24 Ekim Cuma günü federal parlamento, 531 milletvekilinin oyu ile, Alman ordusunun Afganistandaki görev alanının ilk etapta Kunduz ve diğer kentlere genişletilmesi kararı aldı. Bugüne kadar NATO güçleri çerçevesinde 1.800 askerden oluşan özel bir güç görev yapmaktaydı. Almanya askeri varlığını artırmak amacıyla BMye başvurmuş ve 13 Ekimde bir karar çıkartmıştı.
Burada önemli olan, hiçbir ülkenin Almanyadan bu konuda herhangi bir askeri yardım istememesi, Almanya dışında hiçbir ülkenin Kabil dışında askeri güç konumlandırma isteminde bulunmamasıdır. Panzer ve zırhlı araçlarla silahlanmış bu özel güç, kazanacağı deneyimle Afganistanın bütünün denetlemek için hazırlanacak. Savaş bakanı Peter Strack, parlamentoda yaptığı konuşmada, bu askeri önlemin, merkezi Kabil yönetiminin yerel güçlere karşı konumunu düzeltmek ve 2004 yılı için planlanan seçim sürecini hızlandırmak amacıyla zorunlu olduğunu belirterek, öncelikle toplumdan gelebilecek tepkileri yatıştırmaya çalıştı. Zira, bir kamuoyu araştırmasına göre, Alman halkının %69u görev alanının genişletmesine karşı ve sadece %27si hükümetin bu politikasını destekliyor. Parlamentoda sadece PDS milletvekili esine Lötzsch, halkın tepkisi dikkate alınmadan alınan bu kararın, ABDnin Iraktaki yükünü hafifletmek ve savaşın aktif bir tarafı olarak yer almak amacıyla yapılan bir gizli anlaşmanın sonucu olduğunu vurguladı.
SPD-Yeşiller hükümetinin Almanyayı yeni emperyalist bir güç olarak hızlı bir şekilde silahlandırdıkları gözden kaçmıyor. Bosnada konuşlandırılmış ve istikrarı sağlamakla görevli SOFOR askeri güçlerinin sorumluluğu 2004 yılından itibaren NATOdan Avrupa Birliği ordusunun denetimine verilecek.
Yeni Avrupa askeri yapısının bu yılın Mayıs ayında göreve hazır olduğu bildirildi ve yıl sonunda 60 bin kişilik bir orduya sahip olacakları duyuruldu. Almanya bu ordunun kumandasını yürütecek ve ordunun üçte birlik kesimini oluşturacak. Bosnada 2004 yılından itibaren 6 bin özel güç konuşlandırılacak.
Ayrıca NATO çerçevesindeki hızlı müdahale grubu Almanya tarafından oluşturulacak. Bu askeri müdahale grubunun, 15 Ekimde, 9 bin kişilik gücüyle, insani yardım için göreve hazır olduğu kamuoyuna duyuruldu. Bu askeri gücün sayısı 2006 yılına kadar 21 bin kişiye çıkarılacak.
Oluşturulacak bu yeni gücün görev alanını belirlemek için, Ekim ayı başında Donald Rumsfeld diğer savaş bakanı arkadaşlarına videodan bir savaş senaryosu izletmişti. Senaryoda Ortadoğuda Corona adında bir ülkede bir teör örgütü yönetimi ele geçiriyor. Batılı ülkenin vatandaşlarını korumak için NRF gücünün zaman kaybetmeden müdahalede bulunması gerekiyor. Yeni teörist yönetimin böyle bir müdahaleyle karşı karşıya kalmasıyla bir gerginlik yaşanıyor. Teröristler NATO üyesi İtalyayı biyolojik ve kimyasal silahlarla tehdit etmeye başlıyorlar.
Tam da burada film son buluyor. Rumsfeld, böyle bir ülkenin dünyanın birçok yerinde bulunduğuna, hızlı askeri müdahale için yeni karar mekanizmalarının zorunluluğuna dikkat çekiyor.
Dünyanın en uzak köşesine en çok beş günde müdahalesi öngörülen bu özel gücün, BM kararı olmadan, misyonunu yerine getirmesi gerekiyor.
