10 Mart 2017
Sayı: KB 2017/10

Suriye; savaştan çıkış arayışı ve kirli hesaplar
‘Hayır’ın yasak olduğu ‘demokratik’ referandum!
Sermaye diktatörlüğüne ‘Hayır’!
Newroz ateşini işçilerin birliği, halkların kardeşliği için harlayalım!
Kamusal kaynaklar sermayeye peşkeş çekiliyor
Kamu emekçilerinin direnişi; olanaklar ve yapılması gerekenler
Çelik-İş, Dytech ve Tofaş’ta işçileri Türk Metal’e sattı
“Bu fabrika halkındı, işçiler fabrikaya sahip çıkmalı!”
Geçici işçi alımları
Kadın işçi ve emekçileri dönüştürmek!
İEKK’dan 8 Mart eylem ve etkinlikleri
Kadınlardan 8 Mart eylemleri
Kapitalist sistemde kadın işçilerin kağıt üstünde kalan hakları
AKP, kadın ve demokrasi
Erdoğan’dan açık itiraf; “İşsizleri yaradandan ötürü seviyoruz!”
Savaş kundakçılığında NATO’dan yeni hamle
Lafarge Holcim-IŞİD Konsorsiyumu!
Emperyalist kamplaşmalar ve Erdoğan-Almanya gerilimi
ABD’nin dış politikasında politik romantizme yer yok!
“Önümüzün karanlık olduğu bu dönemde, ateşler yakıp yolu görmenin anlamlı olduğunu düşündük”
Beyazıt Katliamı'nı unutmadık, unutturmayacağız
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Demokrat ya da cumhuriyetçi başkan...

ABD’nin dış politikasında politik romantizme yer yok!

 

ABD’nin yeni başkanı Donald Trump'ın kamuoyunun haklı tepkisini çeken seksist, şovenist, ırkçı söylem ve politikaları aslında kapitalist toplumsal düzenin emperyalist son aşamasının saldırgan ve çürümüşlüğünün gerçek çehresidir. Trump başkanlığındaki yeni ABD yönetimi emperyalist güçler arasında artan çelişki, çatışma ve rekabetin yeni koşullarda açık şekilde dışa vurumudur.

Louis Bonaparte’ın 18. Brumaire'i eserinde Karl Marx özgün toplumsal koşullarda ortaya çıkan yönetimleri Bonaparte özelinde irdeler ve durumu şöyle açıklar:

Durumun gerektirdiği çelişkilerin baskısı altında ...bir hokkabaz gibi, kamuoyunun gözünü kendisi üzerinde tutmak zorunluluğu altında, sürekli şaşkınlık yaratarak, yani her gün minyatür bir hükümet darbesi yapmak zorunluluğu altında, Bonaparte, bütün burjuva ekonomisinin altını üstüne getiriyor, 1848 devrimi için ihlal edilemez görünen her şeyi ihlal ediyor; kimilerini devrime boyun eğmiş, kimilerini de devrim isteme durumuna getiriyor ve hükümet mekanizmasından hükümet mekanizması halesini çekip çıkartarak, onu hiçe sayarak, onu aynı zamanda rezil hem de gülünç ederek bizzat düzen adına anarşi yaratıyor.”

Trump, Bonapartvari davranışlarıyla, saldırgan “önce Amerika” söylemleriyle ve protesyonist ekonomik ve finans önlemleriyle ABD emperyalist burjuvazisinin yeni azgın, militarist dış politikasının resmini çizmektedir. Lümpen burjuva söylem ve çıkışlar bireysel özelliklerini aşan yeni dönem emperyalist yayılmacı politikanın karakteristiğidir. Başta Almanya olmak üzere, Brüksel vb. merkezlerden yapılan Trump karşıtı açıklamalar esas olarak ABD emperyalist burjuvazisinin yeni politikasından duyulan rahatsızlığı ifade etmektedir. Makine ve çelik sanayi ticaretinde ABD’yi geride bırakan Almanya’nın Trump’ın hedefinde olması rastlantı değildir. TITP’in ABD tarafından iptalinin arka planında bu gerçek yatmaktadır.

Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku’nun dağılmasının ardından emperyalist tekellerin denetimine geçen bu ülkelerin pazarı, ABD’ye yeni olanaklar açsa da, özellikle Almanya’nın bu yeni koşullarda ABD tarafından “kontrol altında tutulan güç” olmaktan çoktan çıktığı ABD yönetimi tarafından kaygıyla izlenmektedir. Enerji ve hammaddelerin ivedi olarak ABD’nin hegemonyası altında yeniden yapılandırılması bu izlenen saldırgan söylemin esas nedenidir. Dolayısıyla Trump’ın izlediği politika Obama yönetiminden farklı değildir, izlenen politikanın devamıdır. Obama’nın Pasifik'te Çin’e karşı izlediği saldırgan politika buna bir örnek teşkil eder. Trump yönetiminin de ABD’nin çıkarları gerektiğinde savaşa aktif biçimde başvuracağı şüphesiz.

Dış politikada süreklilik

Başkan Bush gibi dönemin cumhuriyetçi başkanı McKinley’in, 1898 yılında İspanya’nın elinde kitle imha silahları olduğunu ileri sürerek gücünü kaybetmiş eski sömürgeci İspanya’nın kalan kolonilerini elinden almak için savaş açtığı bilinmektedir. Demokrat başkan Woodrow Wilson döneminde tam dokuz Latin Amerika ülkesine doğrudan askeri saldırganlıkta bulunuldu. “Ticaret ulusal sınırlar tanımaz” söylemiyle Bela Kun yönetimindeki genç Sovyet Cumhuriyeti’ne müdahale edildi. “Bütün dünya ürünlerimiz için pazar işlevi görecektir. Kapılar kapalıysa tekme vurarak açacağız. Bu bağımsız bir devlete suikast anlamına gelse de.” Demokrat başkanın bu söylemleri yanında Trump’ın açıklamaları cılız kalmaktadır.

