19 Ocak 2018
Sayı: KB 2018/03

Emperyalistlere ve savaş kundakçılarına geçit vermeyelim!
Düzen siyasetinin zor dönemi
Dinsel gericiliğe karşı mücadeleye!
İç savaş hazırlığı
AKP’nin sürdürülebilir yoksulluk politikası
Metalde kritik günler, kritik görevler!
MİB MYK Ocak Ayı Toplantısı: Değerlendirme ve kararlar!
DEV TEKSTİL Genel Meclisi tamamlandı
Devrimci bir sınıf hareketi için ileri!
Klasik burjuva devrimleri üzerine - H. Fırat
Toplumsal patlama dinamikleri ve isyan dalgaları
Sudan’da “ekmek isyanı!”
Almanya’da metal uyarı grevleri
İran düşmanlığı Ortadoğu halkları için de tehdittir!
Eğitim alanındaki temel sorunlar
Mesleki eğitimde atölye ve staj sorunu
İstanbul MLB deneyimi
Kadının kurtuluşu sosyalizmde!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ekim Devrimi’nin 100. yılında Kollontay’ı okurken... / III

Kadının kurtuluşu sosyalizmde!

Z. Kaya

 

Kollontay, “Toplumsal gelişmede kadının konumu” adlı kitabının son dört dersinde, işçi cumhuriyeti olarak tanımladığı Sovyetler Birliği‘nde kadının yaşadığı dönüşümü anlatır. Kadının toplumsal rolü ile üretimde tuttuğu yer arasındaki bağıntıya işaret ederek, Sovyetler Birliği‘nde uygulanan politikaların bunun üzerinde yükseldiğini vurgular.

Onuncu ders, Sovyetler Birliği‘nde gelişmekte olan sosyalist üretim tarzının betimlemesi ile başlar. Ücretli emeğin henüz ortadan kaldırılmadığı ancak işçiler tarafından yaratılan artı-değerin toplumsal gereksinimlerin karşılanması için kullanıldığı aktarılır. Yeni üretim tarzında rekabet, ekonomik kriz ve işsizliğin olmadığı vurgulanır.

Cinsiyetler arası ilişki ise tümüyle değişmiştir: “Kadın, artık eskiden olduğu gibi kocasına/geçimini sağlayana sokulmuyor ve artık onun isteklerine de tabi olmuyor. Şimdi kendi ayakları üzerinde duruyor, işe gidiyor, kendi iş karnesi ve (karneye bağlanmış besin maddeleri ve diğer tüketim malları için) alım karnesi var.” “... kadın artık bir özel girişimciye ve kocasına, ailenin geçimini sağlayana bağımlı değil. Sovyet Rusya‘da şimdi işçi kadınlar ve işçi erkekler için yalnızca bir başkan var: Sovyetler Birliği.”

Çalışma yükümlülüğü ve kadının kurtuluşu

Devrimin en önemli ediminin tüm yetişkin erkekler ve kadınlar için getirilen çalışma yükümlülüğü olduğunu vurgulayan Kollontay, bu yükümlülüğün kadınlara ilişkin hususlarını şöyle açıklar: “16 ile 50 yaş arasındaki bütün erkekler, genel çalışma yükümlülüğüne tabidir, ama kadınlar için ilgili üst yaş sınırı 40‘tır. Sağlıklarının tehlikede olduğunu kanıtlayabilen kadın ve erkek bütün işçiler, genel çalışma yükümlülüğünden muaf tutulmaktadır; bu düzenleme, çalışma yeteneğinin yüzde 45‘ini kaybetmiş kadınlar için de geçerlidir. Genel çalışma yükümlülüğü, hamileler için elbette geçerli değildir. Düzenleme, her hamile kadının, doğumdan 8 hafta önce ve sonra her türlü işten muaf tutulmasını öngörmektedir. Düzenleme, ayrıca 8 yaşından küçük bir çocuğa bakmak zorunda olan bir annenin, evde çocuğa bakacak başka aile üyesi yoksa, çalışamayacağını öngörmektedir. Beş kişiden fazla bir aileye bakmak zorunda olan kadınlar da, genel çalışma yükümlülüğünden muaf tutulmaktadır. ‘Çalışma ve Savunma Konseyi’inin açıklamalarında, ayrıca, kadınların kural olarak yalnızca hafif işlere verilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Kentlerde 14 yaşından küçük çocukları olan bütün kadınlar ve kırda 12 yaşından küçük çocukları olan bütün kadınlar, oturdukları yer dışında çalışmaktan muaf tutulmaktadır.”

