1 Şubat 2019
Sayı: KB 2019/05

Çürümüş rejimin güdümündeki seçimler kimin için “kader belirleyici”dir?
Kokuşmuş rejimin yayılmacı-ilhakçı politikasına hayır!
Erdoğan’ın “demokrasi tramvayı”
Yerel seçim oyunu sürüyor!
Kriz Türkiye’si, fırsatlar ülkesi!
Ekonomik güven dipte, gıda enflasyonu yükseliyor!
Rant kapısına çevrilen sendikalar
Krizin derinleştiği bir yıl bizi bekliyor
DEV TEKSTİL 2019/1 Genel Meclisi kararları
Tekstilde işten çıkarmalar ve haksızlıklar sürüyor
Spartakist Hafta makaleleri - Rosa Luksemburg
ABD emperyalizmi saldırganlıkta sınır tanımıyor!
Emperyalist hegemonya kavgasında silahlanma çılgınlığı
Opel’de sular ısınıyor
Kadın işçiler ve mücadele talepleri
Cinsel istismar suçtur, meşrulaştırılamaz!
Devrim okullarının ardından...
Yalnızlık örgütsüzlükte!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yalnızlık örgütsüzlükte!

 

Yine uykusuz bir gecenin sonunda işbaşı yaptı. Günlerdir böyle. Hastaneden çıkıp gidiyordu. Günlerin vermiş olduğu uykusuzluk ve yorgunluğu ustabaşının sesi dağıttı: Haydi işbaşı! İrkildi. İşbaşı yapmadan akşam olsa da eve gidip biraz dinlensem, sonra tekrardan hastaneye giderim diye düşündü. ‘Nereden buldu bizi bu hastalık’ dese de başa gelen çekilir diye aklından geçirdi. Dört yaşında kızına lösemi teşhisi konulmuştu. Şehir şehir gezdiler. Diyarbakır’da aylarca çözüm bulunamadı. Ardından Malatya... Çözüm yine yok. Bu sefer Batman yolunu tuttular. Çarenin İstanbul’da bulunacağını düşünerek bir yola daha girdiler. Bir anda her şeyi memlekette bırakıp gelmişti İstanbul’a. Burada hem iş hem de tedavi sürecinin olumlu ilerleyeceğini düşünüyordu. Şanslıydı, işe çok çabuk girebildi.

Devlet hastanesinin yolunu tuttular. İlik naklinin devlet hastanelerinde yapılamayacağını duyunca yol değişti; çözüm özel hastanede! Özel hastaneye gidiş nakil yoluyla oldu. Ücret alınmayacak ve hem de kızı iyileşecekti. Hastaneye giriş yapıldıktan sonra sigortanın yalnızca yatak ücretlerini karşıladığını öğrendi. Nakil ücretli olacaktı, hem de 15 bin lira. ‘Çok para, nasıl karşılarım’ diye düşünse de ‘kızım iyi olsun da çalışır kazanırım’ dedi. ‘İşim var nasılsa, iyi de bir zam yapılırsa’ diye geçirdi aklından. Kısa bir mutluluk yaşamıştı.

Sahi bu yıl ne kadar zam alırız’ diye geçiriyordu aklından, zil çaldı. Bir bardak çay almak için mutfağa gidiyordu ki Mehmet sordu:

- Kızın nasıl oldu Ramazan abi?

- Kızımın durumu iyi de şu parasızlıkla nasıl baş edeceğimi düşünüyorum. Zaten üç kuruş para veriyorlar. Hele kadın arkadaşlar, asgarinin de altında çalışıyorlar. Diyarbakır’da çok yaygındı ama İstanbul’da da böyle olacağını tahmin etmezdim. Burada da gördüm. Biz üstündeyiz de ne oluyordu. Şimdi iyice asgariye eşitlediler. Sigorta priminin asgariden olmasına alıştık zaten.

- Sigorta demişken abi, bir de Genel Sağlık Sigortası borcun vardı, ne oldu?

- Ben işsizdim Mehmet, istememiştim de ama devlet bana GSS yapmış. Ödeyeceğim artık, ne yapalım. Diyarbakır’da bir evim var, ona da devlet el koyar. Çocuklarıma bırakabileceğim tek şey o. Borcu taksitlendirmek için gideceğim kuruma, ne çıkarırlarsa ödeyeceğim. Aslında hakkımızı arayabilsek biraz olsun rahatlarız ama nerde... Patrona gidip söylesek iyi bir zam yapsın diye, kapıyı gösterecek…

Zilin yeniden çalmasıyla konuşması yarıda kalmıştı. İşin yoğunluğundan paydosa kadar hiçbir şey düşünemedi. Sonunda akşam olmuştu, evin yolunu tuttu.

