1 Kasım'03
Sayı: 2003 (06)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalizme kölece bağımlılık, ...
  Irak halkının direnişi emperyalist işgalcileri sarsıyor!
  "Emperyalizm kağıttan kaplandır!"
  NATO Genel Sekreteri Robertson'un Türkiye ziyareti...
  Irak batağında debelenen ABD
  İki farklı Ramazan, iki farklı Türkiye!
  80 yıllık kontrgerilla cumhuriyeti
  25 Ekim "Cumhuriyeti kollama" yürüyüşü...
  Bireysel emeklilik sistemi...
  5 Kasım'da sağlık emekçileri iş bırakıyor...
  Gençlik gruplarından ortak açıklama ve çağrı...
  "Gençliğin sözü söz!" kampanyası hızlanarak sürüyor
  Dünya, Türkiye ve sol hareket/3
  Dünya, Türkiye ve sol hareket/Ek bölüm
  Tekelleşen medyanın büyüyen savaşı
  2004 bütçesi ve sendika konfederasyonlarının tepkisizliği...
  Almanya emperyalist askeri müdahalelere hazır!
  Uzlaşmacı ve sınıf işbirlikçi ihanetçi çizgi aşılmalıdır!
  Cumhuriyetin 80. kuruluş yıldönümü...
  Harcanan emek hiçbir zaman boşa gitmez!
  Modern toplumun köle pazarı
  Aaa! Demek bu bir işgalmiş!
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
25 Ekim “Cumhuriyeti kollama” yürüyüşü...

Kokuşmuş Cumhuriyet’in
cüppeli bekçilerinin resmi geçidi

AKP hükümeti göreve geldiği günden itibaren üniversitelerde köklü bir reforma ihtiyaç duyulduğundan dem vurarak, çok sayıda yasa tasarısı hazırladı. Hazırlanan her tasarı, YÖK ve rektörlerin başını çektiği bir kesim tarafından sert eleştirilere konu edildi ve her defasında rafa kaldırıldı. Milli Eğitim Bakanı H. Çelik tarafından hazırlanan son tasarı öncekilerden çok daha yoğun tepkiler aldı. Ancak Çelik’in Üniversiteler Arası Kurul (ÜAK, şahsında rektörlerle kurduğu ilişki ve takındığı tavizkâr tutum tartışmalarının bir uzlaşma ile sonlanacağı izlenimi uyandırdı. Rektörler ve AKP arasındaki bu uzlaşı tablosu, AKP kongresi öncesinde gündeme getirilen imam hatiplere üniversite sınavlarına girişte kolaylık sağlayan mini yasa tasarısı ile yeniden bozuldu. Fakat kongrenin ardından AKP yine yelkenleri suya indirdi. Kgrede tabanına istediği mesajı veren AKP yönetimi bununla yetinerek, attığı geri adımın arkasından ÜAK ile müzakerelere devam etti.

Ancak Gürüz ve tayfası, ÜAK ile hükümet arasındaki bu yakınlıktan belli bir rahatsızlık duyuyorlardı. Bu rahatsızlık herkesçe farkedilen bir gerilime dönüştü. Bir yanda hükümetle aralarındaki sorunları çözebileceklerini söyleyen ÜAK, öte yanda “bu hükümetle hiçbir biçimde uzlaşmam” diyen Gürüz. Nitekim, imam hatipler meselesi ortaya atıldığında da, “biz de cüppelerimizle yürürüz” diyen YÖK ve bazı rektörler ile ÜAK arasında tam bir görüş birliği olmadığı anlaşıldı. ÜAK Başkanı Ayhan Alkış, “Sakin olun. Pire için yorganı yakmayalım” derken, Gürüz “80. yılında da Cumhuriyeti koruma ve kollama” şevkinden hiçbir şey yitirmediğini kamuoyuna duyurmak amacıyla var gücüyle hükümete yükleniyordu.