Tüm yetişkinlere olduğu gibi kadına da getirilen çalışma yükümlülüğünün çocuk yuvaları, çocuk kreşleri, halka açık kantinler ve oyun yuvaları ile desteklendiği belirtilerek, şu noktayı özel olarak vurgular: “Ama tek yanlı olarak yaşam koşullarının değiştirilmesine takılıp kalmamalıyız. Daha özgüvenli olmaları da, kadınlar için aynı derece önemlidir. İşçi sınıfının yaşam koşullarını gerçekten değiştirmek istiyorsak, kadınları tüm yerel özyönetim organlarının çalışmasına katma mücadelemizde ödün vermemeliyiz.”

Yukarıda söz edilen düzenlemelerin Sovyetler Birliği‘nin olanaklarının sınırlılığından kaynaklı olarak yine de eksik olduğu vurgusu ile birlikte köylü kadınlar için çalışma yükümlülüğünün ek bir külfete döndüğü de itiraf edilmektedir. Henüz kırsal alanlarda çocuk yuvaları ve işletme kantinleri kurulamamış olmasından kaynaklı yaşanan bu soruna rağmen, “... toplumun köylü kadınları üretken işgücü olarak tanıması olgusu, uzun vadede onların yaşamını değiştirecek ve toplumsal statüsünün yükselmesine yol açacaktır” denilmektedir.

Kadınlara verilen hak eşitliğinin hayata geçebilmesi için gerekli koşulun kadının üretim sürecine girmesi olduğunu, çalışma yükümlülüğünü de bu bakışla ele aldıklarını vurgulayan Kollontay, “Genel çalışma yükümlülüğü, yeni toplum düzenimizin önemli bir parçasıdır ve ayrıca kadın sorununun temelli çözümü için de bir alettir. Ama bu eğilim daha geniş bir anneliğin korunmasıyla desteklenmelidir” demektedir.

Gerçekten “eşit işe eşit ücret” için

Sovyetler Birliği’nde kadın işçilerin çalışma koşulları ve iş emniyeti yasalarının açıklandığı 11. derste, kadınların ekonomide tuttuğu yerin büyümesine rağmen işçilerin oluşturduğu yönetici kademelerinde kadın işçilerin sayısının düşüklüğüne dikkat çekilir. Komünist Partisi‘nin Mart 1919 tarihli 8. Kongre‘sinde, Merkez Komitesi Kadınlar Kolu’nun, kadın işçi ve köylülerin bütün ekonomi sovyetlerine katılmasını talep eden bir karar aldığını hatırlatılır. Kadın kollarının başlangıçta kadınları üretime çekme noktasına odaklanan politikalar üzerinde çalıştıklarını ancak şimdi kadın işçinin çalışma koşullarına yöneldiklerini kaydederek, bu koşulları betimler.

Ücretlerin işçinin hangi cinsiyete mensup olduğuna göre değil, gerekli ön eğitim, olası tehlikeler ve özel zorluk derecesi üzerinden belirlendiğini açıklar. Kadın işçilerin erkek işçilerden daha az ücret almaları gerçekliğini şöyle açıklar: “Bu iş ücretleri eşitsizliği, Sovyet Cumhuriyeti’mizde de niteliksiz kadın işçilerin oranının niteliksiz işçilerin oranından büyük olması olgusuyla açıklanır. Kadınların meslek eğitimi daha güçlü bir şekilde teşvik edilmediği sürece, işçi cumhuriyetimiz tarafından törenle ilan edilen soylu ‘eşit işe eşit ücret’ ilkesi de boş bir laf olmaktan öteye gitmeyecektir.” Bu sözler, biçimsel eşitlik ilkeleri üzerinden sağlanan gelişmelerle yetinmediklerinin göstergesidir.

Kadın işçilerin çalışma koşulları

Çalışma saati sekiz saate indirilmiş,“Sağlık için özellikle tehlikeli olan işletmelerde (örneğin tütün sanayiinde ya da kimya sanayinin bazı fabrikalarında) günlük iş süresi altı ya da yedi saate düşürülmüştür. Kadın için, genel bir gece çalışma yasağı vardır ve erkek işçiler için gece çalışması yedi saate indirilmiştir. ... Yıllık izin dört haftalık ya da yarım yıl içinde iki haftadır.”

