13 Kasım 2009
Sayı: SİKB 2009/44

  Kızıl Bayrak'tan
  Metal işçilerinin birliği ve mücadelesini örgütlemek için!.
  İnişli-çıkışlı “açılım süreci”
Tayyip Erdoğan, savaş suçlusu
Ömer el Beşir’le
aynı zihniyeti taşıyor
Güler Zere serbest bırakıldı,
onlarca hasta tutsak
ölümle pençeleşiyor..
Şeker işçileri özelleştirme saldırısına
karşı mücadele ediyor!
  Hak-İş bürokratı Salim Uslu 25 Kasım uyarı grevini desteklemeyeceğini ilan etti...
  Kamu emekçileriyle 25 Kasım’ı konuştuk..
  Sınıf hareketinden…
  Keyfi uygulamalara ve baskılara karşı susmaktan başka direniş yoluda var..
  Metal işçilerinin örgütlü birliği için görev başına!t
  Metal isçilerinden
kurultaya çağrı
  Kapitalist kriz tipleri
- Volkan Yaraşır
  6 Kasım eylemlerinden
yansıyan tablo üzerine
  6 Kasım eylemlerinden
  GM patronlarının işten atma tehdidine
Opel işçileri grevle karşılık verdi!
  “NATO’nun adamı” olanlar için
yolsuzluk da, rüşvet de serbesttir!
  Dünyadan işçi ve emekçi
eylemlerinden..
  Ekim Devrimi etkinliklerinden....
  Ulusal soruna devrimci yaklaşımın paradoksları - 1 - M. Can Yüce.
  Eyüp Baş sonsuzluğa uğurlandı.
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Domuz gribi vakaları yayılıyor...

Kapitalizmin pislikleriyle zehirlenen dünya devrimle temizlenmelidir!

Kapitalizmde kişinin yaşam hakkı hangi sınıfa mensup olduğuyla belirlenir. Eğer işçi sınıfının bir üyesiyse her gün binlerce kişi kapitalizme kurban gider. Zira kapitalizm kârını yoksulların kanını içerek büyütür. Her gün değişik alanlarda yaşanan onlarca, yüzlerce ölümün dolaysız sorumlusu, insan merkezli bakışa sahip olmayan sermaye iktidarıdır. Otomobil tekellerinin aşırı kâr hırsı trafik “canavarı”nı doğurur. Emekçilerin yaşadığı ekonomik buhranın 3. sayfaya yansıyan cinnet haberleri yine bu aynı kâr sevdasının ürünüdür. Tersanelerde kum torbası yerine kullanılan tersane işçisinin de, kot kumlama nedeniyle silikozis hastalığından ölen işçinin de, madenlerde, fabrikalarda, atölye ve değişik sektörlerde yaşanan işçi katliamlarının sorumlusu da yine bu düzendir. Kirli savaşlarda, hastalıklarda, doğal afetlerde ölen yine emekçiler, öldüren yine kapitalizmdir.

Doğayı tahrip ederek, doğal ve iklimsel dengeyi sarsan, gıdaların genetiği ile oynayarak yeni hastalıkların “piyasaya” çıkmasına neden olan, nükleer birtakım denemelerle ölüm kusan yine kapitalizmdir.

İnsanlığı, bir avuç asalağın sefil çıkarlarına feda eden sermaye egemenliği, biyolojik (savaşlarda) bazı müdahalerde de yeni virüslerin ve hastalıkların çıkmasına neden olmaktadır. Çin’de başlayan öldürücü SARS virüsünden mutasyona uğrayarak kuş gribine, sonrasında ise domuz gribine dönüşen hastalıklar silsilesi işte bu biyolojik savaşların yarattığı ölümcül hastalıklardır. Tamamen ilaç tekellerinin kârını katlamayı amaçlayan bir savaş biçimidir. Kimi uzmanlar domuz gribinin kısa bir süre sonra yeniden mutasyona uğrayarak “at” gribine dönüşebileceğini belirtiyorlar.

H1N1 virisüne bilindiği gibi ilk olarak Meksika’da rastlandı. Daha sonra kısa süre içerisinde birçok ülkeye yayıldı. Türkiye’de bugüne kadar H1N1 virüsünden ölenlerin sayısının 40’a yükseldiği Sağlık Bakanlığı tarafından açıklandı. Domuz gribi vakası ve tartışması gündeme yıldırım hızıyla düştü ve çok tartışma yarattı. Devlet peşpeşe yaptığı açıklamalarla domuz gribinin hızla yayıldığını, bu nedenle kitlesel ölümlerin olacağını duyurdu. Konu günlerce sermaye medyasında tartışıldı. Bu tartışmalardan çıkan tek sonuç ise savaşta yaşanan ölümler kadar ölüm olacağı idi. Topluma böylece korku salan, tedirgin eden, telaşa kapılmasını sağlayan devlet, “H1N1 varsa çare de var” diyerek “muktedir”liğini göstermiş oldu. Ne de olsa devlet büyük bir devletti ve “vatandaşları”nın ölmesine razı olmayacaktı. Oysa “çare var” diyerek çözücü bir güç olduğunu iddia eden devlet, her konuda olduğu gibi bu konuda da çözümsüzdü.

