15 Ağustos 2008 Sayı: SİKB 2008/33

  Kızıl Bayrak'tan
  Kafkasya’da emperyalist
nüfuz mücadeleleri
   Emperyalist planlar Kafkas halklarının başına savaş açtı!
AKP’nin kapatılmaması üzerinden yayılan boş hayaller
“Cari açık” polemiğinin ardına gizlenen gerçekler!

İşçi ve emekçi hareketinden…

KESK: “Toplu görüşme değil toplu sözleşme!”
  KESK toplu görüşme sürecine ilişkin “mücadele programı ve eylem takvimi”ni açıkladı…
Grev ve TİS komiteleri kurulmalı,
işyerlerini temel alan bir süreç örülmelidir!
  Sİ-DER kampanyası güçlenerek sürüyor…
  Mamak 5. Kültür-Sanat Festivali binlerce işçi ve emekçinin katılımıyla başarıyla gerçekleşti…
  Dünyadan kısa kısa...
  Diktatör Pervez Müşerref’in cumhurbaşkanlığından azli gündemde…
  Filistinli şair Mahmud Derviş’i yitirdik...
  DHKP: “Komutanımız, önderimiz, dayımızı yitirdik”
  Bir kez daha Ergenekon tartışmaları ve doğru yaklaşım üzerine...
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

KESK toplu görüşme sürecine ilişkin “mücadele programı ve eylem takvimi”ni açıkladı… 

Grev ve TİS komiteleri kurulmalı, işyerlerini temel alan bir süreç örülmelidir!


Kamu sektöründe toplu görüşme süreci 15 Ağustos’ta başladı.

Kamu hizmetlerinden faydalanan ve sektörde hizmet üreten milyonlarca emekçiyi ilgilendiren, kamu hizmetlerini ve sektörde çalışan emekçilerin haklarının tasfiyesini hedefleyen sosyal yıkım saldırılarının sürdüğü bir süreçte görüşme masasına oturulacak. Bu süreci devrimci bir mücadele programı ve militan bir mücadele hattı ile karşılamanın önemi açıktır.

Böyle bir dönemde toplu görüşme sürecinden mücadeleyi geliştirmek ve güçlendirmek doğrultusunda faydalanabilmek için ise, talepleri, hedefleri, yol, yöntem ve araçları net ve somut bir şekilde tanımlanmış devrimci bir mücadele programı gerekmektedir.

6 yıldır toplu görüşme adı altında sermaye hükümeti ile kamu sendikaları arasında devam eden orta oyunundan bir sonuç çıkmadığı bilinmektedir. Memur-Sen ve Kamu-Sen gibi işbirlikçi ve kontra sendikalar sermaye devletinin saldırılarını meşrulaştıran ve uygulanmasını kolaylaştıran bir misyonla hareket etmektedirler.

Mücadeleci geleneği ve dinamikleri ile kamu emekçilerine “umut” olması gereken KESK ise, yönetimi tutan anlayışların uzlaşmacı anlayışı ve hükümet tarafından muhatap alınma üzerine kurulu mücadele tarzı nedeniyle etkili olamamaktadır. KESK yönetimi iki yıldır toplu görüşme sürecinin bir oyun olduğunu ve bu aldatmacanın bir parçası olmayacağını, yüzünü işyerlerine, mücadele alanlarına döneceğini ilan etse de, buna uygun bir pratik sergileyememektedir.

KESK bu yıl masaya oturmayacağını açık ve net olarak ifade etmese de, yaptığı açıklamalarla, hükümet yetkilileriyle gerçekleştirdiği görüşmelerdeki tutumuyla ve ilan ettiği “mücadele programı”yla masada olmayacağını belirtmiş oldu.

Mücadele programı adı altında açıklanan eylem takvimi!

KESK yönetimi toplu görüşme süreci öncesinde, Tayyip Erdoğan başta olmak üzere devlet bakanı Murat Başesgioğlu ile yaptığı görüşmelerde hükümeti ve diğer konfederasyonları toplu görüşme masasından kalkmaya, toplu sözleşme masasına oturmaya davet etti. Sonrasında yaptığı her açıklama, eylem ve etkinlikte toplu görüşmelere ilişkin söylemini bu temel argüman üzerinden yükseltmeye başladı. Ardından, görüşme sürecini de kapsayacak şekilde Ağustos-Aralık ayı “dönemsel mücadele programı”nı ve “eylem takvimi”ni açıkladı.

“Dönemsel mücadele programı” adı altında Kürt sorunu, Ergenekon operasyonu, anayasa tartışmaları üzerine ifade edilen “çözüm önerileri”ni bir tarafa bırakıyoruz. Bu konulara ilişkin yapılan değerlendirmelere dair söylenecekler önemli olmakla birlikte öncelikli olarak bu konular üzerine tartışmayacağız. Daha çok siyasal süreç tanımlanması ve toplu görüşme süreci üzerine ifade edilenlerin ardından ileri sürülen eylem takvimi üzerinde duracağız.