Özel yönetmeliklerle, kadınların güçlerini aşırı zorlayacak işlerde ve sağlığa zararlı üretim dallarında çalıştırılması yasaklanmıştır. 1919 Kasım’ında toplanan 1. Tüm Rusya Kadın İşçiler Kongresi‘nde kararlara ayrıntılı olarak yer verilmiş, emeğin ve anneliğin korunmasına ilişkin başka kararlar da alınmıştır. İç savaş yıllarının zorluklarına rağmen kadın işçiler için fazla mesai, gece çalışması ve yeraltı maden ocaklarında çalışma yasağı hayata geçirilmiştir.

Yaşamın devrimci değişimi

Onikinci derste ise günlük yaşamın devrimci değişimi konu alınır. Halka açık kantinlerin kötü yemeklerine rağmen günlük yaşamda kabul gördüğünü aktaran Kollontay, ocak başının şeref mevkisini kaybettiğini vurgular. “Yoksulluğumuzu ve açlığımızı aşar aşmaz ve üretici güçlerin genel çöküşünü durdur durdurmaz” halka açık kantinlerin kalitesini önemli ölçüde iyileştireceğini ve aile mutfağının da yardımcı mutfak derecesine indirgeneceğini belirtir.

Kolektif ev komünleri, aile yurtları ve özellikle de yalnız yaşayan kadınlar için konutların çok yaygın olduğu, ev komünlerine yeterince yakacak odun ve elektrik verildiği, ev komünlerinin çoğunda ortak mutfak ve sıcak su deposu olduğu, temizlik işlerinin ücretleri ödenen temizlikçiler tarafından yapıldığı, bazı ev komünlerinde merkezi çamaşırhane ile kreş ya da çocuk yuvası bulunduğu aktarılır.

Gelecek kuşaklara bakım yükümlülüğü, şimdi artık ailenin görevi değil, tam tersine devletin ve toplumun görevidir.” “Annelik, bizde artık özel ve aile hukukunu ilgilendiren bir mesele değil, tersine, kadının önemli toplumsal ve ek bir görevidir” der ve kadınlar arasında şu sloganın propaganda edildiğini belirtir: “Sen, yalnızca kendi çocuklarının annesi değilsin, aynı zamanda bütün işçi ve köylü çocuklarının annesisin.”

Evlilik ve fuhuş üzerine

Yaşam alışkanlıklarının devrimcileştirilmesi başlıklı 13. ders ise, burjuva toplumdaki insanlar arası davranış normlarının, çoğunlukla tek tek bireyler arasındaki ilişkileri düzenlediği, bireyler ile toplumun tamamı arasındaki ilişkiye ikinci bir önem atfettiği üzerinde durur. “Buna karşı, proleter toplumumuzda davranış normları, toplumun çıkarlarını dile getirmektedir” denilir. Buradan doğru evlilik ve fuhuşa bakış ele alınır.

Evlilik içi ya da dışı, tüm çocuklar arasındaki yasal ayrımların kaldırıldığını aktaran Kollontay, evliliğin karakterinin değiştiğini, birlikteliklerin artık ekonomik hesaplara değil karşılıklı sempatiye dayandığını belirtir. Boşanma sayılarının arttığına ve özellikle kadınların evliliği sürdürmek zorunda kalmayışına vurgu yapar. Buna rağmen yaşanan sıkıntıları aktardıktan sonra, “Bizdeki genel ve toplumsal gelişmeyi tahlil etttiğimizde, emek kolektifinin geleneksel burjuva aileyi er geç parçalayacağı ve sonunda dağıtacağı gayet açıktır” saptamasında bulunur.

