28 Ağustos 2020
Sayı: KB 2020/Özel-11

Kriz derinleştikçe zorbalık tahkim ediliyor
1 Eylül’e anlam katmak...
Sermaye iktidarının “gaz zinciri”
İşçi ve emekçiye sunulan seçenek: “Ya öl ya öl”
“Hastalık kontrolden çıkmış bir şekilde yayılıyor”
Pandemide eğitim: Her şey kâr için!
Fabrikalar salgının merkezi olmaya devam ediyor...
Kapitalistler işçinin alınteri ve kanıyla büyüyor
Sınıftan haberler
Sungurlar Fabrika Direnişi 45 yaşında!
Barış sorunu - V. İ. Lenin
Akdeniz’de savaş provokasyonları...
Afrika kıtası: Kapitalist barbarlığın gerçek yüzü
Avrupa işçi sınıfı mücadele silahlarını kuşanmalı!
Bielefeld Rise Up deneyimi üzerine…
Dünyada pandemi süreci
İtalya’da kürtaj düzenlemesi
Gelecek ellerimizde, özgürlük sosyalizmde!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Fabrikalar salgının merkezi olmaya devam ediyor...

Artı değer sömürüsü mü,
işçilerin sağlığı mı?

 

Türkiye’de koronavirüs salgını yayılmaya devam ediyor. Saklanan, gizlenen, test yapılmayarak kayda alınmayanlara rağmen, her gün açıklanan veriler tablonun tekrar Nisan-Mayıs aylarına geri döndüğünü gösteriyor. Hastalıktaki artışların çoğu fabrikalarda, işletmelerde, emekçilerin toplu çalıştığı mekanlarda görülüyor.

Saraydan beslenen sermaye medyası hasta sayısındaki dramatik artıştan halkı sorumlu tutuyor. Sahiller, parklar, düğün salonları gibi yerler ekranlarda gösterilerek insanların “maske, mesafe ve hijyen” kurallarına uymadığını döne döne tekrarlıyorlar. Ancak virüsün en hızlı yayıldığı fabrikalardan söz etmiyorlar.

Öte yandan küresel çapta bir salgının bireysel önlemlerle değil, toplumsal önlemlerle azaltılabileceği, bu noktada iktidara birinci dereceden sorumluk düştüğü kimse için bir sır değil. Gerçekleri tersyüz eden saray medyasının sefil yayın çizgisi hem AKP-MHP rejimini koruma kaygısı hem işçileri ölüme sürükleyen vahşi kapitalist üretim koşullarını örtme telaşından kaynaklanıyor. Rejim ve onun borazanlığını yapan medya yok saysa da salgının merkezinin yoğun çalışma temposuyla üretimin devam ettiği fabrikalar olduğu sık sık gündeme geliyor.

Sömürü vahşetinin ibretlik örneklerinden biri Dardanel Ton fabrikasında yaşananlardır. Hastalanan işçiler olmasına rağmen üretime ara vermek yerine, AKP-MHP iktidarının onayıyla işçileri toplu bir şekilde fabrikaya kapattılar.  Kadrolu, geçici, taşeron toplamda 17 bin civarında işçinin çalıştığı Vestel’de ise salgın hızla yayılmakta ve hayatını kaybeden işçiler olmasına rağmen üretim aynı tempoda sürdürülmektedir.

Tekstil sektöründe önemli bir yer tutan Antep’teki fabrikalarda hastalanan işçi sayısı hızla artmaktadır. Ankara’da gurbetçi inşaat işçilerinde virüs tespit edilmiş, karantinaya alınan işçiler virüs olmayan işçilerle aynı odada tutularak virüsü yaymaya zorlanmıştır. Zonguldak’ta 155 işçinin çalıştığı tekstil fabrikasında 43 işçinin testi pozitif çıkmıştır. Kırklareli’nde bir fabrikada belirti gösteren 70 işçiye test yapılmış ancak test sonuçları gizlenmiştir. Kar-el Demir Çelik, BMC, Arçelik, Toyotetsu, Zonguldak TTK, İstikbal, Yataş, Mitaş, Astor vb… örnekler saymakla bitmez.

Sarayın Sağlık Bakanlığı gerçeği ne kadar çarpıtsa da, yayınladığı salgın haritasında hasta sayısının sanayi havzalarında yoğunlaştığını gizleyemiyor. Üstelik bu durum sınırlı sayıda işçiye test yapılmasına rağmen böyledir. Türkiye’de milyonlarca işçinin bir araya gelmek durumunda bırakıldığı fabrikalar salgının merkezi olmaya devam ediyor. Sadece sermayenin ihtiyaçlarını ve saraylarda sürdükleri şatafatlı yaşamı düşünen AKP-MHP iktidarının şefleri hastalanan işçi sayısını düşük göstermek için kirli oyunlar çeviriyor. Üretim alanlarında ya test yapmayarak durumu gizlemeye çalışıyor ya da valilikler aracılığıyla çalışma yaşamında yeni olan “kapalı devre çalışma sistemini” uyguluyor. Bu yeni çalışma rejiminde testi pozitif çıkan da çıkmayan da karantinada tutuluyor, ancak bunun yeri üretim alanları olacak ve böylece “ekonominin/sömürünün çarkları” dönmeye devam edecek.