Domuz gribinin tek çaresi aşı idi. Ve bu aşıyı yaptıran ölmeyecekti! Ancak aşıya dair birçok tartışma vardı. Aşının felç etme ya da öldürme gibi yan etkileri vardır. Üstelik bu tartışma sadece Türkiye’de değil, Almanya ve ABD başta olmak üzere birçok ülkede yaşanıyordu. Yine aşının “zararının, faydasından çok” olduğu tartışıldı. Bu tartışma devletin en üst makamlarında yürütülünce toplumda ciddi bir kuşku ve güvensizlik oluştu. Sağlık Bakanı Recep Akdağ, basının önünde domuz gribi aşısı olarak aşının son derece faydalı olduğunu ifade etti. Aynı saatlerde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan aşı olmayacağını açıkladı. Sonuç olarak Başbakan ile Sağlık Bakanı arasında ikili bir görüşme gerçekleşti. Bu ikili görüşmede de taraflar tutumlarında ısrar edince bu konudaki toplumsal şüphe derinleşmeye başladı. 8 Kasım günü TRT-1’de yayınlanan “Politik açılım” programına katılan Tayyip Erdoğan aşıya dair şunları ifade etti; “Ben kararımı daha önce vermiştim. Benim isteğim bu aşının yan etkilerini anlatması. Sayın Bakanımdan bu aşının yan etkilerinin anlatılmasını istemiştim. Anlatın. Bu konuda çok açık olalım. Bilirkişi olarak profesörler, doçentler çıkarıyorsunuz. Anlatsınlar. Faydası zararından fazladır ilkesinden hareketle desinler ki; ‘En azından çocuklarla ilgili ebeveyn istiyorsa, çocuğuna aşı yaptırsın’. Ama zorla ‘Biz aşı yaparız’ dersek olmaz. Çünkü yan etkileri noktasında sıkıntıların olduğu söyleniyor.” “Önüne gelen istediği gibi konuşmamalı, ABD’nin kullandığı aşılarda içerikte farklı şeyler olduğu, bize gelenlerde faklı şeyler olduğu belirtiliyor. Önleyici ve koruyucu olmak kaydıyla bu adım atıldı. Zorlayıcı asla olmamalıyız. Yan etkileri varsa nelerdir, anlatılmalı. Halkımız bilinçlendirilmeli” dedi.

Bu ikili yorumlar genel bir kafa karışıklığına yol açtı. Kuşkusuz Erdoğan’ın derdi, ilaç tekellerine karşı bir savaş açmak ya da ilaç tekellerinin güvenilirliğini sorgulamak değildir. Burada devletin domuz gribi virüsü karşısında düştüğü vahim tablo açığa çıkmaktadır. Emekçilerin yaşadığı sel, deprem vb. olaylarda çözümsüz kalan hatta sorumlu olan devlet bu konuda da çözümsüz, kararsız ve aciz olduğunu göstermiştir. Sermaye devletinin ilaç tekellerinin kâr dürtüsüyle hareket ettiği bilinen bir gerçeklik olduğuna göre güven bunalımı yaşanması kaçınılmazdır. Zira bu tartışma salt Türkiye’de değil, Almanya ve ABD’de de yürüyor. Bu aynı zamanda ilaç tekellerine olan güven bunalımının açık belirtisidir. Bu güven bunalımında da şaşılacak bir durum yoktur. Çünkü, Afrika’da AIDS salgını karşısında, değil AIDS ilaçları en basit aşı için bile para ayıramadıkları için yoksul ülkelerde onbinlerce kişinin ölümünü seyreden ilaç tekellerinden insan sağlığını düşünmeleri beklenemez. Kuşkusuz bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Bütün bu tartışmalara rağmen H1N1 virüsü, abartıldığı kadar olmasa da ölümcül bir tehlikedir. Ancak mevcut hastaneler değil ölümcül hastalık olan domuz gribini, normal hastalıkları dahi tedavi edebilecek teknik koşullardan yoksundur. Sermaye iktidarı kirli savaşa, silahlanmaya bütçe ayırırken sağlığa ayırmamaktadır. Üstelik peşpeşe çıkarılan yasalarla “parası olmayanların tedavi göremeyeceği” ortaya çıkmışken salt domuz gribi değil her hastalık emekçiler için öldürücüdür.

Dahası krizin faturasının işçi ve emekçilere kesildiği böylesi bir dönemde açlık ve sefalet diz boyu iken, sermayenin bekçileri utanmadan “dengeli beslenmeyenlerde bu hastalık daha çabuk bulaşır” diyebilmektedir. İnsanca yaşam ve çalışma koşulları dışında bir yaşama mahkum edilen işçi sınıfı ve emekçilerin dengeli beslenebilmesi söz konusu bile değildir.

Sermaye devleti hastalığın ilerlemesi ve yayılmasını önleyebilecek koruyucu hizmetler konusunda da uzman tavsiyelerine kulak asmamıştır. Koruyucu önlemler kendi başına bir-iki okulun tatil edilmesi ya da hastalık riski olan yerlerde maske ile dolaşılması ve kısmi ilaçlamaların yapılması anlamına gelmemektedir. Bir bütün olarak devlet, hastalığın yayılmasını önleyebilecek her duruma karşı pozisyon almalıdır.

Sonuç olarak, emperyalist-kapitalist sistem sınıf iktidarını koruyabilmek adına görülmemiş boyutlarda bir teknoloji kullanmaktadır. Bilimin ulaştığı düzey başdöndürücü bir hızla ilerlemektedir. 18. yüzyılın teknolojik olarak “sınırlı” imkanları fazlasıyla aşılmıştır. Dolayısıyla domuz gribi önlenebilir nitelikte basit bir teferruat olarak kalmaktadır. Ancak kapitalizm işçi ve emekçileri değil kârı esas almaktadır. Domuz gribindeki asıl ölümlerin nedeni ise işte bu kâr hırsıdır. Yerküreyi ve atmosferi kimyasal, biyolojik ve nükleer silah ve uygulamalarla zehirleyenler, hastalık ve ölümden başka bir şey üretmemektedir. Bütün bu olguları çözecek tek sistem ise sosyalizmdir. Kapitalizmin pislikleri, mikropları ve virüsleriyle zehirlenen dünya devrimle temizlenmelidir!