1 Mart 2019
Sayı: KB 2019/09

Yerel seçimler ve devrimci sınıf tutumu
AKP şefi ve yandaşların “yalan rüzgarı”
AKP-saray rejiminin tek umudu Washington!
AKP’nin sosyal patlama korkusu
Futbol rantı, pazarı ve kirli ilişkiler
Mafyalaşmış sendika bürokrasisine karşı lastik işçilerinin birliği!
EYT’ler mücadelesi üzerine...
Fabrikada Kızıl Bayrak deneyimi
Yasadışı devrimci örgütün ustası, devrimci davanın ölümsüz neferi!
TKİP VI. Kongresi toplandı!.. / 2
Kerenski’nin 15 Temmuz’u
Emperyalist metropollerde faşist yükseliş
Emperyalistlerin “insani yardımı”
Kuralsız ve güvencesiz çalışma tüm dünyada
Kadın hareketi ve 8 Mart
8 Mart’ın tarihsel mirası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

TKİP VI. Kongresi toplandı!.. / 2

Sınıfa karşı sınıf!


IV
Türkiye: Düzen siyaseti

a) Dinci-faşist iktidar bloku

- Türkiye halen belirsizliklerle dolu bir geçiş süreci içindedir. Son birkaç yılı belirleyen kararsız denge hali sürmektedir. Olayların nereye varacağını kestirmek bugün için kolay değildir. Bunu belirleyecek olan karmaşık bir dizi iç ve dış etken var. Birbirini besleyen ya da çelen ve çatışan bu etkenlerin sonuçta ortaya ne çıkaracağını zaman gösterecektir. 

- AKP çatısı altında birleşmiş dinsel gericilik, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında faşist MHP ile bir iktidar bloku oluşturdu. Türkiye’yi burjuvazi adına halen bu dinci-faşist güç koalisyonu yönetiyor. Ordusu, bürokrasisi, polisi, yargısı, istihbaratı, eğitim kurumları, diyaneti, medyası ve elbette cumhurbaşkanlığı, hükümeti ve meclisiyle tüm iktidar, Türkiye Cumhuriyeti devleti denilen o devasa aygıt, halen tümüyle bu güç koalisyonunun elinde, yönetiminde ve denetimindedir. 

- Tayyip Erdoğan liderliğindeki dinci koalisyon hakim öğe olsa da, gerçekte söz konusu olan dinci-faşist güçlerin birleşik iktidarıdır. Bu, 12 Eylül askeri faşist darbesinin resmi devlet ideolojisi katına yükselttiği “Türk-İslam sentezi”nin devlet iktidarında vücut bulmuş halidir. Amerikan emperyalizmi ve işbirlikçi büyük burjuvazi tarafından Türkiye’nin ilerici-devrimci hareketini ezmek ve toplumsal muhalefeti boğmak için gerçekleştirilen 12 Eylül askeri faşist darbesiyle önü açılan süreç sonuçta gelip buraya varmıştır.

- Fakat elinde tuttuğu muazzam güce ve hâlâ da sahip olduğu önemli kitle desteğine rağmen, bu güçler koalisyonu ve onun kurmaya çalıştığı yeni rejim, henüz oturmuşluktan ve dolayısıyla istikrardan yoksundur. Hassas ve kırılgan dengelere dayalıdır. Aradan geçen yıllara rağmen hâlâ da esneme yeteneği gösterememesi bunun bir göstergesidir.

- Dinci-faşist iktidar bir dizi temel önemde yapısal zaafla maluldür. Her şeyden önce bir heterojen güçler koalisyonudur ve bu yapı gelişmelere de bağlı olarak çatlamalara müsaittir. Öte yandan bugünkü konuma, açıkça ilan edilmiş amaç ve hedefler üzerinden ve meşru yollardan değil, fakat bin türlü hile, yalan, aldatmaca ve ikiyüzlülükle ulaşılmıştır. Bu ise oturtulmaya çalışılan yeni rejimi, bunun için zorunlu moral güç ve dayanaklardan yoksun bırakmaktadır. Uzun iktidar yılları boyunca yarattığı toplumsal çürüme ve kokuşmanın ayyuka çıkması bunu ayrıca zora sokmaktadır. Önü zamanında tümü tarafından açılmış olsa da bugün sermayenin farklı kesimlerinin ortak çıkar, tercih ve iradesini gereğince yansıtamaması dinci-faşist iktidarın bir başka zaaf alanıdır. 

- Bu zaafiyet alanlarını kendi yönünden devlet krizi tamamlamaktadır. Bu öncelikle bir meşruiyet krizidir. Devlette tüm eski yapı ve dengeler altüst edilmiş, fakat yerine henüz istikrarlı bir yenisi konulamamıştır. Devlet genel kabul gören bir otoriteye değil, neredeyse tümüyle baskıya, yasaklara ve çıplak zora dayanmaktadır. İhtiyaç duyulan her durumda anayasal ve yasal çerçeve bir yana bırakılmakta, keyfiliğe ve kuralsızlığa dayalı bir yönetim tarzı olağanlaşmaktadır. Resmi devlet aygıtları gayrı-resmi paramiliter yapılar, toplumun lümpen tortusu gruplar ve mafya çeteleri ile iç içe geçmiştir. Sistemin kendi işleyişi içinde temel meşruiyet aracı olan seçimler güvenirliğini, parlamento işlevini yitirmiştir. 15 Temmuz darbe girişiminin Fettullahçı çete tarafından önemli ölçüde ele geçirildiğini açığa çıkardığı düzen ordusu, bir zamanların sözde cumhuriyet bekçisi o anlı şanlı kurum, artık tarikatların ve cemaatlerin işgali altındadır. Bu şekliyle dinsel gericiliğin ve tek adam diktasının bekçisidir. İktidarın yasa, ölçü ve kural tanımaz sopası olmaktan öte bir işlevi kalmamış düzen yargısı, itibarsız devlet kurumları içinde denilebilir ki en itibarsız olanıdır. Diyanet kendi yönünden benzer bir çürümüşlüğün bir başka örneğidir.

- Dinci-faşist iktidarının büyük ölçüde kendi hedeflerine yönelik icraatlarıyla yarattığı tüm bu durumların ötesinde, sermaye düzeninin kendisi bugün ağır bir krizin pençesindedir. Ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel boyutlar taşıyan çok yönlü, çok boyutlu bir krizdir bu. Ve dinci-faşist iktidar, çözüm ve çıkış yeteneği bir yana, krizin etkilerini hafifletmekten bile acizdir. Toplumun önemli bir bölümü tarafından durumun sorumlusu olarak görülmekte, bu ise istikrarsız konumunu daha da zora sokmaktadır.