KESK toplu görüşme süreci üzerine şu tespitlerde bulunmaktadır: “Ortaya atıldığı günden bu yana karşısında olduğumuz 4688 sayılı yasa toplu sözleşme ve grev haklarımızı kapsamadığı gibi, örgütlenmemiz önünde ciddi bir engel durumuna gelmiştir. Artık 4688 sayılı yasayı aşan bütünlüklü bir mücadele anlayışını belirlemeli, sermayenin saldırısına karşı mücadele eden bir anlayışı oluşturmalıyız. Fiili ve meşru mücadele anlayışımız, ‘hak verilmez alınır’ gerçeğinden hareketle fiili toplu sözleşme ve grev hakkımızı sokaklarda, mücadele alanlarında kullanarak somutlaştırmaktır. Mevcut yasaya uyumu değil, ‘uyumsuzluğu’ örgütlemektir.”

Ardından ise, Yapı Yol-Sen ve Tüm Bel Sen hakkında açılan dava kararlarından sonra, 11 öğretmenin bir günlük iş bırakma eylemine katılmaları nedeniyle verilen cezalarla ilgili AİHM’e yapılan başvuruya ve emekçiler lehine çıkan karara değinilmektedir. KESK yönetimi böylece bir kez daha İLO, Anayasa’nın 90. maddesi gibi “yasal kazanımları” öne çıkararak, AİHM kararında açık bir biçimde dile getirilen “grev hakkı”nın varlığının emekçilerin hak arama mücadelesinin olmazsa olmaz araçlarından biri olduğunu vurgulamaktadır. Meşruluğu bu karara dayandırarak şunları söylemektedir: “… meşru talebimiz, hukuki zeminde daha da güçlenmektedir. İş bırakma eylemlerine katılım noktasında çekingen duran emekçileri katma noktasında da bu tür kararlar katkı sağlayacaktır. TİS sürecinde en önemli konulardan biri de taleplerimizin net olması, tüm kesimlerin ortak taleplerini ifade etmesi, aşağıdan yukarıya örgütün tümünün bu talepleri sahiplenmesi ve altının doldurulmasıdır.”

Kuşkusuz bu tür kazanımlar anlamlıdır ve emekçilere seslenirken bu tür kazanımların altını çizmek gerekmektedir. Ancak “İş bırakma eylemlerine katılım noktasında çekingen duran emekçileri katma noktasında da bu tür kararların katkı sağlaması” için,  öncelikle bu süreçte ileri sürülen net ve ortak talepleri “aşağıdan yukarıya örgütün tümünün” sahiplenmesini sağlamak ve “altını doldurmak” gerekmektedir. İşin esasa ilişkin bu yanı boşlukta bırakıldığı koşullarda “mücadele programı” adı altında dile getirilenlerin içi boş kalmakta, milyonlarca emekçiye umut ve güven verememektedir.

Bu vurgunun ardından şunlar ifade edilmektedir: “Oluşturacağımız mücadele programının bu özellikte olması ve söylediklerimizi gerçekleştirecek bir eylem, etkinlik ve çabanın örülmesi kesinlikle kazandıran yaklaşım olacaktır. Bu doğrultu KESK’in güvenirliliğine ve yeni bir çıkış yapmasına da önemli katkılar sunacaktır. Danışma Meclisi toplantısında yaptığımız belirlemeler sonucunda Konfederasyonumuz; Toplu Sözleşme yapma ve grev hakkımızı kullanma ısrarımız bu yıl da sürdürecektir. Bu dönem 2008 mücadele programının bir aşaması olarak algılanmalıdır.”

Ne var ki, bu sözlerin ardından iki dönem halinde ilan edilen ve toplu görüşme sürecini kapsayan “eylem takvimi” mücadelenin ve emekçilerin ihtiyacına yanıt vermekten oldukça uzaktır. Zira; “toplu görüşme değil, TİS hakkımızı kullanacağız” yazılı kokartların takılması ve işyerlerine yönelik hazırlanan afişlerin asılması, TİS taleplerini ve KESK’in tutumunu ifade eden bildirilerin halka dağıtılması, yöneticilerin katılımıyla sınırlı bir şekilde bakanlıklar önünde yapılan eylemlerle işverenin toplu sözleşmeye çağrılması, Ankara’da kurulan toplu sözleşme kürsüsü ile KESK’in tutumunun bir kez daha kamuoyuna duyurulması, toplu görüşmenin başladığı 15 Ağustos tarihinde başbakanlığa yürünmesi ve basın açıklaması yapılması, 18-22 Ağustos tarihleri arasında işyerlerinde KESK’in toplu sözleşmeye ilişkin tutumuna ve “bundan sonraki programı”na ilişkin “aydınlatma faaliyetleri”nin yürütülmesi, kadın emekçilerin talepleriyle ilgili devlet bakanı Nimet Çubukçu ile görüşülmesi, toplu görüşmenin yapılacağı ikinci oturumda AKP il binalarına yürüyüş düzenlenmesi ve siyah çelenk bırakılması, görüşmelerin son oturumuna ve illerde öğle tatillerine denk gelecek şekilde merkezi yerlerde bir saatlik oturma eylemlerinin gerçekleştirilmesi ve Ankara’da başbakanlığa yürüyüş yapılarak siyah çelenk bırakılması şeklinde ifade edilen “eylem ve etkinlikler” KESK’in güvenirliliğine ve yeni bir çıkış yapmasına “önemli katkılar” sunmaktan fazlasıyla uzaktır.

