16 Haziran 2017
Sayı: KB 2017/23

AKP iktidarı hak arama mücadelesini tamamen ortadan kaldırmak istiyor
Ölümü görüp, sıtmaya razı olmak ya da mücadelenin yolunu tutmak!
“KESK bütün ihraçları direnişe çağırmalı ve var olan direnişleri büyütmeli”
Yüksel direnişi saldırılara rağmen sürüyor
“İşimize ve iş güvencemize sahip çıkıyoruz!”
İşçilerden Chinatool Otomotiv yönetimine yanıtlar
Sendika düşmanlığına, kölelik dayatmalarına karşı grev ve direnişler sürüyor
Bekaert’te işten atma: İşçiler sendikaya ve patrona tepkili
MİB MYK Haziran Ayı Toplantısı Sonuçları
Alpagut Direnişi
Trump’ın Vahhabilerle “kılıç dansı” ve Katar krizi
İngiltere seçimi ve İşçi Partisi’nin yükselişi
Birlik ve ayrılığın gölgesindeki İspanya ve ulusal hareketlerin açmazları
“Bağımsızlık referandumu” ve sermaye devletinin gerici direnci
Dinci gericilik eğitime şekil vermeye çalışıyor
Polis, TAYAD üyesi İnanç Özkeskin’i katletti
“Sur halkı göçe zorlanıyor, bölgenin yapısı değiştiriliyor”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ölümü görüp, sıtmaya razı olmak ya da mücadelenin yolunu tutmak!

 

Kıdem tazminatı hakkının fon aldatmacasıyla gaspının gündemde olduğu bu süreçte dikkatler doğal olarak sendika konfederasyonlarına kaymaktadır. Bu tarihsel saldırı girişimi karşısında ne gibi bir mücadele programları olduğu merak edilmektedir. Zira kıdem hakkı konusunda kırmızı çizgilerden bahseden, genel grev nedeni sayan konfederasyonların söylemden öte ne yapıp ne yapmadıkları sürecin gidişatı açısından önemlidir. Ancak gelinen yerde görmekteyiz ki, sendikal bürokrasi şaşırtmamakta, şimdiye dek olduğu gibi işçi sınıfının hak kayıpları karşısındaki tavrı devam etmekte, dişe dokunur eylemsel süreçlerden özenle kaçınılmaktadır.

Sermaye ve hükümetin “artık sona geldik” demelerine rağmen, sendikal bürokrasinin başını tutanların yüzü, sözde temsil ettiği işçi sınıfına dönmemektedir. Sendikal bürokrasinin yüzü düzen partilerinin “muhalefetine” bakmaktadır. DİSK, Türk-İş ve Hak-İş’in CHP’nin ‘Kıdem Tazminatı Çalıştayı’na katılarak ‘ortak’ bir metne imza atmaları da bunu göstermektedir.

Sermayenin çıkarları konusunda ne denli hassas olduğunu bildiğimiz CHP’nin çalıştayındaki tablo yeterince açıktır. Zira çalıştaya, işçi konfederasyonlarına bağlı sendika başkanları dışında patronlar adına TOBB’dan da temsilciler katılmıştır. “İş barışı”, “sosyal diyalog” diyerek sözde her iki tarafın çıkarı adına uzlaşma yolları arayan CHP’nin aracılığında bir araya gelinen bu çalıştayda tabii ki ne bir eylemsel tutumdan ne de genel greve hazırlıktan bahsedilebilirdi.

İşçilerin umudunu kendi öz gücüne değil de, meclis muhalefetine sıkıştıran bu “muhteşem üçlü”nün sermayeye ne denli muazzam bir destek verdiği ortadadır. Onların misyonu budur. Yüzlerini fabrikalara, işçilere dönecek halleri olmadığını biliyoruz. Sendikal bürokrasinin ve emek adına politika yaptığı yalanını gündeme getiren CHP’nin misyonu, tarihsel örneklerinden de görüldüğü üzere, işçilerin eyleme geçme potansiyellerini baştan bloke etmek, bu mücadele potansiyelini eritmektir. Onların deyimiyle, “Zor bir araya gelen sendikaların, kıdem tazminatı konusunda ortak bir metne imza atmış olması bir başarı” değil, bir kez daha tarihsel bir satışın belgesi, ön hazırlıklarıdır.