Fuhuşla mücadeleye bakışlarını da özetleyen Kollontay şunları söyler: “Ama fuhuşla, ahlaka karşı suç olarak değil tersine burada üretim kaçkınlığının bir tezahürü söz konusu olduğu için mücadele ediyoruz; çünkü potansiyel bir fahişe, çalışması ile bütün toplumun zenginliğini arttırmamakta, tersine gerçekte diğerlerinin istihkakından geçinmektedir. Fuhuşu bunun için mahkum ediyor ve onunla, çalışmayı reddetmenin bir biçimi olarak mücadele ediyoruz” der. Ailede bakacak küçük çocukları olmadığı halde genel çalışma yükümlülüğüne uymayan bütün kadınların zorla çalışmaya mahkum edildiğini belirterek, bu sorunda, fuhuş yapan bir kadınla, geçimini kocasına sağlatan nikahlı eş arasında bir ayrım yapamadıklarını ve yapmak istemediklerini özellikle vurgular.

Fuhuşla mücadele noktasında önemli yol katetmelerine rağmen fuhuşun gizli biçimlerinin hâlâ sürdüğünü belirterek,
“Kadınlar, en kötü ödenen mesleklerde çalıştırılmaya devam ettirildikleri müddetçe, fuhuşun örtülü biçimi de var olacaktır, çünkü bu böyle olduğu müddetçe, kadın, var olabilmek için, önce bir gelir kaynağına gereksinim duyacaktır” diye ekler.

“Tutmuş olduğumuz yolda kararlılıkla yürümeliyiz”

Son derste ise köylü kadının sorunları, kadınların Sovyet‘lerde daha fazla yer alması gibi konular üzerinde durarak, bu çerçevede yapılması gerekenleri sıralar.

Son dört ders boyunca Kollontay, Sovyetler Birliği’nde yaşanan büyük sıkıntılara ve olanaksızlıklara rağmen, kadın sorununu gerçek anlamıyla çözmek için ortaya konulan politikaları ele alır. Eksiklikler noktasında gerçekçi ancak gelecek için umutludur. Bu çerçevede şunları söyler:

Çalışan kadını aile yükümlülüklerinden kurtaracak bu yeni proleter yaşam biçimlerinin inşasında, tekrar tekrar aynı engele çarpıyoruz: Ekonomik zorunluluk. Ancak esaslı ön çalışmayı yapmış ve annelik sorununun çözümü için doğru yöntemi geliştirmiş durumdayız. Şimdi, tutmuş oluğumuz yolda kararlılıkla yürümeliyiz.”

Bizim ana sorunumuz, daha çok, büyük yoksulluğumuz sonucu sovyet hükümetinin tüm planlarını henüz pratiğe geçirebilecek durumda olmamamızdır. Ama annelik sorununda politikamızın yönü tümüyle doğrudur ve yalnızca yardımcı kaynakların eksikliği, sorunun çözümünü geciktiriyor. Şimdiye kadar söz konusu olan, son derece alçakgönülllü bir çabadan başka bir şey değildir, ama buna rağmen, daha şimdiden, aile yaşamını devrimcileştiren ve kadınla erkek arasındaki ilişkiyi temelden değiştiren sevindirici sonuçlar elde ettik.”

Rusya‘daki işçi devrimiyle, komünizme giden yol henüz çok uzun ve zahmetli de olsa, insanlık tarihinde yeni bir sayfa açılmıştır: en azından komünist toplumun temelini attık ve proletarya, kendi yeteneklerinden emin ve tarihsel rolünün bilincinde olarak, hiç duraksamadan bu nihai hedefe yürüyecektir. Çünkü bu nihai hedef, artık çoktandır ütopya olmaktan çıktı; işçi sınıfı, daha bugünden, ellerini el yordamıyla geleceğe doğru uzattığında, komünist gerçekliği parmaklarının ucuyla hissedebiliyor.”

 

 

 

 

Kadın örgütleri: OHAL kaldırılsın!

 

90’a yakın kadın örgütü “Hep birlikte ‘OHAL kaldırılsın’ diyoruz” başlığıyla açıklama yayınladı. “OHAL’in olağan hale gelmesine alışmıyoruz” vurgusu yapılan açıklamada, OHAL rejiminin kadınların hayatında yol açtığı tahribata şu ifadelerle dikkat çekildi:

Biz kadınlar için OHAL sadece meydanlarda, sokaklarda her an bir çatışma çıkacakmış tedirginliği yaratan eli silahlı kolluk kuvvetlerinin varlığı demek değil. OHAL biz kadınlar için evde, sokakta, işte güvencesizlik demek. Herhangi bir bahaneyle birileri tarafından ihbar edilebilme huzursuzluğu içinde çalışmak demek, gözaltındayken avukatla görüşüp görüşemeyeceğini, yakınlarına haber verip veremeyeceğini bilmemek demek. İşten ihraç edilip kocaya, abiye, babaya, sevgiliye bağımlı kılınmak demek. Parayı verenin kendinde daha çok hak görmesi demek, itiraz edince daha fazla şiddet görmek, ev içinde de emeğimizin daha fazla sömürülmesi demek...”

