28 Ağustos 2020
Sayı: KB 2020/Özel-11

Kriz derinleştikçe zorbalık tahkim ediliyor
1 Eylül’e anlam katmak...
Sermaye iktidarının “gaz zinciri”
İşçi ve emekçiye sunulan seçenek: “Ya öl ya öl”
“Hastalık kontrolden çıkmış bir şekilde yayılıyor”
Pandemide eğitim: Her şey kâr için!
Fabrikalar salgının merkezi olmaya devam ediyor...
Kapitalistler işçinin alınteri ve kanıyla büyüyor
Sınıftan haberler
Sungurlar Fabrika Direnişi 45 yaşında!
Barış sorunu - V. İ. Lenin
Akdeniz’de savaş provokasyonları...
Afrika kıtası: Kapitalist barbarlığın gerçek yüzü
Avrupa işçi sınıfı mücadele silahlarını kuşanmalı!
Bielefeld Rise Up deneyimi üzerine…
Dünyada pandemi süreci
İtalya’da kürtaj düzenlemesi
Gelecek ellerimizde, özgürlük sosyalizmde!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Akdeniz’de savaş provokasyonları...

Emekçi halkların devrimci dayanışması
savaşları boşa çıkaracaktır

 

Doğu Akdeniz son dönemde gerilim, çatışma ve savaşlarla anılmaya başladı. Gerilimler eksik olmasa da Suriye ve Libya
krizinden sonra bölge tam anlamıyla savaşların kucağına atıldı. Libya ve Suriye üzerinde süren emperyalistlerin hakimiyet savaşlarına kapitalizmin küresel ekonomik krizi eklenince, bölgesel çatışmalar büyüyerek yaygınlaştı.

Emperyalistlerin kışkırttığı çatışmaların fitili, 11 Eylül provokasyonu bahane edilerek ilk önce Afganistan’da tutuşturuldu. Irak işgaliyle yeni bir boyut kazandı, Yemen, Suriye ve Libya’yı içine alarak genişletildi. Libya petrolünün yağmalanması konusunda yaşanan anlaşmazlıklar, Doğu Akdeniz’i gerilim ve çatışmaların merkezi haline getirdi. Büyük emperyalist güçlerin hakimiyet savaşlarında taraf olan bölge devletlerinin saldırgan politikaları savaş tehlikesinin bölge düzeyine yayılmasına neden oluyor.

Rusya ve bölgede daha az görünür olan Çin’e karşı ABD’nin yanında NATO ittifak güçleri olarak yer alan AB’nin başını çeken Alman ve Fransız emperyalistlerinin bölgeye daha çok ilgi göstermeye başlamaları Akdeniz’i tam bir barut fıçısına dönüştüren faktörlerden biri.

Bu yılın başında Libya’ya “barış” sağlamak iddiasıyla Berlin Konferansı toplayan Alman emperyalizmi, bölgede daha çok görüleceğinin işaretini verdi. Konferans bir işe yaramadığı gibi Türk sermaye devleti kukla Sarraj hükümetiyle yaptığı anlaşmalara dayanarak, ABD’nin de onayı ile Libya’da etki alanlarını genişletmek için fiilen savaşa katıldı. Türk devletinin yayılmacı politikasından rahatsız olan Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ise durumu tersine çevirmek için Fransa’yla daha yakın bir işbirliğine yöneldiler. ABD de, Mısır ve BAE gibi müttefiklerini daha çok gücendirmemek için Türk sermaye devletine verdiği desteği sınırlı tutmak zorunda kaldı. Türk sermaye devletinin Sarraj hükümeti üzerinden ‘petrol hilali’ olarak tanımlanan Sirte’ye hakim olma arzusu kursağında kaldı. Emperyalist büyük güçlerin devreye girmesiyle Ağustos ayında Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi iki ayrı açıklama yaparak ateşkes ilan ettiler.

