22 Şubat 2019
Sayı: KB 2019/08

CHP kuyruğunda demokrasi mücadelesi!
Tarım ürünlerinde olağanüstü ‘Hal Yasası!’
Kürt siyasi hareketine dönük saldırılar sürüyor
Sosyal yardımlar bağlamında AKP iktidarı
Doğa yok oluşa doğru sürükleniyor!
Sendika bürokratlarının yerel seçim heyecanı
MİB MYK Şubat 2019 Toplantısı sonuç metni
YEP balonu işsizlikte erken patladı
“Alman ajanı” Lenin
TKİP VI. Kongresi toplandı!..
Venezuela, Latin Amerika ve hegemonya mücadelesi
Münih Güvenlik Konferansı: Çatışmalar ve zoraki birliktelikler
Varşova zirvesi: İçi boş bir seremoni
“Kadın grevi”ne dair…
Edebiyat ustası koca çınar: Yaşar Kemal
Gebze işçisi safları sıklaştırıyor
Sömürü zincirlerini kırmak, karanlığı parçalamak için örgütlenelim!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

TKİP VI. Kongresi toplandı!..

Sınıfa karşı sınıf!

 

Her devrimci tarafından incelenmesi gereken önemli bir belge olarak gördüğümüz TKİP VI. Kongresi Bildirgesi’ni hacminden dolayı ancak iki bölüm halinde sunabileceğiz. Bölümler kendi içinde bir bütünlüğe sahip olduğu için, bunun esaslı bir sorun oluşturmayacağına inanıyoruz. Okurlarımız metnin bütününe tkip.org sitesinden ulaşabilirler. - Kızıl Bayrak

Teslim Demir (Sinan) yoldaşın anısına...

2018 yılı sonunda toplanan TKİP VI. Kongresi çalışmalarını başarıyla tamamlamış bulunmaktadır. Temel parti örgütlerinin seçilmiş delegeleriyle temsil edildiği TKİP VI. Kongresi, ön hazırlık sürecinde partiye gerekçeli olarak sunulmuş bir gündemle çalıştı. Yaklaşık dört hafta süren çalışmaları boyunca gündemini oluşturan tüm sorunları ayrıntılı ve verimli tartışmalar içinde bir sonuca bağladı. Partinin yeni Merkez Komitesi’ni seçerek çalışmalarını başarıyla noktaladı.

Yaklaşık bir yıl önce (Kasım 2017) toplanan TKİP 30. Yıl Konferansı, yeni parti kongresine hazırlığın bir parçası ve bir ilk önemli adımıydı. Bu aynı zamanda yeni parti kongresine hazırlık sürecinin de fiilen başlatılmasıydı. Nitekim Konferans Bildirgesi bunu bitiş sözlerinde açıkça ilan ediyordu: “Kendisinden bekleneni asgari bir başarıyla karşıladığına inandığımız konferansımız, çalışmasıyla TKİP VI. Kongresi hazırlık sürecini de fiilen başlatmış bulunmaktadır...”

TKİP VI. Kongresi 30. Yıl Konferansı ile başlatılan bu hazırlık sürecinin birikimi üzerinde yükseldi. Bu özel ön hazırlık bir yandan yeni parti kongresinin başarısını güvencelerken, öte yandan parti için çok önemli bir yeni deneyim oldu.

Türkiye’nin siyasal yaşamında halen sınıfsal ilişki ve gerçekler geri plana düşmüş, yaşam tarzı ve değerler sistemi eksenli bir dikey bölünme önplana çıkmıştır. Uzun yıllardır topluma egemen bu tablo, hâlâ da aşılamayan rejim krizinin dolaysız bir sonucudur. Farklı fraksiyonlarıyla burjuva gericiliğinin kendi içinde yaşadığı bölünme ve çatışmayı toplumun tümüne yayma, toplumsal-siyasal güçleri bu çatışma içinde taraflaştırma ve kutuplaştırma başarısının bir ürünüdür.

Oysa TKİP 30. Yıl Konferansı’nın da önemle vurguladığı gibi, “işçi sınıfı ve emekçilere sermayenin sınıfsal saldırısı ile toplumsal muhalefete devletin siyasal saldırısı”, bu aynı dönem Türkiye’sinin yaratılan toz dumanla karartılan asıl gerçekleridir. Tayin edici önemdeki bu sınıfsal-siyasal gerçeklerin rejim krizinin ve onun bir yansıması olarak ortaya çıkan laiklik, cumhuriyet değerleri, yaşam tarzı türünden ikincil önemde sorun ve söylemlerin gölgesinde kalması, devrimci siyasal mücadelenin halihazırdaki en önemli handikabıdır. Bu çerçevede devrimci siyasal çizgi ve tutum, her şeyden önce bu çarpıklığı hedef almak, mücadelenin gerçek sınıfsal-siyasal eksenini ön plana çıkarmakla yükümlüdür. Bu, dinci faşist iktidara karşı mücadeleyi sağlam ve gerçekten devrimci sınıfsal bir temele oturtabilmenin zorunlu bir koşuludur aynı zamanda.

Bu temel önemde hususu göz önünde bulunduran ve yanı sıra günümüzün ağır ekonomik kriz koşullarında sınıf eksenli çalışma ve mücadelenin öneminden hareket eden TKİP VI. Kongresi, “Sınıfa Karşı Sınıf!” vurgusunu kongre çalışmasının ana şiarı olarak benimsemiştir.

Eylül ayı sonunda kaybettiğimiz Teslim Demir (Sinan) yoldaş, TKİP VI. Kongresi’nin seçilmiş delegesiydi. Beklenmedik biçimde açığa çıkan ölümcül hastalığına rağmen kongre hazırlık sürecine aktif olarak katıldı. Yeni parti kongresine sunulmak üzere kendi çalışma alanının iki kongre arası dönem raporunu organı adına kaleme aldı. Fakat yazık ki TKİP VI. Kongresi’ne katılamadı.

TKİP VI. Kongresi olarak ölümsüz anısı önünde bir kez daha saygıyla eğiliyor ve çalışmamızı Türkiye devrimci hareketinin yetiştirdiği bu çok değerli yoldaşımıza adıyoruz.

