İşine-ekmeğine sahip çıkan herkes “terörist”
İçişleri Bakanı’ndan “reis”lerine varana dek sermaye devletinin tüm temsilcileri, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’ya “terörist” diyor. Nuriye ve Semih işlerine geri dönmek için başlattıkları açlık grevinin 76. gününde tutuklandılar. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Nuriye ve Semih’e o gün “terörist” dedi. Bunun üzerine Nuriye ve Semih’in avukatı Selçuk Kozağaçlı ikisinin de adli sicil kayıtlarını kamuoyuyla paylaştı. Her ikisinin sicil kayıtlarında “Adli sicil kaydı yoktur” yazıyor.
Bilindiği gibi, bir basın açıklaması üzerine tutuklanıp terörle mücadele yasasından ceza alan herkes yasalara göre “terörist” oluyor. Nuriye ve Semih’in geçmişinde böylesi bir “hukuk” ucubesi bile yok.
Ekmek mücadelesi OHAL’de “teröristlik” oluyor
Bu yılın Şubat ayında Birleşik Metal-İş üyesi işçiler greve çıkmışlardı. OHAL’e dayanarak sermaye devleti grevi yasakladı. Tayyip Erdoğan Temmuz ayında sermayenin huzurunda yaptığı bir konuşmada “OHAL grevlere müdahale için var” dedikten sonra, yasaklanmasına karşın meşruiyet zemini üzerinden giderek grevi sürdüren metal işçilerine “terörist” dedi.
Nuriye ve Semih dahil ihraç edilen KESK’li tüm kamu emekçilerinin ihraç nedeni “terör örgütleriyle bağlantılı olma” gibi bir safsata. Laik, parasız, bilimsel eğitim istemek “terör örgütüyle bağlantılı” olmak sayılınca, ihraç edildikten sonra işi ve ekmeği için mücadele etmek de “teröristlik” oluyor.
Bu kara propagandaya inanmak, en hafif deyimle, budalalık olarak tanımlanabilir.
Kara propaganda devlet terörüyle sürdürülüyor
Şimdi birkaç örnekle gerçek teröristin kim olduğuna bakalım.
Ankara’da Nuriye ve Semih için eylemler yasak olduğu gibi Nuriye ve Semih’in adlarını eylemlerde anmak bile uzun süredir yasak. Aynı yasak İstanbul’da 2 haftadır uygulanmaya başlandı. Her eylemde polis “onların” ya da “malum şahısların” adını anarsanız müdahale ederiz dedi. Dediğini yaptı da. 4 Ağustos’ta Kadıköy’de, 5 Ağustos’ta Beşiktaş’ta, 11 Ağustos’ta yine Kadıköy’de Nuriye ve Semih’i yaşatmak için yapılan eylemlere saldırdı. Her saldırısı “orantısız müdahale” sınırlarını aşıp açık bir işkenceye dönüştü. Öyle ki 11 Ağustos’ta Kadıköy’de Berkin Elvan’ın annesi Gülsüm Elvan’ın kolunu kırdılar. Üstelik kırık kolla Gülsüm Elvan’ı 3 saat ters kelepçeli tuttular. Bu saldırıya devlet terörü demek bile masum kalıyor. Bir başka yaşanan örnek verelim. Beşiktaş-Konyaspor futbol maçında “Nuriye, Semih yaşasın” yazılı pankart açan Beşiktaş taraftarı gençler tutuklandı. Yani “Nuriye, Semih yaşasın” demenin tutuklanma gerekçesi haline geldiği bir devlet terörü uygulanıyor. Sadece İstanbul’da 15 gün içinde yaşananlar gerçek teröristin kim olduğunu çok net gösteriyor.
Devlet neden azgınca
terör estiriyor?
Yaptıkları kara propagandaya akıl sağlığı yerinde hiç kimsenin inanamayacağını bildikleri için, vahşice bir devlet terörü uygulayarak, toplumsal muhalefeti baskılamaya çalışıyorlar. Bu baskılamaya boyun eğmek ise, -en hafifinden- Nazım’ın dediği gibi “sol memenin altındaki cevahir”i karartmak oluyor.
Her işçi ve emekçi aç ve onursuzca boyun eğerek ölmek yerine, “ben de teröristim” diyebilmeli.
Görünen o ki, yalın bir şekilde ekmek mücadelesi vermek bile sermaye devleti için “teröristlik” oluyor. Bu artık çok net ortaya serilen bir durum. Bu durumda işçi ve emekçiler için iki seçenek var: Ya aç ve onursuz bir şekilde ölünecek ya da yaşamak için “ben de teröristim” deme meşruiyetiyle mücadele edilecek. Bunun üçüncü bir şıkkı ya da orta yolu yok.
Nasıl ki Nuriye ve Semih iktidarın “terörist” demesiyle, kendi yazılı yasalarına göre bile “terörist” olmuyorsa, “Ben de teröristim” demek teröristlik olmuyor. Ajitatif değil, bugün yalın gerçek bir söylem olarak ekmeğine sahip çıkmak anlamına geliyor bu.
H. Ortakçı
Tarsus T Tipi’nde süresiz, dönüşümsüz açlık grevi!
Tarsus T Tipi Hapishanesi’nde yaşanan baskı, işkence ve hak ihlallerine karşı 12 kadın tutsak 16 Ağustos itibarı ile süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başladı.
Gazete Şûjin’de yer alan habere göre, süresiz-dönüşümsüz açlık grevinin talepleri ise şu şekilde;
“*Cezaevine sevk sırasında uygulanan işkence ve darp olayını gerçekleştirenler bundan sorumlu olanlar hakkında soruşturma açılması,
*Tek tip kıyafet yasa tasarısı önergesinin geri çekilmesi,
*Hasta tutsakların tedavi edilmesi, hastaneye sevklerinin yapılması,
*Koğuş içi tacize varan aramalara son verilmesi,
*Kapalı görüşlerde herkes T.C. numarasını girmek suretiyle görüş yapabiliyor. Bu teknik bir sistemdir. Bu teknik sisteme son verilmesi,
*Hücre ve disiplin cezalarına son verilmesi,
*2 kişiden oluşan temsilciliklerimizin kabul edilmesi ve cezaevi idaresinin diyaloğa açık olması,
*Hobi ve spor aktivitelerinin yapılmasının sağlanması,
*İç ve dış postanın kabul edilmesi,
*Savcılıklara ve bakanlığa yapılan suç duyuruları için posta pulu isteniyor. Başvurular engelleniyor. Başvuru dilekçelerimiz verilmiyor. Bu durumun ortadan kaldırılması,
*Cezaevindeki fiziki koşulların düzeltilmesi,
*Kişisel eşyalara el konuluyor. El konulan kişisel eşyaların geri verilmesi.”
Daha önce 8 Ağustos’ta Tarsus T Tipi’nde 52 kadın tutsak, hapishane yönetimine uyarı amaçlı 5 günlük açlık grevi eylemine başlamış, hapishane yönetimine bir hafta süre vererek bu eylemlerini sonlandırmışlardı. Tutsak yakınları ve avukatları aracılığıyla kamuoyuna bilgi veren tutsaklar hapishane koşulları değişmezse süresiz dönüşümsüz açlık grevine başlayacaklarını duyurmuşlardı. |