23 Haziran 2017
Sayı: KB 2017/24

Katar krizi AKP iktidarını sıkıştırıyor
Referandumun ardından düzen siyasetine yeni dizayn
“Adalet Yürüyüşü” üzerine…
Kıvılcımları yangına dönüştürmek elimizde!
Kıdem tazminatının gaspına karşı örgütlü mücadeleyi büyütelim!
İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun ertelenmesi ve ortalığa saçılan gerçekler
MEB’den Öğretmen Strateji Belgesi’ne güzelleme
Topyekûn saldırılara karşı topyekûn direniş!
İstanbul’da kamu emekçilerinin direnişi sürüyor
CT’de enjeksiyon bölümü bedellerle çay molasını kazandı
Türk Metal’in anket oyununa işçilerden tepki
Petkim işçileri üretimi durdurdu, giriş çıkışları kapattı
Diam Vitrin işçileri süreçlerini anlattı
Sendikal bürokrasi kadın işçiyi ve kadın sorununu görmüyor
Modern Nazi Kampı: Elsi Elektrik
DGB MYK Haziran Ayı Toplantı Sonuçları
İncirlik krizi ve arka planı
Londra yangını: Kapitalizm diri diri yakıyor!
Hollanda’da koalisyon yine kurulamadı
Yargısız infazlar ülkesi Türkiye
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Londra yangını: Kapitalizm diri diri yakıyor!

 

Bir finans merkezi olan Londra, büyük bir yangın faciası ile sarsıldı. Sosyal konut projesi kapsamında ülkenin en zengin belediyesi tarafından 1974 yılında inşa edilen Grenfell Tower binası, kentin en zengin mahallesinde bulunuyor. 27 kattan ve 120 daireden oluşan bu binada yaklaşık 600 civarında kişi yaşıyordu. Çoğunluğu göçmen olan bu işçi ve yoksul insanlardan onlarcası (şimdilik 79 kişi olduğu söyleniyor) yanarak öldü, 100’den fazla kişi de yaralandı. Ölü sayısının 100’ü aşması bekleniyor.

Londra’nın en zengin mahallesinde en yoksul kişilerin oturduğu apartmanda çıkan yangın ve bunun yol açtığı felaket bir kez daha servet-sefalet kutuplaşmasını tartışmanın merkezine oturttu. Etnik azınlıklardan yoksul insanların yaşadığı bu katliam, burjuva medyasında bile sınıf farklılıkları üzerinden haberlere konu edildi.

Yangının faturası sadece katliamdan ibaret değil. Aynı zamanda yüzlerce yoksul insan evsiz de kaldı. Sistem, bu insanları yerleştirecek sosyal konut bulamadı ve bu düzeydeki bir felaket karşısında bile aciz kaldı. Bir yandan yüzlerce insanı yerleştirecek konut bulamamak, ama öte taraftan da aynı bölgede 4 bin evin bomboş durduğunu hatırlatmak, kapitalizmin işçi-emekçi düşmanı karakterinin çarpıcı bir örneğini sunmaktadır. İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn’nin, bölgede zenginlere ait olan ve boş duran bu evlerin ve villaların geçici olarak yangınzedelerin yerleşimine açılmasını, bu evlerin kirasının da hükümet ya da belediye tarafından karşılanmasını talep etmesi, sermayenin sözcüleri tarafında anında “özel mülkiyet hakkına saldırı” olarak tanımlanıp karşılıksız bırakıldı.

Yangın öncesi de karşılıksız bırakılan ve bugünkü felakete sebep olan başka şeyler de var. Yıllarca yapılan uyarılar ciddiye alınsaydı ve aç gözlülükten bir parça feragat edilip gerekli önlemler alınmış olsaydı bugün bu dehşet verici “yoksul katliamı” yaşanmamış olacaktı.

Apartman Sakinleri Derneği’nin yıllardan beri özellikle de apartmandaki yangın güvenliğinden şikayetçi olduğu ve bu şikayetlerini de muhataplarına ilettikleri söyleniyor. Binadaki yangın önlemlerinin yetersiz olduğu iddiaları karşısında apartmanı yöneten taşeron firmanın yaptığı tek iş, her daireye “yangın olursa kapıya ıslak havlu koyun ve dairenizde kalın” ilanları dağıtmak olmuş. Yönetimi iktidardaki Muhafazakâr Parti’den olan belediye yetkilileri de bu iddiaları duymazdan gelmiş. Ayrıca yönetici taşeronun ve binayı tamir eden müteahhit şirketin, şikayetleri dile getiren dernek temsilcilerine fiziksel tehditlerde bulunduğu da iddialar arasında yer alıyor.

