görmesi, değişen güç dengelerini gözetmesi ve elbette ki Kürt özgürlük mücadelesine ve dahası da kardeş diğer halklara zarar vermemek koşulu ile bu güçler arasındaki çelişkilerden yararlanması doğaldır. Söz konusu olan ulusal burjuva bir hareketse eğer, bu sınırlar içinde belli uzlaşmalara da başvurabilir. Esasen pragmatizm ve uzlaşmacılık bu hareketlerin doğasında vardır.

YPG bulunduğu sahanın en örgütlü, en savaşkan, en deneyimli ve en kararlı gücü olarak değerlendirilmektedir. Her şey bir yana YPG, bölge halklarının başına bela olan IŞİD’i durduran ve Kobanê örneğinde görüldüğü gibi, ona ağır yenilgi tattıran, kendisini kanıtlamış bir savaş örgütüdür. Bu niteliği ile en başta bölgedekiler olmak üzere, halkların sempatisini kazanmıştır. Bir prestije sahiptir. Giderek meşru bir güç haline gelmektedir. Demek oluyor ki YPG, tüm bu nitelikleri ile yararlanılması gereken bir güç olarak da görülmektedir. ABD’nin kadim işbirlikçisi Türk sermaye devleti yerine YPG ile mesai yapmayı seçmesi bu niteliklerinden dolayıdır ve çok da anlaşılmaz değildir. Ve fakat bu ilişki oldukça riskli bir ilişkidir.

Her şey bir yana, ABD ile Türk sermaye devleti arasındaki ilişki stratejik bir ilişkidir. Türk sermaye devleti ABD’nin bölgede İsrail’den sonraki en temel müttefiki, daha doğru bir söyleyişle öyle kolay vazgeçemeyeceği kadim bir işbirlikçisidir. ABD ile YPG ilişkisi ise dönemseldir, taktiktir ve koşulludur. ABD bu ilişki ile Türk sermaye devletini terk etmiş olmuyor. Bu, sermaye devletinin dün ve hala Kürt halkına karşı sürdürdüğü kanlı, kirli ve karanlık savaşın gerçeklerini görmemek demek olur.

Türk sermaye devleti ve AKP gericiliğinin kanlı savaşının arkasında herkesten önce ABD vardır. ABD Kürt halkının dostu değil, azılı bir düşmanıdır. Güneyli Kürt hareketinin tüm tarihi bunun kanıtlarıyla doludur. Bu aynı ABD’nin geçmişte de Güney’deki Kürt hareketleri ile uzun süre mesai yaptığı ama sonra onu muhatapları oldukları sömürgeci devletlerin kıyımı ile baş başa bıraktığı bilinmektedir. Çıkarları gerektirdiğinde Rojava Kürtlerini de bu aynı akıbetle yüz yüze bırakmaktan çekinmez. Emperyalizmin özü değişmemiştir, emperyalizm ezilen halkların ulusal hak yoksunluğunun esas temelidir.

Rojava’daki hareketin farklı nitelikler taşıdığı ileri sürülebilir, bu doğrudur da. Ama bunun da hükmü bir yere kadardır. Tek başına bir güvence oluşturmaz. Oluşturmaz, zira Güney’deki Kürt hareketi ile önemli bazı farklılıklara sahip olsa da nihayetinde ve ne yazık ki bu hareket de devrimci bir konuma ve kimliğe sahip bir hareket değildir.

Özgürlük ve eşitlik hiç kuşkusuz Kürt halkının en doğal ve meşru hakkıdır. Bunun için emek harcamış, büyük fedakârlıklar ortaya koymuş, büyük bedeller ödemişlerdir. Emperyalizmin ve bölgedeki işbirlikçilerinin, yanı sıra IŞİD ve benzeri gerici çetelerin ardı arkası gelmeyen saldırı ve kuşatmalarına hala yiğitçe direnmektedirler. Haliyle, özgür olmayı en çok onlar hak etmektedir. Kazanımlarını artık bir sonuca ulaştırmak istemeleri de anlaşılır, bu yönlü çabaları da bir yere kadar meşrudur. Bir kez daha sorun emperyalizmdir. Onların türlü hileleri, acımasızlıkları ve tuzaklarıdır. Her daim bilinmelidir ki Kürtlerin özgürlük ve eşitlilik mücadelesi ABD ve diğer emperyalist devletleri hiç mi hiç ilgilendirmemektedir. Onların yegane amacı, Suriye’de, Rojava’da ve tüm bir Ortadoğu’da yeniden çizilmesi kaçınılmaz hale gelen haritanın, bir başka anlatımla statükonun kendi çıkarları temelinde şekillenmesidir. Bu amaçlarına ulaşmada, halklara daha büyük acılar yaşatmak, yeni ve daha büyük yıkımlar yaşatmak da dahil her yol onlar için mubahtır. Onlar her zaman ve her yerde sadece egemenlik peşinde koşarlar.

Kürt hareketi ve somut olarak PKK ve YPG’nin, kimi koşullardan yararlanarak kimi kazanımlar elde ettiği bir gerçektir. Bugün de kimi koşullardan yararlanmanın sonucunda kimi kazanımlar elde ediyor olabilirler. Ancak, birlikte mesai yaptıkları güç emperyalist bir güçtür. Bu onları özgürleştirecek bir güç değil, tam tersine köleleştiren bir güçtür. İşte bu gerçek asla ama asla unutulmamalıdır. Kaldı ki kimi koşulların ve kimi gelişmelerin bugünkü seyri yanıltıcıdır. Zira bölge istikrarsızlığın tavan yaptığı bir bölgedir. Fay hatları çok kırıktır ve her an her şey olabilir. Kürt sorunu da dahil gelecek hakkında kesin şeyler söylemek çok ama çok zordur.

Bütün kazanımlarına ve çoğalan avantajlarına rağmen bölgenin toplamında Kürt sorununun akibeti henüz belirsizliğini korumaktadır. Bunun gerisinde bölgenin yeni alt üst olmalara gebe olması gerçeği ile birlikte bölge gericiliğinin halihazırdaki gücü vardır. Belirsizliklerle dolu bu istikrarsızlık ortamında Kürt halkı kendi gücüne dayandığı ve bölge halklarıyla devrimci kader birliği çizgisinden kopmadığı ölçüde süreçten en iyi kazanımlarla çıkmayı başarabilecektir. Emperyalizmin bölgeyi kendi çıkarlarına göre yeniden şekillendirme çabalarından yarar umduğu ve daha da kötüsü buna alet olduğu ölçüde ise bölge halklarıyla birlikte bunun acısını çekmek akibetiyle yüzyüze kalacaktır.” (TKİP IV. Kongresi, Ekim 2012)

TKİP’nin bu değerlendirmesi bugün de günceldir, geçerlidir ve fazla söze gerek bırakmamaktadır.

 
§