18 Ağustos 2017
Sayı: KB 2017/32

Sermaye iktidarı baskıyı yoğunlaştırıyor
Düzen partilerinin seçim hazırlıkları başladı
İşine-ekmeğine sahip çıkan herkes “terörist”
Kamu hareketinde yaşanan gelişmeler üzerine… - 1
İstanbul’da ihraçlara karşı direniş sürüyor
Birleşik Metal-İş’in MESS Sözleşme Taslağı
TİS sürecinde mevcut sendikal düzen ve sınıf mücadelesi
TİS süreçleri ve görevler
Ekim Devrimi’nde işçi sınıfının belirleyici rolü üzerine
Türk Metal “Kadın Kolları” ile neyi hedefliyor?
Göçmen çocuk emeği sömürüsü
Asya-Pasifik’te gerilim had safhada
Barzani’nin bağımsızlık referandumu üzerine
ABD müdahalesi ve Venezuela’da yol ayrımı
Büyüyen korkuları, irademizi biliyor!
“Güzel kokular saçan bir yasemin demeti”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sermaye iktidarı baskıyı yoğunlaştırıyor…

Yanıt, dikta rejimine karşı direniş olmalı!

 

Ne pahasına olursa olsun faşist tek adam diktasını kalıcı hale getirmek isteyen AKP iktidarı, biat etmeyenleri yasa, kural, kaide tanımayan kaba zorbalığıyla sindirmeye çalışıyor. Böyle bir zihniyetin en büyük korkusu sömürü, baskı ve saldırganlığa karşı yeni bir direniş dalgasının yükselmesidir. Direnişten o kadar korkuyorlar ki açlık grevi yapan Nuriye Gülmen’le Semih Özakça’nın adının anılmasını bile yasakladılar. Direnen iki onurlu eğitim emekçisiyle dayanışma eylemi yapanlara tam bir gözü dönmüşlükle saldıran polis, işkenceyi sokaklara taşıdı.

***

Dinci sermaye iktidarının korkudan beslenen faşist zorbalığı, Tayyip Erdoğan’la müritlerini OHAL ve KHK’lara sarılmaya mecbur ediyor. Bu sayede şiddeti kuralsız ve keyfi bir şekilde kullanabiliyor; kolluk kuvvetleri, yargısı, medyadaki tetikçileri tıpkı Ortaçağ despotları gibi herhangi bir yasa veya yaptırıma tabi olmadan iş yapabiliyorlar.

Farklı biçimleriyle şiddetin bu azgın kullanımı emekçileri ve muhalif güçleri tedirgin ediyor. Oysa bu, gücün değil, aczin, toplumsal meşruiyetini yitirmenin, ilerici ve devrimci güçlerle işçi ve emekçilere ölçüsüz kin duymanın dışa vurumudur.

***

Onlar yaprağın kımıldamadığı, sömürü ve kölelik cenneti haline getirilmiş bir ülke istiyorlar. Zira ancak böyle bir ülke yaratılabilirse saltanat güvence altına alınır, halkı “bir sürü” gibi yönetme hayalleri gerçek olabilirdi. Oysa ozanın dediği gibi “dövüşenler de var bu havalarda” ve bu kavga sömürü, kölelik, zulüm ortadan kaldırılana kadar devam edecektir. Çünkü mücadele olmadan bir hakkın kazanıldığı ya da bir kazanımın korunabildiği görülmemiştir. Tarihte “son sözü dövüşenler söyler” ve sınıflar mücadelesi tarihi ozanın bu özlü deyimini kanıtlayan sayısız örnekle doludur.

Üretim araçlarının özel mülkiyeti ve insanın insan tarafından sömürüsü ortadan kaldırılana kadar sınıflar arası çatışma son bulamaz. Sınıf çatışmalarının ortadan kaldırılabilmesi için sınıfsız toplumun, yani komünizmin inşa edilmesi gerekiyor. Buraya giden yol ise sermaye iktidarını yıkıp, işçi sınıfıyla emekçilerin iktidarını kurmaktan geçiyor. O aşamaya varabilmek, ancak güncel planda sömürünün, zulmün, zorbalığın her türüne karşı kararlı bir mücadelenin yükseltilmesiyle mümkündür.

