14 Aralık 2018
Sayı: KB 2018/47

Yerel seçimler yaklaşırken...
Fiili meşru mücadele dışında bir seçenek yok!
İnsanca yaşamaya yeten, vergiden muaf asgari ücret için mücadeleye!
AKP-saray rejimi bütçesi
Mutlusan, Borusan ve Greif’ten dersler
TOKİ direnişi ve ötesi
Kurtuluşumuz sınıfa karşı sınıf mücadelesindedir!
“Birlik olduğumuz koşullarda sorunların üstesinden gelebiliriz!”
Tarihin yeni sayfası açılıyor!
Dünyada sınıf ve kitle mücadeleleri
Fransa’da sınıf ve kitle hareketi sürüyor
Filistin halkı “tasfiye kuşatması”na direniyor
Derinleşen emperyalist rekabet ve petrol savaşları
“Öğrenci olmak da dert, mezun olmak da”
Kapitalist düzende anne olmak ve çocuklarımız
Çözüm sınıfa karşı sınıf!
Anlamak da değiştirmek de ancak Marksizm’de!
19 Aralık Direnişi 18. yılında
Buna da şükür!
İnsanca yaşamaya yeten ücret için mücadeleye!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Tarihin yeni sayfası açılıyor!

A. Engin Yılmaz

 

Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki yozlaşmış bürokratik rejimlerin çökmesiyle, dünya gericiliği bunu, sınıf mücadeleleri ve devrimler döneminin kapandığı, “tarihin sonu”nun geldiği iddialarıyla büyük bir ideolojik ve psikolojik saldırıya çevirmişti. Böyle bir dönemde, EKİM 1. Genel Konferansı şu öngörüde bulunmuştu:

Sonuç olarak; burjuva ideologların büyük spekülasyonlara konu ettiği 1989, tarihin değil yalnızca bir dönemin sonunu işaretliyor. İnsanlık yeni bir döneme girmiştir. Yeni dönem yeni bir devrimler dönemi olarak tarihe geçecektir; nesnel olgular buna işaret ediyor, belirtiler bunu gösteriyor.” (EKİM 1. Genel Konferansı, Bugünün Dünyası: Süreçler ve Eğilimler...)

Bu tespit ‘90’lı yılların ortalarından itibaren peş peşe yaşanan hareketlenmelerle doğrulanmaya başlanmıştı.

1997 yılı başlarında yapılan bir başka temel değerlendirmede ise, o dönemin somut olgularından hareketle, “Dünya ölçüsünde proleter kitle hareketinin büyüyeceği ve isyanlara varan halk hareketlerinin çoğalacağı bir tarihi döneme girmiş bulunuyoruz” tespiti yapılıyordu. Bunun ardından yaygınlaşan sınıf ve kitle hareketleri, onları izleyen halk isyanları ve ayaklanmaları, böyle bir yeni döneme girildiğini daha açık bir biçimde ortaya koydu. Bu isabetli değerlendirmeleri, 2009 yılında toplanan TKİP III. Kongresi’nin “İnsanlık yeni bir bunalımlar, savaşlar ve devrimler dönemine girmiş bulunmaktadır” değerlendirmesi tamamladı.

Komünistlerin erken bir tarihte yaptıkları bu tespitler bugün artık açık olgular haline gelmiştir.

Öncekiler bir yana, bir aydan bu yana, “kitle hareketinin büyüyeceği ve isyanlara varan halk hareketlerinin çoğalacağı”nın yeni bir örneği Fransa üzerinden yaşanıyor.

Fransa adeta büyük bir toplumsal patlamayla sarsılıyor. Haftalardır süren, emekçiler cephesinde heyecanla karşılanan, sarsıntıları Hollanda, Belçika, Basra, Karadağ ve Tunus’ta yankılanan “Sarı Yelekliler”in büyük öfke patlaması, dünyada bütün dikkatlerin Fransa’ya odaklanmasını sağladı. Yıl içinde birçok militan kitle hareketine sahne olan bu ülkede, bir kez daha kendiliğinden patlayan, hızla yayılan ve haftalarca süren bu eylem dalgası daha ileri çıkışların yolunu düzlüyor.

