26 Nisan 2017
Sayı: KB 2017/16

Haklarımız ve geleceğimiz için 1 Mayıs’a!
16 Nisan referandumu üzerine
Referandum sonuçları ve CHP’nin ikiyüzlülüğü
Referandum ve işçi sınıfı
Kamu emekçileri ihraçlara karşı direniyor
Çalışma Bakanı’nın kıdem tazminatı yalanları ve gerçekler
Saldırı dalgası kıdem tazminatı ile başlıyor!
Sınıf devrimcilerinden 1 Mayıs etkinlikleri
Tarihten güncelliğe dünyada ve Türkiye’de 1 Mayıs - H. Fırat
II. Enternasyonal’in 1 Mayıs kararı ve F. Engels
OHAL koşullarında 1 Mayıs
1 Mayıs’ta alanlarda sesimizi yükseltelim!
Erdoğan’ın yenilgisi ve Kürtlere dönük kirli hesapları
Filistinli tutsaklar açlık grevinde
Özgürlüğümüz ve geleceğimiz için 1 Mayıs’ta alanlara!
Yeni Çernobiller’in olmaması için mücadeleye!
TKİP’nin işçilere, emekçilere ve gençliğe 1 Mayıs çağrısı...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Referandum ve işçi sınıfı

K. Toprak

Burjuvazi artık yönetemiyor. Proletarya henüz yönetemiyor!” (Lenin)

Lenin, 1905 yılında Paris Komünü üzerine verdiği bir konferansa, Engels’in Fransa’da İç Savaş eserine yazdığı önsöze gönderme yaparak, “Burjuvazi artık yönetemiyor. Proletarya henüz yönetemiyor!” cümlesi ile başlar. Konferansın ve Lenin’in yürüttüğü tartışmanın odak noktası Fransa’nın siyasal ve toplumsal koşulları ile işçi sınıfını harekete geçiren dinamikler arasındaki nesnel ilişkidir.

Sadece Lenin’in Komün üzerine tartışmaları değil, Marx ve Engels’in 1848 devrimleri ve yine Paris Komünü üzerine yazdıkları da dönemin Avrupa’sının siyasi, ekonomik ve toplumsal gelişmeleri üzerine eşsiz saptamalar içerir. Burjuvazinin yaşadığı iç kriz ile birlikte toplumu sürüklediği kaos ve işçi sınıfının sınıf kimliğinin gelişimi ile aldığı tutumlar ve yaşadığı dönüşüm canlı ve çarpıcı bir deneyim aktarımına konu edilir.

Burada konumuz, 1848 devrimleri ve Paris Komünü değil. Ancak hem Ekim Devrimi’nin 100. yılı ile birlikte devrimler tarihi üzerine yapılacak incelemelerde bu iki deneyim özel bir yer tutuyor hem de bugünün Türkiye’sinde yaşanan gelişmeleri anlamlandırmaya çalışırken önemli hareket noktaları içeriyor.

Burjuvazinin yönetme imkanlarını her geçen gün daha fazla yitirdiği, proletaryanın ise kendi dünyasını kurmaya henüz hazır olmadığı tablo, işte bu iki deneyimi, 1848 devrimlerini ve Paris Komünü’nü bu tartışma içinde anmayı ve incelemeyi özel bir ihtiyaç haline getiriyor.

Referandumun ilk sonuçları

Genel olarak 16 Nisan’da gerçekleşen anayasa referandumunun ortaya çıkardığı ilk sonuç burjuvazinin yönetememe krizinin vardığı boyut oldu. Burjuva parlamentarizminin yaşadığı çürüme kör göze parmak sokarcasına ortaya serildi.

Mecliste yapılan oylamalar sırasında Lenin’in “parlamento burjuvazinin ahırıdır!” ifadesine rahmet okutan görüntüler; propaganda sürecinde ‘Hayır’ çalışmalarına yönelik yasaklar, baskılar, engellemeler ve en nihayetinde oyların sayımı sırasında ortaya serilen usulsüzlükler ve ayak oyunları, Türkiye tarihinin en yüksek katılımlı seçimlerinden biri olmasına rağmen kitlelere oy sandıklarının işlevini gösteren önemli göstergeler oldu.