Kurtlar sofrasına düşen Libya’da ateşkes kararı zorlu pazarlıklar sonucunda alınabildi. Ateşkese giden süreçte ortaya çıkan tablo kelimenin gerçek anlamıyla girift ve iğrençti.

Bu süreç burjuva basında şöyle yer aldı:

“Ateşkes sürecinde Libya’nın başkenti Trablus bugün yoğun diplomatik trafiğe sahne oldu. Almanya Dışişleri Bakanı’nın yanı sıra Türkiye ve Katar savunma bakanları Trablus’ta temaslarda bulunurken Erdoğan ve Putin de telefonda görüştü.

Maas Libya’daki temaslarının ardından Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) gidecek.

Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti, Türkiye ve Katar ile üçlü bir askeri anlaşmaya imza atıldığını bildirdi. Anlaşma uyarınca Libyalı subaylar Türkiye ve Katar’da eğitilecek.”

Görünen o ki, yoğun pazarlık ve çekişmeler sonunda ilan edilen ateşkesin kalıcı olma ihtimali düşük. Korona salgını gibi ‘insani’ görünüm altında sunulsa da taraflar ateşkesi, barışa giden yol olmaktan çok, güçlerini yeniden dizayn etme imkanı olarak kullanacaklar. Libya’nın sert savaşlara sahne olma ihtimali yüksek görünüyor. Bazı taraflar şimdiden bölünme senaryolarını tartışıyor. Çatışan taraflar Libya halkını hiçe sayarak sefil çıkarları için ülkeyi bölebilirler.

Avrupa’nın Libya’da varlık göstermediği için hareket alanının sınırlı olduğunu ifade eden Almanya savaş bakanı Kramp-Karrenbauer, “Libya örneği gösteriyor ki, bölgede varlık göstermiyorsanız hareket kabiliyetiniz de sınırlı kalıyor. Bu da şu an örneğini gördüğümüz gibi, ülkenin muhtemelen Türkiye ve Rusya arasında bölünmesi tehlikesini doğuruyor. Bunun Avrupa için çok tercih edilir bir durum olmadığını söyleyebiliriz” diye konuşurken, paylaşım masalarında nelerin pazarlığının yapıldığını dolaylı da olsa dışa vurdu. BAE ziyaretinde, emirlerden Hafter üzerindeki nüfuzlarını kullanmalarını beklediklerini söyleyen Almanya Dışişleri Bakanı Maas ise, “Sadece şu an Libya’da ateşkese yapıcı katkıda bulunanlar Libya’nın geleceğinin bir parçası olabilir” derken ateşkesle zaman kazanmanın AB emperyalistleri için ne kadar önemli olduğunu söylüyordu.

Saray-Sarraj MEB’ine karşı Yunanistan-Mısır MEB’i

Türk sermaye devletinin Sarraj hükümetiyle yaptığı Münhasır Ekonomik Bölgeler (MEB) anlaşmasının benzerini Yunanistan’la Mısır kendi aralarında yaparak cevap verdiler. Fransa ile BAE yapılan bu anlaşmayı Libya, Suriye ve bir bütün olarak da bölgedeki durumu lehlerine çevireceğini hesaplayarak hararetle desteklediler.

Doğu Akdeniz’de sürmekte olan gerilim, yapılan anlaşmalarla birlikte Libya-Suriye ekseninde süren savaş ve çatışmaları Doğu Akdeniz’e doğru yayarak bölgeselleştirdi. Pamuk ipliğine bağlı olan ‘barış’ durumunu çok daha kırılgan hale getirdi.