Geniş emekçi kesimlerin mücadeleye ve KESK’e “güven” duymasını, ileri sürülen talepleri sahiplenmesini sağlayacak dönemsel bir mücadele programı ve eylem takvimi ile buna uygun bir mücadele çizgisinden sözetmek mümkün değildir. Bu süreçte yapılan basın açıklamalarında dile getirilen söylemlerden ve açıklanan eylem takviminden de anlaşılacağı gibi, KESK yönetimi bir kez daha işin esasa ilişkin en önemli yanını açıkta bırakmakta, yüzünü bir kez daha işyerleri ve mücadele alanları yerine hükümete dönmektedir. Çağrıyı emekçilere değil hükümete yapmaktadır. Oysa, hükümete yönelik yapılan çağrının karşılık bulması, harekete geçen işyerlerinin ileri sürülen talepleri kazanmak için birbirini aşan hak alıcı eylem biçimleriyle militan bir mücadele sürecine hazırlanmasıyla mümkündür.

“Genel direniş” çağrısı somut olmalıdır!

KESK yönetiminin açıkladığı “dönemsel mücadele programı ve eylem takvimi”nde “genel direniş” vurgusu dikkat çekmektedir. Eylem takviminde “Aralık 2008 ayı içerisinde AKP’nin uyguladığı ekonomik, sosyal ve siyasal politikalara yönelik katılabilecek en geniş toplumsal kesimlerin desteği de sağlanarak genel direniş gerçekleştirilmesi” şeklinde soyut bir “genel direniş” vurgusu dile getirilmektedir.

Bu vurgu anlamlıdır ancak ayakları yere basmamaktadır. Genel direniş çağrısı soyutluktan çıkarılmak, somut bir içerik almak zorundadır. Genel direniş çağrısı geniş emekçi kesimlere dönük “genel grev-genel direniş” çağrısıyla somut bir eylem biçimi ve çağrısı şeklini almalıdır. İşin eksik bırakılan temel yanlarından birisi budur.

İkinci sorun ise, KESK’in kendi gücüne ve tabanına duyduğu güvensizliktir. KESK yönetimi bu güvensizliği hem mücadele programında dile getirmektedir, hem de “genel direniş” çağrısını hayata geçirmek için süreci işyerleri temelinde örgütleyecek örgütsel mekanizmaları oluşturmaktan ve bu yönlü bir bakıştan yoksundur. Zira mücadele programında KESK, mücadeleyi örgütlemek için öncelikle kendi tabanını harekete geçirmeye değil “farklı toplumsal kesimlerle etkin bir diyalog süreci”ni geliştirmeye vurgu yapmaktadır. Mücadele programında konuyu şu şekilde ifade etmektedir: “AKP iktidarının emek karşıtı neoliberal uygulamalarına karşı toplumsal muhalefetin tümünü kapsayacak bir ‘Genel Direniş’in örgütlenmesi gerekmektedir. KESK, işyerlerinden başlayarak, sokaklara ve meydanlara taşacak olan bu Genel Direnişin örgütlenmesi için farklı toplumsal kesimlerle etkin bir diyalog süreci geliştirecektir.”

Kuşkusuz genel direniş çağrısının genel bir grevle taçlanması ve “genel” bir mahiyet kazanması için “farklı toplumsal kesimlere”, bu kesimlerin desteğine ve harekete geçirilmesine ihtiyaç vardır. Ancak sınıfın değişik kesimlerinin harekete geçirilmesi için öncelikli olarak sorunun doğrudan muhatabı ve öznesi olan örgütlü kesimler harekete geçirilmelidir. Harekete geçirilmesi ve örgütlenmesi gereken öncelikli ve asıl dinamik “genel grev-genel direniş!” şiarı ve çağrısıyla, buna uygun örgütsel mekanizmalarla sürece hazırlanan ve “farklı toplumsal kesimlere” seslenen milyonlarca kamu emekçisi olmalıdır.