***

Kabul etmek gerekiyor ki halen din bezirganları tarafından uygulanan kaba şiddet, kitlelerin ya da bazı siyasal yapıların korkmasına, geri çekilmesine, mücadeleden uzak durarak kendilerini koruyabilecekleri vehmine kapılmalarına yol açıyor. Bu vehme kapılmanın belli bir toplumsal dayanağı, bu dayanaktan esinlenen bir mantığı var. Genellikle küçük-burjuva demokratlar tarafından sergilenen bu tutum, çatışmaların şiddetlenme eğilimine girdiği dönemler, bir çeşit intihar anlamına gelir. Zira egemenlerin gazabından kurtulmak için sessiz kalanlar, çoğu zaman sıranın kendilerine gelmesini dehşetle izlemek zorunda kalmışlardır. Bu, sınıf çatışmaları ve iktidar mücadelelerinin kurallarından biridir. Bir işi sonuna kadar götürme cüretinden yoksun kalanlar, genellikle kendi hazin sonlarını da hazırlarlar. Es kaza varlıklarını sürdürebilirlerse eğer, bu, değişime uğrayıp saf değiştirmek, yani eski celladının hizmetine girmek gibi ölümden de ağır bir bedel pahasına oluyor.

***

Ara katmanların olduğu bir toplumda (ki sınıflı toplumların tümünde mevcuttur) bunun siyasi yaşamda karşılığını bulması ve kritik dönemeçlerde uzlaşmacı/teslimiyetçi bir tutumla kendini göstermesi kaçınılmazdır. Nitekim bugün de dinci faşist diktanın kaba şiddetinden korkanların, bu uğursuz korkularını emekçilere ve toplumsal muhalefete bulaştırmak için çaba harcayanların olduğunu görüyoruz.

Böyle bir eğilimin belirginleşmesi rahatsız edici olsa da şaşırtıcı sayılmamalı. Bunun sınıfsal bir zemini vardır ve ara katmanların siyasi alandaki temsilcilerinin, zorlu geçiş süreçlerinde bu eğilime girmeleri istisna değildir. Bu vakayı sınıfsal bağlamda ele almak ve yayılmasına karşı ideolojik-politik mücadeleyi ihmal etmemek gerekiyor. Bu olgu ortadan kaldırılamaz ama mücadele ve direnişe “gölge etmesi”nin önüne geçilebilir, geçilmeli de...

***

Sermayenin eli kamçılı bekçisi olan T. Erdoğan AKP’si, nasıl yasa/kural tanımadan yönetiyorsa, sömürü çarkının da hiçbir yasa veya kurala tabi olmaması için elinden geleni ardına koymuyor. İşçi sınıfıyla emekçilere vadettiği tek şey kaba köleliktir. Zira Ortaçağ artığı zihniyetin kapitalizmle uyumlu halinin numunesi olan AKP, hak arama mefhumunu tamamen ortadan kaldırmak istiyor. Bu aynı zihniyet hak ve özgürlükler, ilerici devrimci güçlerin ifade, örgütlenme, eylem yapma hakkından söz edilmesine bile tahammül edemiyor. Oysa öncesi bir yana dünya işçi sınıfının 200 yılı aşan zengin ve görkemli bir mücadele tarihi var. Türkiye işçi sınıfıyla ilerici ve devrimci hareketinin de 100 yılı aşan bir mücadele geleneği var. Bu uzun mücadele sürecinin ardından, Ortaçağ artığı zihniyetin heveslendiği saltanatı uzun süre ayakta tutması imkansızdır.

Vurgulamalıyız ki ne işçi sınıfı bu ilkel zorbalara boyun eğecek, ne direnişi seçen ilerici ve devrimci güçler dinci faşizme biat edecektir. Nitekim her şeye rağmen her iki kanalda da mücadele devam ediyor. Günün acil görevlerinden biri, direnişi sürdürürken halen farklı kanallarda akan mücadeleyi birleştirmek, işçi sınıfını sosyalizm saflarına kazanmak, devrim ve sosyalizm mücadelesini ise işçi sınıfının eşsiz gücüyle buluşturmaktır. Zira dinci faşist diktanın da sömürü ve kölelik düzeni kapitalizmin de sonunu getirecek olan, devrim ve sosyalizm mücadelesinin maddi toplumsal zeminine yerleşmesi, yani işçi sınıfı içinde kökleşmesidir.

 
§