‘Olaylı’ Cumhuriyeti kollama yürüyüşü

25 Ekim’de Ankara’da düzenlenen “Cumhuriyeti kollama” yürüyüşü YÖK yasa tasarısının yoğun olarak tartışıldığı siyasal gündeme ciddi bir etkide bulundu. Gürüz ve destekçilerinin “Cumhuriyete, Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılıklarını göstermek” gibi “kutsal” bir anlam yükledikleri yürüyüş, hükümetle YÖK arasındaki mücadelede Gürüz ve çevresinin elini güçlendirmek, toplumsal bir destek bulmak amacından öte hiçbir şey ifade etmiyordu. Yürüyüşün toplumun diğer kesimlerinden destek alması bir yana, üniversite çatısı altındaki bileşenlerin katılımı bile zoraki itelemelerle mümkün olabildi. Üniversite öğretim görevlilerinin yürüyüşe katılması için alınan tedbirler, “size de bu yakışır!” dedirtecek türden. Biccedil;ok üniversitede öğretim görevlilerinden yürüyüşe katılıp katılmayacakları üniversite yönetimleri tarafından resmi yazılarla sorulmuş, katılacakları yönündeki beyanları attırılan imza ile güvenceye alınmış. Birçok metropol üniversitesinde bu tür usturuplu itelemelerin yerini, taşrada kaba tehditler ve fiili önlemler almış.

İşçi Partisi tarafından hararetle desteklenen yürüyüşe öğrencilerin katılımını ise “Kemalist Devrime” bağlı hocaları ile birlikte bu gerici çevre üstlenmiş. Şimdilerde faşistlerle oluşturdukları birlikteliği gençlik alanında “Gençlik Cephesi” adlı bir dergi ile taçlandıran Perinçekçi İP, yürüyüşün, “Kuvay-i Milliye hareketi” için büyük bir adım olduğunu ifade ediyor (derginin yazı kurulu Ülkü Ocakları genel başkanı, Öncü Gençlik genel başkanı, CHP gençlik kolları İstanbul başkanı gibi “renkli” simalardan oluşuyor).

Yürüyüşü güçlü kılmak için sarfedilen çabalar belli ölçülerde sonuç verdi ve 20 bine yakın insan “cumhuriyetin bekçiliği”ni üstlenen bu kara cüppeli güruhun peşi sıra yürüdü. Kalabalık, bir gün önce düzenlediği alternatif yürüyüşle rektörlere yanıt veren Milli Eğitim Bakanı’nın yürüdüğü yoldan geçerek Anıtkabir’e ulaştı. Bakan Çelik zorla ilköğretim öğrencilerini peşine takarak gerçekleştirdiği yürüyüşle kendince akıllı bir politik manevra yapıyordu. Ancak YÖK’ün yürüyüşü çok daha etkili oldu.

‘Ordu göreve’ mi?

Yürüyüşün en çok konuşulan yanı, “Türk Solu” çevresinin açtığı ‘Ordu Göreve’ yazılı afiş ve pankartlar oldu. Yürüyüş boyunca taşınan pankartlara rektörler, yaptıkları sınırlı ‘uyarı’lar dışında müdahale etmediler. Oysa öncesinde “yürüyüşe hiçbir siyasal anlam yüklemediklerini”, bu yönde çabaları olan çevrelere de “kesinlikle izin vermeyeceklerini” beyan etmişlerdi. İşçi Partisi ile ‘Türk Solu’ çevresi arasındaki özel gerilime rağmen açılan pankartlara fiili müdahale olmadı, uzun süre alanda kalmalarına göz yumuldu. Bu nedenle YÖK ve rektörler, hükümet ve destekçileri tarafından son derece ağır ithamlarla suçlandı, “darbe çığırtkanlığı” yaptıkları iddia edildi. Hatta AKP’liler daha ileri gidip, yürüyüşü düzenleyenler hakkında yasal işlem yapılması için başvuruda bulundular.

Tartışmanın odağında duran rektörler ise yapılanı provokasyon olarak nitelendirip, sorumluluğu “radikal ve marjinal bir gruba” yükleme yoluna gittiler. Yapılanı orduyu yıpratmaya yönelik bir girişim olarak tanımlayıp, “Ordu zaten görevinin başında” dediler.

Gerçekten de ordu, bu kokuşmuş düzenin koruyuculuğu ve kollayıcılığı görevini dün olduğu gibi bugün de yapmaktadır. 28 Şubat’ı sık sık hatırlatma gereği duyan ordu, YÖK yasası tartışmalarına da çekinmeden girmiş, hükümet üzerinde özel bir baskı kurma yolu tutmuştur. Şimdilerde süren tartışmaları yapay tartışmalar olarak nitelemek, oluşan taraflaşmayı yalnızca halkın belli kesimlerinden destek alma isteğine yormak doğru olmayacaktır. 28 Şubat sürecini ele alan TKİP Kuruluş Kongresi tartışmalarında bu konuda şunlar söylenmektedir:

“Dinsel gericiliği terbiye etmek ve kontrol edilebilir sınırlar içerisine çekmek, düzenin kendi öz ihtiyacıydı. Bu yapay bir operasyon değil, asla böyle algılanmamalı. Biz bunu hiçbir zaman iddia etmedik. Biz sadece toplumsal muhalefetin, ilerici birikimin bununla aldatılmaya çalışıldığını söyledik.

