21 Temmuz 2017
Sayı: KB 2017/28

Dikta rejimine karşı mücadeleyi yükseltelim!
Sırada tek tip elbise var
Basın özgürlüğü üzerine
AKP iktidarının büyüyen korkusu
Erdoğan’ın ağzından malumun ilanı
Sömürüye ve OHAL’e karşı sınıfın birliği ve dayanışması
Resmi işsizlik rakamları ve karartılamayan gerçekler!
İşsizlik Sigortası Fonu sermayenin hedefinde
Yazaki’de direniş üç haftayı geride bıraktı
Emekçilerin direnişi sürüyor: OHAL işçi ve emekçilere karşı ilan edildi!
“Bir kişi de olsa direniş devam edecek!”
SIO Automotive’de taşeron güvenlik işçilerinin direnişi üzerine
Uğur Konfeksiyon saldırılarına kadın düşmanlığını da ekledi!
Kızışan hegemonya kavgası ve Almanya-Fransa ekseninin savaş hazırlıkları
Mesleki eğitim ve mücadele semineri
Bakırköy’de rant projesi: 17 bin ağaç katledilebilir!
Yaşasın direniş, yaşasın zafer!
Kavganın partili şairi Vaptsarov
Gerçek özne
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Basın özgürlüğü üzerine

 

Kapitalist sistemde en temel insani değerler de kirletilir. “Özgürlük”, “demokrasi”, “insan hakları”, “eşitlik”, “birlik”, “beraberlik”, “kardeşlik”, “bağımsızlık” vb. kavramlar sömürü düzeninin bekası için gerçek anlamından soyutlanarak kullanılır. Emperyalist işgalleri, haksız ve kirli savaşları gerekçelendirmek için de bu kavramlara ihtiyaç duyulur. Kapitalizm insani olan ne varsa kendisiyle birlikte çürütür, yozlaştırır, tahrip eder. Yazılı kanunlarını, anayasalarını ise tam bir zıtlıkla, gerçekte uygulanmayan bu terimlerle doldurur.

“Basın özgürlüğü” de öyledir. Sermayenin sınıf egemenliğini sürdürebilmesine hizmet ettiği ölçüde basın özgürdür. Aksi durumlarda yapılan haberler düzen yasaları için “basın yoluyla işlenen suç” olur. Türkiye’nin yakın tarihi de göstermiştir ki, sınıflar mücadelesinde medyaya düşen rol düzenin eli kalem tutan tetikçileri olmaktır. Bunu reddedenlere ise bu tetikçiler tarafından infaz kararı verilir. Kapitalist sistemde devlet aygıtının siyasetçileri, hukukçuları, gazetecileri ve tüm diğer görevlileri bu düzenin piramidini oluştururlar.

Şu içinden geçtiğimiz günlerde, hapishanelerin muhalif gazetecilerle dolduğu bu zaman diliminde bile burjuva medya uğursuz rolünü oynamaktadır. Hitler Almanya’sında propaganda bakanı Joseph Goebbels’in habercilik anlayışı, Sacco ile Vanzetti’ye suç yükleyen Amerikan emperyalizminin “özgür basını”, Nazım Hikmet’i “kapkara haykıran puntolarla vatan haini” ilan eden Türkiye’nin “vatansever” basın kuruluşları bu düzenin habercilik anlayışı için en bariz örneklerdir. ABD emperyalizminin Irak işgaline yönelik ortaya attığı gerekçeleri ispatlamaya çalışan basının ne kadar heveskâr olduğunu, daha öncesinde de Irak-Kuveyt savaşı esnasında CNN ekranlarından yüz milyonlarca insan izlemişti.