- Batılı emperyalistlerle uyum içinde büyük burjuvazinin tüm kesimleri AKP’nin önünü bizzat açmışlar ve uzun yıllar boyunca onu blok halinde desteklemişlerdi. Ardından AKP kendi özel hedeflerine yönelip sorunlar yarattıkça, burjuvazinin bir kesimi batılı emperyalistlerle uyumlu biçimde onu sınırlayacak başarısız arayışlara girmişti. Şimdi yeni bir durum var. Artık tüm kesimleriyle büyük burjuvazi yeniden blok halinde dinci-faşist iktidarı desteklemektedir. Ekonomik ve sosyal krizin alabildiğine ağırlaştığı günümüz koşullarında bu onlar payına bir tür zorunluluktur. Zira krizin etki ve sonuçlarına karşı işçi sınıfını ve emekçileri dizginlemekte bugün için daha uygun, işlevli ve olanaklı bir alternatiften yoksundurlar. 

- Mevcut iktidar emekçi kitlelerin bir kesimini dinci-şoven ideolojiyle denetim altında tutmakta, mücadeleye açık öteki kesimlerini ise baskı, yasaklar ve kaba zorla dizginlemektedir. Bu, kriz koşullarında sermaye sınıfının bütünü için vazgeçilemez bir imkandır. Nitekim Tayyip Erdoğan da iktidarının bu yönünü gitgide daha çok öne çıkarmakta, büyük burjuvazinin ve emperyalist odakların desteğini buradan hareketle korumaya ve güçlendirmeye çalışmaktadır.

b) Dinci gericilik ve kurulu düzen

- Ağır toplumsal kriz koşullarında dinci-faşist iktidar kaçınılmaz olarak yıpranmaktadır. Meşruiyet sağlamakta önemli bir imkan olarak kullanageldiği seçmen desteği giderek erozyona uğramaktadır. Fakat patlak verecek güçlü bir halk hareketiyle yerinden edilmediği sürece, o bir iktidar gücü olarak kalmak kararlılığındadır. Bunun için iç savaş tehdidi de dahil her türlü gayrı meşru yol ve yöntemi kullanmak niyetinde olduğunu şimdiden göstermiştir. Fakat düzen içi siyasal güç dengelerinde işler başka türlü seyretse bile, en azından iktidar ortağı olarak kalacaktır. Emperyalist odakların ve onunla uyumlu büyük sermaye gruplarının manevraları konusunda yanılgıya düşmemek için bunu göz önünde bulundurmak önemlidir.

- Düzen sınırlarını aşmayan şu veya bu gelişmenin etkisi altında ya da sonucu olarak Tayyip Erdoğan iktidarı biçimsel varlığını yitirse bile, uzun yıllar içinde yarattığı zemin esası yönünden kalacaktır. Düzenin uzun vadeli çıkarlarını zedeleyen aşırılıklarından bir ölçüde arındırılacak, sivrilikleri belli sınırlarda törpülenecek, keyfiliğin ve kuralsızlığın bugünkü biçimi sınırlandırılacak, özellikle eğitim gibi kapitalist ekonomi ve devlet düzeni için özel bir önem taşıyan alanlardaki çöküntü düzenin asli ihtiyaçlarına göre onarılmaya çalışılacak, ama yaratılan toplumsal-kültürel ve siyasal zemin esası yönünden korunacaktır. 

- Emperyalist çevrelerin ve Tayyip Erdoğan’ın işleri götürme tarzından huzursuz sermaye gruplarının yıllardır alternatifi hep de AKP’nin kendi içinde aramaları, Gül-Babacan-Davutoğlu gibi halen dışlanmış eski AKP kurmayları üzerinden hesap yapmaları, başta CHP olmak üzere düzen muhalefetini bile bu doğrultuda yönlendirmeleri, tüm bunlar bunun bugünden göstergeleridir. Uzun yılların ve nihayet güncel ağır kriz koşullarının AKP’de yarattığı ve yaratacağı yıpranma, düzen siyaseti bünyesinde tam da bu türden bir alternatife zemin hazırladığı için, bu gerçekleri özellikle göz önünde bulundurmak gerekir. Düzenin efendileri yıllardır potansiyel alternatifi hiç de düzen muhalefeti içinde değil fakat tam da AKP’nin kendi bünyesinde aramaktadırlar. Türkiye’nin kapitalist düzeni iktisadi-toplumsal ve siyasal bir güç olarak dinsel gericiliği dışlayarak işleri götürme olanağını artık yitirmiştir. Sorun dinsel gericiliği dışlamak değil fakat yalnızca dengelemek, yani belli sınırlar ve ölçüler içinde tutmaktır.

- Dinsel gericiliğin çatı partisi AKP, onun temsil ettiği zihniyet, ideoloji, kültür, bunların maskelediği toplumsal güçler, sınıfsal çıkarlar ve sermaye grupları, cemaat ve tarikatlardan vakıflar ve derneklere kadar bin türlü oluşum, örgüt ve kurum, günümüz Türkiye’sinin en katı gerçeklerinden ve mevcut kapitalist düzenin en temel yapıtaşlarından biridir. Dolayısıyla tüm bu yapı ve ilişkileriyle dinsel gericiliğe karşı mücadele, kurulu sermaye düzenine ve emperyalizme karşı mücadelenin ayrılmaz bir parçasıdır. Şimdiki özel konumu ve yönelimi ona karşı mücadeleye de ayrı bir anlam ve önem kazandırıyor olabilir. Fakat bundan hareketle onu kendi başına bir hedef haline getirmek, böylece dinsel gericiliğe karşı mücadeleyi emperyalizme ve sermaye düzenine karşı mücadeleden kopartmak, devrimci konum ve kimliği yitirmek demektir.

V
Toplumsal muhalefet 

-  Günümüz Türkiye’sinde sınıfsal konum ve duyarlılıkları temelden farklı iki ayrı toplumsal muhalefet alanı var. İlkini ara burjuva katmanlar, onun kültürel değerler ve yaşam tarzı konusunda hassas olan, bunu da laiklik ve cumhuriyet değerlerine bağlılık üzerinden ortaya koyan kesimleri oluşturuyor. İkincisini ise dizginsiz sömürü ve soygunun çok yönlü toplumsal acısını çeken ve henüz son derece dar sınırlar içinde de olsa tepkilerini her fırsatta eylemli olarak dışa vuran işçiler ve emekçiler tutuyor.

