14 Aralık 2018
Sayı: KB 2018/47

Yerel seçimler yaklaşırken...
Fiili meşru mücadele dışında bir seçenek yok!
İnsanca yaşamaya yeten, vergiden muaf asgari ücret için mücadeleye!
AKP-saray rejimi bütçesi
Mutlusan, Borusan ve Greif’ten dersler
TOKİ direnişi ve ötesi
Kurtuluşumuz sınıfa karşı sınıf mücadelesindedir!
“Birlik olduğumuz koşullarda sorunların üstesinden gelebiliriz!”
Tarihin yeni sayfası açılıyor!
Dünyada sınıf ve kitle mücadeleleri
Fransa’da sınıf ve kitle hareketi sürüyor
Filistin halkı “tasfiye kuşatması”na direniyor
Derinleşen emperyalist rekabet ve petrol savaşları
“Öğrenci olmak da dert, mezun olmak da”
Kapitalist düzende anne olmak ve çocuklarımız
Çözüm sınıfa karşı sınıf!
Anlamak da değiştirmek de ancak Marksizm’de!
19 Aralık Direnişi 18. yılında
Buna da şükür!
İnsanca yaşamaya yeten ücret için mücadeleye!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Buna da şükür!

 

Uzun zamandır dışarı çıkmıyordum. Nasıl çıkayım? Cepte para yok, dışarı çıkıp ne yapacağım? Kimseye de bana bir şeyler ısmarla diyemezsin. Hoş, desen de kim ne ısmarlayacak? Herkesin durumu vahim. Ama evde otur otur bir yere kadar, sıkıldım, bir hava alayım dedim. Dalgın dalgın yürürken ne zamandır görmediğim arkadaşım Orhan’ı gördüm. Orhan, eski bir arkadaşımdır. Önceleri sağda solda ayakçılık yaparken, voleyi nasıl vurduğu anlaşılamayan tiplerdendi.

- Vay! Mustafa sen yaşıyor musun ya?

- Eh işte, idareten yaşıyoruz. Sen ne yapıyorsun, nasıl gidiyor?

- Koşturmaya devam. Görünmüyorsun hiç. Bir sıkıntı falan yoktur inşallah?

- Sıkıntı çok, saymakla bitmez ama dışarı çıkmamamın bununla ilgisi yok.

- Ayakkabılar eskimesin diye mi çıkmıyorsun yoksa? Gel şöyle bir çay içelim. Ayaküstü sohbet mi olur hiç? Ne zamandır görüşmüyoruz zaten.

Çay içmek deyince bir duraksadım, gerildim. Durduk yere masraf çıkacak başıma. Orhan bendeki gerilmeyi fark etmiş olmalı ki,

- Yahu gel, çaylar benden.

Yine de rahatlamamıştım ama gitmezsem de ayıp olur diye düşündüm ve köşedeki çay ocağına oturduk. Biraz havadan sudan konuşunca konu işlere geldi.

- Neler yapıyorsun, izinli misin?

- Yok be Orhan! Kaç zamandır işsizim. Halim perişan inan ki!

- Buna da şükür be, eskiden daha mı iyiydik!

- Aman birader bana o cümleyi kurma rica ediyorum.

- Ne dedim de celalleniyorsun be! Şükretmek lazım her koşulda.

- Sen bizim Namık’ı bilir misin?

- Geçenlerde vefat etmişti hani, o Namık mı?

- He o, o Namık. Bak anlatayım da dinle!

Bizim ikinci çaylar gelirken başladım Orhan’a Namık’ı anlatmaya.

