14 Haziran 2019
Sayı: KB 2019/22

İşçi sınıfı kölelik dayatan rejimden hesap sormalıdır!
Gerici-faşist iktidara geçit yok!
ABD ile ilişkilerde S-400 düğümü
Eski Tayyip Erdoğan’ın bugüne itirafları
Kürt halkı unutmayacaktır!
Açlık grevi eylemcilerinin tedavileri engelleniyor
Metal TİS’leri mücadele dinamiklerinin birleşip örgütlendiği bir süreç olabilmelidir!
“Onurumuz ile yaşamaya devam edeceğiz!”
Karadeniz: Bir halklar mozaiği - Habip Gül
Kriz, kadın işçiler ve taleplerimiz
15-16 Haziran Direnişi’nin mirasına sahip çıkalım!
Boşanma davalarında arabuluculuk
“Çevreci” Türkiye
Gündelik hayatın içinden İstanbul seçimleri
Clara Zetkin: Son nefesine kadar mücadele eden bir devrimci
‘84 ölüm orucu direnişi
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Açlık grevi eylemcilerinin tedavileri engelleniyor

 

Tecride karşı açlık grevi ve ölüm orucu eylemi 26 Mayıs’ta bitirildi. 200 günü bulan eyleme en son 1 Mart’ta katılan tutsakların açlık grevi bile yaklaşık üç ay sürdü. Bu durumda açlık grevindeki tutsakların en azından ilk günlerde serumla “beslenmeleri”, bunun için de tutsakların hastaneye götürülmeleri gerekiyordu. Tutsakların hastaneye götürülerek tedaviye alınmaları bir yana, pek çok hapishanede ilk gün avukatların açlık grevinin bitirildiğini tutsaklara haber vermelerine dahi izin verilmedi.

Açlık grevindeki tutsak sayısı 3 binin üzerindeydi. Bu tutsakların 30’u ölüm orucundaydı. Buna karşın eylemi serumla “beslenerek” bitiren tutsak sayısı iki elin parmaklarını geçmiyor. Ki onlar da bir gün sonra hapishanelere geri götürüldüler.

Sonraki günlerde pek çok hapishanede tutsakların hastaneye götürülmeleri ancak avukatların, milletvekillerinin basıncıyla gerçekleşti. Hastaneye sevkler ise tutsaklar için kelimenin tam anlamıyla işkenceye dönüştürüldü. Hiçbir yerde hastane sevki ambulansla gerçekleşmedi, sevklerde ring olarak tabir edilen hapishane araçları kullanıldı. Muayene sırasında kelepçeli muayene dayatıldığı için tutsaklar bu şekilde muayeneyi kabul etmediler. Sonuç olarak tutsakların tamamına yakını, ağız yoluyla beslenerek, kendi imkanlarıyla tedaviye başladılar. Özcesi tutsakların hastaneye götürülüşü tedavi görünümlü işkenceydi sadece.

“Doktor” kılıklı işkenceciler

Neredeyse bütün hapishanelerde açlık grevcilerini tedavi etmeme politikasına doktorların da ortak olduğuna ilişkin pek çok haber yansıdı basına. Kuşkusuz tedavi etmeyen doktorların hepsinin işkenceci olduğunu söylüyor değiliz. Bazı doktorların tehditlerden kaynaklı tedavi etmeye yanaşmadıkları iddia edildi. Fakat bu bile en hafif deyimle doktorluk ahlakına leke sürmekten başka bir şey değildir. Nesnel açıdan ise bu, işkenceye göz yummak, dolayısıyla bir şekilde ortak olmaktır.

Şüphesiz her insanın olduğu gibi doktorların da siyasal düşünceleri var. Fakat bir doktor, siyasal olarak düşman saydığı birinin yanında doktor olarak bulunuyorsa onu tedavi etmek zorundadır. Buna rağmen tedavi etmek istemiyorsa bunu açıktan ifade etmesi daha onurlu bir tutum olacaktır. Şakran Hapishanesi’nden hastaneye götürülen tutsaklara yapıldığı üzere, eylemcileri “İyisiniz, bir şeyiniz yok” diyerek göndermenin ne tıp etiğiyle ne de asgari bir onurlu davranışla uzaktan yakından ilgisi var.

İlk günlerde bile normal yemek

Açlık grevini bitiren tutsakların serum yerine ağızdan beslenerek tedaviye başlamaları risk taşıyor. Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) hazırladığı diyet programı bu riski en aza indirecek nitelikte. Saldırganlık bu konuda da sürdü. Tutsaklara TTB’nin diyet programına nispeten uyan yemeklerin yanı sıra normal yemeğin çıkarıldığı da görüldü. Pek çok hapishanede ilk günler neredeyse tümüyle normal yemek çıkarıldı. Bununla beraber tutsakların kantin siparişleri en az bir iki gün gecikmeli verildi.

