PKK-Devrimci Çizgi Savaşçıları: CİAnın yeni Barış
planı
İşgale ve zulme karşı onyıllardır kararlı ve militan bir direniş sergileyen
Filistin halkı henüz bu mücadeleyi zaferle taçlandıramamıştır. Ortadoğudaki
çıkar çatışmaları, gerici Arap yönetimlerinin kaypaklığı, 89da
Sovyetler Birliğinin çöküşü, ve en önemlisi, FKÖnün taşıdığı
yapısal zaaflar, sürecin bu seyrinde önemli bir rol oynamıştır. İsrailin
de ABD emperyalizminin tüm olanaklarını kullandığını ve fiili desteğini
aldığını eklemek gerekir. Ancak bu konuda henüz son söz söylenmemiştir.
Mücadele sürüyor, direniş tüm şiddetiyle devam ediyor. FKÖ içinde baştan beri ağırlığı olan Arafat liderliğindeki El Fetihin
izlediği reformist çizgi süreç içinde hakim hale gedi. 80li
yıllara kadar Filistin özgürlük mücadelesinde önemli bir rol oynayan
devrimci örgütler, daha sonra bir tasfiye ve dağılma süreci yaşadılar.
Bir dönem görkemli bir mücadele yürüten bu örgütlerin alanı fiili olarak
terketmeleri bir boşluk yarattı. Bu boşluk islami gerici örgütler tarafından
dolduruldu. Marksizme eğilimli devrimci örgütlere karşı kullanılabileceği
hesabıyla, kurulup güçlenmeleri bizzat İsrail tarafından desteklenmiş
akımlardı bunlar. Ve tabanlarındaki anti-siyonist eğilime bağlı olarak
evrimleşip zamanla İsrail karşıtı bir noktaya geldiler. Özellikle 90lı yıllarla beraber Filistin halkı iki eğilimle
karşı karşıya kaldı. Biri Arafatın temsil ettiği, emperyalist
güçlerle diplomatik görüşmeler üzerinden iğreti bir çözüm arama çizgisi.
Diğeri ise, İsrail devleti ile halkını aynı kefeye koyan, siyonistlerden
kurtarılmış, şeriata dayalı bir Filistin devleti kurmak için radikal
mücadele yöntemlerini de kullanan İslamcı Hamas vb. örgütlerdir. Oysa,
devrimci örgütlerin aktif oldukları dönem boyunca islami gericiliğin
kayda değer bir etkisi olmamıştır. Nitekim Arap halkları içinde dinsel
gericiliğin en güçsüz olduğu yer Filistindi. İslamcı akımlara rağmen süreci belirleyen Arafat çizgisi oldu. Birinci
intifadanın bitimi, Arafatın yürüttüğü görüşmeler, Filistin halkında
bir beklentiye yolaçtı. FKÖ içinde yeralan sol örgütler sürecin seyircileri
konumuna geldiler. Yaşadıkları fiili güç yitiminin bir sonucuydu bu.
Böylece Arafatın emperyalistlerle, en başta da ABD emperyalizmiyle
girdiği ilişkilerin seyrini ancak Filistin halkının alacağı tutum etkileyebilirdi.
2000 yılının Eylül ayına kadar süreci izleyen Filistin halkı, izleyici
konumdan aktif konuma geçerek ikinci intifadayı başlattı. Arafatın
emperyalistlerle girdiği onursuz ilişkilere rağmen, İsrailin baskı
ve teröründe bir azalma olmamıştı. Dahası kimi yerde buna Filistin Özerk
Yönetimi polisinin baskıları ekleniyordu. Emperyalistlerle girilen işbirliği ve çözüm arayışları öyle bir noktaya
geldi ki, Arafat elli yıldır Filistin halkını katleden, İsrailin
en büyük destekçi ve yol göstericisi, dahası dünyada birçok katliamın
ve askeri darbenin tezgahlayıcısı CİAdan medet umacak noktaya
kadar düştü. Haziran 01de Ortadoğuya gelen CİA şefi Tenet, kendi
barış planını Arafata zorla kabul ettirdi. Ancak Arafat,
Filistin halkının tepkisinden çekindiği için planın altına imza atamadı.
