21 Temmuz 2017
Sayı: KB 2017/28

Dikta rejimine karşı mücadeleyi yükseltelim!
Sırada tek tip elbise var
Basın özgürlüğü üzerine
AKP iktidarının büyüyen korkusu
Erdoğan’ın ağzından malumun ilanı
Sömürüye ve OHAL’e karşı sınıfın birliği ve dayanışması
Resmi işsizlik rakamları ve karartılamayan gerçekler!
İşsizlik Sigortası Fonu sermayenin hedefinde
Yazaki’de direniş üç haftayı geride bıraktı
Emekçilerin direnişi sürüyor: OHAL işçi ve emekçilere karşı ilan edildi!
“Bir kişi de olsa direniş devam edecek!”
SIO Automotive’de taşeron güvenlik işçilerinin direnişi üzerine
Uğur Konfeksiyon saldırılarına kadın düşmanlığını da ekledi!
Kızışan hegemonya kavgası ve Almanya-Fransa ekseninin savaş hazırlıkları
Mesleki eğitim ve mücadele semineri
Bakırköy’de rant projesi: 17 bin ağaç katledilebilir!
Yaşasın direniş, yaşasın zafer!
Kavganın partili şairi Vaptsarov
Gerçek özne
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

AKP iktidarının büyüyen korkusu

 

Darbe girişiminin hemen ardından 20 Temmuz’da ilan edilen OHAL’de, askeri faşist darbelere bile rahmet okutur türden bir faşist saldırganlık yaşanıyor. AKP iktidarını böylesine saldırganlaştıran ise 2002’den bu yana ayaklarını bastığı kitle desteğini yitiriyor olmasıdır.

7 Haziran 2015 seçimleri sonrası, AKP’nin 2002’den beri tek parti olarak hükümet olma olanağı ortadan kalkmış, koalisyon zorunluluk haline gelmişti. Oysa AKP’nin, 17-25 Aralık operasyonlarında çok azı ortaya çıkmış olan epeyce kirli çamaşırı vardı. Koalisyon hükümeti koşullarında Tayyip Erdoğan AKP’si kirli çamaşırlarını “rahatlıkla” (hukuksuzlukla) gözlerden uzak tutamazdı. Bu yüzden 20 Temmuz 2015’te gerçekleştirilen Suruç Katliamı sonrası yeniden yükseltilen kirli savaş koşullarında, 1 Kasım’da yeniden seçime gidildi. AKP yaklaşık yüzde 50 oyla tek başına hükümet olma imkanına kavuştu.

Tek başına hükümet olsa da kitle tabanında alttan alta süren erimeyi önleyemeyen AKP’nin imdadına 2016’da 15 Temmuz darbe girişimi yetişti. AKP şefinin “Allah’ın lütfu” diye tanımladığı bu başarısız girişimi fırsata çeviren dinci-faşist iktidar, 20 Temmuz’da OHAL ilan etti. Bu ilanın aslında dört başı mamur bir dinci-faşist darbe olduğunu, o günden bu yana yaşanan gelişmeler tüm çıplaklığıyla göstermeye devam ediyor.

Öncelikle, AKP iktidarı 15 Temmuz sonrasında gücünün doruğuna ulaştı. Bu güvenle yanına MHP’yi de alarak referandum sürecine girdi. Ülke genelinde, fakat özellikle Kürdistan’da estirdiği devlet terörüne, tüm sınırları aşan baskı ve zorbalığa rağmen, 16 Nisan’da resmi olarak değilse bile gerçekte ilk kez yenilgiye uğradı. 2019’da yapılacağı söylenen başkanlık seçimlerinde kazanamama olasılığı iyice görünür hale geldi ve bu, AKP’nin korkusunu daha da derinleştirdi.

Korkudan beslenen saldırganlık

AKP iktidarının korkusu artık ajitatif söylemden öte somut bir gerçekliktir. “Cumhurbaşkanına hakaret” davaları dahi bunun göstergesidir. Erdoğan’a yönelik imalı bir söz bile hakaret davası açmanın nedeni oluyor. Bir süredir iktidarın herhangi bir “büyükbaş”ına karşı en ufak bir söz, hakaret davaları ile cezalandırılıyor. Her gün en az bir kişiye “hakaret davası” açılıyor ya da en az bir kişi tutuklanıyor. Dava açılan ya da tutuklananlar içinde 12-13 yaşında çocuklar dahi var. Muhalefeti susturmanın her yolu iyice olağanlaşmış bulunuyor. Bu durum, gemi azıya almış bir devlet terörünün göstergesi olduğu kadar, bu saldırganlığın kaynağının korkudan başka bir şey olmadığını da apaçık ortaya koyuyor.

AKP iktidarı kendi adına korkmakta haksız da değil. Çünkü bugün öve öve bitiremedikleri asker, polis ve bürokratlar yarın “FETÖ”cü diye tutuklanıyor. Haziran Direnişi’nde saldıran polisler “kahraman” olurken, aynı polisler bugün tutuklandı. En bilinen örneği Haziran Direnişi sırasında İstanbul Emniyet Müdürü olan Hüseyin Çapkın’dır.

Kendilerinden de biliyorlar; dün Fethullahçıyken bugün “FETÖ”yü türetecek duruma geldiler. Parti üyesi değilse bile bugün AKP’li görünen hakimler, savcılar, “yazarlar” yarın AKP düşmanı olabilir. Fethullah Gülen’in elini öpmek için Pensilvanya’ya giden kendileri, bugün Fethullah Gülen’i asmaya yeminli gibiler. AKP iktidar gücünü yitirdiğinde, bugün AKP’li görünen hakimler yarın AKP’nin, “reis”lerinin de kalemlerini kırabilir.