- İlk grubun tepkisi sınıfsal yönden son derece bilinçlidir ve bu nedenle de belirgin sınırlar içindedir. İlerici burjuva ara katmanlar kurulu düzenin kendisine değil, fakat onun dinsel gericiliğin bugünkü egemenliği koşullarında aldığı somut biçime karşıdırlar. Laiklik ve cumhuriyet değerlerine bağlılık bu katmanlar için temelde bir yaşam tarzı ve kültürel değerler sorunudur. Bu katmanların esasa ilişkin bir sınıfsal sorunu yoktur, sınıfsal konum ve çıkarları bu düzenle iyi kötü bağdaşmaktadır. Bu nedenledir ki onlar, onların temsilcisi durumundaki siyasal akımlar, laiklik, yaşam tarzı, aydınlanma ya da ilerici kültürel değerler mücadelesini temel toplumsal sorunlardan koparmaya çalışırlar. Kendi sınıfsal konumlarından bu mantıklı ve anlaşılır bir davranıştır. Söz konusu olan bilinçli bir burjuva sınıf tutumudur. 

- Bu katmanlardan gelen muhalefeti Kemalist Cumhuriyet’in kazanımlarına dönüş üzerinden bir platforma ya da programa çevirme girişimlerinin nesnel bir karşılığı yoktur. Bu yaşanmış ve geride kalmış bir tarihsel dönemi diriltme boş hayalidir. Kemalist cumhuriyet burjuvazinin iktidar katına yükselmesinin siyasal bir biçimiydi. Burjuva gelişmenin önünü açtı, bu sayede burjuvazi zaman içinde toplum yaşamının tartışmasız egemen gücü haline geldi. Bu aynı gelişmenin bir tarihten itibaren kaçınılmaz bir biçimde karşısına çıkardığı toplumsal devrim tehlikesine karşı gösterdiği gerici direnç ise, aynı cumhuriyeti evrimi içinde bugünkü duruma getirdi. 12 Martlar ve 12 Eylüller toplumsal devrimi boğma girişimleriydi, dolaysız sonuçları bugünkü dinci-faşist iktidarı ortaya çıkardı. Dolayısıyla doğmuş, gelişmiş, olgunlaşmış ve çoktan çürüyüp kokuşmuş burjuva cumhuriyeti bekleyen, sözde bir yeniden dirilme ya da başa dönüş değil, fakat toplumsal bir devrimle tümüyle aşılmadır. Cumhuriyetin kuruluş sürecinin ilerici mirasını yaşatmanın ve geleceğe taşımanın da bundan başka bir yolu yoktur.

- Dinci-faşist biçim içindeki sermaye diktatörlüğüne karşı toplumsal muhalefetin asıl alanını oluşturan işçi sınıfı ve emekçiler içinse halihazırda esas sorun, yaşam tarzı değil fakat çalışma ve yaşam koşullarıdır. Bu sınırlardaki bir hassasiyet ve mücadele, henüz sınıfsal bilinç ve yönelimden yoksundur. Fakat nesnel ve potansiyel açıdan, devrimci sınıf mücadelesini geliştirip güçlendirebilmenin gerçek alanı tam da burasıdır. Bu, temel sınıf ilişkilerine dayalı sınıflar mücadelesi alanıdır. Dolayısıyla dinsel gericiliğe karşı mücadelenin, sermaye düzeni ve emperyalizme karşı genel devrimci mücadele içinde anlamlandırılıp geliştirilebileceği biricik gerçek alandır.

- Topluma egemen çarpık kutuplaşmayı aşmak, mücadelenin gerçek sınıfsal-siyasal eksenini önplana çıkarmak devrimci tutumu, dinsel gericiliğe karşı mücadelenin özel alanlarını, özellikle de laiklik mücadelesini küçümsemek anlamına gelmemektedir. Bu sorun TKİP 30. Yıl Konferansı’nda “Dinsel gericiliğe karşı mücadelenin sorunları” başlığı altında tartışılmış, partimizin ilkesel ve politik yaklaşımları Konferans Bildirgesi’nde açıklıkla ortaya konulmuştur. Orada önemle vurgulandığı gibi; laiklik mücadelesi sınıfsal bir zemine oturtulmaz, sınıf ilişkileri ve çelişkileri, dolayısıyla sömürüye ve mülkiyet düzenine karşı mücadele üzerinden anlamlandırılmazsa eğer, burjuva düzenin sınırları aşılmamış, ilerici orta sınıf çizgisi sınırlarında kalınmış olur. 

- Kürt sorunu, Alevi sorunu ve kadın sorunu, toplumsal, kültürel ve siyasal boyutları olan bu üç temel önemde sorun, dinci-faşist iktidar koşullarında daha da ağırlaşmış durumdadır. Kürt sorununda tarihsel inkar ve imha çizgisine dönülmüştür. Toplumsal-kültürel yaşamın hemen tüm alanlarında bağnaz Sünni ideolojisi ve kültürüne dayalı uygulamalar dayatıldığı için, durum Aleviler için hepten çekilmez hale gelmiştir. Kadın sorunu ise, bir yandan ağır baskı, sömürü, yaşam ve çalışma koşulları, öte yandan toplumsal yaşamın hemen tüm alanlarında kadınlara yönelik cinsel ayrımcılık, baskı, şiddet ve her türden aşağılama nedeniyle yeni boyutlar kazanmıştır.

- Neredeyse on yıl süren oyalayıcı aldatmacanın ardından Tayyip Erdoğan iktidarı geleneksel inkar ve imha çizgisine keskin bir dönüş yapmakla kalmadı, Kürt halkına yönelik baskı, terör ve katliamlarda yakın tarihin tüm dönemlerini geride bıraktı. Bunun özgürlük ve eşitlik arayışı içindeki Kürt halk kitleleri üzerindeki etkisi, derin bir hayal kırıklığı ve hâlâ da aşılamayan bir moral yıkım oldu. Aradan geçen birkaç yıla rağmen bunun hâlâ da aşılamamış olmasında, sözde “çözüm süreci” boyunca dayanaksız hayalleri ölçüsüzce körükleyen Kürt hareketinin dolaysız bir sorumluluğu var. Üstelik Kürt hareketi olup bitenlerin önem ve ağırlığının gerektirdiği bir muhasebe ve özeleştiriye de yönelmiş değildir. Bu özeleştirel muhasebenin yapılmamış olması, Kürt hareketinin yeni tercih ve yönelimlerini de belirsizlik içinde bırakmaktadır. 