Tüm baskı ve usulsüzlüklere rağmen toplumun önümüzdeki sürecini derinden etkileyecek bir anayasal değişikliğin kıl payı bir farkla kabul edilmesi ise bu değişikliklerin uygulanmasının hiç de kolay olmayacağını bir kez daha gösterdi.

Bu sonuçlarla ne kendisini garantiye almaya çalışan Tayyip Erdoğan ve AKP rahat nefes alabilir ne de başkanlık rejimine temelli bir itirazı olmayan burjuvazi ve emperyalist odakların içi rahat eder. Ortaya çıkan sonuç, her boyutuyla rejim krizinin derinleşerek devam edeceğinin yeni bir kanıtıdır.

AKP-MHP cephesinde gerileme ve işçi sınıfının tutumu

Referandum sonuçları üzerine ilk andan itibaren çeşitli tartışmalar yapılıyor. Hileli sonuçlarda bile AKP-MHP şer ekseninin geçmiş seçimlerde elinde tuttuğu oy potansiyelinde %10 civarında bir daralma söz konusu. Dahası bu şer ittifakının büyük şehirlerde kıl payı ile de olsa aldığı yenilgi birçok tartışmada özel olarak öne çıkarılıyor. Ve bu tabloyu işçi sınıfının AKP gericiliğine karşı çıktığı, referandumda hayır dediğini söyleyerek yorumlayan tartışmalar yürütülüyor.

Elbette böyle bir tablo en çok biz sınıf devrimcilerini umutlandırır, mutlu ederdi. Ne var ki referandum sonuçları üzerine daha ayrıntılı düşünüldüğünde halihazırda tablonun hiç de böyle olmadığı açığa çıkıyor.

Referandum sonuçları üzerinden ortaya çıkan harita ve büyük şehirlerde şer cephesinin, daha somutunda AKP’nin aldığı yenilgi elbette önemli. Ancak bunu işçi sınıfının tutumu olarak ifade etmek fazlası ile iyimser bir değerlendirme olacaktır.

Ülkenin en önemli iki sanayi kenti, Bursa ve Kocaeli’de ciddi farklar olmasa da ‘Evet’ üstün geldi. Manisa’da ‘Hayır’ kazansa da geçtiğimiz seçimde de çokça tartışılan Soma’da yine ‘Evet’in belirgin bir üstünlüğü bulunuyor. Yine, önemli şehirlerde sanayi nüfusunun yoğun olarak yaşadığı ilçelerin birçoğunda da ya ‘Evet’ ile ‘Hayır’ arasındaki makas çok daralıyor ya da ‘Evet’in üstünlüğü bulunuyor. ‘Hayır’ın oy patlaması yaşadığı yerlerin önemli bir bölümü ise Kadıköy, Bakırköy gibi ekonomik refah açısından büyük oranda elit denilebilecek alanlar. Yine, oy hırsızlıkları ve usulsüzlere karşı açığa çıkan tepkiler de büyük oranda bu “elit” kesimlerden gelmiş bulunuyor.

Bu tabloda elbette işçi sınıfı içerisinde de dinci-faşist şer cephesinden sınırlı bir uzaklaşmadan söz etmek mümkün. Dinci-faşist ittifakın yaşadığı %10 civarındaki oy kaybının bir bölümünün işçi sınıfı içerisinde yaşandığını fabrikalar içindeki gözlemlerimizden biliyoruz. Ancak yine bildiğimiz bir gerçek var ki bu uzaklaşma dinci-faşist gericilikten uzaklaşarak alınan sınıfsal bir tutumdan daha çok, ‘Hayır’ cephesinin geniş siyasal yelpazesi ve yine büyük oranda milliyetçi önyargılarla yaşanmış bulunuyor. Henüz net ve kesin değerlendirmeler yapmak için erken olsa da bu oy kaybında daha önemli bir etken ise AKP’nin “istikrar” tılsımının çözülmesi ile birlikte daha yoğun olarak liberal kesimlerde yaşanan tepkidir. Keza halen bir kopuş anlamına gelmese de “istikrar” denilen sihirli sözcüğün her geçen gün daha fazla anlamını yitirmesi, işçi sınıfının dinci gericilik ile olan bağını da zayıflatıyor.