I

Dünyada durum

TKİP VI. Kongresi, uluslararası durum üzerine gündemine, üç yıl önce (Aralık 2015) toplanan TKİP V. Kongresi’nin aynı konudaki değerlendirmelerini ele alarak başladı. Söz konusu değerlendirmeler başlıca unsurlar halinde şöyle özetlenebilir:

- Kapitalist-emperyalist dünya düzeni halen bütünsel bir kriz içindedir. Kriz çok boyutludur; toplumsal yaşamın ve uluslararası ilişkilerin tüm alanlarını kapsamaktadır. Kriz koşullarının da özel etkisiyle, sisteme karakterini veren başlıca çelişmeler günden güne keskinleşmektedir.

- Kapitalist dünya sisteminin halihazırdaki en büyük başarısı, yarattığı tüm sorunlara rağmen krizi yönetebilmesidir. Bunu temelde işçi sınıfını denetim altında tutabilmesine borçludur. Bu sayede, en gelişmiş emperyalist ülkeler de dahil, krizin faturası sistemli biçimde emekçilere ödetilmektedir.

- Ekonomik kriz ve bunun körüklediği kıyasıya rekabetin yanı sıra, dünya ölçüsünde kızışan emperyalist nüfuz mücadeleleri, artan silahlanma, sonu gelmeyen emperyalist müdahale ve savaşların yarattığı ağır faturalar, emperyalist burjuvaziyi bu tutumu süreklileştirmeye yöneltmektedir. Yeni tarihi dönemin katılıkla dayattığı bu tutum, kaçınılmaz biçimde emek-sermaye çelişkisini keskinleştirmekte, işçi sınıfı ve emekçilerin hoşnutsuzluğunu günden güne büyütmektedir. Sınıf ve kitle hareketlerindeki yaygınlaşma ve süreklilik bunun göstergesidir.

- Dünya olaylarının genel seyri, devrimci kriz dönemlerinin kaçınılmaz olarak geleceğine ilişkin olarak her geçen gün daha fazla veri sunmaktadır. Bu durumda tayin edici ihtiyaç, kendi hazırlığını pratik planda işçi sınıfını örgütleme ve devrimcileştirme çabası içinde anlamlandıracak devrimci sınıf partilerinin varlığıdır. Halen en temel sorun ve dolayısıyla geleceğin büyük çatışmalarına devrimci hazırlık açısından en büyük zaafiyet, günümüz dünyasında bu türden partilerin yokluğu, olduğu kadarıyla da çok belirgin zayıflığıdır.

- Kapitalist dünyada, özellikle de Avrupa’da kendini gösteren iki önemli siyasal gelişme, kapitalist dünyanın içinde debelenmekte olduğu kriz kadar, devrimci öznel etkene ilişkin bu zayıflığın da bir yansımasıdır. Bunlardan ilki faşist akımların birçok ülkede belirgin bir biçimde güç kazanması, ötekisi bazı ülkelerde sol adına orta sınıf eksenli ve parlamenter yönelimli burjuva reformist akımların öne çıkmasıdır.

- Özellikle emperyalist metropollerde faşist akımların güç kazanması, sistemin çok yönlü krizinin en dolaysız göstergelerinden biridir. Kapitalist krizin yıkıcı etkileri altında hoşnutsuzluğu artan ve gelecek güvensizliği büyüyen kitleler, devrimci bir çıkış alternatifinin geliştirilemediği koşullarda umutsuzluğa kapılmakta, böylece kolayca faşist akımların tuzağına düşebilmektedirler.

- Sistemin yönetenleri, tüm ikiyüzlü söylemlerine rağmen, zeminini bizzat düzledikleri bu gelişmeye gerçekte çok yönlü bir imkan olarak bakmakta, nitekim daha bugünden ondan gereğince yararlanmaktadırlar. Bir yandan bu alandan gelen güncel basıncı baskıcı politika ve önlemlerini uygulamaya geçirmenin bir bahanesi olarak kullanmakta, öte yandan bu faşist akımları ağır kriz dönemleri için bir alternatif olarak yedekte tutmaktadırlar.

- Yunanistan’da Syriza, İspanya’da Podemos türünden partiler şahsında kendini gösteren öteki siyasal gelişme, orta sınıf eksenli reformist akımların emekçilerin sola açık kesimleri içinde güç kazanması, parlamentarist hayalleri körüklemesi, böylece devrimci alternatifi geri plana itmesidir. Kapitalist ekonomik krizin işçi sınıfından öteye toplumun heterojen ara katmanlarında yarattığı yıkım gerçekte yeni değildir. Yeni olan, dünya ölçüsünde işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin hareketlenmesi, bu hareketlenmenin yıkıma uğrayan ara katmanları da kapsıyor olmasıdır.

- Orta sınıf ufkuna dayalı bu akımların emperyalist sistem ve kurulu kapitalist düzenle esasa ilişkin bir sorunu yoktur. Kurulu düzenin temellerini benimsemekte, fakat bugünkü biçiminin reformdan geçirilmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Sosyo-ekonomik planda ‘70’li yılların sosyal kazanımlarına dönüş ile siyasal planda güçlendirilmiş burjuva demokrasisi (kendi ifadeleriyle “radikal demokrasi”), bu türden akımların programatik ufkunu oluşturmaktadır. Bu konumlarıyla onlar gerçekte, çoktan iflas etmiş durumdaki geleneksel sosyal demokrasiden boşalan yeri doldurmak gayreti içindedirler. Yunanistan’da Syriza örneği bunu tartışmasız biçimde göstermiştir.

- Devrimci partilerin bu türden reformist akımlarla araya açık ve kesin sınırlar çizmesi, onların kitlelerde yarattığı aldatıcı hayallerle sistemli biçimde mücadele etmesi özel bir önem taşımaktadır. Bu, devrimci süreci başarıyla ilerletmenin olduğu kadar, bu akımların kitlelerde kaçınılmaz olarak yaratacakları hayal kırıklığını göğüsleyebilmenin de zorunlu koşuludur.

- Kapitalist dünya ekonomisindeki yapısal krizin ve buna bağlı olarak emek-sermaye ilişkilerinde artan gerilimlerin temel önemde bir başka önemli siyasal sonucu, mevcut siyasal sistemin gözden düşmesi ve polis devletine sistemli geçiştir. Kendi işçi sınıfına ve emekçilerine onları yatıştırabilecek yeterli tavizler vermek olanağını yitiren burjuvazi, bu gerçeğin zorunlu tamamlayıcısı olarak polis devletine geçişi, güncel ihtiyaçların yanı sıra geleceğin devrimci kriz dönemlerine bir hazırlık olarak da ele almaktadır.