696 sayılı KHK ile çetelere cezasızlık getirilmesine ve tek tip elbise saldırısına değinilen açıklamada bu maddelerin kadına yönelik şiddeti ve kadın tutsaklar üzerindeki baskıları tırmandıracağına işaret edildi.

Devamında “Hep birlikte OHAL kaldırılsın diyoruz!” denilen açıklamada son olarak şu ifadeler kullanıldı:

Çatışmayı derinleştiren, yoksulluğu, eşitsizliği, adaletsizliği büyüten, şiddeti ve nefreti meşrulaştıran KHK düzeni sona ersin.

Son KHK’lar başta olmak üzere, bu süreçte demokratik şekilde yapılmamış yasal düzenlemeler iptal edilsin.

Olağanüstü Hal’in ‘olağan’ hale gelmesine alışmayacağız!”

 

 

 

 

Hamile bırakılan 115 çocuğun istismarına örtbas

 

İstanbul Küçükçekmece’de bulunan Kanuni Sultan Süleyman Hastanesi’ne 5 aylık süreçte hamile bırakılan toplam 115 çocuğun getirildiği ve bu bilginin adli birimlere bildirilmediği ortaya çıktı. Valilik soruşturmaya izin vermezken, olayı ortaya çıkaran çalışan hakkında inceleme başlatıldı ve çalışanın görev yeri değiştirildi.

Hürriyet’ten Dinçer Gökçe’nin haberine göre; hastanede 2002 yılından bu yana görev yapan Ş.İ.N. geriye dönük yaptığı incelemede 1 Temmuz 2001 doğumlu bir çocuğun hamile bırakıldığına ilişkin kayıtların hastane sisteminde ve sosyal hizmet biriminde tutulmadığını fark etti.

Bunun üzerine hastanedeki psikolog İ.Ö. ile birlikte durumu tutanak altına aldı ve araştırmalarını genişletti.

Hastaneye 1 Ocak 2017-9 Mayıs 2017 tarihleri arasında gelen 115 çocuğa ilişkin kayıtlar tek tek incelendi. Kayıtlara göre, hamile bırakıldıkları tespit edilen 115 çocuktan 77’sinin 15 yaşın üstünde olduğu, 38 çocuğun ise 15 yaşından önce hamile bırakıldıkları sonucuna ulaşıldı.

Bu bilgiler ile hazırlanan tutanakla hastane yönetimine başvuruldu. Ancak hastane yönetimi herhangi bir işlem yapmadı.

Bunun üzerine Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı’na ihbarda bulundu.

Savcılığın talebi ile sorumlu görülen başhekim yardımcısı Dr. A.A. ve Sosyal Hizmet Uzmanı N.D. için soruşturma izni verilmesi istendi. İstanbul Valiliği ise 4 Aralık 2017 tarihli yazısıyla iki görevli hakkında soruşturma izni verilmediğine karar verdi.

Valilik yazısında, kayıtlara göre adli görevin ihmal edilmediği, görevliler hakkında görevi kötüye kullanma suçunun oluşmadığını ileri sürdü.

Sorumlular değil, ortaya çıkaran hakkında inceleme başlatıldı

Olaya ilişkin yetkililerin soruşturulmasına izin verilmezken, istismarları ve ihmali ortaya önce tutanak tutarak sonra da savcılığa bildirerek ortaya çıkaran Ş.İ.N. hakkında inceleme başlatıldı.

Ş.İ.N. inceleme görevlisi Dr. M.A.’ya geçen 26 Aralık’ta verdiği ifadede, hamile bırakılan çocuklara ait kayıtların birim dışında çalışan hiç kimse ile paylaşılmadığını kaydetti. Hakkında inceleme yapılan Ş.İ.N.’nin görev yeri iki kez değiştirildi.

Olayın basına yansıması karşısında Sağlık Bakanlığı, müfettiş görevlendirdiğini açıkladı.


 
§