1789 ve 1848 Devrimleri, 1871 Paris Komünü gibi büyük tarihsel olaylara ve nice sınıf mücadelelerine sahne olmuş Fransa’yı, barikatlarıyla, işgal ve blokaj eylemleriyle, polis şiddetine karşı militan direnişleriyle sallayan “Sarı Yelekliler”, toplumun temel gündemi olmayı sürdürüyorlar. Kim oldukları, ne istedikleri, ne yapacakları, arkalarında kimlerin olduğu, gelişmelerin nereye evrileceği vb. sorular, başlangıçta eylemin kendisi kadar ilgi, Fransız solunun çoğunun payına ise eylemlerden uzak durmalarına yol açacak denli kuşku konusuydu.

Le Pen başta olmak üzere faşist, aşırı sağ ve ırkçı partilere oy veren, onların sosyal tabanı olan kesimlerin eyleme katılması, yer yer Fransız bayrağı ve ulusal marş gibi semboller kullanması, yabancıları hedefleyen kimi söylem ve davranışları, Fransa solunu, sendikaları ve değişik çevreleri alt sınıflardan gelen bu kitlesel eyleme katılmaktan alıkoydu. Oysa, çıkış noktasını akaryakıt zamları oluştursa da, bu büyük öfkenin arka planında neo-liberal soygun ve yıkım saldırılarına, Macron’un pervasız saldırı paketlerine duyulan tepki vardı. Akaryakıt zamları bardağı taşıran son damla olmuş ve hareketi tetikleyen bir rol oynamıştır.

Dolayısıyla hareket, pek çok kazanımı gasp edilmiş, sosyal yıkıma uğramış, sömürü ve çalışma koşulları ağırlaşmış, yoksullaşmış, işsizliğin kabusuna itilmiş, güvencesizleştirilmiş, ötekileştirilmiş vb. kitlelerin temel haklardan yoksunluğa ve eşitsizliğe karşı isyanı olarak başlamış, hızla farklı toplumsal katmanları etkileyerek yüz binleri kucaklamış ve militanlaşmıştır. Irkçı ve aşırı sağcı partilere oy veren kitleler de sosyal yıkımın muhataplarıydı ve onları sokağa çıkaran da sosyal sorunlardı.

Akaryakıt zammına karşı sokağa çıkan, Macron’un istifasını isteyen kitleler, eylemlilik içinde daha ileri talepler yükselttiler. Hareket geliştikçe sosyal sorunlar ve talepler öne çıktı. 42 maddelik talepler listesi ise birçok tartışmayı bitirmiş oldu. Evsizlere ev, büyük işletmelerden yüksek oranlı vergi, 1.300 avroluk asgari ücret talebi, kemer sıkma politikalarının iptali, ücretlerin ve engellilere verilen mali yardımın arttırılması, emeklilik maaşının 1.200 avronun altında olmaması, kemer sıkma politikalarına son verilmesi, herkes için aynı sosyal güvenlik sistemi, gaz ve elektrik tesislerinin tekrar kamulaştırılıp fiyatların düşürülmesi, emeklilik yaşının 60’a çekilmesi, sığınmacılara iyi davranılması, barınak, güvenlik vb. yüz binlerin ortak talepleri haline geldi.

Demek ki yığınları harekete geçiren temel olgu, çekilmez hale gelmiş bulunan yaşam koşullarıdır. Irkçı ve aşırı sağcı partilere oy veren kitlelerin de eylemlerde yer almasını gerekçe gösterip, önce uzaktan izleyen sonra da katılan kimi Fransız solunun ve sendikaların körlüğü ise, onların bilincini yansıtmanın ötesinde değer taşımamaktadır. Fransız solu ve “komünistleri”, temel haklarını koruma, sosyal yıkıma dur deme ve eşitlik arayışı uğruna alanlara çıkanları daha ileriye çekmek yerine ondan uzak durma yolunu tuttu. Oysa bilmeliydi ki, milliyetçiliği körükleyen, işçi sınıfını ve emekçileri bölen ırkçı faşist akımlar ile sosyal taleplerle sokağa çıkan emekçilerin çıkarları ve hedefleri taban tabana karşıttır. Dolayısıyla devrimci bir partinin yapması gereken, hareketin önüne düşerek yön vermek, tüm duyarlılıkları gözeten bir esnekliği gösterebilmek, bu yolla direnişi güçlendirmek olabilmelidir. Yazık ki Fransa’da olmayan buydu.