- Son yılların gelişmeleri sadece Türkiye’de değil tüm bölge ölçüsünde, emperyalist güç odaklarından ve kurulu düzenlerden çözüm beklemenin boşluğunu göstermiştir. Gerçek ve kalıcı çözümlerin yolu halkların birleşik gücü ve mücadelesinden geçmektedir. Devrimci teorinin ve devrimler tarihinin bu büyük dersi, bu kez tersinden, devrimden kopuş pratikleriyle doğrulanmıştır. Köklü bir muhasebe, özellikle İmralı sonrası dönemin politikalarıyla köklü bir hesaplaşma bu açıdan da bir zorunluluktur. Kürt sorununu temel toplumsal-siyasal sorunlardan, devrimci anti-emperyalist mücadeleden, dolayısıyla devrimden koparmak, dünün devrimci Kürt hareketini bugünün büyük açmazlarına düşürmüştür. Bu açmazlardan çıkış halkların birleşik devrimci mücadelesinden ve devrime dayalı çözümlerden geçmektedir.

- Başından itibaren AKP eksenli dinci iktidarın icraatlarına karşı belirgin bir duyarlılık gösteren, yıllar içinde etkili bazı kampanyalar ve kitle eylemleri ile ağırlığını duyuran ilerici Alevi hareketi, son yıllarda anlaşılması zor bir sessizliğe gömülmüş durumdadır. Oysa dinci-faşist iktidarın bu aynı dönemdeki icraatları, Aleviler için özellikle tahammül edilemez boyutlara ulaşmıştır. Söz konusu sessizliğin gerisinde kuşkusuz orta sınıf karakterli muhalefetin güçsüzlüğü, soluksuzluğu ve tutarsızlığı var. Yine de bugünkü geri çekiliş yanıltıcı olmamalıdır. Dinci-faşist iktidarın toplumsal-kültürel yaşama yönelik Sünni İslam eksenli pervasızlıkları artarak sürüyor. Bunun özellikle Alevi emekçileri içinde büyük bir hoşnutsuzluğu mayaladığına kuşku yoktur. Sınıfsal-sosyal ezilmişliğin mezhepsel ezilmişlikle ağırlaşması, geçmişte olduğu gibi yeni dönemde de Alevi işçi ve emekçilerinin devrimci toplumsal mücadeleye katılımını kolaylaştıracaktır.

- Toplumsal yaşamın tüm alanlarında kadınlara yönelik sonu gelmeyen baskılar, ayrımcı politikalar ve uygulamalar, iktidarın boyun eğdiremediği ve dahası üzerine rahatça gidemediği bir kadın hareketini beslemektedir. Dünya ölçüsünde güç kazanan ve güçlü yankılar yaratan uluslararası kadın hareketi, Türkiye’deki kadın hareketini politik ve moral açıdan güçlendiren bir başka kaynaktır. Halen hareket üzerinde orta sınıf ağırlığı sürüyor olsa da, emekçi kadınların artan katılımı ‘90’lı yılların dar görüşlü feminist sınırlamalarını giderek aşındırmaktadır. Sınıf hareketindeki gelişmeler, fabrika eksenli ve kadın işçi ağırlıklı direnişlerin yaygınlaşması, hareketin daha sağlıklı bir zemine çekilmesini kolaylaştıracaktır. Partimiz bugünkü koşullarda kendi kadın çalışmasını sınıf çalışmasının temel bir boyutu olarak ele almayı sürdürecek, ama öte yandan ilerici-demokratik kadın hareketini de her yolla destekleyecektir.

VI
Kriz ve devrimci sınıf çizgisi

Türkiye halen ağır bir ekonomik-mali krizin pençesindedir. Krizin faturası her zamanki gibi işçi sınıfına ve emekçilere ödetilmektedir. Krizin şiddetlenmesine bağlı olarak ödetilen fatura daha da ağırlaşacaktır. Henüz anlamlı bir hareketliliğe yol açmamış olsa da emekçiler arasında buna karşı öfke ve tepki giderek büyümektedirOlduğu kadarıyla hareketliliğin, direniş ve protestoların ağırlık merkezi her zamanki gibi işçi sınıfıdır. Günün acil görevi, bu hareketliliği en iyi biçimde değerlendirmek, yaratıcı ve inisiyatifli çabalarla geliştirip yaygınlaştırmaktır.

Partimizin kriz koşullarında izlenecek devrimci mücadele çizgisine ilişkin olarak geçmişte ortaya koyduğu bakış açısını irdeleyen TKİP VI. Kongresi, bu yaklaşımı tüm temel noktalar üzerinden vurgulu bir biçimde yeniden onaylamakta ve aşağıdaki hususlara özellikle dikkat çekmektedir:

- Kapitalizmin ekonomik krizleri sistemin iflasının, tarihsel gelişmenin önünde bir engele dönüştüğünün bir itirafı ise eğer, devrimci partinin görevi, bu gerçeği her yol ve yöntemi kullanarak işçilerin ve emekçilerin bilincine yerleştirmek, kitleleri sistemin aşılması mücadelesine, toplumsal devrim mücadelesine çekmek olmalıdır. 

- Burada sorun toplumsal devrim için koşulların olgunluğu sorunu değildir. Söz konusu olan, bizzat kapitalist ekonominin kendi gelişme seyri içinde sistemin temel çelişkisini en yakıcı ve yıkıcı biçimde gözler önüne sermesi olduğuna göre, devrimci partinin görevi, bu nesnel olguyu hareket noktası olarak almak, mücadele hattının stratejik çerçevesini buradan kurmak olmalıdır. Bu, krize karşı mücadeleyi partilere ya da hükümetlere, onların uyguladığı şu veya bu politikaya karşı muhalefete indirgeyen reformizm ile araya kesin ve kalın çizgiler çizmenin de en etkili yoludur.

- Kapitalist ekonomiye ve dolayısıyla burjuva sınıf düzeninin sorunlarına kendi sınırları içinde çözümler bulmak, devrimci partinin sorunu değildir. Tersine devrimci partinin görevi, devrimci sınıf mücadelesini geliştirerek, bu ekonomiyi ve düzeni karakterize eden üretim ilişkilerini, bu ilişkilere dayanan sınıf egemenliği sistemini aşmaktır. Dolayısıyla, devrimci sınıf mücadelesini geliştirmek ve devrimci sınıf mevzilerini çoğaltmak yoluyla, bunu başaracak koşullara zaman içerisinde ulaşmaktır. Devrimci sınıf partisi, düzenin krizleri ve dolayısıyla mevcut kriz karşısında ileri süreceği temel ve taktik istemlere de bu bakış açısıyla yaklaşır. 

