13 Kasım 2009
Sayı: SİKB 2009/44

  Kızıl Bayrak'tan
  Metal işçilerinin birliği ve mücadelesini örgütlemek için!.
  İnişli-çıkışlı “açılım süreci”
Tayyip Erdoğan, savaş suçlusu
Ömer el Beşir’le
aynı zihniyeti taşıyor
Güler Zere serbest bırakıldı,
onlarca hasta tutsak
ölümle pençeleşiyor..
Şeker işçileri özelleştirme saldırısına
karşı mücadele ediyor!
  Hak-İş bürokratı Salim Uslu 25 Kasım uyarı grevini desteklemeyeceğini ilan etti...
  Kamu emekçileriyle 25 Kasım’ı konuştuk..
  Sınıf hareketinden…
  Keyfi uygulamalara ve baskılara karşı susmaktan başka direniş yoluda var..
  Metal işçilerinin örgütlü birliği için görev başına!t
  Metal isçilerinden
kurultaya çağrı
  Kapitalist kriz tipleri
- Volkan Yaraşır
  6 Kasım eylemlerinden
yansıyan tablo üzerine
  6 Kasım eylemlerinden
  GM patronlarının işten atma tehdidine
Opel işçileri grevle karşılık verdi!
  “NATO’nun adamı” olanlar için
yolsuzluk da, rüşvet de serbesttir!
  Dünyadan işçi ve emekçi
eylemlerinden..
  Ekim Devrimi etkinliklerinden....
  Ulusal soruna devrimci yaklaşımın paradoksları - 1 - M. Can Yüce.
  Eyüp Baş sonsuzluğa uğurlandı.
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kapitalizmin ruhu ve krizler - II / Volkan Yaraşır

Kapitalist kriz tipleri

Kapitalizmin krizleri ne bir sapma, ne de yaşanan bir talihsizliktir. Kriz sistemin karakteristik özelliğidir. Kapitalizm bir anlamda sürekli kriz sistemidir. Sistem kendi iç çelişkilerinden dolayı bir krizden diğerine sürüklenir. Her kriz geçmişte yaşanan krizden daha yoğun kendini dışa vurur. Sistemin krize çözümleri son tahlilde palyatiftir. Fakat bu özelliği antagonizmanın emek cephesinde bir reaksiyon yaratmadığı müddetçe bir konsolidasyonun ve yenilenmenin ifadesi olabilir.

Kapitalist sistemde iki kriz tipi vardır: Birincisi kısa çevrimli krizlerdir, ikincisi ise buhranlar ve büyük bunalımlardır.

Kısa çevrimli krizler ekonomide daralma ve gelişme periyotlarına bağlı olarak sık görülen bir kriz tipidir. 19. yüzyılda kapitalizmin merkez ülkeleri olan İngiltere, Fransa, Almanya ve ABD’de aşağı-yukarı 8-10 yıllık periyotlarda (1816, 1825, 1836, 1847, 1857, 1866, 1873, 1882, 1890’da) kendini göstermiştir. Emperyalizm çağında ise kısa çevrimli krizlerin nüksetmesi daha karmaşık bir görünümdedir (**). Büyük bunalımlar arasında kısa dalgalanmalar şeklinde dışa vurmaktadır. Son 25 yılda uluslararası çapta bu bağlamda bir dizi kriz yaşanmıştır. 1982 Avrupa para krizi, 1987 ABD borsa krizi, 1993 Sterlin krizi, 1994 Türkiye-Meksika krizi, 1997-98 Doğu Asya krizi, 1998 Rusya-Brezilya krizi, 2001 Türkiye-Arjantin krizi bu krize örnek krizlerdir. Kısa çevrimli krizlerin en temel özellikleri şunlardır; bu krizler bölgesel mahiyettedir, ağırlıkla finans sektörüyle sınırlıdır, birkaç yılı geçmeyen ve süresi uzamayan krizlerdir.

Sistem bu krizlerle rektifiye olur. Bilindiği gibi kapitalist sistem bünyesinde toksin üretir. Hatta kapitalist sistemin kendisi toksinli “varlıktır”. Bu krizlerle sistem toksinlerini atar. Krizlerle kapitalist sistem çelişkisini, anarşisini boşaltır.

Buhran ya da büyük bunalımlar ise kapitalizmin tarihinde üç kez yaşanmıştır. Bu krizler kapitalist üretim tarzını sarsacak içeriktedir. Yıkıcı sonuçlar doğuran kitlesel işsizliğin yaşandığı, küresel düzeyde yoksulluğun arttığı, büyük dev şirketlerin iflas ettiği, yeni bir kapitalist formasyona geçildiği şiddetli alt-üst oluşları ifade eder. Bazı temel özellikleri bulunmaktadır.