- Sistemin yapısal krizinin temel önemde bir başka unsuru, emperyalistler arası ilişkiler alanıdır. Emperyalist dünyanın iç ilişkilerinde kızışan rekabet, yoğunlaşan nüfuz mücadeleleri, artan silahlanma yarışı ve tırmanan militarizm, nihayet tüm bunları tamamlayan ve en yıkıcı biçimde somutlayan saldırganlık ve savaşlar dizisi, günümüz dünyasının ön plandaki gündelik görünümlerini oluşturmaktadır.

- Sistemin yapısal krizinin temel unsurlarından biri olan hegemonya bunalımı yeni gelişmelerle gitgide ağırlaşmaktadır. Sistemdeki hegemonya bunalımının en özgün yanı, ABD emperyalizminin hegemon konumunu artık eskisi gibi sürdüremez duruma düşmesi, fakat emperyalist dünyada hegemonyayı ondan koparıp almaya talip bir emperyalist gücün ise halen olmamasıdır. Bu özgün tarihi durumun ikili sonuçlarından ilki, her şeye rağmen en güçlü emperyalist devlet olan ABD emperyalizminin belirgin üstünlüklerine dayanarak ve hegemonyasını restore etmek üzere saldırgan bir politika izlemesidir. Öteki sonuç, buna direnen ve büyüyen güçlerine bağlı olarak kendilerine alan açılmasını isteyen emperyalist devletlerin bunu çok kutuplu dünya istemi olarak somutlamaları, buna uygun yeni ilişkiler ve ittifaklar geliştirmeleridir.

***

Uluslararası durum ve gelişmeler konusunda üç yıl öncesine ait tüm bu tespitler halen yalnızca geçerliliklerini değil, güncel önemlerini de korumaktadırlar. Tümü bir arada, günümüz dünyasındaki olayların kavranmasında temel önemde hareket noktalarıdır.

TKİP VI. Kongresi yeni gelişmeler ışığında bunlara aşağıdaki hususları eklemektedir:

- Hegemonik konumu geriye dönülmez biçimde sarsılmış bulunan ABD emperyalizmi, buna rağmen halen de sahip olduğu çok yönlü üstünlükleri kullanarak uluslararası ilişkileri sürekli biçimde germektedir. Silahlanma yarışını kışkırtmakta, çeşitli ülkelere ambargolar uygulamakta ve bunu tüm dünyaya dayatmakta, imzaladığı uluslararası antlaşmaları tek taraflı olarak iptal etmekte, yeni saldırılara ve işgallere girişmekte, askeri darbe de dahil çeşitli yöntemlere başvurarak iktidarlar değiştirmeye ve böylece ilgili ülkelere fiilen el koymaya yönelmektedir.

- Bu saldırganlığın da bir sonucu olarak emperyalist dünyadaki politik ve askeri gerilimler giderek sertleşmektedir. Silahlanma yarışı, saldırganlık, bölgesel müdahaleler ve savaşlar, bunun yıllardır süregelen göstergeleriydi. Küresel ekonomik krizin de ağır etkisi altında, bu çatışma iktisadi, mali ve ticari alanlarda da kızışmaktadır. Ambargo uygulamalarıyla da birleşen ve kapsamı genişleyen ticaret savaşları bunun güncel örneğidir.

- 1990’lı yılların başında emperyalist küreselleşme söylemi ve küresel bir emperyalist imparatorluk kurmak hesapları içinde, sermaye ve meta akışı önündeki her türden engelin kaldırılması gerektiğinin şampiyonluğunu yapan ABD emperyalizmi, şimdi bizzat kendisi ulusal gümrük duvarlarını gitgide yükselterek, dünya ölçüsünde sert bir ticaret savaşı başlatmış bulunmaktadır. 2008’deki ABD merkezli küresel ekonomik-mali kriz, batan banka ve şirketlerin zararlarının kamulaştırılması yoluyla, “özelleştirme” ideolojisine ağır bir darbe olmuştu. Günümüzün yine ABD merkezli sert ticaret savaşları ise “serbest ticaret” efsanesine aynı darbeyi indirmektedir. Tüm bunlar sürmekte olan küresel ekonomik krizin, bunun gitgide ağırlaştırdığı emperyalistler arası çelişki ve çatışmaların dışa vurumudur. Ve bu gelişmeler, küresel ekonomik krize karşı ortaklaştırılmış küresel politikalar izlemek olanağını ortadan kaldırarak, böylece onu daha da ağırlaştıracak bir zemin oluşturmaktadır.

 - Sistemin çok yönlü krizi emperyalist kurumlara da yansımaktadır. Bir zamanların pembe hayali AB halen bir bunalım içindedir. Alman emperyalizminin belirgin hegemonyası, birlik bünyesinde önemli hoşnutsuzlukları ve merkezkaç eğilimleri beslemektedir. İngiltere örneğinde olduğu gibi çözülme eğilimleri güç kazanmaktadır. Bu arada İtalya, Avusturya, Macaristan ve Polonya örneklerinde görülen faşizan hükümetler gerçeği, AB’nin sözde demokratik değerleri üzerine efsaneyi de yıkmaktadır. Söz konusu olanın emperyalist tekellerin yağmacı ve baskıcı Avrupası olduğu gerçeği giderek daha açık hale gelmektedir. NATO bünyesindeki sorunlar Trump yönetimiyle birlikte daha da ağırlaşmakta, buna Avrupa Ordusu üzerine yeni tartışmalar ve pratik yönelimler eşlik etmektedir. Emperyalist dünyadaki iç çatışma ve gruplaşmalar BM’ye yansımakta, bunun yarattığı kilitlenmeler onu giderek işlevsizleştirmektedir. BM’nin hemen neredeyse devre dışı bırakıldığı Suriye krizi bunun güncel örneğidir. Ve nihayet ticaret savaşları, kapitalist dünya ekonomisinin en temel kurumlarından olan Dünya Ticaret Örgütü’nde de kriz anlamına gelmektedir.

- Aynı gelişmelerin öte yüzünde, emperyalist sistem bünyesinde yeni gruplaşma ve kurumlaşma eğilimlerinin güç kazanması var. Trump yönetiminin izlediği politika bir yandan Çin-Rusya ilişkilerini pekiştirirken, öte yandan AB’nin hâkim çevrelerinde ABD ile ilişkilerde mesafeli yaklaşımlara yol açmaktadır. Ticaret savaşları, İran Ambargosu vb. konulardaki tutum ve politikalar, Avrupa Ordusu’na yönelik yeni arayışlar, AB bağlamında bunun örnekleridir. Tüm bunlar bir arada silahlanma yarışını ve militarizmi iyiden iyiye azdırmaktadır. Hemen tüm başa güreşen ülkelerin savaş bütçelerinde göze batan artışlar yaşanmaktadır. ABD ile Rusya arasındaki nükleer antlaşmasının sona erdirilmesi, genel olarak silahlanmaya ve özel olarak nükleer silahlanma yarışına yeni bir hız kazandıracaktır.

