13 Ekim 2017
Sayı: KB 2017/39

Efendi-uşak ilişkisinde kriz büyüyor
İdlib savaşı ve bölgede değişen dengeler
Rant ve talanın önündeki engeller kalkıyor!
İzmir’de ev baskınları: 4 gözaltı
Krizin faturasını yine işçi ve emekçiler ödeyecek
MİB MYK Ekim ayı toplantısı sonuçları
“İşte barış, dünyayla yarış” mı, “sınıfa karşı sınıf” tutumu mu?
Otomotiv iş kolunda kırılan “rekor”lar sermayedarlara yetmedi
Trakya Cam’da işten atma ve direniş
Nuriye Gülmen: Boyun eğmeyeceğim!
Gerçek ve kalıcı çözüm için devrim, devrim için devrimci sınıf hareketi!
Avrupa’da burjuva demokrasisinden koyu polis devletine doğru
Katalonya’da bağımsızlık ilanı askıya alınıyor
Avrupa’da Ekim Devrimi etkinlikleri
İlan edilen “şehitliğin” ardında gizlenen suç ortaklığı
Düzen yargısı kadın cinayetlerinin, şiddetin önünü açıyor
Ucuz iş gücü yetiştirme eğitimi
İstanbul’da 10 Ekim anmaları
Sarıgazi Halk Festivali yine yasaklandı!
İstanbul ve Çorlu’da devrimci faaliyetler
Ağaçlar kökleri yaşadıkça yaşar
Sosyalist devrim ve demokrasi mücadelesi - V. İ. Lenin
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ağaçlar kökleri yaşadıkça yaşar

 

Hasan “Hadi gel senle bir oyun oynayalım” dediğinde çok şaşırmıştı Ezgi. Gözaltına alınanlardan kaynaklı kaygı ve telaşla Hasan’a bir şeyler anlatırken, Hasan oyun oynama sevdasındaydı. Ezgi evden çıkıp gidecekti ama Hasan kolundan tutup içeriki odaya sürüklemişti onu.

“Yoldaş, gözaltına alınan yoldaşlarımız için ben de üzgünüm. Ama telaşlı ve kaygılı değilim. Oyuna gelince, az sabret, anlarsın bunun ne oyunu olduğunu” dedi Hasan. Ezgi’ye masanın yanındaki sandalyeyi göstererek “otur” dedi. Kendisi de diğer sandalyeye oturdu. Eğilip yerden bir poşet çıkardı ve içindekileri masaya döktü. Hepsi de aynı büyüklükte numaralandırılmış tahta parçaları masayı kapladı.

Tahtaları yüksekçe diktörgen bir “kule” gibi dizdi. Sonra “kulenin” ortalarından bir tahta çekti. Hasan tahtayı çekerken Ezgi “Aman yıkacaksın” diye haykırdı. Hasan yine sakin bir şekilde “Telaşa gerek yok yoldaş. Hadi sen de bir tane çek” dedi. Ezgi eli titreyerek bir tahta çekti. Titreyen tahta kendisiyle beraber birkaç tahtayı da yerinden oynattı. Hasan bir tahta daha çekecek gibi yöneldi, ama tahta çekmedi, elinin tersiyle vurup “kuleyi” yıktı. Sonra Ezgi’ye döndü.

“Oyun bitti yoldaş. Tek tek tahtaları çekseydik en az yarısını çekene dek yıkılmazlardı. Neden? Çünkü tahtaları dizerken zorunlu olmadıkça birbirlerine bağlantılı dizmedim. Her tahta var oldukça yapıyı güçlendiriyor ama yok olunca kendi çapı oranında yapıyı güçsüzleştiriyordu. Yapıdan eksilen tahta istese çok çok iki üç tahtayı daha etkiler. Demem o ki, gözaltına alınan yoldaşlar içinde düşkünleşen çıksa bile en fazla bir iki kişi için somut bir şey söyleyebilir. Geri kalan yalan polis fezlekesi olur. Ki bunu kimseyi düşkünleştirmeyi başaramadıklarında “gizli tanık” gibi bir heyulayla yapıyorlar. Yani kimse boş boğazlık edip, iç illegalite ilkelerini boşa düşürmediyse ortada üzülecek bir durum var ama kaygılanacak hiç bir şey yok.”

“İyi de sen niye elinin tersiyle yıktın onları?” Ezgi’nin sesinden telaş gitmiş sadece merak vardı.

“Yapıyı sağlam dikmek gerekiyor. Ama elimin altında, yine de istediğim anda elimin tersiyle yerle bir edebileceğimi gösterdim.”

“İyi de neden?” Hasan yine Ezgi’yi kolundan tuttu. Balkona çıktılar. Bahçedeki ağacı gösterdi Hasan.

“Bu ağaç da elimin altında. Peki elimin tersiyle onu yıkabilir miyim?”

“Valla Hasan yoldaş olarak yıkamazsın. Ama yaratıksan belki!”

“Yaratık olmaya ne hacet bir baltayla yarım saat içinde ağacı yıkarım. Peki yıksam ağaç ölür mü?”

“Ölmez.”

“Neden?”