Alman savaş bakanı Sturk, bu toplantıdan hemen sonra, parlamento dışında bu konuda hızlı karar verecek bağımsız bir komisyonun oluşturulmasını gündeme getirdi. Parlamentoda bulunan bütün partiler Almanyanın çıkarlarını korumak ve savunmak konusunda aynı düşüncedeler. Bu, Alman burjuvazisinin egemenlik tarihinde yerleşik bir gelenek. Bu çerçevede, imparator II. Wilhelmin, birinci emperyalist savaşın öncesinde, parlamentoya seslenerek söylediği şu sözler hatırlanmalıdır: Ben ne muhafazakar ne de sosyal-demokrat tanıyorum, şimdi hepimiz Almanız! Ve parlamento onun bu çağrısına uymuş, hurra! çığlıklarıyla emperyalist savaş kararını onaylamıştı.
Almanya ardarda aldığı bu türden kararlarla yeni bir askeri dünya gücü haline gelmenin ilk işaretlerini veriyor. Emperyalist güçler arasındaki mücadele giderek askeri boyutlar kazanıyor ve bu da, gelecekteki yeni bir emperyalistler arası savaşın ilk sinyallerini veriyor.
Emperyalist Almanyanın önlenemeyen yükselişi bunun somut bir işareti sayılmaldır.
İtalyada emeklilik yasasına karşı genel grev...
24 Ekim günü İtalyada Berlusconi hükümetinin emekli yasasında yapmak istediği değişikliğe karşı gerçekleştirilen genel greve, sendikaların yaptığı açıklamaya göre, çalışanların yaklaşık %80i katıldı. Böylece sendikaların beklentisinin üstünde bir katılım gerçekleşti.
Genel grev Berlusconi hükümetinin emeklilik planlarına karşı ilk büyük eylem niteliğinde.
Burjuvazinin emeklilik yasasında yapmak istediği değişikliğe göre, emekli yaşı 2008 yılına kadar 60dan 65 yaşına çıkarılacak. Bunun yanı sıra 40 yıl çalışıldıktan sonra emekli olunabilecek. Bu kriterleri yerine getirmeden emekli olanların emekli ücretinde büyük kesintiler gerçekleşecek. İtalyan burjuvazisi bu değişikliği, toplumun yaş ortalamasının artması nedeniyle mevcut emekli yasasıyla emekli maaşlarının artık finanse edilemeyeceğini ileri sürerek yasalaştırmak istiyor.
İşçi sınıfı ve diğer emekçilere doğrudan saldırı anlamına gelen bu reform ilk kez ülkenin bütün sendika federasyonlarının birlikte eylem yapmasına yol açtı. CSIL, CGIL ve UIL sendikalarının emeklilik yasasında yapmak istediği değişikliğe karşı yaptığı genel grev çağrısına yüksek bir katılım gerçekleşirken, İtalya genelinde 2 milyon işçi ve emekçi aynı zamanda alanlara çıktı. Ülkenin 100 ayrı kentinde büyük kitlesel yürüyüşler ve mitingler yapıldı. En büyük gösteri Milanoda yaklaşık 200 bin işçi ve emekçinin katılımıyla gerçekleşti. Romada 150 bin, Napoli ve Bolognada ise yaklaşık 100 biner işçi ve emekçi sokaklara dökülerek saldırıyı protesto ettiler.
4 saat süren genel grev süresince İtalyada yaşam adeta durdu. Sendikaların yaptığı açıklamalara göre; mağazalar 4 saat boyunca açılamadı, bankalar öğlene kadar kapalı kaldı, postahaneler kilitlendi, otobüs, tren ve uçak seferleri yapılmadı.
Genel grevin bir gün sürdüğü kamu sektöründe ise katılım %100 oranında gerçekleşti.
Genel grevden bir gün önce de radyo ve televizyon çalışanları 24 saatlik bir grev gerçekleştirdiler.
İtalyan işverenler örgütü Confindustria genel greve çalışanların yalnızca üçte birinin katıldığını ileri sürerken, diğer işverenler katılımın daha yüksek olduğunu kabul etmek zorunda kaldılar. Otomobil üreticisi FIATın açıklamasına göre, kendi şirketlerinde greve giden işçilerin oranı %70.
Genel grevi devletin resmi televizyon kurumu RAI sessizlik içinde boğma yolunu seçti. İtalyan Başbakanı Berlusconi Eylül sonunda İtalyada birçok kanalda aynı anda yayınlanan konuşmasında, emekli yasasında yapmak istediği değişikliğin reklamını yapmıştı. Müthiş bir tekelleşmenin yaşandığı medya sektöründe Berlusconi de dev bir medya kuruluşunun başında yeralıyor. Medya tekellerini de arkasına alarak toplumun direncini kırmaya çalışan İtalyan burjuvazisine en iyi yanıt İtalyan işçi ve emekçilerinden geliyor: Bizim ortak yayınımız sokaklarda gerçekleşiyor!