Pandemi işçileri ölümle burun buruna getirmekle kalmamış, gelirlerinin düşmesi sonucu açlık ve yoksulluk çeken yeni milyonlar da yaratmıştır. Açıklanan raporlara bakıldığında pandeminin ilk 5 ayında gelir kaybı yaşayan en az 6.2 milyon emekçi varken, hesabında 1 milyon TL olanlara 32 bin yeni kişi eklendi. Yani pandemi aylarında gelir dağılımı uçurumu derinleşmeye devam etmiştir. Artık asgari ücreti bile alamayan milyonlarca işçi vardır. İşsizlik rakamları Türkiye tarihinde görülmemiş bir düzeye ulaşarak 17 milyonlara dayanmıştır.

Sermaye sınıfı, AKP-MHP rejiminin tam desteğini de alarak salgınla oluşan kriz ortamını kendi lehine kullanmak için elinden geleni yapıyor. Daha az işçi ile aynı üretimi çıkarmak, “ücretsiz izini” işçilere karşı sopa gibi kullanmak, işsizlik sigortası fonunu yağmalamak vb… Sermayenin demir yumruğu olan rejim ise ekonominin çarklarının dönmesi, yani kapitalistlerin ihtiyaçlarına göre hareket etmeye devam ediyor. Ücretsiz izin, kısa çalışma ödemesi 1 yıl uzatıldı. Esnek ve güvencesiz çalışmanın adımları yasalaştırıldı. Sanayi kentlerinde (Tekirdağ, Kocaeli) işçilerin olası eylemlerinin önüne geçebilmek için eylem yasakları getirildi vb…

İşçilerle yapılan araştırmalarda sınıfın nasıl bir cendere içinde kaldığı anlaşılıyor. İÜ İktisat Fakültesi Araştırma Merkezi’nin (İKAM) yaptığı araştırmaya göre işçilerin %92’sinin ücret dışında bir geliri bulunmuyor. %42’si işsiz kalma endişesiyle çalışmaya devam ediyor. Yine aynı araştırmada hastalık taşıma kaygısına rağmen işsiz kalma korkusunun ağır bastığı ve işçilerin işsiz kalmamak koşuluyla her şartı kabul etmeye hazır oldukları belirtiliyor. İşçilerin sağlığı sermaye devleti tarafından pervasızca hiçe sayılıyor. İşsizlikle, açlıkla tehdit ederek çalışmaya zorluyor. Sosyal medyada işçilerin hastalandığı fabrikalarla ilgili haberlerinin altına aynı fabrikadan işçilerin, haberleri yalanlaması da işte bu sebeptendir.

Fabrikalarda salgının durdurulması öncelikle işçilerin sağlığını temel alan bir önlemler zinciri ile mümkün olabilir. Salgın çıkan fabrikada üretimin kısmi ya da komple durdurulması şarttır. Hava ile bulaş riski dikkate alınarak, üretim alanlarında işçi sayılarının azaltılması ve çalışma saatlerinin düşürülmesi gerekiyor. İşçilere düzenli ve yaygın test yapılmalıdır.

Önlemler çoğaltılabilir ya da fabrikaların özgünlüğüne göre düzenlenebilir. Bu önlemler ancak işçi sınıfının örgütlü mücadelesi ile aldırtılabilir. Bugün görebildiğimiz ise işçilerin örgütsüz ve dağınık tablosundan yararlanarak sadece yemekhanede çapraz oturma, girişte ateş ölçümü gibi göstermelik önlemlerdir.

İşçiler bu ağır çalışma ve yaşam koşullarından kurtulmak istiyorsa sermaye ve onun demir yumruğu AKP-MHP iktidarına karşı yukarıda belirttiğimiz temel talepleri “sınıfa karşı sınıf” bakışı ekseninde ele alarak mücadeleyi yükseltmelidir. Bunun gerçekleşmesi için de sınıf bilincinin ve örgütlülüğün geliştirilmesi gerekmektedir. Sınıf bilinci ise, işçilerin bu sorunlara karşı vereceği mücadele içinde daha da gelişecektir. O yüzden fabrikalarda öncü mücadeleci işçilere büyük sorumluluklar düşüyor.