- Dünyada faşizan ya da dosdoğru faşist hükümetler ve özellikle gelişmiş Batı ülkelerinde ırkçılık ve yabancı düşmanlığı eksenli faşist akımlar, yeni bir olgu değildir. Fakat ilki yaygınlaşmakta ve ikincisi günden güne güç kazanmaktadır. Bu olgular bir yandan sistemin ağır yapısal krizinin, öte yandan bizzat bu krizin hoşnutsuzluğa ve arayışa ittiği kitlelerin devrimci bir alternatifle buluşamamasının ürünüdür. Dünya ölçüsünde faşist liderleri ve hükümetleri kendisi de aynı mayadan olan Trump yönetimi bizzat teşvik etmekte, güç ve cesaret vermekte, doğrudan ya da dolaylı müdahalelerle önlerini açmaktadır. Brezilya’da parlamento darbesi ile sergilenen, Venezuela’da daha kaba ve arsız biçimlerle şu sıra denenmekte olan girişimler bunun örnekleridir.

- Öte yandan sürmekte olan krizin kendisi, bunun emekçiler payına sonu gelmeyen ağır faturası, faşizan hükümetler ile emekçi kitleleri kaçınılmaz bir biçimde karşı karşıya getirmektedir. Macaristan ve Sırbistan’dan iki yüz milyon işçinin genel greve gidebildiği Hindistan’a, birçok ülkede halen görmekte olduğumuz budur. İtalya ve Polonya’dan Türkiye ve Brezilya’ya çok geçmeden göreceğimiz de bu olacaktır. Avrupa’nın hemen tüm ülkelerindeki ırkçılık ve yabancı düşmanlığı eksenli faşist akımların gelişimi ise, bu ülkelerdeki sosyal mücadelenin seyrine ve sol akımların bunda oynayabileceği role sıkı sıkıya bağlı olacaktır.

- Latin Amerika’da 2000’lerin ilk on yılında bir dizi ülkede burjuva sol hükümetlerin peş peşe kurulmasıyla sonuçlanan ve bu arada solda büyük kafa karışıklıklarına neden olan “sol dalga”, gelinen yerde geride kalmış durumdadır. Dalgayı başlatan ve belli bakımlardan ötekilerden farklı bir deneyim örneği sunmak iddiasında olan Venezuela ise halen ağır bir toplumsal kriz içindedir. İç komplolar ve emperyalist dış müdahale tehditleriyle yüz yüzedir.

- Latin Amerika’da burjuva sol eğilimli hükümetler serisi, kendilerini önceleyen ve Latin Amerika halklarına çok büyük acılara mal olan birkaç on yıllık birikimin ürünü olmuşlardı. Dalgayı yaratan ve parlamenter başarılara ulaştıran, kitlelerin tabandan gelen, zaman zaman isyanlara varan mücadeleleri idi. Fakat bu birikim burjuva sol akımların denetimini aşamadı. Böylece kurulu düzenin parlamenter kanalları içinde zaman içinde tüketilip felce uğratıldı. Latin Amerika tarihinin son on beş yılına damgasını vuran bu deneyim, geride kitleler payına büyük hayal kırıklığı ve moral çöküntüden öte bir şey bırakmadı. Tüm modern tarihin tanıklık ettiği parlamentarizmin kör çıkmazları, böylece bu kez de Latin Amerika halklarının umutları üzerinden sınanmış oldu. Bu halklar şimdi yeniden acımasız iktisadi ve sosyal yıkımlar, bunun uygulayıcısı gerici-faşist iktidarlarla karşı karşıyadırlar.

- 2007 yılında toplanan TKİP II. Kongresi, belli bakımlardan farklı bir örnek oluşturan Venezuela deneyiminin anlamı, sınırları ve akıbeti konusunda şu değerlendirmeyi yapmıştı:

“Olayların zorlaması Hugo Chavez’i zaman zaman ileriye itse de, onun halihazırda ne sınıflar ve mülkiyet düzenine, ne de burjuva devlet aygıtına dokunması söz konusudur. Bugünkü konumuyla o, kitlelerin yaşam koşullarını bir parça olsun iyileştirmeyi kuralsız emperyalist egemenlik ve yağmayı sınırlandırmakla birleştiren bir ilerici burjuva akımın temsilcidir. Dayandığı hareketin homojen olmadığı, düzen güçleriyle düzen karşıtlarını birarada içerdiği ve belli bir başarıyla izlediği esnek politikayla bu heterojen güçleri halen dengelediği de bilinmektedir.

“Fakat bu kararsız konum ve dengenin uzun dönemli olarak böyle sürmesi mümkün değildir. Venezuela’da temel çatışma er geç gündeme gelecektir. Sonuçta ya emekçi kitle hareketinin kabaran dalgası bugünkü çizgiyi aşarak mülkiyet ve sınıflar düzenini hedef alacak, devlet aygıtını parçalamaya yönelecek ve olaylar gerçek bir toplumsal devrime evrilecektir; ya da Amerikan emperyalizminin ve kıta gericiliğinin çok yönlü desteğine sahip burjuva karşı-devrimi aralıksız bir biçimde kovaladığı başarıyı sonunda nihayet elde edecek, böylece Chavez’in sınırlı reformlarını silip süpürecektir. Bugünkü ara ve iğreti konumda uzun dönemli olarak durulamayacağını önemle gözönünde bulundurmak, Venezuela’da olup bitenleri anlamaya ve anlamlandırmaya çalışan her gerçek devrimci kişi, örgüt ve partinin görevi olmalıdır.” (TKİP II. Kongresi Bildirgesi, Kasım 2007)

- On bir yıl öncesine ait bu değerlendirme, bugünkü gelişmeler ışığında her zamankinden daha anlamlı, önemli ve uyarıcıdır. Venezuela deneyimi bir çıkmaza saplanmıştır ve ülke halen ağır bir toplumsal bunalımın pençesindedir. ABD önderliğindeki emperyalist akbabalar kampı ile onun hizmetindeki kıta gericiliği Bolivarcı iktidarı yıkmak için nihayet genel bir saldırıya giriştiler. ABD emperyalizmi Venezuela’nın muazzam petrol yataklarına ve öteki zenginliklerine yeniden el koymak için sabırsızlanmaktadır. Daha dün komşu Brezilya’da parlamento darbesi ile yapılanlar, şimdi Venezuela’da boğucu bir ambargo eşliğinde, askeri darbe kışkırtıcılığı ve bu sonuç vermezse eğer, doğrudan askeri müdahale yoluyla yapılmak istenmektedir. Emperyalizmin bu haydutça saldırısının karşısında durmak, halen dünyanın tüm ilerici ve devrimci güçlerinin güncel görevlerinden biridir. Öte yandan bu güncel göreve, düzenin temellerine yönelmeyen aldatıcı sol siyasal akımların, onların temsil ettiği sözde çözüm projelerinin sınırlarını ve kaçınılmaz akıbetlerini açıklıkla ortaya koymak çabası da eşlik etmelidir.