Grev ve TİS komiteleri kurulmalı, “genel grev-genel direniş!” şiarıyla süreç örülmelidir!

Kamu emekçilerinin mücadelesinin ve taleplerinin toplu görüşme sürecine sıkıştırılamayacağı açıktır. Bunu KESK de görmektedir. İki dönem halinde açıklanan eylem takvimi de bunu anlatmaktadır. Ancak bu yeterli değildir. Bundan sonra mücadele çağrısının kamu emekçilerine yönelik yapılması gerekmektedir. KESK’in “umut” olması ve emekçilere “güven” vermesinin yolu buradan geçmektedir.

KESK açıkladığı mücadele programında şu değerlendirme ve tespiti yapmaktadır: “Genel Kurulumuzda örgütlenme-demokrasi ve emeğin sorunlarına ilişkin tartışmaların sonucunda Konfederasyonumuzun mücadele biçimlerinin ve örgütsel modelinin tartışılmaya ve geniş bir muhasebeye ihtiyacı olduğu ortaya çıktı. Muhasebe ihtiyacını kaçınılmaz bir zorunluluk haline getiren nedenler içinde ikisi özellikle önemlidir: Birincisi, KESK’in mücadelesinin, eylemlerinin giderek etkisizleşmesidir. İkincisi ise, KESK’in üye sayısının adeta sistematik olarak azalmasıdır. Bu iki sonuç, birbiriyle bağlantılıdır.”

Kuşkusuz bu önemli ve doğru bir tespittir. Ancak “mücadele biçimleri ve örgütsel model” tartışmaları adı altında yeni mücadele biçimleri ve örgütsel modeller yaratma tartışmalarına boğularak esas sorunun üzerinden atlanmaktadır. “Mücadele ve eylemlerin giderek etkisizleşmesi”nin nedeni, kamu emekçilerinin acil ve güncel talepleri etrafında hak alıcı eylem biçimleriyle işyerlerini harekete geçirecek örgütsel mekanizmaların oluşturulmamasıdır. Toplu görüşme süreci bu temel eksikliğin giderilmesi ve mücadelenin önümüzdeki süreci de kapsayacak şekilde örgütlenmesi için önemli imkanlar sunmaktadır.

Bunun için yapılması gereken açıktır. Kamu emekçilerinin talepleri ve “genel grev-genel direniş” şiarıyla birlikte mücadelenin hak alıcı bir hatta ilerlemesini sağlamaktır. Mücadele programını ve eylem takvimini bu hedefe hizmet edecek bir somutluğa kavuşturmaktır. Ardından KESK içindeki tüm ilerici, devrimci güçleri, bugüne kadar mücadelenin yükünü çekmiş tüm dinamikleri bu sürecin örgütlenmesi için seferber etmektir.

Genel direniş çağrısının somut bir biçim kazanması ve eylem takviminin buna uygun şekillendirilmesinin ardından tüm eylem ve etkinliklerin bu amaca hizmet etmesi gerekmektedir. İşyerlerini harekete geçirmenin, emekçilere güven vermenin yolu da her işyerinde kurulacak grev ve TİS komiteleri aracılığıyla mücadeleyi örgütlemekten geçmektedir. KESK’in masadan kalktığını, uzun soluklu ve hak alıcı bir mücadeleye hazırlandığını ilan etmenin, etkili eylemler gerçekleştirmenin, kitleselleşmenin somut karşılığı budur. Kontra ve işbirlikçi konfederasyonların sermaye hükümetiyle uzlaşarak milyonlarca kamu emekçisine ihanet ettiğini teşhir etmenin ve onların tabanını harekete geçirmenin biricik yolu da budur.

Sürecin bundan sonrasını kazanmak için hiç zaman yitirilmeden mücadele programı ve eylem takviminin altı bu iddia ve misyonla doldurulmalı, işyerlerini harekete geçirecek örgütsel mekanizmalar oluşturulmalıdır. Her yaptığı eylem ve etkinliğin “genel grev-genel direniş” sürecine bir hazırlık olduğunu gören, “hak verilmez alınır” bakışıyla işyerleri zemininde sürece hazırlanan kamu emekçilerinin yaratacağı etki ve açığa çıkaracağı enerji sınıfın diğer bileşenlerinde heyecan uyandıracak ve sempati yaratacaktır. İşte o zaman KESK yönetiminin harekete geçirmek için üstten zorladığı “emek, meslek ve demokratik kitle örgütleri” yani “farklı toplumsal kesimler”in de harekete geçmesi kolaylaşacaktır.

Ancak bunun için KESK’in öncelikli olarak yüzünü kendi tabanına ve işyerlerine dönmesi gerekmektedir. İlerici, devrimci kamu emekçileri işyerlerinden doğru bu süreci tartışmaya açmalı, bulunduğu her alanda süreci bu bakışla örgütlemek için yüzünü tabana dönmelidir.