15 Ağustos 2008 Sayı: SİKB 2008/33

  Kızıl Bayrak'tan
  Kafkasya’da emperyalist
nüfuz mücadeleleri
   Emperyalist planlar Kafkas halklarının başına savaş açtı!
AKP’nin kapatılmaması üzerinden yayılan boş hayaller
“Cari açık” polemiğinin ardına gizlenen gerçekler!

İşçi ve emekçi hareketinden…

KESK: “Toplu görüşme değil toplu sözleşme!”
  KESK toplu görüşme sürecine ilişkin “mücadele programı ve eylem takvimi”ni açıkladı…
Grev ve TİS komiteleri kurulmalı,
işyerlerini temel alan bir süreç örülmelidir!
  Sİ-DER kampanyası güçlenerek sürüyor…
  Mamak 5. Kültür-Sanat Festivali binlerce işçi ve emekçinin katılımıyla başarıyla gerçekleşti…
  Dünyadan kısa kısa...
  Diktatör Pervez Müşerref’in cumhurbaşkanlığından azli gündemde…
  Filistinli şair Mahmud Derviş’i yitirdik...
  DHKP: “Komutanımız, önderimiz, dayımızı yitirdik”
  Bir kez daha Ergenekon tartışmaları ve doğru yaklaşım üzerine...
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Cari açık” polemiğinin ardına gizlenen gerçekler!

IMF ile yeni bir ihtiyati stand-by görüşmelerinin yürütüldüğü bugünlerde Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in yaptığı açıklamalar sermaye cephesinde de bazı tartışmalara yol açtı. Uluslararası kredi derecelendirme kurulu S&P’den sonra IMF yetkililerince de dillendirilen “yüksek cari açık riski”, AKP hükümetinin yeni bir anlaşmaya imza atması yönünde kullanılan bir koz olarak öne sürülüyor. Yani uluslararası sermaye kuruluşları, hükümetin anlaşmayı imzalayıp imzalamamak konusunda “bağımsız hareket etme” rolünü oynamasını bile gereksiz görüyor.

Bugüne kadar gerçekleştirdiği icraatlar ve yaptığı hizmetlerle uluslararası sermayeye sadakatini ispatlayan AKP hükümeti, kendilerine bu kadarının bile fazla görülmesine, Devlet Bakanı Şimşek’in yaptığı açıklamalar üzerinden sitemkâr bir yanıt veriyor. Şimşek, “cari açığın IMF programlarının bir yan ürünü” olduğunu söyleyerek, bunda en büyük sorumluluğun sorunu gündeme getirenler olduğuna işaret ediyor. Hatta hızını alamayarak eleştirinin “dozajı”nı artıran Şimşek şunları söylüyor: “Sadece bütçe disiplinini koruyun şeklindeki yaklaşımla cari açık çözülemez. Cari açığın çözülebilmesi için rekabetin önündeki engelleri azaltmamız ve beşeri sermayenin kalitesini artırmamız lazım. Bu yaklaşımlar ise IMF’nin tipik Ortodoks çerçevesinde yeri az olan unsurlardır.”

Aslında Bakan Şimşek’in bu eleştirilerinin gerisinde IMF’ye dönük “şimdi nereden çıktı bu cari açık meselesi” mesajı yatıyor. Öyle ya, altı yıldır IMF programları harfiyen uygulanırken ve uluslararası sermaye çevreleri tarafından AKP hükümetinin uyguladığı programın başarıları övülüp örnek gösterilirken, sürekli büyüyen “cari açık sorunu”ndan ya hiç söz edilmiyor ya da bu “başarı”nın gölgesinde kalan önemsiz bir ayrıntı olarak gösteriliyordu. Gerek hükümet cephesinden gerekse de IMF yetkilileri tarafından bu konuda tam bir uyum ve mutabakat söz konusuydu. Dahası hükümet işçi ve emekçileri ekonomide iyileşme masallarıyla uyuturken, bu sorunu öne çıkaranlar “bardağın boş tarafını gören” art niyetliler olarak yansıtılıyordu hep. Şimdi Bakan Şimşek’in yönelttiği eleştiri ve sitemkâr açıklamalar, bu anlaşmanın IMF yetkililerince neden bozulduğuna dönük bir tepkinin ifadesi.

Son olarak Haziran verileri açıklanan cari açıkta bugün gelinen durum tam bir açmaza işaret ediyor. Haziran ayında cari işlemler açığı yüzde 78.2 artarak 5.6 milyar dolarla beklentilerin üzerinde çıktı. Böylece, daha Haziran ayında 46 milyar dolara yaklaşan cari açığın yıl sonu itibariyle 50 milyar dolar hedefini aşacağı bugünden görülüyor. Elbette bu, ne öngörülmeyen ne de farkında olunmayan bir durumdur. Dahası, yıllardır gittikçe artan bir tempoda açık büyümektedir. Bakan Şimşek’in de ifade ettiği üzere, uygulanan IMF programlarının doğal bir sonucudur bu.