- Dolaysız olarak kapitalizmin ürünü olan ve gelinen yerde gezegenimizi tehdit eder boyutlara ulaşan ekolojik kriz, sistemin küresel krizinin bir başka temel alanıdır. Kapitalizm insan soyu ile birlikte tüm canlı yaşamı, gezegenimizin tüm ekolojik dengesini tehdit etmektedir. Bu yıkıcı tehdit günden güne büyümektedir. Buna ilişkin veriler bizzat burjuva dünyasının kendi içinden döne döne büyüyen kaygılar eşliğinde dile getirilmektedir. Fakat bunun emperyalist karar mercileri üzerinde göz boyama amaçlı göstermelik girişimlerin ötesinde herhangi bir etkisi olmamaktadır. Zira kapitalist sistemin mantığı ve işleyişi, doğa ve insan soyu için bu büyük tehlikeyi bizzat üretmekle kalmamakta, büyüyen tüm belirtilere rağmen onu görmezlikten gelmeyi de gerektirmektedir.

- Aşırı kâr hırsı, piyasa anarşisi ve bunlara eşlik eden kıran kırana rekabet koşullarında, büyük kapitalist şirketlerin “ekolojik denge” yakınmalarına dönüp bakma “lüks”ü yoktur. Tüm tarihi boyunca kapitalizmin mantığı “benden sonra tufan!” olmuştur. Halen de öyledir. Nasıl ki insani, sosyal ve kültürel yıkım kapitalizmin umurunda değilse, çevresel yıkım da umurunda değildir, olmayacaktır. O sınırsız kâr hırsına ve dizginsiz bir kör piyasaya dayalı olarak işlemektedir. Bu işleyiş onun neden olduğu her türden yıkıcılığın temeli, temel mekanizmasıdır. Bu temel ortadan kaldırılmadan, bu mekanizma parçalanmadan, özel mülkiyete, kapitalist kâra ve kör piyasa anarşisine dayalı toplumsal düzen tasfiye edilmeden bu sorunlar çözülemez. Emekçilerden de öteye bütün bir insanlık ve gezegenimiz için ürkütücü boyutlarda yıkıcı sonuçlar üreten bu gidişatın önüne geçilemez.

- Kapitalizmin kendi öz doğasının ürünü ekolojik kriz karşısında özellikle de eğitimli orta sınıflarda gitgide büyüyen bir duyarlılık göze çarpmaktadır. Bu tepki kendi sınırları içinde olumludur. İnsanlığın ve gezegenimizin geleceğine ilişkin ilerici bir duyarlılığın göstergesidir. Bu çerçevede toplumsal muhalefetin bir unsuru, sisteme karşı mücadelenin güçlendirici bir olanağı olarak görülmelidir. Fakat öte yandan, sınıfsal konumun getirdiği kaçınılmaz sınırlamalar nedeniyle, sorunun temellerine inme yeteneğinden yoksunluğuna, dolayısıyla çevre sorununu genel toplumsal sorundan koparma tutumuna karşı da mücadele edilmelidir. Bu mücadele orta sınıf eksenli reformist-parlamentarist akımlara karşı mücadelenin bir parçası, daha özel bir alanıdır.

- Bütünsel bir kriz içindeki küresel kapitalist sistemin dolaysız mağdurlarından biri de dünya ölçüsünde kadınlardır. Kriz kadın sorunu ile kapitalist düzen arasındaki dolaysız bağı açığa çıkarmakta, daha görünür hale getirmektedir. Bizzat resmi kurumların sağladığı veriler, iktisadi ve kültürel gelişmişlik düzeyi ve burjuva demokrasisi bakımından en ileri sayılan kapitalist ülkelerde bile kadın sorununun çok yönlü olarak ağırlaştığını ortaya koymaktadır. Bunun bir yanında sömürü koşullarının ağırlaşmasının kadınlar için iktisadi ve sosyal sonuçları, öte yanında burjuva gericiliğinin şiddetlenmesinin politik ve kültürel sonuçları var.

- Dikkate değer olgu kadınların buna karşı belirgin bir direniş gösteriyor olmalarıdır. Dünya ölçüsünde kadın hareketi cinsel ezilmişlikle birlikte giderek sosyal ezilmişliği de hedef alarak yayılıyor. ABD’den Brezilya’ya, Türkiye’den Polonya’ya, gerici ve faşist hükümetlerin dizginlemekte zorlandıkları önemli mücadele dinamiklerinden biri olarak ortaya çıkıyor. Doğası gereği bu hareket sınıfsal açıdan heterojen bir niteliğe sahiptir. Fakat bütününde derin bir demokratik öz taşımakta, birçok yerde ve durumda cinsel ezilmişliğe karşıtlık sosyal ezilmişliğe karşıtlık ile iç içe geçmekte, böylece tepkinin sisteme yönelen devrimci bir sınıfsal içerik kazanması kolaylaşmaktadır.

- Emekçilerin artan katılımı kadın eylemlerinde anti-kapitalist söylemleri çoğaltsa da hareket halen büyük ölçüde orta sınıf damgası taşımaktadır. Bu gerçeğin bilincinde olmak, bunun harekete getirdiği sınırlılıkları görmek, fakat bundan hareketle hiçbir biçimde küresel çaptaki kadın hareketi dinamiğini küçümseme hatasına düşmemek gerekir. Emekçi kadın katılımının artmasıyla birlikte, kadın hareketinin toplumsal mücadeleler içinde tuttuğu yer daha da önem kazanacaktır. Hareketin sağlıklı iç ayrışmaların ardından devrimci bir rotaya oturması, devrimci bir sınıf hareketinin gelişimiyle sıkı sıkıya bağlantılıdır.