Referandum öncesinde sürecin işçi sınıfına etkilerini tartışırken, fabrikalarda tartışmaların büyük oranda gerici bir eksende yaşandığını dile getirmiştik. Bugün bununla birlikte vurgulanması gereken bir diğer nokta da bu tartışmalarda dinci gericiliğin etkisi altındaki kitlenin eski agresif ve baskın tutumunu yitirmesidir. Halen “büyük reis”i savunmaya çalışan kesimlerde bile, özellikle işçi sınıfı içerisinde daha sinik ve tedirgin bir ruh hali göze çarpıyor.

Bunu referandumun ardından yaşanan “kutlama”larda da görmek mümkün. Genel olarak AKP gericiliği referandum sonucunu “atı alıp Üsküdar’ı geçme”ye çalışmak biçiminde değerlendirdi ve politik bir şova dönüştüremedi. Bununla birlikte dinci gericiliğin baskın olduğu ve sanayi nüfusunun ağırlıkta olduğu alanlarda nerede ise hiçbir “kutlama” yapılmadı/yapılamadı.

İşçi sınıfı içine (mi) kapanıyor?

‘Evet’ cephesinin referandum sonucunu politik bir zafere dönüştürememesi, öte yandan hem kitlelerin genel ruh hali hem de CHP’nin itfaiyecilik misyonunu yerine getirmesi ile ‘Hayır’ cephesinin protesto ve tepkilerinin İstanbul dışında daha sınırlı yaşanması işçi sınıfı ve geniş kitleler üzerinde referandum sonuçlarına dair genel bir kanıksama halini işaret ediyor.

Başka bir alternatif bilincinin henüz yeterince şekillenmemiş olması, yani proletaryanın “henüz” yönetmeye hazır olmaması gerçeği, bozulan “istikrar”ın, daha doğru bir ifade ile AKP gericiliğinin istikrar söyleminin çöküşünün işçi sınıfını ve kitleleri harekete geçirmeye yetmediği, hatta onu daha fazla tedirgin ettiği sonucunu ortaya çıkarmış görünüyor.

Henüz farklı alternatiflerini yaratmasa da bu içe kapanışın farklı tepkileri açığa çıkarmasının hiç de uzak olmadığını görmek gerekiyor. Zira başkanlık rejimi, AKP’nin dar hırsından öte, kendisinin de bizzat dile getirdiği gibi, Türkiye kapitalizmini “jet hızına” kavuşturma arayışının ürünüydü. Daha sandıklar dahi açıklanmadan patron örgütlerinin yaptıkları açıklamalarla dikkatleri ekonomik “reform”lara çekmeleri bu açıdan oldukça önemli bir ayrıntıydı. Bunun yıkıcı sonuçlarının işçi sınıfı için ortaya çıkışının hiç de uzun vadeli bir iş olmadığı gayet açık.

Proletarya yönetmeyi öğrenmeli!

Referandumun çok boyutlu sonuçlarını önümüzdeki günlerde hep birlikte yaşayacağız. Siyasal, toplumsal ve ekonomik boyutlarıyla bu sonuçlar toplumu derinden sarsacak.

Burjuvazinin artık yönetme yeteneğini yitirdiği, öncelikle toplumsal muhalefete ama bununla birlikte geniş kitlelere ve işçi sınıfına yönelik baskı ve saldırılarını yoğunlaştırdığı böylesi bir dönemde çıkış yolu proletaryanın yönetmeyi öğrenmesinden geçiyor.

İşçi sınıfının geniş kesimlerinin halen etkisi altında bulunduğu dinci-faşist gericiliğin boyunduruğundan sökülüp alınması ve kendi dünyasını yaratacağı bir siyasal sınıf bilinci ile davranmasının sağlanması; işte günün acil görevi budur.

 
§