Hareketin heterojen sosyal bileşimi ve ortak paydası

Sarı Yelekliler’in direnişi, bir birikimin üzerine gelen, kapsamlı ve uzun soluklu büyük bir kitle hareketi oldu. Sosyal yıkıma uğramış, hakları gasp edilmiş, sömürü ve çalışma koşulları ağırlaşmış, yoksullaşmış, işsizliğin kabusuna itilmiş, güvencesizleştirilmiş vb. kitlelerin kendiliğinden harekete geçmesiydi söz konusu olan.

Farklı sınıf ve katmanlardan kitlelerin katılımlarının gerisinde farklı duyarlılıklar, istem ve özlemler dursa da, hareketin ortak paydası olmasaydı, bu heterojen insan kitlelerinin bir araya gelmesi, haftalara yayılan bir direnişi sürdürmesi olanaklı olmazdı.

Direniş akaryakıt zamları üzerinden patlak verdi, neo-liberal saldırıyı kararlılıkla uygulayacağını ilan eden Macron’u hedef tahtasına oturttu ve “Macron istifa” şiarı eylemcilerin dilinde ortak şiara dönüştü. Macron şahsında hedeflenen Fransız burjuvazisinin politika ve icraatlarıydı, Macron bu politikanın simgeleşmiş ismiydi. Dolayısıyla sosyal konumu ve siyasal eğilimleri bakımından heterojen olan, fakat saldırı politikaları karşıtlığı ortak paydasında birleşen geniş bir kitledir söz konusu olan. Bunun içerisinde baskı, sömürü, yıkım ve yağma politikalarına karşı yıllardır hoşnutsuz işçiler, işsizler, eğitim politikalarına isyan eden öğrenciler, memurlar, küçük esnaf ve işletmeciler, çiftçiler, kadınlar, orta sınıf konumunu yitirenler, vb. farklı katmanlar var.

Neo-liberal saldırılar, “reform paketi” adı altında kemer sıkma politikaları ve bu politikaların yol açtığı sosyal yıkım, farklı sınıf ve katmanlardan insan kitlelerini bir araya getirip harekete geçiren ortak paydadır.

Bu ortak paydada birleşen kitlelerin eyleminin gücü, etkisi, yaygınlığı ve militanlığı, emekçi kitleler nezdinde Fransız burjuvazisinin kudurgan sembolü olarak görülen, kibri ve küstahlığıyla bilinen Macron’un kuyruğunu kısmasına yol açtı ve akaryakıt zamlarının 2019 bütçesinden çıkarıldığını duyurmak zorunda bıraktı.

Bu geri adıma rağmen eylemlerin devam etmesi, Fransız burjuvazisini kirli yöntemlere de yöneltti. Hükümet sözcüsü, radikal güçlerin protesto hareketini kullanarak, hükümeti devirme girişiminde bulunacakları ve “ateşli silahların dağıtılabileceğini biliyoruz” iddiasında bulunabildi. Dışişleri bakanı ise, “Sarı Yelekliler” hareketinde Rusya’nın parmağı olduğunu iddia edebildi.

Eylemlerini güçlendirerek sürdüren “Sarı Yelekliler”, Macron’nun önüne 42 maddelik talepler listesiyle çıkarak onun dengesini altüst ettiler. Bu durum Macron’u ve efendilerini yeni manevralara zorladı. Televizyondan ulusa seslenen Macron, “Sorumluluğumu kabul ediyorum, sözlerimle insanları kırdım” demek zorunda kaldı ve 1200 avro olan asgari ücretin 2019’da 100 avro arttırılacağını, bunun devlet tarafından karşılanacağını söyledi. Fazla mesai ücretlerinin vergiden muaf tutulacağını, özel sektörde çalışanlara yıl sonu ikramiyesi verilmesini talep edeceklerini de sözlerine ekledi.