Ya barbarlık içinde çöküş ya da sosyalizm!

Kapitalist-emperyalist barbarlığın hükümranlığı altında büyük sorunlar, emekçi kitleler ve mazlum halklar için çok yönlü acılar ve yıkımlar, günümüz dünyasının giderek ağırlaşan gerçekleridir. Dizginsiz sömürü ve sosyal yıkım, büyüyen işsizlik ve artan yoksulluk, militarizm ve saldırganlık, emperyalist savaşlar ve işgaller, yaygınlaşan polis devleti uygulamaları, hemen her ülkede dozu artan baskı ve terör, ırkçılık ve şovenizm vb.- tüm bunlar günümüz kapitalizminin dünya ölçüsünde değişmez görünümleridir.

Öte yandan işçi sınıfının, emekçilerin ve ezilen halkların mücadeleleri yayılarak sürmektedir. Sorun bu mücadelelerin devrimci bir kanala akabilmesi, devrimci bir programa ve önderliğe kavuşabilmesidir. Zayıflık halen bu alandadır. Emekçilerin ve halkların gelişen mücadelesinin karşı karşıya bulunduğu en önemli sorun, hareketin geleceği bakımından aşılması hayati önemde olan temel zaafiyet noktası budur.

100. yılını kutlamakta olduğumuz Alman Devrimi’nin temel zaafı da buydu. Kurulu düzene karşı ayaklanmış, silahlanmış, işçi ve asker konseyleri biçiminde kendi özyönetim organlarını kurmuş işçilerin ve emperyalist kırım savaşı vesilesiyle asker üniforması giymiş emekçilerin en temel ihtiyacı, devrimci bir önderlikti. Oysa Alman proletaryası zaman içinde yeterli hazırlığa ve güce ulaşmış devrimci bir önderlikten yoksundu. Daha da kötüsü, işçi sınıfının sol partisi olmak tarihsel iddiası taşıyan, oysa devrimi boğmak için burjuva karşı devrimi ile el ele vermiş bulunan reformist partinin ihanetiyle yüz yüzeydi. Bu koşullarda yenilgi kaçınılmazdı, öyle de olmuştu.

20. yüzyıla damgasını vurmuş tüm devrimlerle birlikte Alman Devrimi’nin dersleri de bu açıdan paha biçilmez önemdedir. En büyük ders, devrim dönemi gelip çatmadan önce devrimin önderliğini zorlu ön mücadeleler içinde ve işçi sınıfı eksenli olarak sabırla ve inatla inşa etmektir. Bugün dünyanın tüm gerçek işçi sınıfı devrimcilerini bekleyen temel önemde görev budur.

Milyonlarca insanın ölümü ve Avrupa’nın baştan başa yıkımıyla sonuçlanan birinci emperyalist savaş sonrasında ve Alman Devrimi’nin ateşi içinde Rosa Luxemburg, kapitalist sistemin insanlık için oluşturduğu tehdidi şu sözlerle tarihe kazımıştı: “Ya barbarlık içinde çöküş ya da sosyalizm!”  Bu şiarın derin tarihsel anlamı, bizzat Alman Devrimi’nin ezilmesi sürecinde dolaysız olarak önü açılan Alman faşizminin barbarlığı ve on milyonlarca insanın yaşamına mal olan ikinci emperyalist dünya savaşıyla kanıtlandı. Aynı şiar, kapitalist barbarlığın insanlık için yüz yıl öncesiyle kıyaslanamaz ölçüde yıkıcı bir tehdite dönüştüğü bugün, her zamankinden daha derin bir anlama sahiptir.

Küresel çaptaki ekonomik krizlerin emperyalist dünyadaki hegemonya krizi ile birleştiği durumlara kapitalizmin tarihinde iki önemli ve kapsamlı örnek var. Bunlardan ilki, militarizmin tırmanmasına, birinci dünya savaşına ve Ekim Devrimi ile başlayan fırtınalı sürece, ikincisi sert sınıf mücadelelerine, faşizme, ikinci bir dünya savaşına ve yeni bir devrimler dalgasına yol açtı.

Kapitalizm bunalımlarla birlikte savaşlar ve devrimler üretiyor, geride kalan tarihi dönemin açıklıkla kanıtladığı katı gerçek budur. Şimdi yine günden güne şiddetlenen bir bunalımlar ve kendini bugünden bölgesel çapta gösteren savaşlar dönemi içindeyiz. Biriken muazzam sorunlar ve keskinleşen sınıf çelişkileri devrimler için de toprağı gitgide daha çok mayalıyor. Bu durumda, burjuva gericiliğinin devrimin olanaklarını boğmaya yönelik karşı-devrimci hamlelerini boşa çıkarmak ve insanlığı yeni bir büyük emperyalist savaşın telafisi zor yıkımından korumak, işçi sınıfı ve ezilen halkların, gelmekte olan yeni devrimler döneminin olanaklarını ne ölçüde değerlendirebileceğine sıkı sıkıya bağlı olacaktır.

II

Ortadoğu: Kriz coğrafyası

- Ortadoğu emperyalistler arası nüfuz mücadelelerinin, saldırganlık ve savaşların ana sahnesi olmayı sürdürüyor. Suriye, Irak, Libya, Yemen ve Filistin halkları yıllardır savaşın yıkım ve acılarını yaşıyorlar. Emperyalist ve gerici çıkarlara dayalı bu savaş ve çatışmalarda ulusal, dinsel, kültürel farklılıklar en ölçüsüz bir biçimde kullanıldığı için, halklar arası ilişkiler de büyük tahribatlara uğramış durumda.

- Ortadoğu’da halkların yaşamını altüst eden, milyonlarca insanın ölümüne mal olan savaşın baş sorumluları, ABD önderliğindeki batılı emperyalistler ile onların bölgedeki gerici işbirlikçileridir. Bu çok yönlü müdahale ve savaşların temel amacı, emperyalizmin bölgedeki egemenliğini ve siyonist İsrail’in konumunu güçlendirip pekiştirmektir.

- ABD emperyalizmi Ortadoğu’da çıkarlarına uygun bir yeni düzen kurma girişimine 2003 yılındaki Irak işgaliyle başlamıştı. Daha ilk birkaç yılın ardından bu düzeni kurmak gücünden yoksun olduğu ortaya çıktı. Yine de öteki batılı emperyalistlerden de güç ve destek alarak Ortadoğu’yu bir ölüm ve yıkım sahasına dönüştürmeyi başardı. En farklı türden bahaneleri kullanarak bu yıkıcı emperyalist icraatını halen de hummalı biçimde sürdürmektedir.