- Bu, devrim hedefine dayalı devrimci sınıf çizgisidir. Her durumda olduğu gibi kriz vesilesiyle de devrime dayalı stratejik çizgi ile taktik yaklaşımlar arasındaki devrimci uyum, temel önemdedir ve temel ayrım çizgisidir. Kriz koşullarında elbette güncel somut istemler ileri sürülecektir. Fakat bunların gerek formüle ediliş tarzı ve gerekse bunlara dayalı mücadelenin esas amacı, devrimci stratejik çizgiyle uyumlu olmak, onu güçlendirmeye hizmet etmek durumundadır.

- Krize karşı mücadele adına gündeme getirilen tüm iktisadi ve mali politikalar, faturanın işçi sınıfına ve emekçilere ödetilmesi amacına dayalıdır. Bunun karşısına “Krizin faturasını kapitalistler ödesin!” şiarıyla çıkmak, buna yönelik iktisadi ve sosyal istemler ileri sürmek gerekir. 

- Krize karşı taktik istemlerin formülasyonunda gerçekçilik adı altında kapitalizmin mantığını gözeten her girişim reformizme kapıyı ardına kadar aralar. Devrimci partinin görevi kapitalizmin mantığını gözetmek değil, krizle iflası açığa çıkmış bu mantığı tümden felç etmektir. Devrimci partiyi kapitalizmin işleyiş yasaları değil, sınıfın ve emekçilerin hak ve istemlerinin tümüyle haklı ve meşru niteliği ilgilendirir. Bu haklılık ve meşruluk kapitalizmin mantığı ile bağdaşmadığı içindir ki, bu istemler üzerinden gelişecek her ciddi mücadele, kitlelerin eylemini ve dolayısıyla bilincini sistemin sınırlarının ötesine taşır. Kitlelere sistemin aşılması ve toplumsal devrim bilinci aşılar, devrimci süreci güçlendirir, devrimci güç ve mevzileri çoğaltır. Devrimci partinin izleyeceği taktik çizginin tüm amacı şaşmaz bir biçimde bu olmalıdır.

- Krize karşı devrimci bir mücadele perspektifi, ekonomik-sosyal istemlerin ötesinde siyasal bir kapsama da sahip olmak durumundadır. Bunun bir yanı burjuva sınıfı devletinin baskı, tehdit ve terörüne karşı emekçilerin fiili direncini örgütlemek, öteki yanı bu direnci temel siyasal hak ve özgürlüklerin savunulmasına ve elde edilmesine dayalı bir mücadele platformu halinde somutlamaktır.

- Krizin ağırlaştığı bugünkü koşullarda gündemde yeni bir seçim var. Devrimcilerin görevi dikkatleri seçim sandığına değil sınıf ve kitle eylemine, fabrikalara ve işletmelere, sokaklara ve alanlara odaklamaktır. Krizin gündeme getirdiği saldırı dalgasına karşı işçilerin ve emekçilerin direnişini örgütlemektir. Bu öteki her şeyin tabi kılınacağı ana eksen olmalıdır. Bu çerçevede gündeme gelebilecek her gerçek kitle eyleminin etki ve kazanımı, kitlelerin birliğine, eğitimine, örgütlenmesine ve mücadele azmine katkısı, seçim sandığından elde edileceği umulan her türlü başarıdan çok daha üstün, anlamlı ve kalıcı olacaktır. Bu gerçeği anlayıp anlamamak, devrimcilik ile reformizm arasındaki derin ayrım çizgisini ortaya koyar.

VII
Sınıf hareketi

Partimiz şu temel önemde gerçeği hep vurgulaya gelmiştir: Bugünün Türkiye’sinde devrim umudu ve yönelimi korunup geliştirilecekse eğer, bunun gerçekleşebileceği, ete kemiğe bürünebileceği biricik toplumsal zemin işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı zemini, dinci gericiliğe karşı mücadelenin sermaye düzenine karşı mücadele içinde anlamlandırılabileceği, devrimci siyasal mücadelenin sınıflar mücadelesi eksenine kavuşturulabileceği biricik gerçek ve tayin edici alandır. Dün olduğu gibi bugün de en hayati ve çözücü halka devrimci sınıf yönelimidir; devrimci bir sınıf hareketinin gelişimi için en azami bir çabaya yoğunlaşmaktır. 

Bugünün Türkiye’sinde devrimci bir programın ve stratejinin anlam bulabileceği, devrimciliğin tutunabileceği, kendini üretebileceği, güç yaratarak olayların gidişatını etkileme olanağı ve yeteneği kazanabileceği biricik alan işçi sınıfıdır. Ciddi sonuçlar yaratabilecek bir devrimci sınıf mücadelesi ancak buradan geliştirilebilir, devrimci sınıf mücadelesi zemini yalnızca buradan kazanılabilir. Bunun dışındaki tüm diğer yönelimler ve çabalar, yalnızca toplumun modern eğilimli ara burjuva katmanlarına, onların bu düzenin temelleri ve temel kabulleriyle bağdaşabilen hassasiyetlerine götürür. Bundan reformizmin her biçimi çıkabilir, ama asla devrimcilik çıkmaz.

2015’te toplanan TKİP V. Kongresi, bu temel önemde gerçeklerden hareketle, “Devrimci Bir Sınıf Hareketi İçin İleri!” şiarını özel bir tercihle ve vurgulu biçimde öne çıkarmıştı. 

Bu stratejik önemdeki hedefin gereklerine uygun olarak TKİP VI. Kongresi de kapsamlı çalışması içinde sınıf çalışmasının sorunlarına özel bir yer ayırdı. Sınıf hareketinin güncel durumu ile partinin sınıf çalışmasının çok yönlü sorunları enine boyuna tartışıldı, yakın dönem gelişmeleri ve deneyimleri gözden geçirildi, önemli saptamalar yapıldı, sonuçlar çıkarıldı ve elbette bir dizi pratik karar alındı. 

Parti kongremizin konuya ilişkin değerlendirmeleri ile tartışma tutanaklarının yayınlanabilir bölümleri önümüzdeki günlerde ayrıca sunulacaktır. Burada biz daha çok bakış açısına ilişkin olup da güncel açıdan önem taşıyan bazı noktaları sıralamakla yetineceğiz. 

Bunlardan ilk ikisi, TKİP 30. Yıl Konferansı’nın da özellikle üzerinde durduğu konulardır. Burada söz konusu olan, hiçbir biçimde partinin bakışaçısı zaafiyeti değil, fakat işçi hareketinin geriliği ve çalışmada verim almanın güçlüğü koşullarında, yerelde kendini adeta kendiliğinden gösteren bazı zaaflı eğilimlere karşı temel önemde uyarılardır.