“Çünkü toprağın altında kökleri var. Süresini bilmiyorum ama kökler yeniden ağaca boy verir. Hatta ağaç daha güçlü olsun diye buduyorlar da.”

“Hah işte yoldaş anlatacaklarımın özü bu. Bir şey daha ekleyeyim. Toprağın altındaki köklerin de yaşıyor olması gerek. Kökler yaşamıyorsa, kestiğim yer 1 milim dahi uzamaz. Yaşayan köklerin belirtisi de toprağın altına doğru uzamasıdır. Eğer kökler uzamıyorsa ağaç da büyümez ama biraz büyürse o kökler onu taşıyamaz. Bir de yerinde saymak diyalektik düşünürsek zaten gerilemedir, ölmedir. Yani yaşayan kökler toprağı daha derinden, daha sıkı kucaklamayı sürdürür. Bunu yapmıyorsa o kökler zaten ölmüştür, var ama yoktur.”

Ezgi karnını göstererek, “Bu arada yoldaş sakinleşince daha kahvaltı bile yapmadığımı fark ettim. Daha doğrusu o fark ettirdi.” İki yoldaş mutfağın yolunu tuttu. Bu sefer Ezgi, Hasan’ın koluna yapışmıştı.

H. Ortakçı

 

 

 

 

İşçiler pasta yesin”

 

Bugüne kadar herkes duymuştur bu sözü. Hatta belki bir çoğumuz kullanmışızdır, en çok işçi direnişlerinde kullanılır. Ekmek parası, ekmek davası, her şey eve ekmek götürebilmek için, biz ekmeğimizin derdindeyiz… Bugün maalesef işçi sınıfının tek derdi ekmek olmuş. Aslında en çok kızdığım sözlerden biri olmuştur bu söz. Niye hep ekmek? Bu türden cümleler kura kura artık işçilerin elinde sadece kuru ekmek kalmış durumda. Sanki patronlar bu sözü duyar gibi bir cevapla, “madem ekmek istiyorsun al sana kuru ekmek parası” diyerek işçilere sadece ekmek parasına yeten kölelik ücreti veriyorlar.

İşçi sınıfı artık ekmekten kurtulmalı ve pasta istemelidir. Bu ülkede, bu dünyada fakirler zenginlerden ne isterlerse, istediklerinin daha azını alırlar her zaman. Bu güçle, mücadele ile ilgilidir. İstediklerinin azını bile almak için bunun mücadelesini vermek zorundadırlar. O yüzden işçi sınıfı, patronlardan artık ekmek istemeyi bırakmalı, artık daha fazlasını, pastayı isteyebilmelidir. Kemal Sunal’ın filmindeki gibi; bakkala gidersiniz, borcunuz vardır. Bakkal ne isterseniz yarısını verecektir ve siz de ihtiyacınızın iki katını istersiniz. Ve o an için istediğinizi elde etmiş olursunuz.

İşçi sınıfı artık kendisinin insan olduğunun farkına varmalı, her şeyin en iyisine kendisini de layık görmeli ve bunun için çıtayı yükseltmelidir. Sömürünün son bulmasını isteyen her işçi artık ekmek istemeyi bırakmalı ve pastanın mücadelesini vermelidir. Pasta, patronların bugüne kadar bizden çaldıklarının çok az bir kısmıdır. Bugün ekmeği bırakıp pastayı isteyemezsek, yarın patronların olmadığı, emeğin sömürülmediği, işçilerin yönettiği bir ülke kuramayız.

Esenyurt’tan bir okur

 

 

 

 

Polis cinayeti ortaya çıktı

 

Polis cinayetleri trajikomik bahanelerle gizlenmeye çalışılıyor. Bunun en son örneği İzmir Bayraklı’da 14 yaşındaki Yiğitcan Camgöz’ün “çakmak gazından zehirlenerek öldüğü”nün iddia edilmesi oldu.

24 Eylül’de İzmir Bayraklı’da ölmek üzere sokağa bırakılan 14 yaşındaki Yiğitcan Camgöz, Medikal Park Hastanesi’ne kaldırdı. Camgöz burada kurtarılamadı ve hayatını kaybetti.

Camgöz’ün ölümü üzerine ilk polis ve savcılık tutanaklarında, Camgöz’ün ölümü “çakmak gazı ile ölüm” olarak yer aldı. Devriye gezen polis ekibindeki polisler Camgöz’ü ellerinde 2 adet çakmak gazı tüpüyle yerde yatarken bulduklarını söylediler.

Kamera kayıtları polisin yalanını ortaya çıkardı

Basına yansıyan kamera kayıtları ise Camgöz’ün ölümünün yeni bir polis cinayeti olduğunu açığa çıkardı. Kamera kayıtlarında Camgöz’e bir şeyler söyleyen polisin birkaç saniye sonra boğazına sarıldığı, ayağa kalkan Camgöz’ün de polise karşılık verdiği görülüyor. Bunun üzerine polis aracından inen diğer bir polisin de Camgöz’e tekme atmaya başladığı ve biber gazı sıktığı görüntülere yansıyor. Camgöz’ü öldüren polisler daha sonra çevresine çöp poşetleri koyarak telefonla konuşmaya başlıyor.

 
§