4 Ağustos 2017
Sayı: KB 2017/30

Savaş, sömürü ve faşist zorbalık dizginlerinden boşalıyor
HDP'nin ‘Vicdan ve Adalet Nöbeti’
Karanlığı yaratanlar, aydınlık günlerin ateşinde yanacaklardır
Yaşam alanlarımızın düşmanları İstanbul’u sele teslim etti!
Almanya ile son krizden yansıyanlar
ITUC raporladı: Türkiye bir sömürü cehennemidir!
Tekstilde ucuz işçilik seferberliği
KHK’lar ve kamu emekçilerinin direnişi
“Tarihsel olarak doğru yerde olduğumuzu düşünüyorum”
Ekim Devrimi 100. yılında Sosyalist devrim mücadelesinde işçi sınıfına yol gösteriyor
Yazaki’de tacize, baskıya, sömürüye son!
İstismara yasal kılıf
Koç’un “geleceğe” yatırımı
“Ya barbarlık içinde çöküş ya sosyalizm!”
CIA iş başında: Venezuela’da darbe hazırlığı
Asya-Pasifik: Şiddetlenen kriz coğrafyası
Tek tip kıyafetle amaçlanan işçi ve emekçilere deli gömleği giydirmektir!
İşçi sınıfının generali Engels
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

ITUC raporladı: Türkiye bir sömürü cehennemidir!

 

Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC), her yıl olduğu gibi bu yıl da Küresel Haklar Endeksi’ni açıkladı. 2017 yılı için 139 ülkede 97 parametre üzerinden işçi hakları incelendi. Türkiye, işçi haklarının yoksunluğu konusunda 1’den 5’e kadar puan verilerek hazırlanan raporda 5 ‘tam puan’ ile “Hakların Güvence Altında Olmadığı Ülkeler” arasına girdi.

İşçi-emekçilerin yaşadığı ağır çalışma koşulları ve hak ihlalleri gerçeğini ITUC hazırladığı raporla ortaya koydu. Türkiye, 139 ülke arasında işçi haklarının en kötü olduğu ilk 10 ülke arasına girdi. Bu ‘başarı’ Türkiye’nin sermaye için ucuz iş gücü, kuralsız sömürü cenneti olduğu anlamına geliyor.

ITUC’un raporuna göre tüm dünyada sendikal faaliyete yönelik saldırılar, işçi haklarının ihlalleri, eylem-grev yasakları artmaktadır. 84 ülkede her türden işçi grupları iş yasalarının dışında tutulmaktadır. 51 ülkede sendika üyelerine yönelik saldırılar olurken, 11 ülkede (Bangladeş, Brezilya, Kolombiya, Guatemala, Honduras, İtalya, Moritanya, Meksika, Peru, Filipinler ve Venezuela) sendikacılar öldürüldü. Ülkelerin dörtte birinden fazlasında bazı işçilerin veya işçilerin tamamının grev hakkı yokken, dörtte üçünde de toplu pazarlık hakkı yok. 50 ülkede ifade ve örgütlenme özgürlüğü ya yok ya da sınırlandırılıyor.

OECD verilerine göre de Türkiye mesainin en uzun olduğu ülke sıralamasında ilk sırada. Türkiye’de haftalık 50 saat ve üzeri çalışan işçi oranı %43’ün üzerinde. İkinci sırada %28,8 ile Meksika, %27 ile Güney Kore geliyor. Yıllık ortalama çalışma süresinde de 1.855 saat ile Türkiye “lider” konumunda.

Bütün bu veriler OHAL koşullarında gitgide derinleşmektedir. OHAL’den istifade grevleri yasaklayanlar, sermayenin önünü açmakta, işçi sınıfına cehennemi yaşatmaktadır. 100 binin üzerinde kamu çalışanı ihraç edilmiş durumda. Kamuda ve özel sektörde iş güvencesinin esamesi okunmamaktadır. Kuralsızlık artık kural olmuştur. İş cinayetleri artmaktadır. OHAL’de geçen bir yılda 1963 işçi sömürü çarklarında katledilmiştir. Çalışma saatleri uzamaktadır. İşçi sınıfının elindeki kırıntı düzeyindeki haklara göz dikilmiştir.