Üç sene önce, apartmanın elektrik tesisatında patlamalara sebep olabilen ani voltaj yükselmeleri yaşanmış. Komşu bloklarda çıkan yangınların ardından itfaiyenin yaptığı tavsiyelere de uyulmamış. Keza dış cephe kaplamasında ABD’de yasaklı ve yangına karşı dayanıksız olan bina giydirme malzemesi kullanıldığı söyleniyor. Reynobond isimli alüminyum giydirme malzemesinin fiyatıyla yangına dayanıklı olan muadillerinin arasında çok az bir fiyat farkı olduğu da ileri sürülen iddialar arasında. Bu madde, yangına dayanıklı bir alternatiften metrekare başına 2 pound ucuz olduğu için seçilmiş. Bundan sağlanan tasarruf ise 5.000 pound değerinde. Yanı sıra binada yeterli sayıda yangın söndürücü fıskiye ve alevlere dayanıklı yangın kapılarının bulunmadığı belirtiliyor.

Londra’nın eski belediye başkanı ve hükümetin şimdiki dışişleri bakanı olan Boris Johnson döneminde binden fazla itfaiyecinin işine son verilmesi, tasarruf adına yeni teçhizatların alınmasına izin verilmemesi, bazı hizmet bölümlerinin özelleştirilmesi vb. politikaların payı ise itfaiye yetkilileri tarafından ortaya konuldu. Açıklama yapan itfaiye yetkileri, “bu tür yangınlara müdahale edecek araç ve gereçlerinin bulunmadığını” söyleyerek, hükümetlerin “tasarruf önlemlerinin” emekçilere neye mal olabileceğini dolaylı olarak dile getirmiş oldular.

“Yoksul oldukları için öldüler”

Londra yangını ağırlıklı olarak “Yoksul oldukları için öldüler” ve “İşçi sınıfını dinlemiyorlar” biçiminde yorumlandı. Şaşırtıcı bir şekilde burjuva medyanın da ağırlıklı olarak dile getirdiği bir fikirdir bu. Zira ara başlığa çıkarılan cümle de İngiliz basınına aittir.

Londra yangınının “toplu bir yoksul katliamı” olduğu duygu ve düşüncesi yaygın bir inanç olarak dile getirilmektedir. Yıllardan beri Grenfell Tower binasının hemen karşısında yaşayan Maria Vigo, bu gerçeği veciz cümlelerle, en sade ve açık ifadelerle özetleyen binlerce kişiden birisidir ve hemen herkesin ortak duygu ve düşüncesinin tercümanıdır. İşçi sınıfının Kensington’un zengin sakinleri tarafından bölge dışına sürülmek istendiğini söyleyen ve Kuzey Kensington’daki konut fiyatlarının bir emekçinin asla erişemeyeceği düzeylere gelmiş olmasına da öfkelenen Vigo’nun, “Sınıflar arasında uçurumlar büyük ve insanlar bunun bir tür ‘sosyal temizlik’ olduğunu söylüyor. … Bu bölge (Kuzey Kensington) hep işçi sınıfının yaşadığı bir bölgeydi ama şimdi işçilerin sayısı azalıyor ve seslerinin duyulmadığını, dışlandıklarını hissediyorlar. … Belediye bizi dinlemiyor. Biz güzel görünümlü binalar istemiyoruz. ‘neye ihtiyacınız var’ diye sormaları lazım” biçiminde özetlediği düşünceler, yaşanan facianın gerisindeki gerçeklere ışık tutuyor. Rahip Berhanu da “yoksul halkın büyüyen zengin kesim tarafından bölge dışına itildiğini, sayıların insanlardan daha önemli olduğunu” söyleyenler arasında.

Bu ve buna benzer sayısız değerlendirmeler, görgü tanıkları, semt sakinleri ve öfkesini sokaklara ve meydanlara taşıyan protestocular tarafından dile getirilmekte ve daha da önemlisi, bunlar, bazı tekelci medyanın sayfalarına da yansımaktadır.