- Partinin sınıf çalışmasının esas muhtevası devrimci politik müdahaledir. Sınıfa gündelik olarak politik sorunlar ve gündemler üzerinden seslenmek, politik müdahaleye dayalı bir çalışma tarzı içinde olmaktır. Bu, iktisadi mücadelenin ve dolayısıyla sendikal çalışmanın küçümsenmesi değil, fakat politik müdahale ekseninde, bu temel amaç ve kaygıya tabi bir biçimde ele alınması sorunudur. Parti sınıf kitlelerine ulaşmayı kolaylaştıracak her türden somut sorunu, istemi, olanağı, aracı ve yöntemi yaratıcı bir biçimde değerlendirecek, somut durum ve ihtiyaçlara göre kullanacaktır. Ama sınıf hareketine müdahalesinin özü ve esasının, işçilerin devrimci politik bilincini, eylemini ve örgütlenmesini geliştirmek olduğunu da bir an bile unutmayacaktır. Öteki her şey bu bakış içinde anlamını bulmalı, bu ana eksene bağlı olarak ele alınmalı, öteki her şeyden bu amaç doğrultusunda yararlanılmalıdır.

- Partinin sınıf çalışması fabrika eksenli bir çalışmadır. Bu, partimizin en başından itibaren özel dikkat gösterdiği bir husustur. Parti sınıf çalışmasına yeni imkanlar ve kolaylıklar sağlayacak çok çeşitli araçlardan, yöntemlerden, müdahale biçimleri ve zeminlerinden en iyi biçimde yararlanmalıdır. Ama tüm bunların gelip bağlandığı ana eksen, şaşmaz biçimde partinin fabrika merkezli çalışması olmalıdır. Öte yandan fabrika eksenli çalışma, yerel örgütün güç ve olanaklarını saptanmış fabrikalara yönelik olarak sistemli bir biçimde seferber edebildiği bir durumda bir anlam taşır, ancak bu durumda gerçekten başarılı olabilir. Aksi durumda, fabrika içi sorunlara daralmak, böylece kısır ve sonuçsuz bir çalışma olarak yozlaşmak akıbetiyle yüz yüze kalabilir.

- Partimizin programında acil demokratik, sosyal ve iktisadi istemlere iki alt bölüm ayrılmıştır (VI. ve VII. Bölümler). Her iki bölümün sunuşunda amaç ilkesel bir çerçevede formüle edilmiştir: “Siyasal iktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesini stratejik devrimci görev sayan TKİP, bu temel hedefe sıkı sıkıya bağlı olarak, kitlelerin acil demokratik ve sosyal istemleri uğruna kararlılıkla mücadele eder. Proleter ve emekçi yığınları bu mücadele içinde etkilemeye, kendi özdeneyimleri temelinde eğiterek devrim mücadelesine kazanmaya çalışır.”

Amaç hiç de koşullar oluştuğunda ya da gerektirdiğinde burjuvazi tarafından bir biçimde geri alınması kaçınılmaz olan “kırıntı”ları çoğaltmak değil, fakat bu istemler uğruna mücadele içinde işçilerin birliğini, bilincini, örgütlenmesini ve mücadele kapasitesini geliştirmek, böylece onları devrimci hedeflere hazırlamaktır. Bu, “kırıntı”ları mümkün mertebe koruyabilmenin de en iyi yoludur.

- Bu bakış açısı, “emeğin korunması” mücadelesi kapsamına giren TİS mücadeleleri için de yol göstericidir. Partimizin programı (VII. Bölüm) bu mücadelenin gerekliliğini ve önemini açıklıkla vurgulamakta, buna ilişkin talepler sıralamakta, fakat bu uğurdaki mücadeleyi de aynı şaşmaz devrimci amaca bağlamaktadır. İşçi sınıfının fiziki ve moral yozlaşmadan korunması mücadelesi, esas amacı yönünden, işçi sınıfının “kendi kurtuluşu uğruna verdiği mücadelede savaşma gücü ve yeteneğinin yükseltilmesi” uğruna bir mücadeledir. Bu, devrimci sınıf partisinin emeğin korunması uğruna mücadelesini, her türden ekonomist sapmadan ve reformist sendikacılıktan ayıran temel önemde ayrım çizgisidir.

- İşçi sınıfı halen sermaye, devlet, düzen siyaseti ve sendika bürokrasisinin çok yönlü ama birleşik kuşatması altındadır. Bu dörtlü güç odağının konumları ve rolleri farklı, fakat amaçları aynıdır: Kurulu düzen için tehlikeli olabilecek biricik toplumsal güç olarak işçi sınıfını sürekli biçimde denetim altında tutmak. Sendika bürokrasisi bu açıdan özellikle tehlikeli ve tahrip edicidir. Zira rolünü bizzat sınıf hareketi bünyesinde, onun adına hareket ediyormuş gibi görünerek, yani sinsi bir biçimde oynamaktadır. 

- Sorunun esası hiç de iktisadi mücadelede işçilerin ucuza satılışı, yani dar manada sendikal ihanet değildir. Sorunun esası sermaye, devlet, düzen siyaseti ile uyum içinde oynanan politik roldür. Sınıf kitlelerinin düzen adına dizginlenmesi ve sürekli biçimde denetim altında tutulmasıdır. Faşist, gerici, dinci ya da reformist, sendika bürokrasisinin her kesimi bunu kendi politik konumu üzerinden yapmaktadır. Karşımızda sendikal bürokrasi şahsında gerçek siyasal güç odakları durmaktadır. Bu durumda sendika bürokrasisine karşı mücadele, aynı zamanda sınıf hareketi bünyesindeki dinci-faşist, gerici ya da reformist odaklara karşı mücadele olarak da anlaşılabilmelidir. Özellikle de şimdilerde, bugünkü dinci-faşist iktidar koşullarında.

- Dinci-faşist iktidar yıllardır sınıfı kuşatmaya ve çürütücü bir denetim altında tutmaya yönelik çok bilinçli bir çaba içindedir. Bu kuşatma ve sınıf hareketini içinden kötürümleştirme çabası başlıca üç koldan yürütülmektedir. Bunlardan ilki ve kolayca görünebileni, Hak-İş ve Türk-İş’in dinci-faşist iktidarın hizmetinde hareket etmesidir. İkincisi, izlenen partizanca istihdam politikasıdır. İktidar çok bilinçli ve sistemli bir çabayla, dinci-faşist ideolojiyle sersemletilmiş işçilerin alınması yoluyla fabrikalara, özellikle de önemli işkollarına ve büyük fabrikalara, adeta kitle tabanı yığınağı yapmaktadır. Ve nihayet üçüncüsü, ikincisinin de verimli kıldığı bir zeminde, fabrikalarda günden güne güç kazanan tarikat ve cemaat örgütlenmeleridir. Bu örgütlenmeler, işçi sınıfını tam da fabrikalar üzerinden denetim altına almanın en etkili yollarından biridir. Sınıf hareketinin devrimci gelişimini sağlamaya yönelik çalışma, bundan böyle bu gerçekleri daha özel bir biçimde hesaba katmak durumundadır.