Doğu Akdeniz’de yükselen gerilim Alman emperyalizmine, Türk-Yunan devletleri arasında arabulucu olarak öne çıkma fırsatı da sundu.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron’a resmi bir ziyarette bulunan Almanya Başbakanı Merkel, görüşme sonrasında, “Bölgede istikrara ihtiyacımız var, gerilime değil” dedi. “Biz sorunların gerilimin tırmandırılarak değil, konuşarak çözülmesinden yanayız. Bu, bütün taraflar için geçerlidir” diyen Merkel, Fransa ile Almanya’nın “Avrupa Birliği’nin (AB) üye devletlerinin egemenliklerine yapılan saldırıları kabul etmeyeceğini” de vurguladı. Almanya ışişleri Bakanı Heiko Maas Yunanistan ve peşinden Türkiye’ye yaptığı ziyaretlerle iki ülkenin dışişleri bakanlarıyla ayrı ayrı görüşmeler yaptı. İki NATO müttefiki arasında yaşanan gerilimi “ateşle oynamak” olarak nitelendiren Maas, “İki tarafta da, hem Atina hem Ankara’da tek yolun hep bir diyaloğu başlatmak olduğu söylendi. Kimse burada askeri bir çözüm istemiyor, bu akılsızlık olur. Bu diplomasiyle çözülecek, zor olabilir, ağır ilerleyebilir. Niyet var, bunun koşullarını hazırlamalıyız” diyerek barışçı bir görünüm çizdi. Heiko Maas, iki tarafın da masaya oturmak için ön koşul istemediğini belirtti. “Aslında gerekli koşullar bunlar. Biz bu süreci desteklemeye devam edeceğiz. AB içinde Türkiye ile olan diyaloğu yapıcı bir temele oturtmak istiyoruz. Dönem başkanlığımızda bunu değerlendireceğiz.” diyen Maas, AB dışişleri bakanlarının Perşembe ve Cuma günü Berlin’de yapacağı toplantılarda Doğu Akdeniz’deki gerilimin de görüşüleceğini söyledi.

Peş peşe yapılan tatbikatlar: kim kiminle kime karşı

İlk önce ABD ile Yunanistan’ın bu hafta içerisinde Girit Adası’nın güneyinde yaptıkları askeri tatbikata Birleşik Arap Emirlikleri de dört F-16 savaş uçağıyla katıldı. Peşinden Yunanistan, Fransa, İtalya ve Kıbrıs Doğu Akdeniz’de Kıbrıs ve Girit adalarının güneyinde 26 Ağustos günü üç gün sürecek ortak bir askeri tatbikat başlattılar.

Yunanistan Savunma Bakanlığı, tatbikatın amacını Doğu Akdeniz’de uluslararası hukukun üstünlüğünün sağlanması olarak tanımladı. Twitter üzerinden yaptığı açıklamada “Doğu Akdeniz’in bir gerilim bölgesine dönüştüğünü” söyleyen Fransa Silahlı Kuvvetler Bakanı Florence Parly ise,  “Mesajımız basit: Diyalog, işbirliği ve diplomasiye öncelik verilerek, Doğu Akdeniz’in bir istikrar bölgesine dönüşmesi ve uluslararası hukuka saygı duyulmasını sağlamak. Burası bazılarının hırslarının oyun alanı değil, ortak çıkarların temsil edildiği bir yer olmalı” diyerek aba altından sopa göstermeyi de ihmal etmedi. İtalya Savunma Bakanlığı da tatbikatla ilgili bir açıklama yaptı.  İtalyan ve Türk donanmaları arasında tarihi olarak mükemmel ilişkilerin olduğu belirtilen açıklamada, Doğu Akdeniz’de “büyük enerji kaynakları üzerindeki çekişmelere dayalı gerilimler yaşandığına” dikkat çekilerek amaçlarının “bölgede istikrarın sağlanması” olduğu ifade edildi. Açıklamada, “bu bölgenin hem İtalya’nın hem Avrupa’nın güvenliği açısından stratejik bir ilgi alanı teşkil ettiği” vurgulanarak, İtalya’nın duruşu hakkında Türkiye’ye net bir mesaj verildi.