- Bizim Namık iyiydi, hoştu ama kafası hep bir yere çalışırdı. Onun haricinde başka bir şey bilmezdi. Ne zaman kahvede otursak, sohbet etsek hep aynı şeyleri söyler dururdu. Bilirsin, biz zar zor geçinen insanlarız. Aldığımız ücret anca ihtiyaçlarımızı karşılıyor. O da bütün ihtiyaçlarımızı değil. Ama durmadan her şey pahalılaşıyor. İmkanı yok durmuyor. Zam üstüne zam binince benim tepemin tasının attığı bir gün söylenip duruyordum. Namık hiç sakinliğini bozmadan, “Söylenip duracağına, şükret! Eskiden daha mı iyiydik” demez mi! Ben daha da dellenmiştim. Ya arkadaş vaziyet ortada, şükredecek yer mi kaldı! Ama yok dinlemez, ne dersen aynı cevabı verir. Aradan çok zaman geçmedi, Namık’ı işten çıkardılar. “Tam kışın ortasında işten çıkarma mı olurmuş” diye hiddetlendim. Adamda gık yok. Tek dediği, “Buna da şükür be, eskiden durumumuz daha mı iyiydi!” Namık’ı duyan da kenarda köşede yüklü miktarda parası var, malı mülkü çok zanneder ama nerede! Bir gariban Namık işte. Sürekli iş aradı, bulamadı. 4 ay boyunca başvurmadığı yer kalmadı ama kimse de iş vermedi. Yahu birader adam başka laf bilmez. Boyuna, “buna da şükür be, eskiden daha mı iyiydik” der durur. Çıkarıldığı işyerinden alacağı da vardı, onu da bir türlü alamamıştı ama adamın ses etmeye niyeti yok. Derken biz bu Namık’ı uzun bir zaman göremedik. Sonradan duyduk ki rahatsızlanmış, evde yatıyormuş. Birkaç arkadaş toplandık, ziyaretine gittik. “Gördün mü bak Namık, seni işsiz koydular, dertten, stresten yatağa da düştün.” “Buna da şükür be Mustafa, eskiden daha mı iyiydik!” Adam hasta yatıyor, hâlâ çıt yok. Zaten bizim genel olarak sorunumuz bu be birader. Daha ne hale düşmeyi bekliyor acaba diye düşüncelere daldım. Düşün düşün ben kafayı yiyeceğim yahu! Çok geçmeden de Namık’ın vefat ettiği haberini aldık işte. Ama korkumdan cenazeye katılamadım.

- Hay Allah iyiliğini versin! Ölüden korkulur mu hiç?

- Ben korktum, korktum ama ölüden değil. Namık kefeni yırtıp da o durumdayken bile “Buna da şükür be, eskiden daha mı iyiydik!” der diye korktum.

Kemal Kaçamak

 

 

 

 

Millet Bahçesi: “Nefes aldıracak”

 

Ülkede derinleşen ekonomik krize dair söylemleri ve pratikleri ile sermaye iktidarı, emekçileri manipüle etmeye devam ediyor. Döviz kurlarında yaşanan dalgalanma yaz aylarının başına oranla yavaşlamış olsa da TL’nin dolar karşısındaki değer kaybı sürüyor. Dolayısıyla tüketim maddelerinde ve üretim maliyetlerinde zamların ardı arkası kesilmiyor.

Oluşturduğu yeni kabinesi ile Tayyip Erdoğan bu gidişat üzerine 100 günlük eylem planı ilan etmişti. Plan doğrultusunda sermayedarlara güvence veren AKP hükümeti, ikinci 100 günlük plana dair de açıklamalar yaptı. Millet bahçeleri, öne çıkan konulardan biri oldu.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı birinci 100 günlük eylem planında kendisine düşen görevlerin %98’ini tamamladıklarını, şimdi de ikinci plana geçeceklerini belirtti. Bilindiği gibi, “Her ile en az bir millet bahçesi ile şehirlerimiz nefes alacak” sloganı ile yol yürünüyor. 5 adet millet bahçesinin yapım işini tamamlama, 6 tanesinin temelini atma, 22 tanesinin de projelendirme çalışmalarını başlatma gibi hedefler öne çıkıyor. İstanbul’da üçüncü havalimanının yapılması sonucu kapatılacak olan Atatürk havalimanının bir kısmı millet bahçesine çevrilecek ve bu, Londra’daki Hyde Park’tan 8, New York’taki Central Park’tan 3,5 kat daha büyük olacak deniyor. Ankara’da yapılacak millet bahçesi ile güya Ankara’nın yeşil alan miktarı %6 artacak diye reklam yapılıyor.