- Sınıf hareketinin ‘60’lı yıllarda yaptığı patlamanın başlangıç evresinde, grev hakkının sermaye düzeninden söke söke alınması vardır. O yılların ilk büyük kitlesel işçi eylemi olan Saraçhane Mitingi tam da bunun içindi. Türkiye işçi sınıfı hareketinde bir kilometre taşı olan Kavel direnişi, yasal açıdan tanınmayan grev hakkının fiilen kullanılmasıydı. Bu direnişten sonradır ki grev hakkı yasal olarak da nihayet kazanılmış oldu. Bu hak olmaksızın tümüyle işlevsiz kalan sendikal örgütlenme ve TİS hakkı böylece nihayet gerçek anlamını bulabildi. Ve bu tarihsel kazanımdan elli beş yıl sonra bugün, dinci-faşist iktidarın başı Tayyip Erdoğan, uluslararası ve yerli sermaye kodamanları önünde, bu ülkede grevi bitirdik, grev hakkını fiilen ortadan kaldırdık, diye övünebiliyor ve onlardan takdir bekliyor. 

- Bundan çıkan iki önemli devrimci görev alanı var. Bunlardan ilki, sermaye diktatörünün bu küstahça açıklamasının işçi sınıfı hareketi için anlamını en geniş işçi kitlelerine her vesileyle anlatabilmektir. İkincisi, grev hakkını fiili grev çizgisi izleyerek korumak, fiilen gasp edilmek isteneni fiilen savunmaktır. Bu ikincisi, grev hakkının savunulup korunması, Türkiye işçi sınıfı hareketi için bir tarihsel ve sınıfsal onur mücadelesi olarak ele alınmalı, geniş işçi yığınlarına da bu biçimde anlatılabilmelidir. 

- Sınıf hareketinin yakın yılları içinde grev hakkının fiili direniş içinde kullanıldığı iki önemli örnek var önümüzde. Fabrika birimi düzeyinde sarsıcı Greif işgali ve sektörel düzeyde metal işçilerinin büyük yankılar yaratan eylemi. Partimizin adı ve emeği ile sıkı sıkıya bağlantılı bu iki büyük direnişin deneyimleri ve dersleri, işçi hareketi için bugün her zamankinden daha büyük bir önem taşımaktadır. Her iki direniş de, yalnızca hakların fiilen kullanılması, yani fiili-meşru mücadele yolunun tutulması bakımından değil, fakat aynı zamanda hain sendika bürokrasisinin hedef alınması ve aşılması bakımından da paha biçilmez deneyimler ve dersler sunmaktadır.

VIII
Gençlik hareketi

- Gençlik hareketi yıllardır aşılamayan bir gerileme ve durgunluk içindedir. Bir zamanlar dinci-faşist iktidarın huzursuzluk kaynağı olan hareket, son birkaç yıldır en geri sınırlara çekilmiş, en dar zeminlere hapsolmuş durumdadır. Bu onun halihazırda kitlesel karakterini de yitirmiş olduğu anlamına gelmektedir. Dinci-faşist iktidar bu sonuca yılları bulan ısrarlı çabalarıyla ulaşmayı nihayet başardı.

- Gençlik hareketindeki gerileme gerçekte toplumsal muhalefetteki genel gerilemenin gençliğe yansıması oldu. Bu süreç 7 Haziran (2015) seçimlerini izleyen baskı ve terör dalgasıyla hız kazandı. Ardından 20 Temmuz (2016) OHAL darbesi geldi. Bununla startı verilen yeni kapsamlı saldırı dalgası, genel toplumsal muhalefet kadar gençlik hareketini de en geri sınırlara itti. Sistemli siyasal ve idari baskılarla, siyaset yasakları, soruşturmalar ve cezalarla, gözaltılar ve tutuklamalarla sonuçta öğrenci hareketi sindirildi. Üniversiteler kitlesel uzaklaştırmalarla ilerici kadrolardan arındırılırken, tersinden kapsamlı bir gerici kadrolaşmanın önünün açılması da gençlik hareketinin gerilemesinin bir başka etkeni oldu.

- Fakat bu durum geçici olmaya mahkumdur. Dinci-faşist iktidar gençlik hareketini bugün için sindirmiş olabilir, ama onu uzun süreli olarak dizginlemeyi başaramayacaktır. Türkiye’nin derin tarihsel kökleri olan politik gençlik hareketi geleneğini kırmak mümkün değildir. Geçen öğrenim yılı sonunda üniversitelerin bölünmesine karşı kendini bir anda kitlesel boyutlarda gösterebilen tepkiler bu açıdan rastlantı değildir. 

- Partimiz bunu bilerek ve gözeterek gençlik içindeki çalışmasını sabırla ve inatla sürdürecektir. Bugünkü koşullarda ulaşılabilen en sınırlı ilişkileri bile en büyük titizlikle değerlendirecek, eğitip örgütleyecek, beklenmedik biçimde kendini gösterecek yeni bir hareketin önderlik sorumluluklarına hazırlayacaktır.

- Türkiye’nin toplumsal mücadele tarihine bütünü içinde bakıldığında, gençlik çalışmasının devrimci bir parti için taşıdığı özel önem kendiliğinden anlaşılır. Fakat partimiz için gençlik çalışması aynı zamanda sınıf eksenli çalışma için de çok özel bir önem taşımaktadır. Gençlik çalışması, özellikle de liseli gençlik çalışması, geçmiş kongrelerde genişçe gerekçelendirildiği gibi, partimiz için aynı zamanda sınıf çalışmasına bir ön hazırlıktır. Büyük bölümüyle yarının fabrika işçi adaylarını barındıran liseli gençlik ile hemen tümüyle sanayiye kalifiye işçi yetiştiren meslek liseleri ve meslek yüksek okulları için bu özellikle geçerlidir. Partimiz gençlik çalışmasına genel planda gereken önemi verecek, ama esas dikkatini yarının eğitimli genç sınıf yığınlarını oluşturacak bu alanlara verecektir.