Savaş manevraları devam ederken bir açıklama da Türk Savunma Bakanlığı’ndan geldi. Twitter hesabından yapılan açıklamada, “Türk Deniz Kuvvetleri, Müttefik Deniz Kuvvetleri ile geçiş eğitimlerine devam etmektedir. TCG BARBAROS firkateyni ve TCG BURGAZADA korveti ile ABD muhribi USS WINSTON S.CHURCHILL tarafından 26 Ağustos 2020 günü, Doğu Akdeniz’de deniz eğitimleri icra edilmiştir.” ifadeleri yer aldı.

Milliyetçi dalga eşliğinde savaş çığırtkanlığı

Ağustos ayının son haftasına sığdırılan bu baş döndürücü gelişmeler sürerken, Bitlis’in Ahlat ilçesinde, 30 dönüm arazide 1071 metrekarelik alana inşa edilen yeni sarayında bir açıklama yapan AKP şefi T. Erdoğan, “Türkiye, Akdeniz’de de, Ege’de de, Karadeniz’de de hakkı olanı alacaktır. Bunun için siyasi, ekonomik, askerî bakımdan ne gerekiyorsa yapmakta kararlıyız.” diyerek, savaş tatmamaları çaldı. Reisin savaş çığırtkanlığına Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ise, “Meclise sunulacak bir yasa tasarısı ile batı karasularını altı milden 12 mile çıkaracağız” diyerek, Ege’nin karşı kıyısından savaş tamtamları çalarak Türk milliyetçiliğine karşı Yunan milliyetçiliğini körükleyerek cevap verdi.

 Akdeniz’de Oruç Reis gemisiyle Yunanistan’ın Limnos gemileri arasında yaşanan didişmeyi fırsat bilerek bölgeye iki savaş uçağı eşliğinde bir savaş gemisi gönderen Macron gerilimde dolaysız taraf oldu. Macron’un bu adımını, “Emmanuel Macron Yunanistan’ın gerçek bir dostu ve Avrupa’nın değerleri ile uluslararası hukukun ateşli bir savunucusudur.” sözleriyle öven Miçotakis, ekonomik krizin basıncı altında sarsılan iktidarının bekasıyla sarayın bekasının aynı kaderi paylaştığını göstermiş oldu.

Ekonomik krizi yönetmede kullanışlı araç: Milliyetçilik

Küresel kapitalist sistemin parçası olan Türk ve yunan kapitalist sistemleri derin bir kriz içerisinde debeleniyorlar. Kitleselleşerek büyüyen işsizlik ve yoksulluğun ortaya çıkartacağı olası sosyal patlamaların hedefini şaşırtmak için Türk-Yunan düşmanlığını kışkırtıyorlar. Ekonomik krizlerin derinleştiği her dönemeçte iki ülkenin egemenleri hep aynı kirli ve tehlikeli yola başvurdular. İki ülke emekçi sınıflarının devrimci dayanışmalarını sabote etmek için milliyetçi dalgayı kışkırttılar. Bugün de aynı oyunu oynuyorlar. Ek olarak AKP-MHP rejimi, kendi bekası için de savaş kışkırtıcılığına herkesten daha çok ihtiyaç duyuyor.

Başta başkent Atina olmak üzere birçok kentte duvar yazıları ve çeşitli açıklamalar kanalıyla savaş karşıtı söylemi dillendiren komşu Yunanistan halkı elbette ki, Türkiye halklarının dostudur ve düşmanları da ortaktır, her iki devletin sermaye diktatörlükleridir. Yunanistan Komünist Partisi (KKE), Türkiye’yle gerginliğin “sadece emperyalist odakların ve iki ülke burjuvazisinin işine geldiğini” söylerken tam da bu gerçeği dile getiriyor.

 

 

 

 

 

BMGK ABD’nin yeni İran yaptırımlarını engelledi

 

ABD hükümeti, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni (BMGK) İran’a karşı geniş kapsamlı yaptırımlara dönüşe zorlamak istedi. Ancak BMGK, ABD’nin İran’a yönelik yaptırımları yeniden uygulamaya koyma girişimine izin vermedi. Şu anda Konsey Başkanlığını yürüten Endonezya’nın Büyükelçisi Dian Triansyah Djani, ABD’nin girişimini onaylamadığını söyledi. Güvenlik Konseyi’ne üye 15 devletten 13’ü daha önce Endonezya başkanlığına yazdığı bir mektupta ABD’nin girişimine karşı çıkmıştı. ABD’nin girişimi sadece Dominik Cumhuriyeti tarafından desteklendi.