Sözde anayasal hak olan sendikal örgütlenme özgürlüğü Türkiye’de yoktur. İşçi sınıf için en ufak bir özgürlük ve hak, sömürü düzeninin kavranması ve ona karşı mücadele ile elde edilebilir durumdadır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın Ocak 2017 verilerine göre 12 milyon işçinin yaklaşık 1,5 milyonu, yani %12’si sendikalıdır. Bu düşük oran bile gerçeği yansıtmamaktadır. Hükümet yanlısı sarı sendikalar, Türk Metal çetesi gibi işçi sınıfına ihanet içerisindeki sendikalara üye işçiler de bu orana dahildir. Ayrıca DİSK’in açıklamasına göre sendikalı işçilerin yalnızca dörtte biri TİS kapsamında bulunmaktadır. Bütün bunların ışığında gerçek anlamda sendikal örgütlülük %2-3’ler seviyesindedir. Bu da işçi sınıfının %97-98’inin örgütsüz olduğu anlamına gelmektedir ki; sermaye devletinin istediği tam da budur.

 

 

 

 

Asgari ücret dedikleri…

 

Türk-İş verilerine göre 4 kişilik bir ailenin açlık sınırının 1.508 lira, yoksulluk sınırının 4.913 lira olduğu bir ülkede Asgari Geçim İndirimi (AGİ) ile birlikte 1.404 liralık bir asgari ücret belirleniyor. AGİ’nin devlet desteği olduğu düşünüldüğünde patronun cebinden çıkan gerçek asgari ücret 1.270 lira oluyor. Özetle devlet vatandaşlarına “sizi açlıkla, yoksullukla terbiye edeceğim” diyor.

Peki, asgari ücreti kaçımız alabiliyoruz? Resmi verilere göre yaklaşık 6,5 milyon işçi asgari ücret alıyor. Fakat 2,5 milyon işçi asgari ücretten fazla maaş alsa da, patron daha az vergi ve sigorta primi yatırmak için maaşları asgari ücret üzerinden gösteriyor. Ve yaklaşık 1 milyonu da maaşı asgari ücretten gösterilse de asgari ücretin de altında maaş alıyor.

Yaklaşık 2,5 milyon kayıt dışı çalışan işçinin 1,6 milyonu asgari ücret veya altında maaş alıyor. Tabi bu rakamlar Ortadoğu’daki savaş, Türkiye’deki göçmen gerçeği ve ucuz iş gücü olarak görülmeleri ile birlikte net olarak hesaplanamıyor.

Sonuç olarak asgari ücretle çalışanları, 3 milyonluk işsizlik ordusunu ve ailelerini düşündüğümüzde Türkiye’de on milyonlarca insan sefalete mahkûm bir şekilde yaşamak zorunda bırakılıyor.

Sözde sigorta primlerini eksik yatırmanın, kayıt dışı işçi çalıştırmanın, asgari ücretten az maaşla işçi çalıştırmanın cezaları var. Hepsi de komik cezalar… Patronlar cezaları ödese de kârına kâr katmaya devam ediyorlar. Mesela asgari ücretten düşük maaşla işçi çalıştırmanın cezası aylık 167 lira.

Patronlar 1.404 lirayı çok görüyor. Ya zorunlu fazla mesailer, çalışma saatlerinin uzatılması ile sorunu çözüyorlar ya da verdikleri parayı elden veya ek kart ile geri alarak. Her koşulda asgari ücretin altında milyonlarca işçi çalışıyor, sermayeyi büyütmeye, ömrünü tüketmeye devam ediyor.

“Maaşı bankadan çekince üstünü getir” tehditleri özellikle tekstil sektöründe çok yaygın. Şimdi de birçok tekstil atölyesinde işçilerin hesap kartlarına ek kart çıkartan patronlar hiç yorulmadan bankaya yatırdığı maaşın bir kısmını yatırır yatırmaz geri çekiyor.

Ek kart uygulamasını, asgari ücretin altında çalıştırılmalarını BİMER’e şikayet eden işçiler ise elleri boş dönüyor. Patronların baskısından korkan işçilerin bir kısmı sahte isimlerle başvuru yapıyor. Devlet bu başvurular karşısında patronu koruyor.

Asgari ücretin altında işçi çalıştırıldığına dair ses kaydının olduğu şirketlerde, BİMER üzerinden şikayetler ve başvuruların olduğu şirketlerde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın müfettişleri tüm çalışmaların yasalara uygun olduğu yönünde raporlar hazırlıyorlar.

Sermaye devletinden ve kurumlarından da sermayedarları korumasını beklemek gerekmez mi? Açlık ve yoksulluk sınırının altında asgari ücret belirleyen hükümetin patronları koruması-kollaması doğal değil midir?

Bütün bunların karşısında halen susmamız, ayağa kalkmamamız şaşırtıcıdır. Bir ömrü açlıkla geçirip, patronların sermayelerini arttırarak yaşamak ve çocuklarımıza, torunlarımıza, gelecek nesillere daha da ağır çalışma koşullarını bırakmak asıl şaşılacak olandır.

 
§