Bugüne kadar AKP’nin en önemli güvencesi etkin bir düzen muhalefeti olmamasıydı. Bugün CHP “adalet yürüyüşü”yle etkin hale getirilmeye çalışılıyor. Bu yüzden Erdoğan 1 milyon kişiden az insanın katılmadığı “adalet mitingi”ne “170 bin kişi katıldı” diyecek kadar zavallılaşmakta ya da arsız yalanlar söylemekte bir beis görmüyor.

İktidar gücünü yitirmekten çok korkan AKP, iktidarda kalabilmek için de bir kez daha sermayeye rüştünü ispatlamaya çalışıyor. Bunun yolu ise bugün giderek derinleşen ekonomik krizi işçi ve emekçilere fatura etmeyi başarabilmekten geçiyor. Krizi emekçilere fatura etmek, daha azgın saldırıları hayata geçirmek demek.

İşçi ve emekçiler gerici iktidarın korkularını gerçekleştirecek

Öte yandan sermayenin ekonomik krizi iflasa doğru derinleşiyor. Krizin emekçilere fatura edilmesi, sömürü iktidarı için çok yakıcı bir ihtiyaç. Bunu başarabilecek sermaye partisi şu an AKP’den başkası değil. Krizi emekçilere fatura etmeyi AKP başarabilirse koltuklarını da sağlama almış olacaktır. Ne var ki krizi emekçilere fatura etme saldırıları sosyal patlama riskini somutta güçlendiren bir etkendir. Bu yüzden bu riskin devrim riski boyutuna yükselmemesi için şu sıralar düzen muhalefeti partilerini AKP’ye alternatif olabilecek düzeye getirmeye çalışıyorlar. CHP’nin “adalet yürüyüşü” bu çalışmanın bir sonucuydu. Meral Akşener’in yeni kuracağı merkez partisi de bu çalışmanın bir ürünüdür.

Tüm bunlar AKP’nin korkularını derinleştirmeye devam ediyor. Fakat tablo aynı zamanda sermayenin korkularını da büyütüyor. Burjuvazi, herhangi bir sosyal patlama durumunda AKP yerine başka bir düzen partisini ikame etmeyi başaramazsa, devrimci durumların oluşması riskini kolay kolay engelleyemeyecektir. İşçi ve emekçiler sermayenin düzen içi “alternatiflerine” kanmadığı koşulda ise devrim olasılığı güçlenecektir.

 

 

 

 

Basına yönelik baskılar arttı

 

2017 Nisan-Mayıs ve Haziran aylarına ilişkin BİA Medya Gözlem raporu yayınlandı. Raporda “öldürülen gazeteciler”, “hapisteki gazeteciler”, “saldırı, tehdit ve engellemeler”, “soruşturmalar, açılan-süren davalar, kararlar”, “hakaret, kişilik hakları ve tazminat davaları”, “yasaklamalar, kapatmalar, toplatmalar”, “Anayasa Mahkemesi”, “AİHM” ve “RTÜK” gibi bölümler yer aldı. Raporda, Temmuz ayında 136 gazetecinin hapsedildiği, 301 gazetecinin çeşitli suçlamalarla toplam 142 ağırlaştırılmış müebbet, 5 müebbet ve 4 bin 259 yıl 10 ay hapis tehdidiyle yüz yüze kaldığının bilgisi paylaşıldı. Raporda aralarında yabancıların da olduğu gazetecilerin ya sınır dışı edildiği ya da tutuklandığına dikkat çekildi.

Rapora göre, OHAL dönemindeki bu 3 ay boyunca gazeteciler hakkında Türk Ceza Kanunu (TCK) ile Terörle Mücadele Kanunu (TMK) temelinde işlem ve yargılamalar gerçekleştirilirken gazetecilere “silahlı örgüt üyeliği”, “örgüte yardım”, “örgüt propagandası” veya “örgüt kurma”, “darbeye iştirak” veya “devletin bütünlüğü ve ülkenin birliğini hedef alma” suçlamaları yöneltildi.

Rapora göre, üç ay içerisinde en az 6 siteye, 47 haber ve yazıya, 3 Twitter mesajına, bir kitap ve bir filme sansür getirildi. En az bir akreditasyon ayrımcılığının yaşandığının ve 46 medya çalışanına ait pasaportların iptal edildiğinin de belirtildiği raporda, ayrıca dünyanın en tanınmış internet ansiklopedisi Wikipedia’nın iki aydır Türkiye’de yasak olduğu vurgulandı.

Musa Anter, Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı gibi ‘90’lı yıllarda işlenen cinayet dosyalarında hakim olan cezasızlığa dikkat çekilen raporda Hrant Dink davası, Hürriyet gazetesine yönelik saldırı, Doğan Medya Center’da 15 Temmuz gecesi yaşanan cinayet davalarına ilişkin gelişmelere yer verildi.

Basına yönelik baskılar da raporda yer aldı. Dört gazeteci ve medya çalışanının işten çıkmak zorunda bırakıldığının belirtildiği raporda, Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK), Nisan-Mayıs-Haziran 2017 döneminde haber, film ve program yayınlarından dolayı TV kuruluşlarına 30 para cezası, 11 uyarı cezası, radyo kuruluşlarına da 8 para cezası, 3 uyarı cezası uygulandığ belirtildi. Kurulun, radyo ve TV’lere toplam 6 milyon 840 bin 52 TL idari para cezası verdiği ifade edildi.


 
§