Ancak konumuz asıl olarak Türkiye’deki sermaye medyası. Yüzyılın başında işgal ordularını destekleyen saray basınının habercilik anlayışı cumhuriyet sonrası da devam etti. İstiklal Mahkemeleri, Kürt isyanlarının kanla bastırılması, derelerinden kan akan Munzur’a, Dersim’e dair haberler arşivlerde ibretlik yerini korumaktadır. TBMM’nin ilk oturumlarında Sovyet delegelerini “yoldaşlar” diye takdim eden ve alkışlayanların medyası da kendileri gibiydi, sahtekârdı. Sovyetler Birliği ile birlikte komünizm düşmanlığına yönelik haberler basının hep ana gündemiydi. Hitler faşizmi Avrupa’yı ezip geçerken düzen politikacıları gibi medyası da Hitler’e göz kırpıyordu.

Kontrgerillanın planladığı kanlı katliamlar öncesi provokasyon tertipleme görevi sermaye basını tarafından eksiksiz yerine getiriliyordu. ‘77 1 Mayıs Katliamı, Maraş, Çorum, Sivas vb. katliamların bu kadar kanlı olmasında en önemli etken bu habercilik anlayışı idi. Aydınlar, devrimciler, öğrenciler, grevci işçiler, muhalif gazeteciler katledilirken de öyleydi.

Devrimciler emperyalizme karşı direnirken, Amerika’nın 6. Filosunu denize dökerken kimi gazetelerin manşetleri; bugün Gülen’i “FETÖ” diye lanetleyenlerle birlikte, tümünü devrimcilerin kanını içmeye davet ediyordu. Her kanlı kıyım onların ayin töreni oluyordu. Denizler idam edilirken, Kaypakkaya işkence ile öldürülürken, Kızıldere, Nurhak katliamları yapılırken dönemin bu gibi basın kuruluşları “Özel Harp Dairesi”nin, kontrgerillanın bir kolu gibi çalışıyordu.

Elbette “sağ-sol çatışması” yalanıyla hakikatleri gizleyen ve askeri faşist darbeye zemin hazırlayan medya organları 12 Eylül sonrası da kanlı kalemlerini kullanmaya devam etti. Yargısız infazlar, işkenceler, idamlar, 12 Eylül faşizminin Saygon zindanlarını aratmayan Diyarbakır, Metris, Mamak zindanları aklanmaya çalışıldı. Aynı yalın gerçek ‘90’lı yıllar için de fazlasıyla geçerli oldu. Kürt halkı kıyıma uğrarken bu kirli savaşta yoksul Türk gençleri de düzenin bekası için kurban edildi. Medyanın görevi yaşanan akıl almaz işkenceleri saklamak, faili meçhullerin, yakılan köylerin, binlerce kaybın üstünü örtmekti.

Yazılı ve görsel medya organlarının dili, bu düzenin politikacılarının diliyle aynı oranda kirlidir. İçinden geçtiğimiz dönem 1996 açlık grevlerinin, ölüm oruçlarının yıl dönümü. İşte o günlerde de politikacı Şevket Kazan ile düzen medyası aynı dili kullanıyorlardı; “yiyorlar, içiyorlar!” F tipi hapishanelere karşı başlatılan ölüm oruçları da düzen medyasının ne kadar iyi bir provokatör olduğunu göstermektedir. Bu gazete ve televizyonlar 19 Aralık Katliamı öncesi ölüm hücrelerini 5 yıldızlı otel diye tanıtırken, adına “Hayata Dönüş” denilen 19-22 Aralık Katliamı’nı da “sahte oruç kanlı iftar” manşetleriyle haberleştiriyorlardı.

Sermaye basını, yaşanan gerçekleri sömürü düzeninin penceresinden izleyip, ona göre yorumlamaktadır. 1990’lı yılların ortalarında, 12 Eylül sonrası ilk defa bu kadar kitlesel ve devrimci bir atmosferde gerçekleşen 1 Mayıs eylemlerini kana bulamak için polis saldırısı gerçekleştiğinde, işçi ve emekçiler kurşunlanırken, kaldırımlarda ezilen çiçekleri milyonlara izlettirerek “vandallar çiçekleri eziyorlar” diye haber yapılıyordu. Sonraki yıllarda ise, -nasıl bir çelişkidir ki- doğa talan edilirken Gezi vesilesiyle bu tahribata karşı çıkanlar da yine “terörist, vandal ve çapulcu” ilan edilecekti.