Kapitalizmin korkunç boyutlarda bir servet-sefalet kutuplaşması yarattığı biliniyor ve bunun 21. yüzyılda daha da derinleşeceği, sistemin sözcüleri tarafından iddia ediliyor. Credit Suisse tarafından yayınlanan “Küresel Refah Raporu” bunu ayrıca doğruluyor. Ayrıntıları bir yana bırakıp İngiltere somutuna geldiğimizde eşitsizliğin İngiltere’de de giderek arttığı görülmektedir. Sosyal uçurumun derin olduğu İngiltere’de, nüfusun %10’u zenginliğin %54.1’ini elinde tutmaktadır. Son 14 yıl içerisinde makas daha da açılmış durumda. Ülkede 44 dolar milyarderi ve 2 milyon da dolar milyoneri bulunuyor. Zenginler daha da zenginleşmekte, alt ve orta gelir düzeyindeki insanların reel gelirleri ise giderek azalmakta, krizin faturasını işçi ve emekçiler ödemeye devam etmektedir.

İngiltere’de yoksulluğun artmasına paralel olarak gıda yardımı alanların sayısında da sürekli bir yükseliş yaşanıyor. İngiltere’de ihtiyaç sahiplerine hizmet veren 2 binin üzerinde gıda bankasının olduğu söyleniyor. 2016-2017 yılları arasında 1.2 milyon yiyecek paketinin yardıma ihtiyacı olanlara dağıtıldığı ifade ediliyor. Yiyecek yardım paketleri talebinin her geçen gün arttığı ve yardımların 1373 merkezde dağıtıldığı ileri sürülmektedir. Son beş yılda yardıma ihtiyacı olanların sayısının arttığına dikkat çekiliyor ve bunun İngiltere’deki yoksulluğun artışına somut bir gösterge olduğu kabul ediliyor.

“Bu bir sınıf savaşı”

Bu slogan, protestocuların taşıdığı pankartlardan birine ait. Yangındaki “yoksul katliamı”nın gerisindeki sınıf gerçeğine dikkat çekmekle kalmayan bu slogan, aynı zamanda protestocuların bilincine de ışık tutmaktadır. Londra başta olmak üzere, ülkenin birçok kentinde başlayan ve giderek kitleselleşen protestolarda Başbakan May ve hükümetinin istifası isteniyor ve “Grenfell kurbanları için adalet” talebi ileri sürülüyor. Kensington-Chelsea bölgesi belediye binasını da basan göstericiler, polis ve belediyenin özel güvenlik görevlileri ile çatıştılar.

Protestocular, Grenfell Towers’ın bulunduğu bölgenin yanı sıra Londra’nın ünlü Oxford Street bulvarını, Kensington Street’i trafiğe kapattılar. Başbakanlığın bulunduğu Downing Street’i de abluka altına alan protestocular, Başbakan May ofisinden çıkarken, aracının yolunu kestiler. May’e “Ellerin kanlı, istifa et, muhafazakarlar iktidardan defolun, bu bir sınıf savaşı, yoksulları insandan saymıyorsunuz” vb. sloganlar attılar. Ayrıca kendilerine “siyahi, esmer ya da göçmen oldukları için ikinci sınıf insan muamelesi yapıldığını, insandan sayılmadıklarını” içeren mesajlar ve sloganlar haykırdılar. Bu ve buna benzer slogan ve düşüncelerin protesto gösterilerinin ana teması olması dikkate değer bir olgudur.

Büyüyerek yayılan protestolar, Theresa May’in koltuğunu sallayabileceği inancını güçlendirirken, Başbakan May, bir televizyon programında Grenfell Towers mağdurlarına barınma, iş, yiyecek, çocuklarının eğitim sorunlarının tümünün giderileceği, yaralıların tedavilerinin devlet tarafından üstlenileceği vaadinde bulunmak zorunda kaldı. Kendisinin de özel bir soruşturma açtırdığını belirten May, yangında ihmali olanların mutlaka ortaya çıkartılıp, yargılanacakları ve ihmallerinin bedelini ödeyecekleri sözünü verdi.

Londra’nın göbeğinde, işçi ve yoksul emekçilerin oturduğu ve tüm uyarılara rağmen önlemlerin alınmadığı bir binada insanlar diri diri katledildi. Bu dehşet verici olay kapitalizmin acımasızlığını olduğu gibi İngiltere’deki derin sınıf farklılıklarını da bir kez daha gözler önüne serdi ve bu ülkede de emekçilerin burnundan soluduğunun, yarınki sınıf mücadelelerinin birikimlerinin de güçlenerek kendine kanal aradığının habercisi oldu.