En başta bölgesel değil, küresel mahiyettedir. Bir ülkede başlasa bile hızla uluslararası düzeye yayılma özelliği vardır. İkinci temel özelliği senkronize bir karakter gösterir. Bugün yaşadığımız kapitalist krizde görüldüğü gibi senkronizasyonun bir boyutu sektörden sektöre sıçraması ve ülkeden ülkeye yayılmasıdır. Senkronizasyonun ikinci boyutu ise kriz bir dizi krizle birlikte kendini dışa vurur. Örneğin bugün gıda krizi kapıdadır. Daha önce Mısır ve Haiti’de yaşanan gıda isyanlarının küresel çapta yaygınlaşması olasıdır. Ayrıca 21. yüzyılın bu konjonktürü kendini hegemonya kriziyle de göstermektedir. G-20 zirvesi bir taraftan emperyalist özneler arasında bir konsensüs arayışını işaretlese de, öte taraftan hegemonya krizinin açığa çıktığı bir zirve olmuştur. Yaşanan kriz aynı zamanda bir uygarlık krizi olarak da görülebilir. Makineye ve tüketime dayalı kapitalist uygarlık çürümekte ve çökmektedir. Ayrıca dünyanın yok oluşunu işaretleyen ekolojik kriz bütün yıkıcılığıyla sürmektedir. Kapitalist sistem bırakın insanların geleceğini, tüm canlıların ve dünyanın geleceğini tehdit eder içeriktedir. Bütün bunlarla birlikte hırs, rekabetle kendini üreten ve insanın insan tarafından sömürülmesine dayanan kapitalist sistem, çıplak bir etik kriz içindedir. Bir başka boyutuyla konformizm, tüketim terörü ve hedonizmle özdeşleşmiş sistemin bütün çürümüşlüğü alenidir. Kısacası büyük bunalımlarda bugün yaşandığı gibi kriz senkronizasyonu ortaya çıkar.

Diğer bir özellik, krizin hızlı deforme edici niteliğidir. Bu deformasyon daha önceki krizlerde görüldüğü gibi dünya çapında üretim kapasitesinin sert düşüşünde gözlemlenebilir. Ayrıca bugün bırakın merkez ülkeleri, ikinci kuşak ülkeler diye de tanımlanabilecek Brezilya, Çin, Hindistan, Güney Kore’de hem ticari, hem de finansal çöküşler yaşanmaktadır. Periferideki durum ise çok daha vahimdir.

Son olarak büyük bunalımların temel özelliklerinden bir tanesi uzun süreli olmalarıdır. 1873 krizi 20 yıllık bir zamanda, yani 1873-1893 arasında kendini hissettirmiş, yıkıcı etkilerini 20-30 yıllık bir kesitte göstermiştir. Benzer bir durum 1929 krizinde yaşanmıştır. 10 yıllık bir süreyi kapsayan bu krizin, sarsıcı sonuçları II. Paylaşım Savaşı’nda ortaya çıktı. Savaş sonrasındaki yeni kapitalist formasyonu belirledi. Yaşadığımız krizin de 10-15 yıllık bir süreye yayılması büyük bir olasılıktır.

Yaşanan krizin bir kısa çevrimli kriz olmadığı ortadadır. Ve bu kriz büyük bir bunalımı işaretliyorsa, yeni bir tarihsel momentumda olduğumuzun bir göstergesidir. Bu momentum 21. yüzyıldaki sınıf mücadelelerini kapsayan içeriktedir. Bunun anlamını daha önceki büyük bunalımlara bakarak görebiliriz. Çünkü her büyük bunalım, döneminin sınıf ilişkilerine ve çatışkılarına damgasını vurmuştur. Krizin bu manada tartışılması bir anlamda krizin içeriğinin anlaşılması anlamına gelir. Bunun dışında kriz tartışmaları ya totolojik mahiyettedir, ya da aktüelitenin içine hapsolmuştur.