ABD’nin ilerleme yetkisi yok

Trump yönetimi, Tahran’la 2015 nükleer anlaşması öncesinde olduğu gibi İran’a karşı yaptırımları yeniden uygulamaya koymak için bastırıyordu. Ancak bu girişime karşı çıkan taraflar, ABD’nin Mayıs 2018’de tek taraflı olarak anlaşmadan çekilmesi nedeniyle bunu yapmaya yetkili olmadığını hatırlatıyor. ABD, 2015’teki nükleer anlaşmayla ilgili BM kararına imza atmıştı. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, cezai tedbirleri eski haline getirmek için sözde snapback mekanizmasını etkinleştirmek için Perşembe günü Güvenlik Konseyi’ne başvurdu. 

İran’a karşı saldırgan tutumunu pekiştiren ABD, yaptırımı uzatma talebini, “İran’ın atom bombasını inşa etmesini engellemesi beklenen nükleer anlaşmanın ihlal edildiği” iddiasına dayandırdı. Pompeo’nun talebi üzerine Almanya, Fransa ve İngiltere hükümetleri ABD’nin bunu yapmaya yetkili olmadığını ilan etti. Avrupa ülkelerinden şamar yiyen Pompeo agresifleşerek, Avrupa devletlerini “Ayetullahların yanında yer almakla” suçladı. Fransa ve İngiltere ABD gibi BMGK’nın daimi üyeleri, Almanya ise geçici üyelerden biri. Üç Avrupa ülkesi İran ile nükleer anlaşmaya imza atan ülkeler arasında yer alıyor.

İran, kararı memnuniyetle karşıladı

ABD’nin BM’deki Büyükelçisi Kelly Craft, yaptırımları veto ettikleri için diğer ülkeleri kınadı. ABD hükümetinin tecrit edilmekten korkmadığını iddia eden Craft, “Tek pişmanlığım, konseyin diğer üyelerinin yollarını kaybetmeleri ve şimdi teröristlerin yanında olmaları” dedi. İran, Güvenlik Konseyi’nin şimdilik ABD baskısına boyun eğmeme kararını memnuniyetle karşıladı. Dışişleri Bakanı Mohammed Javad Zarif, “ABD’nin hukuka aykırı talepleri ve ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun kanunsuz zorbalığı, ABD’nin yeniden tecrit edilmesine yol açtı” şeklinde bir tweet attı.

Trump, İran baskısını sıkılaştırdı

ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin BM’yi kullanarak İran’a saldırma girişimi Güvenlik Konseyi’ne takılınca, snapback mekanizmasını harekete geçirmek için girişim başlattı. Bu ise Ekim ayında sona eriyor. Reddedilen ABD taslağı, ambargonun sınırsız bir şekilde uzatılmasını hedefliyordu. 

İran’la uğraşmanın ABD ile Avrupa devletleri arasında derin uçurumlar yarattığı kanısı yaygın hale gelmiş bulunuyor. Trump, son yıllarda İran’a karşı daha saldırgan bir politika izleyerek, seçimlerde desteğini aldığı siyonist lobileri memnun etmeye çalışıyor. ABD’de seçimlerin gündeme yerleştiği bir dönemde Trump yönetiminin BM’de yaşadığı fiyasko, dünya jandarmasının heybetinin sarsılmaya devam edeceğinin işaretini veriyor. Güvenlik Konseyi’nde ancak Dominik Cumhuriyeti’nin desteğini alabilmesi de buna işaret ediyor. Bu defa Rusya-Çin ikilisine gerek kalmadan, Trump’a bizzat batılı müttefikleri çelmeyi taktı.