Tutsaklara normal yemek vermek, alenen sağlıklarına kast etmek anlamına geliyor. Zira uzun süreli açlık grevinden yeni çıkmış biri normal yemek yediğinde, en hafifinden kalıcı olarak mide ve bağırsak rahatsızlıkları yaşar. Diğer bir deyimle, tutsakların serumla “beslenme”sini engelleyen devlet, ağızdan beslenmeyi bile saldırıya dönüştürdü.

Sorunlar da çözümleri de dışarıdan bağımsız değil!

Sermaye devleti hapishanelere yönelik hiçbir saldırısını sadece tutsaklara yönelik bir saldırı olarak gerçekleştirmiyor. Hapishanelere yapılan her saldırı işçilere, emekçilere, gençliğe, Kürt halkına yönelik bir saldırıdır. Son açlık grevi-ölüm orucu eylemlerine yönelik veya sonrasında tedaviyi engelleyerek sürdürdüğü saldırılar, tutsaklar şahsında öncelikli olarak Kürt halkına yönelen saldırılardır. Kürt halkına yönelik saldırılar da işçi ve emekçilere yönelik saldırılardan ayrı değildir.

Bu yaşananlar, sermaye devletinin tutsaklara saldırısının hız kesmeden devam edeceğini gösteriyor. Açlık grevini bitirenlerin, görüntüyü kurtarmak için dahi olsa hastaneye götürülmeleri bile dışarıdan basınçla gerçekleşirken, tedavilerin asgari düzeyde bile olsa yapılabilmesi için dışarıda tutsakların sesi olmak gerekiyor. Yoksa bu saldırıların dizginlenmesi mümkün olmayacaktır.

 

 

 

 

Evrim Erdoğdu yasak ve tecrit uygulamalarını anlattı

 

Şakran Kadın Kapalı Hapishanesi’ndeki TKİP Dava Tutsağı Evrim Erdoğdu, 22 Mayıs’ta yazdığı ve elimize yeni ulaşan mektubunda yaşadıkları tecrit ve cezaları anlattı.

Yayın yasakları sözde kalksa da ellerinde bulunan dergilere “güvenlik” gerekçesiyle el konulduğunu, radyoların zorla alındığını ve yasağın sürdüğünü anlattı.

Erdoğdu, tüm dostlarına selam gönderirken tahliyesinin hukuksuz bir şekilde geciktirildiğini ve 22 Ocak 2020’de tahliye edileceğini belirtti.

Erdoğdu mektubuna şu ifadelerle başladı: “Öncelikle herkese kavganın sıcaklığı ile selamlar ve sevgiler...

Devrimci bahardan sınıf mücadelesinin kızıllaştığı günlere içinden geçtiğimiz tarihsel döneme uygun bir hızla geçmiş olduk. Sermaye iktidarının çok yönlü krizinin tüm şiddetinin hissedildiği zindan cephesindeki gelişmeleri takip ediyorsunuz. Buralar her zaman toplumsal mücadelenin biriktirdiği mücadele dinamiklerinin aynası oluyor. Tabi sermaye düzeninin geleneksel çizgisinin tüm hatları da burada tüm çıplaklığı ile gün yüzüne çıkıyor.”

Yayın yasakları sürdü, radyolara el konuldu

Mayıs ayının başında 3 aylık iletişim cezalarından birinin daha uygulandığını belirten Erdoğdu, Leyla Güven öncülüğünde başlatılan açlık grevi direnişlerine yönelik tecriti Şakran’da da yoğun şekilde hissettiklerini belirtti.

Özgürlükçü Demokrasi’nin açlık grevi haberleri nedeniyle merkezi olarak engellendiğini söyleyen Erdoğdu, “Bu süreçte Evrensel’i dahi almakta güçlük yaşayabiliyoruz. Kızıl Bayrak’ın da 13. ve 14. sayıları bu engele takılarak bana verilmemiş oldu” dedi.

Haftalık olarak kendisine gönderilen Kızıl Bayrak’ın her sayısının ortalama bir-bir buçuk ay sonra kendisine verildiğini belirten Erdoğdu, öte yandan radyolarına da el konulduğunu aktardı. “Burada rutinleşen radyo avı sürüyor. fm bantlı radyolara dahi kontrol gerekçesiyle el konuluyor. Türlü vesilelerle 7 aydır müzik dinlemem yasaklanmış desem abartmamış olurum” dedi.

Yayın yasağının kalkması sonucunda bekletilen yayınların kendisine 2 yıllık toplu şekilde verildiğini, ancak bu sefer de elinde tuttuğu dergilere “güvenlik” gerekçesiyle el konulduğunu belirtti.

Hücre arkadaşlarının da desteğiyle sağlık sorunlarının üstesinden gelmeye çalıştığını aktaran Erdoğdu, “Bu süreçte normal koşullarda tahliyeme hukuksuz bir şekilde engel olan kurumun benim isteğim dışında başlatmış olduğu sağlık nedeniyle ceza tehir işlemlerinin 4 yıllık yılan hikayesini 3. kez sonlandırdım. Belli periyotlarla bu gündeme gelip duruyor. Sonuçta hasta tutsaklar bu sağlık kurulu raporları ile ölüme terk edilmeye devam ediliyor” ifadelerini kullandı.