1873-1893 krizi tekel öncesi dönemden, tekel sonrası döneme geçişi ifade eder. Tekelleşme süreci kapitalizmin bir tarihsel döneminden diğerine geçişin bir göstergesidir. Emek-sermaye arasındaki antagonizma en sert şekilde kendisini dışa vurmuş, sınıflar mücadelesi keskinleşmiştir. Krizin arkasında emek cephesinin yarattığı 1830-1848 devrimleri, işçi sınıfının toplumsal maddi güç olarak tarih sahnesine çıkışı, genel grevler, barikat savaşları ve iktidar atakları vardır. Komünist Manifesto bu mayanın ya da İngiliz sanayi devriminin ve 1789 Fransız Devrimi’nin yarattığı tarihsel konjonktürün ürünü olarak doğdu (8). 1864 I. Enternasyonal dünya işçi sınıfının partisi olarak emeğin gücünü örgütledi ve gösterdi. 1871 Paris Komünü işçi sınıfının iktidarını simgelerken, burjuvazi için korkulu bir rüya oldu. 1870 ve 80’lerde ABD, İngiltere ve kıta Avrupası’nda yoğun işçi grevleri yaşandı. İşçi sınıfı giderek şekillendi. Büyük bunalım bu faktörlerle tetiklendi. Aynı süre, Engels’in ifadesiyle, İngiliz endüstri tekelinin çöktüğü ve İngiliz işçi sınıfının ayrıcalıklı konumunu kaybettiği bir dönem oldu. Yani bir başka boyutta hegemonya krizi açığa çıkmaya başladı. Kriz çalışma rejiminde önemli değişikliklere yol açtı. Pre-Taylorizm’den Taylorizme geçildi. Taylorizm özünde bilginin emek sürecinin dışına çıkartılmasını içeren bir yönetim tekniğiydi ve detaylı planlamaya ve son derece iyi hesaplanmış işbölümüne dayanıyordu. Hedef, üretkenliği arttırmaktı (9). Bu yönde üretim ve yönetim birbirinden ayrıldı. İş standardize edildi. İşçi Taylorizm’de akıl melekeleri olmayan ve kendine verilen görevleri düşünmeden yerine getiren bir nesne olarak ele alındı.

Büyük bunalım dönemi buhar enerjisinden elektrik enerjisine geçişi simgeledi. Elektrik enerjisinin üretime girmesiyle makinelerin işleyişinde, güç motorlarının yenilenmesinde, iletişimde önemli gelişmeler yaşandı. Sömürge savaşları hızlandı. Sonuçta kapitalizmin yeni bir formasyona geçişi ve emperyalist özneler arasındaki rekabet ve çatışkı kendini Rosa Luxemburg’un tanımlamasıyla “düzeltici savaş”ta gösterdi (10). Yani bu büyük alt-üst oluşların veya ilk büyük bunalımın somut sonucu I. Emperyalist Paylaşım Savaşı oldu.

İkinci büyük bunalım 1929-1939 yıllarında yaşandı. Bu dönemin karakteristik özelliği emperyalizm çağı olmasıydı. Yine arkasında muazzam antagonist çelişkiler yatıyordu. İşçi sınıfı Ekim Devrimi’yle Paris Komünü’nden aldığı birikimi gerçek haline getiriyor, iktidarı fethediyordu. Bu muazzam sarsıcı gelişme 20. yüzyılın tüm sınıf ilişki ve çatışkılarına damgasını vuracaktı. Kapitalizmin kalbi sekteye uğrayacak, Almanya’dan İtalya’ya, Avusturya’dan Macaristan’a devrimci durumlar yaşanacaktı. Birinci sol dalga diye tanımlayacağımız bu gelişme İngiltere 1926 genel grevi ve İspanya iç savaşıyla (1936-1939) kırılacaktı. Özellikle devrimci durumun yaşandığı İtalya ve Almanya’da faşizmin iktidara gelişi işçi sınıfına karşı gerçekleşen, karşı devrimci bir hareketti. Bu gelişmeler ve emperyalist güçler arasındaki çelişki ve çatışkılar ikinci büyük bunalıma yol açacaktı. 1870’te başlayan İngiliz sömürgeciliğinin gerilemesi devam etmekteydi. Bu gerileme 1940’a kadar, yani 70 yıl sürdü. Aynı dönemde ABD’nin atağı olsa bile henüz yeni hegemon bir güç oluşmamıştı.

