İçindekiler:

25 Ekim 2021
Sayı: KB 2021/Özel-37

İşçi sınıfını bekleyen kapsamlı yıkım saldırısı
Vahim gidişatı işçi sınıfı ve emekçiler durdurabilir
Emperyalizmin ve işbirlikçilerin Taliban riyakarlığı
“Balık baştan kokar”
Peker’in ifşaatları ve SADAT
Metal işkolunda vahşi sömürü tablosu
Coşkulu İşçi-Emekçi Mitingi
İşyerlerinde kadına şiddete karşı mücadele
Alba direnişçisinden Ekmek ve Gül’e...
Reformizm ve devrim - H. Fırat
Paris Katliamı’nın 60. yılı
NATO’nun Rusya ile çatışma hazırlıkları
Pandora’da “UMUT” var!
Almanya’da işçiler mitinge hazırlanıyor…
AB dış sınırlarında “ölümüne yıldırmak”
İsviçre’de kitlesel iklim eylemi
İsviçre’de kadın cinayetleri ve şiddet
Mesleki Eğitim Merkezi: Sömürüye yasal kılıf
Boğaziçi’nde direniş hız kesmiyor
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

İşyerlerinde kadına yönelik şiddete
karşı mücadelenin önemi

S. Soysal

 

Kadına yönelik şiddet işyerinde, evde, sokakta günden güne artarak devam ediyor. Şiddetin bu denli tırmanmasında AKP gericiliğinin 19 yıldır uyguladığı politikaların özel bir rolü var. Toplumsal çürüme ve yozlaşmanın hiç olmadığı kadar yaygınlaştığı günümüzde, dinsel referanslara dayanarak kadını ikincil gören AKP iktidarının politikaları sonucu, kadına yönelik şiddet akıl almaz boyutlara ulaşmış bulunuyor.

AKP iktidarı eliyle tırmandırılmış olsa da kadına yönelik şiddet genel olarak sınıflı toplumun, günümüzde ise bizzat kapitalist sistemin eseridir. Kadının ikincil konumu, her bir toplumsal sistemin sonrakine devrettiği ve bugün kapitalist üretim ilişkilerinin doğal parçası olan toplumsal bir olgudur. Erkek egemenliği de sömürüye dayalı, baskı ve eşitsizlikten beslenen kapitalizmin temel bir özelliğidir. Kapitalist toplumda, yaşamın her alanında kadınlar fiziksel, cinsel, ekonomik ve psikolojik şiddet ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu şiddetin bir biçimi olan kadın cinayetleri ise çok ciddi boyutlara ulaşmış durumdadır.

İşyerlerinde kadına yönelik şiddet

İşyerlerinde kadınlar şiddetin her biçimi ile karşı karşıya kalıyorlar. İşkollarına göre kadına şiddet farklılıklar arz etmekle birlikte, yapılan araştırmalar, kadınların en çok psikolojik şiddet yaşadıklarını ortaya koyuyor. Cinsel şiddetin oranının da oldukça fazla olduğu tahmin ediliyor. Fakat bir yandan kadınların çeşitli kaygılarla cinsel şiddeti gizleme ihtiyacı duymaları, öbür yandan maruz kaldıkları şiddeti cinsel şiddet olarak tanımlamamaları, cinsel şiddetin görünürlüğünü zorlaştırmaktadır.

Kadın emekçiler, şiddeti ağırlıklı olarak kapitalist vb. statüsündeki ve onun hizmetindeki kişilerden görüyorlar. Kadınlar, hizmet üretiminin olduğu işkollarında (örneğin market, havayolları, hastanelerde vs.), hizmeti alan kişilerin şiddetine de maruz kalıyorlar. Aynı statüdeki erkek işçilerin kadın işçiler üzerinde uyguladığı şiddet ise, sınıf bilincinden ve kimliğinden yoksunluğun ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kuşkusuz ki toplum ölçeğinde olduğu gibi, işyerlerinde de şiddet örgütsüzlükten beslenmektedir. Kuralsız ve güvencesiz çalışmanın yaygın olduğu yerlerde şiddetin dozajı artmakta, nispeten güvenceli ve sendikalı yerlerde ise şiddet varlığını sürdürmekle birlikte, daha az yaşanmaktadır. Bu kadarı dahi şiddetin panzehirinin örgütlülük olduğu gerçeğini bir kez daha doğrulamaktadır.