- Siyonist İsrail, Filistin halkına çektirdiği acıların ötesinde, tüm bölge halkları için bir tehdit ve saldırganlık kaynağıdır. Suriye’nin ve Irak’ın etnik ve mezhepsel temelde parçalara bölünmesi kırk yıllık siyonist planlardı. Nihayet başarıldığının sanıldığı bir dönemin ardından bugün bu planların önemli ölçüde boşa çıkmış olması, siyonistleri gitgide yoğunlaşan saldırı ve provokasyonlara yöneltmekte, bu ise bölgesel düzeyde bir savaş tehdidini gündemde tutmaktadır.

- Dünya ölçüsünde emperyalistler arası çatışmanın giderek şiddetlenmesi, saldırganlık ve savaşların artması beklenen bir gelişme olduğuna göre, bunun ana sahnelerinden biri yine Ortadoğu olacaktır. Bu da bölge halklarını yeni acıların ve yıkımların beklediği anlamına gelmektedir. Siyonist rejimin de özel çabalarıyla ABD emperyalizminin hedefinde şimdilerde yine İran var. Buna ilişkin saldırganlığın varabileceği boyutlar bölge halklarının direnci kadar, emperyalist dünyadaki iç dengeler ile bölgedeki işbirlikçilerin tutumuna bağlı olacaktır.

- Bölge halkları emperyalizmin saldırılarına geçmişte ve bugün olduğu gibi gelecekte de direneceklerdir. Bugüne kadar ABD emperyalizmi ve müttefiklerinin planlarını hayata geçirmelerini zora sokan, halkların büyük bedellere mal olan direnişi olmuştur. Fakat bu direniş halen kalıcı sonuçlar yaratacak devrimci bir program, strateji ve önderlikten yoksundur.

- Ortadoğu’da farklı dinlerden ve mezheplerden halkları birleştirebilmek için devrimci-demokratik ve laik bir program olmazsa olmaz koşuldur. Farklı milliyetlerden halkları birleştirebilmek ise ancak onların temel ulusal demokratik haklarının tanınması ile olanaklıdır. Dinci akımlar ilkinden, burjuva milliyetçi akımlar ise ikincisinden, kategorik olarak yoksundurlar. Bugünkü durum üzerinden bakıldığında, genellikle her iki akım her ikisinden de yoksundur.

- Dinci-gerici akımlar, direnişin temsilcisi ve taşıyıcısı olmak bir yana, emperyalizmin bölgeye müdahalesinin önce dayanakları, ardından bahaneleri oldular. Ortadoğu’ya özgü burjuva milliyetçi akımlar ise benzer olumsuz sınamadan dinci akımlardan da önce geçmişlerdi. İktidar oldukları ülkelerde yozlaşmış burjuva diktatörlüklere dönüştüler. Emekçileri sistemli biçimde ezdiler, temel hak ve özgürlükleri tanımadılar, öteki hakları ve kültürleri yok saydılar, toplumsal yaşamı her bakımdan çürüttüler. Sonuçta emperyalizmin bölgeye müdahalesinin farklı türden bahaneleri haline geldiler.

- Ortadoğu’da bir dönem Baas türü burjuva milliyetçi akımların tuttuğu yeri şimdilerde İran eksenli ve daha çok Şii kimlikli akımlar doldurmaktadır. Kendisini “direniş ekseni” olarak da tanımlayan bu akımlar, halen bölge halklarının emperyalizme ve siyonizme karşı gösterdiği direncin bir yönünü temsil etmektedirler. Bölge düzeyinde devrimci alternatifin belirgin zayıflığı koşullarında, bölge solunun bir kesimi de bu “eksen”e sempatiyle yaklaşabilmektedir.

- Kendi içinde de farklı konum ve çıkarların temsilcisi olan bu heterojen güçler topluluğunun emperyalist planlara ve siyonist İsrail’e karşı gösterdikleri direncin bugünkü koşullarda belli bir anlamı kuşkusuz vardır. Nitekim bölgenin devrimci partileri taktik politikalarında bu olguyu gözetmektedirler. Kaldı ki mperyalizmin ve bölge gericiliğinin müdahaleleri karşısında şu veya bu ulusal, etnik, dinsel, mezhepsel ya da kültürel topluluğun, mülk sahibi sınıflar önderliğinde olsa bile, kendini savunma ve direnme hakkı meşrudur.

- Fakat bu tutum söz konusu akımların gerçek sınıf konumları, dolayısıyla gösterdikleri direncin anlamı ve sınırları konusunda herhangi bir hayale yol açmamalıdır. Çıplak bir gerici burjuva diktatörlük olan ve bölgesel düzeyde kendi hesapları bulunan İran bir yana. “Eksen”in hemen tüm bileşenleri de sınıfsal açıdan burjuva-feodal ve ideolojik açıdan mezhepsel kimlikle sınırlanmış düzen içi akımlarıdır. Bu konum ve kimlikleriyle, halkların devrimci birliğini sağlamak olanak ve yeteneğinden yapısal olarak yoksundurlar.

- TKİP VI. Kongresi, partimizin konuya ilişkin tüm değerlendirmelerinde yeri geldikçe vurgulanan şu temel düşüncenin altını yeniden çizmektedir:

Ortadoğu, hemen tüm ülkeleriyle, bir farklı halklar, kültürler, dinler ve mezhepler mozaiğidir. Bu toplumsal-kültürel olgu, milliyetçi, dinci ya da mezhepçi akımların kategorik olarak bölge halklarının ortak çıkarları için olumlu bir alternatif olamayacağını gösterir.

Farklı köken ve kültürlerden halkları emperyalizme ve yerel egemen sınıflara karşı ortak çıkarlar ekseninde birleştirebilmek için, anti-emperyalist, devrimci-demokratik ve laik bir program ve stratejik çizgi, zorunlu asgari koşuldur. Bölge halklarının, özellikle de halen gerici iç boğazlaşmalarla kan kaybeden ülkelerin en büyük talihsizliği, böyle bir programa sağlam ve istikrarlı bir temel oluşturacak modern sınıfsal yapıdan yoksun olmalarıdır. Bu nesnel olgu devrim mücadelesinin ihtiyaçlarına bölgesel düzeyde bakmayı özellikle gerektirmekte, bölgede modern sınıf ilişkileri bakımından nispeten daha ileri, dolayısıyla daha gelişkin bir işçi sınıfına sahip ülkelerin (özellikle Türkiye, Mısır ve İran) devrimcilerine çok daha özel bir sorumluluk yüklemektedir.