Büyük bunalım üretim tekniği olarak Taylorizm’den Fordizme geçişi simgeledi. Yönetim teknikleri, üretim ve emek süreçleri Fordizme göre biçimlendi. Fordizm kitlesel bir üretim sistemiydi. Taylorizm’de olduğu gibi işçiler üretim hattı boyunca hareket etmeyecek, iş işçiye gelecekti. Kayan bant sistemi ile bu olanak sağlandı. Fordizm aslında Taylorizmin bilimsel yönetim adı verilen anlayışının pratiğe uygulanması, üretkenlik artışının sağlanması, buna göre ücret sisteminin belirlenmesini içeriyordu. Teknolojik gelişmelerle birlikte kitlesel üretimin önü açıldı. Üretim patlamaları yaşandı. Fordizmde işçi makinenin uzantısı olmaktan çıkarılıp makinenin parçası haline geldi. Makinenin mantığına ve nesnelliğine göre örgütlenmiş bir üretim sürecine geçildi. İşçi makinenin bir vidası gibi konumlandırıldı. İşçi makinenin aklına tabi oldu. İşçinin bilgi ve becerisi tümüyle gereksiz hale geldi. İşçiler kalifiye bir nitelik göstermiyordu. Tecrübesiz yeni işçi, uzun yıllar çalışan bir işçinin yerini hemen alabiliyordu. Bu durum aynı zamanda bütün işsizleri yedek işçi ordusu haline getiriyordu. İkinci büyük bunalım emperyalist özneler arasındaki çatışkıyı en uç noktaya yükseltti ve sonuçta ikinci paylaşım savaşı yaşandı. Bu dönemin enerjisi elektrik enerjisiyle birlikte yaygın petrol ve petrol ürünleri kullanımı ve nükleer enerji oldu.

1945-75 arası kapitalizmin altın çağı olarak tanımlandı. Bir tarafta sosyal devlet ve refah toplumu, diğer tarafta reel sosyalizm döneme damgasını vurdu. İki kutuplu dünya ve büyük devlet politikaları süreci belirledi. Bu dönem her ne kadar toplumsal uzlaşma ve işçi aristokrasisinin yaygınlaştığı dönem olarak tanımlansa da, aslında büyük sınıf mücadelelerine sahne oldu. Örneğin 1919-1939 arasında metropollerde grevlere yaklaşık 75 milyon işçi katılmışken, 1946-1963 döneminde greve katılan işçilerin sayısı 125 milyona yükseldi. 1960-1970 arasında tüm kapitalist dünyada grevlere katılan işçilerin sayısı 425 milyondur. Ve bu dönem Fordizm ile anılsa da, özellikle 60’lı yılların ortalarından sonra Fordizmin krizi açığa çıkmaya başladı. İşçi sınıfı fabrika içindeki kapitalist tahakküme karşı çeşitli isyan biçimleri geliştirdi. İşe gitmeme, üretkenliği düşürme, endüstriyel sabotaj, spontane grevler, işi reddetme, fabrika işgal eylemleri, Fordizmin krizini bütün açıklığıyla ortaya çıkardı. 1968 küresel ayağa kalkışı metropollerde büyük alt-üst oluşlara yol açtı. Özellikle Vietnam savaşı, Çin Kültür Devrimi sürecin siyasal ayaklarını oluşturdu. Amerika’da savaş karşıtı ve sivil haklar hareketi sarsıcı etkiler yarattı. Siyahilerin kimlik mücadelesi ve ayağa kalkışı siyah devrimi tartışılır kıldı. Bütün bu toplumsal ve siyasal büyük dalgalanma kapitalist sistemi krize sürükledi.

Yaşadığımız krizin kökleri de bu döneme dayanmaktadır. Vietnam savaşının yarattığı bütçe açıklarının kapanması için altın-Dolar bağının kopartılması (***), yani 1971 yılında uluslararası para sisteminin çöküşü, 1972-74 yıllarında yaşanan küresel gıda krizi, 1973-74 yıllarında ortaya çıkan enerji krizi üçüncü büyük bunalımın başlangıcını gösterdi. Kar oranlarında 1960’lı yılların sonlarına doğru belirgin hale gelen düşme 1973 krizini tetikledi. Bu süreç de yeni bir kapitalist formasyonu işaretledi. Sistem bir taraftan kar maksimizasyonu sağlamak, diğer taraftan sınıfın her düzeydeki (ekonomik, demokratik, siyasal) örgütlülüğünü parçalamak amacıyla sistematik bir karşı devrim programı olan neo-liberal politikaları hayata geçirdi.