Bu bahçelerin detaylarına bakıldığında ise yeşil alandan çok yine betona ağırlık verildiği görülüyor. “Bahçe” tasarımlarına sosyal tesisler, otoparklar, millet kıraathaneleri, meydanlar gibi kurgular eklenmiş.

Yaparsa yine AKP yapar” başlığıyla insanlara sunulan “çılgın” projelerin doğayı talan etme ve rant projeleri olduğu açıktır. Milyonlarca ağacı kesen, her yeri betonlaştıran, acil toplanma alanlarına dahi AVM’ler diken, HES, RES, JES gibi enerji santrallerinin yaşam alanlarına vereceği zarardan dolayı karşı çıkan köylülere saldıran, kentsel dönüşüm kapsamında binlerce emekçiyi mağdur eden ve daha nice icraatları ile gündemden düşmeyen sermaye iktidarının, insanlara nefes alacakları alanlar inşa etmek diye bir derdi olacak değil ya. Bir de “Köy Konakları” diye bir projeleri var. Güya her şehre tarihsel ve kültürel dokusuna ait yapılar gerekli ve şehirleşme kapsamında bunlar da esas alınmalı.

Ekonomik krizin faturasını işsizlik, hayat pahalılığı, geleceksizlik ve kölece çalışma koşulları olarak ağır bir şekilde ödeyen işçi ve emekçiler millet bahçeleri ile değil, insanca yaşam koşullarının sağlanması ile nefes alabilir. Asgari ücret üzerine yapılan tartışmalardan da görüleceği gibi sermaye iktidarı milyonlarca emekçinin yoksullaşmasını değil, büyük patronların vergi borçlarını nasıl silebiliriz konusunu ele alıyor. Kapitalist sistemde aksini beklemek abes kaçar, hele ki ekonomik kriz ortamında. Ancak toplumsal mücadelenin yükseltildiği bir durumda işler değişebilir.

Şehir planlanmasında en büyük sıkıntılardan biri insan hayatı için önemli olan kaynaklara rahat ulaşım sorunudur. Okul, hastane, işyeri gibi alanlara özellikle büyükşehirlerde zorlukla gidiliyor. Uzun süren yolculuklar, trafik sıkışıklığı, çok erken saatlerde uyanma, geç saatlerde eve varma gibi insanın günlük yaşamını kalitesizleştiren bir yaşam tarzı dayatılıyor. İstanbul gibi bir şehirde her gün işine gitmek için kıtalar arası yolculuk yapan milyonlarca emekçi var. İmkânların ve seçeneklerin sınırlılığı insanları böyle bir duruma itiyor. Bunların dışında sermaye devleti kent meydanlarının kullanımını demokratik haklarını arayanlara kapatıp, baskı rejimi ile şehir yaşamını iyice çekilmez hale getirmiş bulunuyor.

Millet bahçeleri ile emekçilerin gözünü boyamaya çalışan AKP şefi, Mart’taki yerel seçimlere kadar yeşil ve yaşanılabilir şehirler yaratma hedeflerinden, çevreci bir parti olduklarından bahsedecek. Ama gerçekte, sermayedarlara yaranmak için kamusal alanları ihaleye açacak. Devlet hazinesi garantisi ile sermayedarlara milyarlarca dolar aktarılacak.

Şehir planlanması çok kapsamlı bir konudur, yeşil alan ihtiyacı da millet bahçeleri yapılarak karşılanamaz. Günümüz koşullarında temiz, yaşanılabilir kentler oluşturmak teknik açıdan mümkündür ancak kapitalistler için kârlı bir alan değil, tersine fazladan maliyettir. Dolayısıyla insanın doğayla uyumlu yaşayabileceği yerleşimlerin olduğu bir dünya ancak sosyalizmle ulaşılabilecek bir hedeftir.

U. Aze