İşyerlerinde kadına yönelik şiddet ve sendikalar

Sendikalar, işçi sınıfının en temel öz örgütleridir. Fabrikalarda, işletmelerde işçilerin ekonomik, sosyal, demokratik haklarının savunuculuğunu yapması gereken sendikalar, ne yazık ki bu misyonlarını yerine getiremez hale gelmiş durumdadır. Temel hak ve özgürlüklerin yanı sıra kadın işçilere yönelik şiddete karşı mücadelede sendikaların gerçek bir mücadele hattı izlemesinin önündeki en temel engel ise, sendikalara hakim hale gelen bürokratik sendikal anlayıştır.

Bu tabloya rağmen, toplum ölçeğinde kadına yönelik şiddete karşı mücadelenin yarattığı duyarlılığa paralel olarak, son zamanlarda kadına yönelik şiddet kimi sendikalarda ilerici güçlerin çabasıyla gündem haline gelmekte ve mücadeleye konu edilmektedir.

Kuşkusuz ki İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmek istenmesine karşı ve belirli tarihsel gündemlerde bazı fabrikalarda eylemler gerçekleştirilmesi, bazı sendikaların toplu iş sözleşmelerinde şiddete karşı tedbirlerin yer alması, şiddetin tüzüklerinde yaptırımlara konu edilmesi, kadın ve erkek işçilere toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimlerinin verilmesi anlamlıdır. Örneğin bazı sendikalarda, şiddet uygulayan işçinin ücretinin şiddet mağduru eşe verilmesi, 25 Kasım ve 8 Mart’ın kadın işçiler için ücretli izin sayılması, şiddet uygulayan işçinin iş akdinin feshedilmesi, şiddet uygulayan işçinin (mahkeme kararlarıyla kesinleştiği koşullarda) sendika ve işyeri kurullarında yer almasının yasaklanması gibi yaptırımlar uygulanmaktadır.

Ancak yapılan eylemler, verilen eğitimler, uygulanan tedbir ve yaptırımlar, şiddete kaynaklık eden sermaye düzenine karşı mücadele ile birleşmediği koşullarda, dar sınırlarda kalmaya devam etmektedir. Daha etkin mücadele, yazık ki gelip işbirlikçi-uzlaşmacı ve erkek egemenliğiyle malul sendikal hareketin mevcut yapısının sınırlarına dayanmaktadır.

İşyerlerinde kadına yönelik şiddete karşı ne yapmalı?

Kadına yönelik şiddeti engellemenin temel yolu, şiddetin maddi zeminin ortadan kaldırılmasıdır. Bunun günümüzdeki adı baskı ve eşitsizlikten beslenen kapitalist düzendir. Ve bu düzen ayakta kaldığı sürece kadına yönelik şiddet de tümden ortadan kalkmayacaktır. Dolayısıyla bu düzeni yıkma mücadelesine bağlı şekilde, yaşadığımız toplumda kadına yönelik şiddetin, eşitsizlik ve ayrımcılığın kaldırılması uğruna mücadele, ikincil bir konuma itilen kadınlar için yaşamsal bir önem taşımaktadır. İşyerlerinde şiddetin önlenmesi için mücadele sınıf mücadelesinin parçasıdır ve kadın işçilerin temel taleplerinden bağımsız değildir. Zira şiddet, sömürüden beslenmektedir.

Yukarıda da değindiğimiz üzere şiddete karşı mücadelenin temel şartı örgütlülüktür. İşçilerin tabanda örgütlülüğü ne kadar güçlü ise, bu örgütlülüğün bir parçası olarak kadın işçilerin yer aldığı kadın işçi komisyonları gibi yapılar ne ölçüde yaygınsa, şiddete karşı mücadeleyi örgütlemenin, yaptırımları denetlemenin ve aynı zamanda erkek işçilerin dönüşümünün imkanları da o oranda vardır.