- Siyasal-kültürel acıların yanı sıra sosyal sefaletin de halkları kasıp kavurduğu Ortadoğu’da, özgürlük, bağımsızlık ve sosyal kurtuluş, ancak devrimci bir mecrada, sosyalizmi hedefleyen devrimci programlar temelinde ve akımlar önderliğinde olanaklıdır. Ortadoğu halklarının bölgesel düzeyde büyük bir uluslar ailesi olarak gelecekteki büyük devrimci birliği ve kaynaşması ancak bu takdirde sağlanabilir. Dolayısıyla bölgenin bütününde devrimci akımların yeniden önplana çıkması, emperyalizme etkili ve sonuç alıcı darbeler vurulabilmenin yanı sıra, mücadeleyi devrimci toplumsal hedeflere bağlayabilmenin ve dünya devrimci süreciyle başarıyla bütünleştirebilmenin de zorunlu koşuludur.

III

Ortadoğu, Türkiye ve Kürt sorunu

- Suriye’den Libya’ya Ortadoğu’da akan kanın, yaşanan yıkımın ve çekilen acıların dolaysız sorumlularından biri de Türk sermaye devletidir. Türkiye’nin dinci-faşist iktidarı Ortadoğu halklarına karşı suç işlemeyi halen de sürdürmektedir. Bunu hem emperyalizm ve siyonizm ile açık-gizli suç ortaklığı yoluyla, hem de kendi gerici-yayılmacı hesapları uğruna yapmaktadır. İncirlik ve Kürecik başta olmak üzere Türkiye toprakları saldırı ve savaş üssü olarak emperyalizmin ve dolayısıyla siyonizmin hizmetindedir. Türk sermaye devletinin kendisi ise halen Suriye’de ve Irak’ta işgalci güç konumundadır. Ayrıca Suriye iç savaşından arta kalan ve Türkiye sınırlarına süpürülen her türden dinci-cihatçı örgütün de açıktan koruyucusudur.

- Türk burjuvazisi ve devletinin emperyalizmin hizmetinde bölge halklarına karşı işlediği tüm bu suçların karşısına dikilmek, bölge halklarıyla tam bir dayanışma içinde olmak, bölgenin tüm ilerici-devrimci güçleriyle yakın ilişkiler kurmak ve enternasyonal dayanışma içinde hareket etmek, geçmişte olduğu gibi bugün de temel önemde bir devrimci görevdir.

- Türk sermaye devletinin Ortadoğu halklarına karşı izlediği suç çizgisinin son birkaç yıldır özellikle yoğunlaştığı hedef, mazlum Kürt halkının kazanımlarıdır. Öylesine ki, emperyalizmin ve siyonizmin taşeronu olarak gündeme getirilen ve Suriye’yi yıkıma uğratan politika iflas ettiğinden beri, Ortadoğu’ya ilişkin Türk dış politikasının ekseninde artık esas olarak Kürt sorunu, Kürtlerin bölgesel düzeydeki kazanımlarının bloke edilmesi, olanaklıysa tasfiyesi vardır. ABD ve Rusya’yı bir arada idare etmeye, Ortadoğu’da karşı karşıya duran bu iki büyük emperyalist güç arasındaki çekişmenin yarattığı manevra olanaklarından yararlanmaya dayalı politikanın ekseninde de bu aynı hedef ve hesap vardır. Fakat bu politika, son birkaç yılın gelişmelerinin de açıkça gösterdiği gibi, komşu ülkelerin belirli bölgelerini işgal etmek ve olanaklıysa elde tutmak biçimindeki sinsi hedef ve hesapların bahanesi olarak da kullanılmaktadır. Dinci cihatçı çetelere kol kanat germek aynı zamanda bu hesabın bir parçasıdır.

- Geçen yıl toplanan TKİP 30. Yıl Konferansı, Türkiye’nin Ortadoğu politikası ve gelinen yerde bu politikada Kürt sorununun tuttuğu çok özel yer ile Suriye ve Irak Kürt hareketlerinin izledikleri politikaları ve bu politikaların gelip saplandığı çıkmazları ele almış, durum ve gelişmelere ilişkin partimizin tutumunu açıklıkla ortaya koymuştu. Son bir yılın gelişmeleri, ABD emperyalizmiyle girmiş bulundukları ilişkilerin Suriye Kürtleri için ne büyük tehlikeler barındırdığını özellikle açıklığa kavuşturmuştur.

- TKİP VI. Kongresi, TKİP 30. Yıl Konferansı’nın konuya ilişkin tüm bu değerlendirmelerini onaylamakta ve özellikle iki hususun altını yeniden çizmektedir. Partimiz, mazlum Kürt halkının tümüyle meşru ulusal özgürlük ve eşitlik istemlerini, Kürdistan’ın tüm parçalarında elde ettiği ulusal demokratik kazanımları savunmaya devam edecektir. Bunları gasp etmeye ya da sınırlamaya yönelik tüm gerici girişimlere karşı Kürt halkının yanında yer alacaktır. Öte yandan Kürt partilerinin emperyalizmden ve siyonizmden medet uman, böylece mazlum bir ulusun haklı ve meşru davasını lekeleyen, bu arada bölge halklarının çıkarlarını hiçe sayan politikalarını aynı açıklıkla mahkum etmektedir. Partimiz, emperyalist güçlerin yakın tarihteki sayısız ihanetine rağmen inanılmaz bir dar görüşlülükle sürdürülen bu politikanın bölge halklarının ve yanı sıra bizzat Kürt halkının kendisi için barındırdığı felaketli sonuçlara her vesileyle dikkat çekecektir.

- Partimizin yıllar önceki uyarısı son bir yılın gelişmeleriyle daha bir anlam ve önem kazanmıştır: Kürt halkı kendi gücüne dayandığı ve bölge halklarıyla devrimci kader birliği içinde hareket ettiği ölçüde sürecin toplamından kalıcı kazanımlarla çıkacaktır. Emperyalizmin bölgeyi kendi çıkarlarına göre yeniden şekillendirme çabalarından yarar umduğu ve daha da kötüsü buna alet olduğu ölçüde ise bölge halklarıyla birlikte bunun acısını çekecektir. (TKİP IV. Kongresi, Ekim 2012)

(Devam edecek)