Böylece, zorbalara geri adım attırmanın, saldırıları püskürtmenin biricik yolunun, birleşik, kitlesel ve militan bir direniş çizgisi izlemekten geçtiği, bunun dışında bir seçeneğin bulunmadığı tüm dünyaya bir kez daha gösterilmiş oldu.

Macron’un özür ve manevraları işe yaramadı. CGT ve SUD-Solidaire sendikaları, Macron’un yaptığı açıklamanın işçi ve emekçilerin, emeklilerin ve gençliğin beklentilerini karşılamaktan uzak olduğunu belirttiler. Bir dizi temel talep ileri sürerek, 14 Aralık’ta eylem çağrısı yaptılar. 15 Aralık Cumartesi günü ise “Sarı Yelekliler” eyleminin beşincisi gerçekleştirilecek. Lise ve üniversitelerde iki haftayı aşkındır süren eylemler devam ederken, polisin kudurganlığı da protesto ediliyor. Liseli öğrenci sendikalarından UNL, FİDL, SGL, Macron hükümetinin eğitim politikalarına karşı eylem çağrısı yaparak, “Sarı Yelekliler”i desteklediklerini açıkladılar.

Gelişmelerin nereye evrileceği ilerleyen günlerde açıklık kazanacaktır. Fakat kendiliğinden gelişen, çeşitli sınıf ve tabakalardan oluşan bu tür kitle hareketleri, güç ve imkanlar kadar ciddi sınırlılıklar ve zaaflar da içermektedir. Devrimci bir önderlikten ve örgütlülükten yoksunluk en temel zafiyettir. Bunun ne demek olduğu, bugünün tüm sınıf ve kitle hareketleri üzerinden görülmektedir.

Sefalet ekenler fırtına biçecek!

Kapitalist sistem giderek daha geniş emekçi kitleleri sefalete mahkum ederek, yarın biçeceği fırtınaların maddi zeminini hazırlıyor. Dünyanın dört bir yanında kendini ortaya koyan sınıf ve kitle hareketleri, halk isyanları bunu gösteriyor. Sistemin çok yönlü bunalımına paralel olarak neo-liberal saldırıların boyutlanması, sosyal yıkımın derinleşmesi sınıf çelişkilerini giderek keskinleştiriyor.

İktisadi ve sosyal sorunların her geçen gün ağırlaşması, emekçi kitlelerin hak ve kazanımlarının sistemli biçimde gasp edilmesi, on yıllardır sürmekte olan kapitalist bunalımın dolaysız sonuçlarıdır. Bunalımın çok boyutlu faturası işçi sınıfına ve emekçi kitlelere ödettiriliyor. Bu da dünya ölçüsünde sosyal sorunları ağırlaştırıyor, emekçi kitlelerin tepki ve hoşnutsuzluğunu mayalıyor ve onları harekete geçirmiş bulunuyor.

On yılları bulan bir birikimin ürünü olan ve grevler, genel grevler, işgaller, büyük çaplı kitle gösterileri ve halk ayaklanmaları olarak yaşanan bütün bu hareketler, gelecekte yaşanacak daha büyük altüst oluşların habercisidir. Özellikle 2000’li yıllardan itibaren zincirlerinden boşalırcasına uygulanan neo-liberal saldırılar, emekçilerin yaşamını adeta kabusa çevirdi. Bu da zaman zaman yaşanan sosyal patlamaları kaçınılmaz kıldı. Bugün yeni örneğini Fransa’da izlemekte olduğumuz bu patlamanın yarın nerede, ne zaman ve hangi vesileyle gündeme geleceği bilinmez, ama geleceğine kuşku yoktur. Dünyanın pek çok coğrafyası buna adaydır.