Peki, o zaman ne oldu da bu “cari açık meselesi” birden IMF’nin gündemine girdi ve Şimşek’in AKP hükümetinin sanki bu programı uygulamada bir sorumluluğu yokmuş ve IMF’nin icraatlarını eleştiriyormuşçasına açıklamalar yapmasına yolaçtı?

Bu tartışmaların kamuoyuna tam da bugünlerde, yani yeni bir stand-by anlaşması öncesinde yansıması bir rastlantı değildir. Bugün IMF’nin en önemli müşterilerinden biri Türkiye’dir. Mevcut görünüm AKP hükümetinin bir süredir “ekonomiyi düze çıkarttık” argümanıyla tam bir tezat içindedir. Başta “cari açık” meselesi olmak üzere, son dönemde peşpeşe yaşanan zam haberleriyle birlikte enflasyonda yeniden çift rakamlara dönülmesi, işsizliğin bir türlü önlenememesi, emekçilerin gelir düzeyindeki ciddi gerileme vb. nedenlerle “ekonomideki iyiye gidişat” toplum tarafından hissedilememektedir. Doğal olarak hükümetin bu noktada yapabileceği fazla bir şey yoktur. Ama önümüzdeki yerel seçimler de hesaba katıldığında, toplumda ekonominin iyiye gittiği duygusunu yaratmak gerekmektedir. Hükümet IMF ile yeni bir anlaşma imzalama meselesini bu yönde kullanmaya çalışmaktadır.

Hükümet, sanki IMF ile yola devam edilip edilmeyeceği kararının verilmesi tamamen kendi inisiyatiflerindeymişçesine bir hava yaratarak, bunu seçimler öncesinde ekonomiyi düzelttiklerinin bir göstergesi olarak sunmak istiyor. “Biz istersek imzalarız, önemli olan program değil güçlü hükümettir” diyerek bu havayı yaratmayı umarken, diğer yandan da “krediyi istediğimiz zaman kullanacağız, IMF çapası uluslararası piyasaya güven verecektir, sermaye akışı devam edecektir” diyerek, imzalanacak olan yeni bir anlaşma için de zemin hazırlamayı ihmal etmiyor.

Esas karar verici durumunda olan uluslararası sermaye kuruluşları ise, artık sürecin bu yönde uzatılmasına karşı çıkıyorlar, cari açık sorununu “hatırlatarak”, hükümetten artık bu oyuna bir son vermesini istiyorlar. Zira bugüne kadar efendiler için her zaman öncelik teşkil eden sorun, uşaklarının geleceğe dönük bir takım kaygıları değil, kendi çıkarlarının ne oranda karşılandığı olmuştur.

Yaşananların bundan ibaret olduğunu Bakan Şimşek’in IMF’ye yönelttiği “eleştiriler” üzerinden de anlamak mümkündür. Şimşek “cari açığın çözülmesi için rekabetin önündeki engellerin azaltılması gerektiğini” söylüyor. Örneğin bugün patronların rekabet edememe nedenlerinin başında gösterdikleri en büyük engel nedir? “İş gücü piyasasının yeterince esnek olmayışı”. Diğer bir değişle işçilik maliyetlerinin “yüksek oluşu”, işten çıkartmanın “zorluğu”, çalışma koşulların yeterince “verimli olmayışı”... Nitekim Bakan Şimşek birçok defa Türkiye’de ücretlerin çok yüksek olduğunu, kıdem tazminatının hiçbir Avrupa ülkesinde bulunmadığını söyleyerek bu görüşlerini açıkça dile getirmişti. Şimdi de cari açığın orta vadede çözümünün ancak bu sayede gerçekleşeceğini belirterek, sermayenin nasıl sadık bir hizmetkârı olduklarını bir kez daha hatırlatıyor. Yeter ki değerleri bilinsin ve yeni hizmetler için işçi ve emekçiler karşısında maskelerinin düşmemesi için biraz imkân tanınsın.

Burjuva medyada gündeme gelen bu konu işçi ve emekçilerde en ufak bir yanılsamaya yol açmamalı, sermayenin sadık hizmetkârı AKP’nin gerçek konumuna dair bir bilinç bulanıklığına neden olmamalıdır. AKP hükümeti bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da uluslararası sermayenin ve onun yerli işbirlikçisi tekelci sermayenin hizmetinde olacaktır. Bu vesileyle yapılan açıklamaların emekçiler açısından en önemli sonucu ise, bugüne kadar kabul edilmeyen ya da yok sayılan cari açık sorununun yarattığı riskin, baş sorumluları tarafından da artık itiraf edilmek zorunda kalınmış olunmasıdır.