Eve vardığında saat 19.30 olmuştu. Kapı çaldı. Kapıdaki arkadaşlar da işten çıkıp mahalleye gelmişler, ellerinde Kızıl Bayrak’larıyla. Aldı içeri. İstirahatin ardından yemek sırası geldi. Birlikte oturdular masaya, bir yandan sohbet ediyor bir yandan yemek yiyorlardı. GSS borcunu sordu arkadaşlara, milyonlarca insanın trilyonlarca borcu varmış da haberleri yokmuş. İşsiz olan insandan da sigorta parası mı alınırmış? Devlet nereden nasıl soyacağını şaşırmış. Fabrikadaki sorunlardan konuşmaya başladılar. Biraz olsun ses çıkardığın zaman, Kürt isen PKK’li diyorlar, dinciysen IŞİD’li oluyorsun, AKP’li değilsen “FETÖ”cü. İnsanlığın kurtuluşu demek olan sosyalizmi savunuyorsan “terörist” oluyorsun. İşinden olmamak için ses çıkarmamak gerektiğini düşünüyordu Ramazan. Hasta kızının tedavi masraflarının nasıl karşılanacağı daha büyük sorun olacaktı. Devlet hastaneleri de tedaviyi karşılamadı zaten.

Saat epey geç olmuştu. Arkadaşlarını uğurlayıp, hastane yolunu tutmuştu. Yol boyunca düşündü, yemekte konuştuklarını. Her ay maaşından sağlık sigortası zaten kesiliyor ama devlet hastaneleri muayene etmeyip, özele yönlendiriyor. Neden? Yandaşları daha fazla kazansın diye. Daha ne kadar sömürecekler? Bir de GSS diye borç yazdılar. Ben o dönemde işsizdim, neden benden işsizim diye para aldılar ki? Arkadaşlar haklıydı, biz birlikte mücadele etmezsek, birlik olmazsak, sömürülmeye devam edeceğiz. Yalnız olmadığımı söylediler, haklılar da. Patronlar bir avuç olmalarına rağmen hepsinin sendikası, derneği var. Bizim örgütsüz olmamızdan güç alıyorlar. Dedikleri gibi biz milyonlarız. Tek sorun örgütsüzlüğümüz, onu da arkadaşlarla aşacağım. Yalnızlık örgütsüzlükte imiş.

Küçükçekmece’den bir sınıf devrimcisi

 

 

 

 

Emperyalist kapitalizmin “sahte cennet”i

 

Sahte cennet” (Eden), 2012 yapımı Amerikan filmidir. Gerçek yaşamdan bir öyküye dayanıyor. Senaryoda kurgular olsa bile, Amerika’daki emperyalist-kapitalist sistemin iğrençliklerinden sadece bir kısmını yansıtıyor. Film kapitalizmin organize kadın ve çocuk “pazarlamacısı” olduğunu anlatıyor.

Filmin geçtiği bölgede baş “pazarlamacı”, yani patron “saygın” bir devlet görevlisidir. Polislikten ajan dedektifliğe terfi etmiş, polislere seminerler veren, öldürüldüğünde eş, baba vb. iyi sıfatlarla anılan “saygın” bir zattır. Bölgede patron olsa da aslında o zat, taşeron bir “pazarlamacıdır”. Çünkü organizasyon Dubai’ye de çalışıyor. Yani çok daha geniş bir organizasyonun söz konusu olduğu anlaşılıyor.

Üstelik taşeron patron öldürüldükten sonrasında da bir polis operasyonunu önceden haber alıyorlar. Demek ki organizasyonda daha “saygın” zatlar var.

Filmin bir sahnesinde bir tür hapishane gibi yerde tutulan Eden, bir kız çocuğuyla konuşuyor. “Kaç yıldır buradasın?” diye soruyor Eden. Çocuk “Beş yıl” yanıtını veriyor. Çocuk konuşmanın geçtiği anda 15 yaşında olduğunu söylüyor. Demek ki 10 yaşından beri “saygın” kişiler çocuğu pazarlıyorlar. Müşterileri de iğrenç “hizmeti” otel odasına kadar getirtmek için para verebilecek durumda olanlardır.

Filmde toplumun yozlaşmasını anlatan çarpıcı sahnelerden biri Eden’ın kaçmaya çalışmasıyla başlıyor. Eden tutulduğu yerden kaçtıktan sonra bahçede keyif yapan iki kadına ulaşır, “Yardım edin” diye yalvarır. Eden’ı yakalamaya çalışan adam, “Karışmayın aşırı bağımlı” der ve ters kelepçe vurur Eden’a. Eden’ın durumu ve adamın Eden’a davranışı yalan söylediğini apaçık ortaya koyar ama kadınlar ses etmez. Adam sonra Eden’a çarpıcı bir söz söyler:

İstediğin kadar bağır. Sana yardım eden olmaz. Çünkü korkuyorlar!”

Korkunun neden olduğu yozlaşmaya çarpıcı bir örnektir bu.

Filmin toplamında da birkaç kötü adamın değil, emperyalist-kapitalist sistemin iğrençliği anlatılmaktadır.

H. Ortakçı