 

 

 

 

ABD’de katil polisin aklanmasına tepki

 

Minnesota eyaletinin St. Paul kentinde, geçtiğimiz Temmuz ayında polisin durdurduğu araçta 32 yaşındaki siyahi Philando Castile, ehliyetini çıkartırken polis tarafından katledilmişti. Castile’in katledilmesine ilişkin 16 Haziran’da sonuçlanan davada, katil polisin aklanması protesto edildi.

5 gündür kararı beklenen jüri, katil polisin suçlu olmadığı yönündeki kararını açıkladı. Jeronimo Yanez adlı polis, ikinci derece cinayetten suçlandığı davada, Castile’in silahı olduğunu ve silahını almak için hamle yaptığını öne sürmüştü. Castile’i öldüren polis, aracın içerisine ateş açarak Castile’in eşi ve kızının da hayatını tehlikeye atmaktan suçlanıyordu.

Jürinin polisi aklayan kararının ardından Castile’in yakınları başta olmak üzere yüzlerce kişi eylem yaparak kararı protesto etti.

Eylemde “Philando için birleşelim”, “Bozuk düzen çürüyor” yazılı dövizler taşınırken Castile’in annesi konuşma yaptı.

Polislerin aklandığına dikkat çekerek karara tepki gösteren Valerie Castile “Düzen siyahileri yıkıma uğratmaya devam ediyor” diye konuştu.

 

 

 

 

İran Suriye’de IŞİD karargahını vurdu

 

İran, IŞİD’in 7 Haziran’da Tahran’da 18 kişinin ölümüne neden olan saldırılarına misilleme olarak, 18 Haziran günü Suriye’nin Deyr ez-Zor kentindeki IŞİD karargahını vurduğunu açıkladı.

İran Devrim Muhafızları tarafından yapılan açıklamada, İran’ın batısından fırlatılan orta menzilli karadan karaya füzelerle teröristlerin Deyr ez-Zor’daki ana merkezlerinin hedef alındığı belirtildi. Füzelerin, İran’ın Irak sınırına yakın Kürdistan ve Kirmanşah illerinde bulunan Devrim Muhafızları üslerinden fırlatıldığı bildirildi. Fırlatılan füzelerin sayısı konusunda bilgi verilmedi.

Açıklamada, operasyon sonucu “Deyr ez-Zor’daki teröristlere ait komutanlık, toplanma, intihar otomobilleri inşaatı yapılan merkezlerin başarıyla vurulduğu” aktarıldı.

Irak ordusu IŞİD’in Musul’daki son bölgesine girdi

Öte yandan, bir süredir devam eden Musul operasyonunda Irak ordusunun IŞİD’in kontrolündeki son bölgeye girdiği açıklandı. ABD’nin IŞİD’le Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk, Twitter hesabından yaptığı açıklamada “Irak güçleri bu sabah erkenden (18 Haziran) Musul’un Eski Kent bölgesine giriş yaptı, bu IŞİD’in kentte kontrol ettiği son bölge” ifadelerini kullandı.

 

 

 

 

Rusya’dan ABD’nin Suriye’deki saldırılarına ilişkin açıklama

 

ABD öncülüğündeki emperyalist koalisyonun Suriye ordusunu ve müttefiklerini hedef alan saldırıları sürerken Rusya’dan açıklama yapıldı.

Emperyalist koalisyonun saldırısına ilişkin konuşan Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov “Suriye’nin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğüne saygı duyulmalı. Karadaki herhangi bir eylem konusunda Şam’ın onayı alınmalı” ifadelerini kullandı.

Suriye’deki “güvenli bölgeler” konusundaki anlaşmaya da değinen Lavrov, “Tüm tarafları hükümetin onayıyla gerçekleştirdiğimiz çalışmalarımızla koordine olmaya çağırıyoruz” dedi.

Suriye ordusu 18 Haziran’da yaptığı açıklamada, Rakka’da IŞİD’e karşı operasyonu yürüten bir uçağın emperyalist koalisyon tarafından düşürüldüğünü duyurmuş, saldırıyı “Koalisyon IŞİD’le koordineli hareket ediyor” diye değerlendirmişti.


 
§