IX
Devrimci parti

2017’de Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin 100. yılını kutladık. Bu yıl Alman Devrimi’nin 100. yılını kutluyoruz. Biz komünistler için bu kutlamalar, bu devrimlerin deneyim ve derslerinden en iyi bir biçimde öğrenme amacına dayalıdır. İlki zaferle, ikincisi yenilgiyle sonuçlanmış bu iki büyük devrim, bizzat devrimci teoriye kaynaklık eden çok zengin deneyimler bıraktı geride. Devrimci partiye ilişkin ders bunların başında gelmektedir. Her iki devrim zıt yönlerden aynı gerçeği doğruladılar: Devrimin zaferinde devrimci partinin tayin edici önemi. İlki dünyayı sarsan büyük zaferi ve ikincisi, Almanya’dan da öte büyük yıkımlara yol açan yenilgisi üzerinden. 

Ekim Devrimi’nde olanın ve Alman Kasım Devrimi’nde olmayanın parti değil fakat devrimci parti olduğu gerçeğinin özellikle altını çizmek gerekir. Devrimci bir çizgiye dayanan, kurulu düzen karşısında devrimci bir biçimde konumlanan, uzun yılların zorlu çabaları içinde sınıfla buluşan, büyük mücadelelerin zorlu sınavları içinde sınanan ve çelikleşen, kadrolarını bu mücadeleler içinde hazırlayan ve değerlerini buradan oluşturan gerçek devrimci bir parti. Bir devrim örgütü olarak parti! Devrimin partisi!

Partimizin devrimci temeller üzerinde inşa edilmesinde, devrimci örgüt sorunundaki açıklığın çok özel bir payı vardır. Bu konunun ilkesel ve politik önemi üzerinde her zaman önemle durduk ve pratik gerekleri konusunda tutarlı ve ısrarlı davranmaya çalıştık. Dünya çapında gericilikle belirlenen bir tarihsel dönemin son derece elverişsiz koşulları içinde hedeflediğimiz türden bir ihtilalci örgüt yaratmakta yeterince başarılı olamadık. Ama doğrultumuzu ve ısrarımızı hiçbir zaman yitirmedik.

Dünya ölçüsünde girmekte olduğumuz yeni tarihi evre, bu doğrultunun ve ısrarın güçlendirilerek korunmasını özellikle gerektirmektedir. Dile getirmiş bulunuyoruz; dünya ölçüsünde çalkantılı bir tarihi döneme giriyoruz. Burjuva demokrasisiyle ünlü batılı ülkelerde yeni döneme hazırlığın bir gereği olarak sistemli biçimde polis devletine geçiliyor. Türkiye gibi ülkelerde ise işlerin nerelere varmış bulunduğu gözler önündedir. Burjuva gericiliği deneyimi ve sınıf bilinciyle devrimcilerin çok çok ilerisindedir.

Bütün bu gerçeklerin ışığında TKİP VI. Kongresi, çalışmaları içinde devrimci örgüt ve devrimci kadro sorunlarına gereken önemi fazlasıyla vermiştir. Konu çok boyutlu olarak tartışılmış, parti örgütünün mevcut durumu irdelenmiş, gerekli sonuçlar çıkarılmış, gerekli kararlar alınmış, gerekli düzenlemelerin ilk adımları atılmıştır. 

Burada bu kadarını söylemek yeterlidir.

X
Sınıfa karşı sınıf!

Bugünün Türkiye’sinde devrimci siyasal mücadelenin en temel ihtiyacı, tüm toplumsal mücadele dinamiklerini sınıfsal bir eksende birleştirebilmektir. 12 Eylül yenilgisinden bu yana olmayan budur. Oysa başka bakımlardan ciddi zaaflar taşıyan ‘60’lı ve ‘70’li yılların mücadelelerinin üstünlüğü her şeye rağmen buydu. Ezilen ve sömürülen yığınların farklı katman ve kesimleri, kendine özgü sorunlar ve istemlerle hareket etmekte, ama toplumsal hareketin bütünü işçi sınıfının ağırlık oluşturduğu bir eksen etrafında kendiliğinden kümelenmekteydi. Bu, bu hareketler içinde şekillenen ve birbirinden çok farklı konumlarda bulunan sol siyasal akımların devrime ve sosyalizme yönelik eğilimiyle de uyumlu bir olguydu. 

Böyle bir eksenden yoksunluk, örneğin Kürt hareketini ciddi açmazlar ve zaaflarla yüz yüze bırakmıştır. Öte yandan sorunun kendisi, burjuvazi tarafından, şovenizm zehiri şırınga edilerek toplumu nispeten kolayca yönetebilmenin ve sınıf eksenli bir sosyal mücadeleyi engelleyebilmenin önemli bir olanağı olarak kullanılabilmiştir. Aynı yoksunluk, mezhepsel ayrıcalıklara ve baskılara karşı laik-demokratik istemler ileri sürebilen ilerici Alevi hareketinin bir yerden sonra tıkanıp kısırlaşmasına yol açabilmiştir. Keza aynı yoksunluk, demokratik kadın hareketini de alabildiğine sınırlamakta, orta sınıf eksenli “laik” ya da “demokratik” cumhuriyet çizgilerine mahkum bırakmaktadır.

Bugünün Türkiye’sinde devrimci toplumsal mücadele bakımından en temel, en acil, en çözücü halka, devrimci bir sınıf ekseni yaratmak, geliştirmek ve güçlendirmektir. Bunu gerçeğe dönüştürebilmenin güçlü potansiyel olanakları kesinlikle vardır, tüm sorun özel yoğunlaşmalarla, inatçı ve ısrarlı çabalarla bunu bir gerçeklik haline getirebilmektir. 

Tüm güç ve olanakların doğru bir çizgide ve yöntemli bir biçimde devrimci bir sınıf hareketinin geliştirilmesi acil hedefine yoğunlaştırılması ihtiyacı, güncel anlamını ve önemini burada bulmaktadır.

TKİP V. Kongresi bu bakış açısıyla ve bu aynı amaca yönelik olarak “Devrimci bir sınıf hareketi için ileri!” şiarını yükseltmişti. Bu şiar güncelliğini korumaktadır ve daha yıllarca da koruyacaktır. 

TKİP VI. Kongresi ise şimdi bunu “Sınıfa karşı sınıf!” şiarıyla birleştirmekte, böylece aynı hedefi yeni bir vurguyla tamamlayıp pekiştirmektedir. Devrimci bir sınıf hareketi, işçi sınıfının sermayenin karşısına bağımsız devrimci politik güç olarak dikilmesi ölçüsünde olanaklı olabilecektir. 

Sınıfa karşı sınıf!” şiarı aynı zamanda bu görevin gereklerine de bir çağrıdır.

Yaşasın Türkiye Komünist İşçi Partisi!

Yaşasın proletarya devrimi ve sosyalizm!

TKİP VI. Kongresi

Aralık 2018