Vaktiyle Genelkurmay’da verilen brifinglerle, şimdilerde ise saraydan verilen ültimatomlarla bu düzende gazetecilerin neleri nasıl haber yapması gerektiği dikte edilmiş, kendilerine çizilen “basın özgürlüğünün” kırmızı çizgileri gösterilmiştir. Bu habercilik anlayışı ile, yeri gelmiş türlü türlü senaryolar üretilmiş, yeri gelmiş kahramanlık destanları türetilmiştir. Yargısız infazları meşrulaştırmak için gerçekle alakası olmayan şeyler yaşanmış gibi gösterilmiştir. Bu düzende emek ve sermaye arasında net bir şekilde saf belirlemeden gerçekleri yazmak mümkün değildir. İşçi grevlerini, direnişlerini yazmayan sermaye medyası için işçilerin haber olmasının yegâne koşulu da toplu iş cinayetleridir. İşçiler onar onar, yüzer yüzer ölünce haber değeri taşımaktadır.

Ülkemizde burjuva basının tarihçesi fazlasıyla sabıkalıdır. Bir uçtan bir uca savrulmak alışılagelen bir davranış tarzıdır. Ne de olsa onlar için de “dün dündür, bugün bugündür.” Bu hep böyle olagelmiştir. Kapitalisti de, burjuva siyasetçisi de, sermaye basını da aynıdır. An gelir Fethullah’a övgüler dizilir, an gelir küfredilir. Vaktiyle Milliyet gazetesinin genel yayın yönetmeni Abdi İpekçi mafyalaşmış kontrgerilla tetikçiler tarafından öldürülmüştü. Şimdi aynı Milliyet gazetesinin muhalifleri “kan banyosu yaptırmakla” tehdit eden bir başka kontra mafya Sedat Peker’e ödül vermesi bir çelişki değildir.

Bu düzende işler kontrgerilla yöntemleriyle yürütülmektedir. Bu nedenle tüm diğer araçlar gibi medya organları da kontra habercilik yapmaktadır. Basın kuruluşlarının yaptığı haber suç ve suçlu yaratmaktadır. Savcılığın, polisin delilleri meşhur gizli tanıkların beyanları gibi bu haberlere dayanmaktadır. Mahkemelerden önce kalemler bu gazeteciler tarafından kırılmaktadır. Kontrgerilla medyası öyle bir aşamaya gelmiştir ki artık bu işin nasıl yapılması gerektiğine dair yeni bir kural geliştirilmiştir. Basın çalışanlarının izlemesi gereken yolu gösteren “5 N 1 K” kuralının yerini bundan böyle Anadolu Ajansı (AA) tarafından hazırlanan kitapçık alacaktır.

“Terör haberleri konusunda medyada ortak dil oluşturulmasına katkı sağlamak” amacıyla hazırlandığı söylenen kitapçık kontrgerilla medyasının çalışma ilkeleri olacaktır. Onlar için muhabirlik ile muhbirlik aynı anlama gelmekte, aynı amaca hizmet etmektedir. Güncel ve popüler adıyla yandaş basının gazetecilik anlayışı, dün olduğu gibi bugün de kalemlerinden kan damlayanlar, mürekkebi kan olanlar tarafından hayata geçirilmeye devam edilecektir.

Çıkardıkları gazete sayfaları sebep oldukları cinayetlerin üzerini örtse de, bu ölümlere neden olan gerçeklerin üzerini asla kapatamayacaktır. Hiçbir sesin kuvveti, hiçbir baskı aygıtı hayatın kendisi tarafından yazılan gerçekleri bastıramayacaktır. Aynı şekilde bu gerçekleri yazmakta ısrar eden devrimci, özgür basın geleneği de tüm baskılara rağmen sürecektir.


 
§