Görkemli bir özgürlük mücadelesinin liderliğinden, CİA gibi dünyanın
tanık olduğu en eli kanlı bir örgütün elinde oyuncak olmaya kadar uzanan
Arafatın teslimiyetçi çizgisi ibret vericidir. Ancak Teneti
protesto eden Filistin halkı, çözümün ABDden değil kendi özgürlüğü
için direnmekten geçtiğini biliyor. Nitekim Gazzede ortak bir
bildiri yayınlayan 13 Filistinli örgüt, işgale karşı direnmenin meşru
bir hak olduğunu ve intifadanın devam edeceğini açıkladılar. Arafatın
lideri olduğu El-Fetih örgütü de bildiriye imza atmak zorunda kaldı.
B&oum;ylece Arafat ve onun çizgisinde olanlar, CİA ve İsrail baskısı
ile Filistin halkının basıncı arasında sıkıştılar. CİA patentli bir çözümün Filistin halkı tarafından kabul edilmeyeceğini
anlayan Arafat, Rusya ve ABden destek almaya çalışıyor. Ancak
bütün gerici güçlerin ortak talebi Arafatın intifadayı dizginlemesidir.
Yani emperyalistler adına polislik yapmasıdır. Filistin halkının onurlu
direnişi bütün bir cepheyi rahatsız etmektedir. İsrailin vahşetine
ses çıkarmayanlar, özgürlüğü için direnen Filistin halkına şiddete
son vermesi gibi gerçekleri tersyüz eden çağrılar yapmakta bir
sakınca görmüyorlar. Emperyalist gerici odakların soruna bakışaçıları
ortak bir noktada kesişiyor. Bölgedeki çıkarları gereği ayrıntıda farklı
yaklaşımları olmakla beraber, sorunun özüne ilişkin yaklaşımlarında
herhangi bir farklılık yoktur. ABDnin vesayetinden kurtulup kendileri etkin bir odak olmaya
çalışan ABli emperyalistlerin bu eğilimi Ortadoğu konusunda da
kendini gösteriyor. AB zirvesinde gündemin ilk maddesi Ortadoğu sorunu
olabiliyor. ABDnin Ortadoğu planının başarısızlığa uğradığı hesaba
katıldığında, ABnin etkili olma şansı artıyor. ABnin bölgeye
dönük ilgisi Arafat çizgisinde belli beklentilerin ortaya çıkmasına
yolaçıyor. Bu beklentilerin ne kadar tehlikeli olduğu ve soruna çözüm
getirmekten çok, daha da karmaşık hale gelmesine neden olacağı deneyimlerden
biliniyor. İki emperyalist odağın aynı bölge üzerinde egemenlik kurma
çabasının nasıl kanlı sahnelere yolaçtığı, son yıllarda yaşanan Ruanda,
Cezayir ve eski Yugoslavya üzerinden görülebilir. Dolayısıyla ABnin
Ortadoğuya gösterdi&curen;i ilgi, barışın tesisini değil, olsa
olsa çatışmaların yeni bir boyut kazanmasını gündeme getirebilir. Deneyimler,
emperyalist güçlerin kendi çıkarları için halkları katletmekten kaçınmadıklarını
sayısız kez göstermiştir. Emperyalist-kapitalizmin damgasını taşıyan bir konjonktürde kavramlar
tersyüz ediliyor. Kapitalist sömürü, baskı ve işgale karşı meşru ve
haklı bir mücadele verenler terörist sayılıyor. Kapitalist devletler
eliyle yapılan katliamlar, işkenceler, yıkımlar, yağmalar vb. ise demokrasi
adına yapılmış oluyor. Tam da bu anlayışa denk düşen bir şekilde, başında Sabra-Şatilla kamplarını
bir insan mezbahasına çeviren Ariel Şaron gibi birinin bulunduğu İsrail
devleti, ABD ve ABnin yanısıra Türkiye gibi emperyalizme uşaklık
eden devletlerin de desteğini alarak katliamlarına devam ediyor. Arkasındaki
destekten güç alan bu elikanlı katil Arafata, terörist ve
katillerin başkanı deme cüretini kendinde buluyor. Adeta halklarla alay eden emperyalist-kapitalist sistemin efendilerinden
hiçbir mazlum halk medet umamaz. Umduğu koşullarda, ödediği bedeller
daha da ağırlaşacaktır. Onurlu bir özgürlük mücadelesi, emperyalizmi
ve her türden gerici uşaklarını karşısına almadan kalıcı bir çözüme
ulaşma şansına sahip değildir. |
|||||