Henüz devrimci bir programdan ve önderlikten yoksun olan, dolayısıyla sistemin kendisine değil ama yarattığı sonuçlara yönelen, bu aşamada başka türlü olması da olanaklı olamayan bu hareketler, devrimci siyasal mücadele bakımında son derece önemlidir. Zira sınıf ve emekçi kitlelerin silkinip ayağa kalkıyor olması, uzun yılları bulan sosyal durgunluk ve gericilik atmosferinin dağılmasına, geleceğe dönük umut ve inançların büyümesine ve devrimin imkanlarının olgunlaşmasına hizmet etmektedir.

Devrimci sınıf ve sınıfla birleşmiş devrimci parti!

21. yüzyılın büyük toplumsal patlamalar yüzyılı olacağı ve bunların kendini küresel düzeyde zincirleme olaylar olarak gösterebileceği artık hemen herkesin kabul ettiği bir olgudur. Dolayısıyla yeni bir büyük tarihsel çalkantılar dönemine girmiş bulunuyoruz. İnsanlık, kapitalist sistemin kudurganlığına, emperyalist barbarlığa karşı çıkış yolunu bir kez daha devrimlerde arayacaktır. Devrimci süreçlere ve giderek devrimlere varabilecek ilk öncü sarsıntılar şu veya bu biçimde dünyanın dört bir tarafında şimdiden yaşanmaktadır.

Kitleler bu aşamada kapitalizmin sonuçlarına karşı büyük çaplı eylemli tepkiler vermektedir. Ama bu tepkilere bilinç ve örgütlülük planında yön vermeyi, onu doğru hedeflere yöneltebilmeyi ancak devrimci bir parti başarabilir. Dünyanın çeşitli yerlerinde patlak veren sınıf ve kitle hareketleri, devrimci partinin ne denli yakıcı bir ihtiyaç olduğunu ortaya koymaktadır. Hız kazanan gelişmeler, işçi sınıfı ve devrimcilerin yeniden tarihin ön sahnesine çıkacağı yönde seyretmektedir.

Sınıfın siyasal öznesi olan devrimci sınıf partisi, sınıfın öncü kesimlerini kazanmış, onun içinde kök salmış bir parti demektir. Partinin devrimci siyasal mücadelede kendi rolünü oynayabilmesi, onun modern burjuva toplumunda önderlik kapasitesine sahip biricik devrimci sınıf olan işçi sınıfına dayanabilmesi ölçüsünde olanaklıdır. Dolayısıyla devrimcileşmiş bir sınıf ve bu sınıfla birleşmiş devrimci bir parti yaşamsal önemdedir. Yarınki daha büyük sosyal patlamaları kucaklamanın, kitle hareketlerine devrimci bir çizgide yön vermenin ve bunu devrimin zaferine taşımanın başka bir aracı yoktur.

Dünyada ve Türkiye’de yıkıcı yenilgilerle sonuçlanan bir tarihi dönemle devrimci hesaplaşmanın ürünü olan Türkiye Komünist İşçi Partisi, bu konumu ve kimliği ile yeni dönemi kucaklama iddiasındadır. Yeni dönem, iki binli yıllar, dünyada ve Türkiye’de yeni devrim dalgalarına sahne olacaktır. Bu salt devrimci iyimserliğe dayalı bir kehanet değildir. Dünya ölçüsünde işçi sınıfının ve ezilen halk kitlelerinin yeni bir mücadele dönemine girdiklerinin, proleter hareketin ve halk isyanlarının yeni bir tarihi evresinin başladığının şimdiden çok sayıda somut göstergesi mevcuttur. Partimizin kuruluşu bu yeni dönemin, geleceğin yeni devrimler dalgasının kendi coğrafyamızdan başarılı bir önderlikle kucaklanabilmesine bir ilk hazırlıktır.” (TKİP Kuruluş Bildirgesi, Kasım 1998)

Komünistler kendi coğrafyalarında bu iddianın hakkını verme görev ve sorumluluğuyla yüz yüzedirler.