Metropollerde M. Thatcher, R. Reagan ile simgelenen bu dönem ideolojik, kültürel ve ekonomik boyutları olan konsantre bir karşı devrim olarak yaşandı (11). Üretim sistemi olarak Fordizm’den, post-Fordizme geçildi. Sınıfın boyunduruk altına alınması ve disipline edilmesi için son derece konsantre uygulamalar gerçekleştirildi. Bu süreç tarihin en büyük proleterleşme dalgasını yarattı. Ama aynı zamanda sınıfın amorfe ve atomize oluş süreci olarak yaşandı. Sınıfın organik birliği parçalandı, sınıf hızla katmanlaştı. İngiltere manifaktür ve ticari kapitalizm döneminde dünyanın atölyeliğini yapmıştı. Post-Fordizm döneminde ise dünyanın atölyeliğini Doğu Asya yapmaya başladı. Hatta bütün dünya atölyeye dönüştü. Maksimum kârı hedefleyen post-Fordizm, kendini en net olarak esnek üretim ve sistematik güvencesizleştirme politikalarıyla dışa vurdu. Taşeronlaştırma, fason üretim post-Fordizmin ayrılmaz bir parçası olarak hayata geçirildi. Post-Fordizmde işçi yalnızca makinenin bir vidası değildi. Aynı zamanda işçi makineye, aklını ve ruhunu vermeliydi ya da işçi artık organik bir makineye dönüşmüştü. Biyo-teknoloji ve nano-teknoloji, bilişim ve haberleşme teknolojisinde önemli atılımlar gerçekleşti. Üretim alanında bu teknolojiler kullanılmaya başlandı. Yeni düzeltici savaşlar bu dönemde bölgesel savaşlarla kendini gösterdi. Ruanda’da 2 milyon (1994), Sudan’da 2 milyon (1984-2004), Yugoslavya’da 250 bin (1991), Irak’ta 1.5 milyon (2003), Afganistan’da 60 bin (2001) kişi bölgesel savaşlarda yaşamını yitirdi.

Sosyal devletin ilgası, reel sosyalizmin çöküşü ve bunun yarattığı büyük alt-üst oluş, yeni jeo-politik, 1.5 milyar insanın emperyalist-kapitalist sisteme entegrasyonu 1970’lerin başında başlayan krizin daha önce şiddetle kendini dışa vurmasını engelledi.

1930’lu yıllarda geliştirilen esas olarak II. Dünya Savaşı’ndan sonra uygulanan Keynesyen model, kendini refah toplumu veya sosyal devlette simgeledi ve 1980’li yıllara kadar varlığını korudu. Aslında bu model sınıfın yıkıcı gücünü absorbe etmeye ve sınıfı sisteme entegre etmeye dayanıyordu (12). Ekim Devrimi’nin sarsıcı etkisi kapitalist sistemin acil önlemler almasına neden olmuştu. Sınıf terbiye edilmeli, denetlenmeli, farklı kontrol mekanizmalarıyla sistemle bütünleştirilmeliydi. Emeğin direnme gücünün kırılması ve sisteme eklemlenmesi hesaplandı. Sınıf hem kitlesel üretimin yaratıcısı, hem de kitlesel tüketiminin uygulayıcısı oldu. Kapitalizmin bir tarihsel dönemine damgasını vuran sosyal devlet, neo-liberal karşı devrim politikalarıyla radikal bir tasfiye sürecine girdi. Dün sosyal devletin temel ayakları olan eğitim, ulaşım, haberleşme, sağlık hızla metalaştı. Kısaca sosyal devletin sosyal yanı özelleştirildi. Bu uluslararası sermaye için olağanüstü bir kar realizasyonuydu.

Reel sosyalizmin çöküşüyle birlikte çok geniş bir coğrafya kapitalist barbarlığın operasyonlarına açıldı. Bu coğrafyalardaki enerji kaynakları, kıymetli madenler, kıymetli topraklar, besin ve su kaynakları talan ve yağma edildi, ediliyor. Yine bu coğrafyalarda yaşayan 1.5 milyar insan hızla ucuz işgücü olarak emperyalist-kapitalist sisteme entegre edildi. Kapitalist sistemin 1990 sonrasında elde ettiği bu olağanüstü “kaynaklar”, açığa çıkması beklenen krizi öteledi. Bu süreç tarihteki en acımasız imparator ve diktatörlerin, yani Sezar’ın, Atilla’nın, Hitler’in dahi tahayyül bile edemeyeceği en büyük talan ve yağmaydı. “Modern” barbarlıktı.

Kısaca 1970’lerin başıyla 2008 yılı arası krizin uzun durgunluk dönemini simgeledi. Yukarıda saydığımız nedenler bu sürecin uzamasının temel saikleri oldu. 2008 sonrası süreç ise krizin depresif aşamasını işaretledi.