Zira gerek bu üç işçi konfederasyonunun başını tutan bürokrasinin, gerekse CHP gibi kurulu düzenin sol ayağı olan bir partinin icraatları işçi sınıfının tarihinde yazılıdır. Örneğin yıl dönümünü kutladığımız 15-16 Haziran Direnişi’nde işçilerin mücadelesinin “sınırları aşması” üzerine sendikal bürokrasinin ve de tabii ki CHP’nin işçilere eylemi bitirme, geri dönme çağrıları unutulmayacaktır.

Bir başka önemli örnekse, sermeyenin neo-liberal politikalarına uyumlu bir şekilde mevzuata esnekliği getiren, işçiyi korumaktan ziyade, işletmeyi koruma mantığıyla hazırlanan ve 2003’te çıkan 4857 sayılı iş yasasına olan katkılarıdır. “Sosyal diyalog ürünü” olarak sunulan bu kölelik yasasının ön hazırlığında oluşturulan Bilim Kurulu’na katılarak bu yasayı cilalayan Türk-İş, DİSK ve Hak-İş konfederasyonlarının imzası asla unutulmayacaktır. CHP de o zaman aynı arabulucu haliyle birkaç itiraz davası açmış, yasayı kabul edilebilir sınırlara çekecek törpüleyici müdahalelerle sürece dahil olmuştu.

Aynı uğursuz hikaye tekrarlanmıyor mu?

Kıdem tazminatı hakkı için düzenlenen bu çalıştayda da aynı tarzla hareket edilmektedir. “Kıdem tazminatının geçmişi ve geleceği Türkiye’nin önde gelen akademisyenleri ve sendikalardan uzmanlar ile tartışılan” bu çalıştay sonrasında “Cumhuriyet Halk Partisi olarak kıdem tazminatının geriye götürülmemesi gerektiğini ifade ettik, görüşlerimizi hükümete ilettik” demekle yetinilmiştir. Sermaye bir kez daha AKP eliyle ölümü gösterip, CHP ve sendikal bürokrasi eliyle de sıtmaya razı etme taktiğindedir.

İşçi sınıfının önündeki seçenekler bellidir. Ya ortada oynanan mizansene seyirci kalıp, köleliğe boyun eğilecek ya da hepsini bir kenara itip kendi öz gücüne güvenerek, bağımsız sınıf çıkarları için harekete geçilecek…

 

 

 

 

Kıdem tazminatının gaspına din örtüsü

 

İşçi ve emekçilerin her türlü hak arama eylemini kökten reddeden ve biat kültürü yaratmaya çalışan, işçilerin iş cinayetlerinde katledilmesini “fıtrat” olarak tanımlayıp meşrulaştırmaya çalışan dinci gericilik, kıdem tazminatı hakkının gaspını da dini demagojilerle gerekçelendirmeye çalışıyor.

Dinci gericiliğin tanınan yüzü olan ve kamuoyunda “Cübbeli Ahmet Hoca” olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü, geçmişte katıldığı bir televizyon programında kıdem tazminatı ile ilgili soruyu yanıtladı. “İşten çıkarılınca kıdem tazminatı almak caiz midir?” sorusunu yanıtlayan Ünlü, “Caiz değil. Çünkü, kıdem tazminatı hakkı değil, maaşını almış. Kendi çıksa alamıyor, adam çıkarırsa alıyor. Hakkı olsa kendi çıksa da alması lazım. Demek ki hakkı değil” diye konuştu.

Kıdem tazminatı hakkının gaspına dini örtü olan açıklamaların yer aldığı video yine gündeme oturdu.

 
§