“Bu aslında devletin ve düzenin bir biçimde kendini restorasyon girişimidir. Düne kadar düzeni ayakta tutmak için kullanılan dinsel gericilik, gelinen yerde düzen için belli bakımlardan bir sıkıntı haline gelmiştir. Düzeni bu noktada sıkıntıdan arındırma girişimi, bu çerçevede bir güçlenme operasyonudur bu.” (Devrimci Taktiğin Sorunları, Eksen Yayıncılık, s.152)

YÖK ve rektörlerin orduyu yasa taslağı tartışmasına çekerek ellerini güçlendirmek istediği biliniyor. Yürüyüşte açılan pankartların dile getirdiği istem olan askeri darbenin bugün için gerçeklekleşebilir yanı olmasa da, bunun hükümete verilecek mesajı güçlendireceği düşüncesi, pankartlara neden müdahale edilmediğini açıklıyor.

Ve TÜSİAD sahnede...

Gerilimin daha da tırmanabileceği bir anda TÜSİAD soruna el koydu. 26 Ekim’de (‘olaylı yürüyüş’ün ertesi günü) Milli Eğitim Bakanı H. Çelik ile görüşen TÜSİAD, kendisinin hazırladığı Yüksek Öğretim Yasa Tasarısı’nı açıkladı. Toplantının ardından Çelik TÜSİAD ile “tam bir görüş birliği” içerisinde olduğunu ifade etti. Bu duruma oldukça şaşırdığını söyleyen Radikal yazarı İsmet Berkan, aslında kendisini son derece mutlu edecek bu gelişmeyi şöyle yorumluyordu:

“İşte bu ortamda TÜSİAD bir anlamda ‘uzlaştırıcı’ rolü oynamaya soyundu ve bir grup öğretim üyesine bir ‘rapor’ hazırlattı...

“Türkiye İşadamı ve Sanayiciler Derneği, sonuçta üniversitelerin meselelerinin bir çerçeve yasa ile çözümlenmesini, diğer ayrıntıların da her okulun kendi hazırlayacağı yönetmeliklere bırakılmasını, yani kapsamlı bir idari-mali özerklikle tam bir akademik özerkliğin üniversitelere verilmesini öneriyor.

“Aynı gün Üniversitelerarası Kurul’un bu yasa taslağıyla ilgili kurduğu alt komisyonun da benzer bir öneriyi kaleme almaya başladığı haberleri gazetelere yansıdı.

“Bence de işin doğrusu bu.” (Radikal, 27 Ekim ‘03)

Gerçekten de TÜSİAD meseleye güçlü bir müdahalede bulunmuş ve şimdilik başarıya ulaşmış görünüyor. Her iki taraf da “mesaj”ı almıştır. Bundan sonra herkes üniversitenin tam bir ticarethaneye dönüştürülmesi esas hedefini gölgede bırakacak her türlü didişmeden uzak durmalıdır. Nitekim Çelik hazırladıkları taslağı geri çektiklerini, ÜAK’la oluşturulan alt komisyonda hazırlanacak çerçeve yasasının içeriği konusunda tam bir uzlaşıya vardıklarını açıklamıştır. Artık sorun “makul bir süre içerisinde” bu meseleyi sonuçlandırmaktır.

TÜSİAD’ın üniversite tartışmasına son noktayı koyma isteği ile yaptığı müdahalenin ne ölçüde başarıya ulaşacağını önümüzdeki haftalarda göreceğiz. Ancak bu müdahalenin birçok sorunu ve didişmeyi geri plana iteceği kesindir. Eni sonu hazırlanacak tasarı, Türkiye burjuvazisinin çıkarlarına hizmet edecek bir üniversiteyi hedefleyecektir. Bu ortak hedefte buluşan kavgalı iki tarafın, aslında tek bir cepheyi temsil ettikleri artık rahatlıkla görülebilmektedir.

Eksik olan, sermayeye gümüş tepside sunulan üniversitenin gerçek sahiplerinin sözüdür. Önümüzdeki 6 Kasım, bu cephenin sözünü söyleyeceği ve üniversitedeki sermaye işgaline dur diyeceği gün olacaktır.