Yaşanan süreç bütün bu yönleriyle yeni bir tarihsel momentumu işaretlemektedir. Bunun bir diğer anlamı yeni sermaye birikim rejimine geçiştir. Yeni bir kapitalist formasyonun zeminlerinin örülmesidir.

Bu tarihsel momentumdan 21. yüzyılın bütün sınıf ilişki ve çatışkılarını okuyabiliriz. Böylesine bir süreç ideolojik-teorik Rönesans’ı ve politik-pratik bir cüreti içinde taşımaktadır ve paradigmaların kırılması kaçınılmazdır. Tıpkı 1873-1893 krizinin 20. yüzyılın başlarında Marksist harekette yarattığı ideolojik-teorik Rönesans ve politik-pratik cüret gibi. 1905-1915 arası Avrupa kıtasında Marksist hareketin önemli politik aktörleri ve kuramcıları yaşanan süreci anlamaya, kapitalizmin geçirdiği formasyon değişikliğini kavramaya çalıştılar ve buna bağlı olarak politik bir duruş gösterdiler. Bu dönemdeki üretilen fikri zenginlik ve sosyal pratik bir anlamda 20. yüzyılın tarihini belirledi. Ekim Devrimi bu zenginlikten güç aldı. Avrupa’yı saran devrim dalgası bu zenginliğin ürünü olarak kendini dışa vurdu. Yine bu süreç II. Enternasyonalin çöküşüne, “evrimsel sosyalizme”, sosyal şovenizme yol açtı. Kısaca tarihinin diyalektiği işledi.

(Devam edecek...)

 

Dipnotlar:

(**) Emperyalist yayılmacılıkla sömürgeci yayılmacılık arasında önemli farklar bulunmaktadır. Her şeyden önce emperyalizm kapitalizmin en yüksek aşamasıdır ve mali sermaye egemenliğine dayanan bir dünya sistemidir. Tekelci rekabet üzerinde yükselen bir yayılmacılıktır. Kapitalizmin bu aşaması 19. yüzyıldan beri görülmekte olan çevrim periyotlarında “farklılaşmalar” yaratmıştır.

 (***) Bu durum ABD’ye sınırsız bir senyoraj hakkı tanıdı.

 (8) İşçi sınıfının 1811-1812’deki muhteşem Ludist ayaklanmaları, 1838’de başlayan, üç dalga halinde gelişen Çartist hareket, 1831 ve 1834 Lyon ayaklanmaları ve komünleri, 1844 Silezyalı dokumacıların başkaldırısı manifestonun ruhunu belirledi. Ayrıca dönemin entelektüel birikimleri maya işlevi gördü, sözlerin güce dönüşmesini sağladı. Böylece komünist manifesto İşçi sınıfının teorik ve pratik silahı haline geldi. Manifesto sınıflar mücadelesinin yenilgileri ve yengileri üzerinde biçimlendi.

(9) Taylorizm ağırlıkta alet kullanılan bir sistemdir. Ürün, işbölümü ilkesine göre çeşitli ellerden geçse de, üretim hala insanın becerisine bağımlı ve işçinin kişisel iradesinden ve tepkisinden etkilenebilmekteydi. Taylorizmi “en iyi işi en düşük maliyetle yapabilme” koşullarını yaratma olarak da tanımlayabiliriz. Taylorizm bir başka ifadeyle işçinin son derece rafine bir şekilde sermayeye dönüştürme faaliyetidir.

(10) Savaş sermaye birikiminin tıkandığı dönemlerde aşırı birikimi düzenlemenin en garantili yöntemidir. Sermaye dün bu yöntemi I. ve II. Paylaşım Savaşları’nda en acımasız bir şekilde kullandı. Bugün de aynı yöntemi yeni paylaşım savaşları olarak değerlendirebileceğimiz ya da ”düzeltici savaşlar” olarak görebileceğimiz bölgesel savaşlarda da kullanmaktadır ve kullanacaktır.

(11) Konu hakkında ve Neo-liberal politikaların P. Joseph Goebbels’leri olan Fukuyama ve S. Huntington ve diğerleri hakkında daha geniş bilgi için bakınız; Volkan Yaraşır, “Finansal Tsunami, Öncü Sarsıntıdan Büyük Çöküşe mi?Kapitalizmin Krizi ve İşçi Sınıfı,” adlı makale.

(12) Keynesyen politikalar ve sosyal devlet hakkında daha geniş bilgi için bakınız; Volkan Yaraşır, “Sosyal devletin gelişimi ve dönüşümü,” adlı makale