Bununla birlikte, işyerlerinde şiddete karşı somut adımların atılması büyük önem taşımaktadır. Öncelikle, işyerlerinde kadına yönelik şiddete karşı mücadele genel toplumsal mücadeleyle doğrudan ilişkisi ve bağı gözetilerek yürütülmelidir. AKP iktidarı eliyle yürütülen kadına yönelik politikalara karşı çıkmak ve bunun için mücadeleyi yürütmek, işyerlerinde şiddete karşı mücadelenin temel bir gündemidir. Toplum ölçeğinde kadınlara yönelik saldırıların püskürtülmesi, kazanımların korunması ve yeni haklar elde edilmesi mücadelesi işyeri mücadelesinin temel bir parçasıdır. İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi, çocuk istismarını yasalaştıran politikalar, dinsel gericiliğin çok yönlü kuşatması altında kadınların yaşamlarına müdahale edilmesi vs. adımlar, işyerinde kadınlar üzerindeki şiddeti derinleştiren bir rol oynamaktadır. Dolayısıyla her bir gelişme ve saldırı kadın işçiler için mücadele konusu olabilmelidir.

Halihazırda sendikaların ve ilerici kurumların gündeminde ILO’nun 190 No’lu sözleşmesinin (işyerlerinde çalışma yaşamında şiddet ve tacizin engellenmesi) uygulanması yer almaktadır. Ekim Devrimi’nin ardından, komünizm tehdidi karşısında kapitalist ülkelerde çalışma yaşamını düzenlemek amacıyla kurulan ILO, yıllar sonra, 2019 yılında iş yaşamında şiddet ve tacizi önlemeye dönük olarak 190 No’lu sözleşmeyi imzaladı. Üçlü bileşene (kapitalistler, işçi örgütleri ve kapitalist devletler) sahip ILO’nun 190 sayılı sözleşmesi geçtiğimiz haziran ayında yürürlüğe girdi. Ancak kapitalist devletler, başka uluslararası sözleşmelerde olduğu gibi, bu sözleşmeyi uygulamaktan da geri durmakta ve buna yönelik düzenlemeler yapmaktan imtina etmektedirler. ILO Sözleşmesinin uygulanması ve yasalarda işyerlerindeki şiddete karşı önlemler alınması şiddete karşı mücadelenin elbette önemli bir parçasıdır.  Fakat açıktır ki, işçi sınıfının tabana dayalı örgütlenmesi olmadığı ve fiili meşru mücadele geliştirilmediği koşullarda, yasal kazanımlar kağıt üzerinde kalmaya mahkumdur.

İşyerleri özgülünde ikinci olarak, sendikalı ya da sendikasız işyerlerinde kadın işçilere yönelik şiddeti engellemeye, tedbirler almaya ve bunun denetlenmesine dönük mücadele, gündelik mücadelenin bir parçası olarak ele alınabilmelidir.

Üçüncü olarak, sendikalı işyerlerinde daha özel olarak bir dizi başlık altında şiddete karşı mücadele temelinde sendikalar zorlanmalıdır. Kadın ve erkek işçilere, cinsiyet eşitliği temelinde eğitimler verilmesi, şiddete karşı işyeri ölçeğinde tedbirlerin alınması ve denetimlerin yapılması, toplu sözleşmelerde şiddete karşı hükümlerin yer alması için sendikalar üzerinde basınç oluşturulmalıdır.

Bu bağlamda örneğin yakın dönem metal grup TİS görüşmelerinde yetkili sendikaların taslaklarına bakmak gerekiyor. Bir önceki sözleşme döneminde sendikalar göstermelik de olsa, kadına yönelik şiddete karşı “kurullar” vb. oluşumlar önermelerine rağmen, bu dönemde bu önerilerini dahi rafa kaldırmışlardır. Ki kadına yönelik şiddetle ilgili işyerlerinde eylemler yapmakla övünen Birleşik Metal Sendikası dahi, “8 Mart’ın kadın işçiler için ücretli izin sayılması” talebi dışında, taslağında kadın işçilerin hiçbir talebine yer vermeye gerek duymamıştır.

Bugün fabrikalarda şiddet, taciz ve mobbing yaygınlaşmasına rağmen, işçilerin öfkesi ve tepkisi de büyüyor. Yakın dönemde Alba Plastik’te işyerinde tacize karşı verilen mücadele başta olmak üzere, bir dizi fabrikada kadın işçilerin içinde yer aldığı direnişler sürüyor. Bu direnişler, bugün işçi sınıfına yürünmesi gereken yolu gösteriyor.