ABD emperyalizmi 1898 ve 1934 yılları arasında Latin Amerika’ya tam 32 kez militarist müdahalede bulundu. “Demokrat” olarak tartışmasız görünen D. Roosevelt Küba’da Batista rejiminin en önemli destekleyicisiydi. 1947’den sonra ABD, Sovyetler Birliği’ne karşı bir askeri abluka örmek (Truman doktrini) ve Avrupa’yı ABD sermayesinin denetiminde tutmak amacıyla Marshall planını devreye koydu. “Soğuk Savaş” aynı zamanda kapitalist dünyayı ABD hegemonyasının altında yeniden şekillendirmek stratejisi olarak işlev gördü. Truman (kendisi “demokrat”) özellikle Avrupa’da kendisini sosyalist olarak nitelendiren düzen güçlerine dahi tahammül göstermeyerek yasaklanmasını istedi. Bu partilerin kriminalize edilmeleri için hükümetler üzerinde ekonomik, siyasi baskılar uyguladı. ABD denetiminde ajanlar aracılığıyla kurulan birçok sarı sendika devrimci işçi hareketini içten paralize etmek için sistematik olarak kullanıldı. Bu “demokrat”, İtalya ve Fransa hükümetlerine baskı oluşturarak düzenle bir sorunu olmayan “komünist bakanların” görevden alınmaları için yoğun çaba sarfetti. “Gladio” adı altında kontrgerilla ordularının oluşması da bu döneme denk düşmektedir.

Nitekim 1953 yılında İran’da Muhammed Musaddık’ın devrilmesi de Truman (demokrat) ve Eisenhower’in (cumhuriyetçi) ortak çabası sonucu yaşanmıştır. Musaddık’ın petrolü millileştirme çabası karşısında İngiliz petrol devi BP harekete geçmiş, Truman’ın desteğiyle yapılan bir CIA darbesi sonucu Musaddık yönetimden düşmüştü. Bu tarihten sonra beş ABD petrol tekeli İran’ın petrol rezervlerinin % 40’ını denetimine geçirdi. Faşist Şah Rıza Pehlevi, iktidardan düşürüldüğü 1979 yılına kadar ABD emperyalizminin sadık bir uşağı olarak iktidarda kaldı. Seçimle yönetime gelmiş Guatemala devlet başkanı Guzman 1954 yılında yine Eisenhower ve CIA tarafından bir darbeyle görevden uzaklaştırıldı. Guzman toprak reformunu uygulayacağı vaadinin “kurbanı” sayılır.

Kennedy (Demokrat) defalarca Küba’da Fidel yönetimine karşı askeri müdahalede bulundu. Fidel’e yönelik sayısız suikast girişiminin arkasında durdu. Vietnam, Kamboçya ve Laos’ta savaşın kızışmasında Kennedy yönetiminin özel bir katkısı olmuştur. 1950 ve 1980 arasında “Operasyon Condor” militarist stratejisiyle başta Latin Amerika olmak üzere, birçok Asya ve Afrika ülkesinde karşı-devrimci, kontra ve özel ordular devreye sokularak, sola sempati duyan farklı halk katmanları sistematik katliamlardan geçirildi. Geriye bakıldığında “Soğuk Savaş” süreci içinde cumhuriyetçi başkanlar Nixon, Ford ve Reagan Çin, El Salvador, Şili, Nikaragua'da gizli askeri operasyonlarla doğrudan faşist rejimleri pekiştirmişlerdir. Demokrat başkanlar Truman, Kennedy ve Johnsen aynı operasyonları Hindiçin’de, Güney Kore’de, Patrice Lumumba’ya karşı Kongo’da, Kwame Nkrumah’a karşı Gana’da, Juchan Bosch’a karşı Dominik Cumhuriyeti'nde, Viktor Paz’a karşı Bolivya’da, Jao Graulet’te karşı Brezilya’da militarist müdahalelerde bulunmuş, gerçekleştirdikleri suikastlerle doğrudan rejim değişikliklerini yaratmışlardır. Obama (demokrat) yönetimi de bu saldırgan emperyalist çizgiden hiç sapmadan, ABD’nin dünya üzerindeki hegemonya mücadelesinide sürekliliği temsil etmiştir. Başta Suriye olamak üzere, Ortadoğu’da yaşanan çatışma ve çelişkilerin ABD’nin emperyalist çıkarlarından ayırmak safdillik olur.

Trump dünya pazarı, ham madde ve enerji rezervleri üzerinde emperyalist güçler arası dengenin yeniden biçimlenmesini savunan, Ukrayna ve Doğu Avrupa üzerinde Rusya’ya karşı bir abluka örme çabası içinde olan ve bu konuda militarist yöntemlere başvurmaktan çekinmeyen yeni dönemin sözcüsüdür. “Kafese” sığmayan Almanya’nın ve diğer emperyalist güçlerin bu saldırganlığa karşı alacakları ekonomik, politik ve askeri tutum önümüzdeki dönem boyunca gündemi belirleyecektir. Dolayısıyla emperyalist savaşa, militarizme karşı mücadele, başta işçi sınıfı olmak üzere, dünya halkları için önümüzdeki süreçte gittikçe daha özel bir önem kazanacaktır.


 
§