28 Mayıs 2010
Sayı: SİKB 2010/21

 Kızıl Bayrak'tan
26 Mayıs ihaneti ve yeni bir çıkışın imkanları
1-3 Haziran eyleminden başlayarak
TEKEL direnişini büyütelim!
İstanbul’da kürsüye işçiler çıktı.
Ankara’da 26 Mayıs.
Adana’da 26 Mayıs.
Kürdistan’da 26 Mayıs eylemleri
TEKEL işçileri Türk-İş binalarını
işgal etti
İzmir’de 26 Mayıs tartışıldı.
UPS Kargo işçileri: Kazanana kadar direneveğiz...
UPS'de sendika düşmanlığı
Metal TİS'leri üzerine BMİS Şube Başkanı Ali Çeltek ile konuştuk..
İşçi ve emekçi hareketinden..
Sınıf hareketini felç eden ihanet barikatı aşılmalıdır!
Ölümüzün de dirimizin de bu düzende hiçbir değeri yok.
İş cinayetleri sürüyor, sendika ağaları mücadeleden kaçıyor!
BDSP: Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!
Faşist saldırılar yayılarak artıyor.
“Şerzan Kurt ölümsüzdür!
Gençlik Şerzan Kurt’un katledilmesini eylemlerle lanetledi
SOKAK Üniversitesi’nde
direnişler tartışıldı.
Ankara Devrimci Liseliler Birliği Kurultayı gerçekleştirildi
Emekçi kitlelere sunulan
sahte umut kapısı
Emperyalistler imzalanan
deklarasyonu tanımadı
Avrupa’da işçi ve emekçi eylemleri
TMMOB Genel Kurul’u başlıyor
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İran’a karşı yeni yaptırım kararı Güvenlik Konseyi’ne sunuldu...

Emperyalistler imzalanan
deklarasyonu tanımadı!

ABD emperyalizmi, BM Güvenlik Konseyi’nin diğer daimi üyelerini de (Çin, Rusya, Fransa, İngiltere) yanına alarak, İran’a karşı yeni bir yaptırım kararını gündeme getirdi. Kararın Güvenlik Konseyi daimi üyeleri ile Almanya tarafından desteklenmesi, emperyalist güç odaklarının İran’a karşı blok tutum alma eğilimine işaret ediyor.

Brezilya, Türkiye, İran üçlüsünün uranyum takası konusunda anlaşmaya varmalarının hemen ardından ABD tarafından yaptırım kararının gündeme getirilmesi, emperyalistlerin üçlü girişimi boşa çıkarmayı hedeflediğini gösteriyor. &nbs

Emperyalist şefler anlaşmadan rahatsız

Tahran’da gerçekleşen 18 saatlik görüşmeler sonucunda sağlanan mutabakatın ardından 17 Mayıs’ta yayınlanan üçlü deklarasyon belli bir yankı yarattı. Deklarasyona göre İran, 1200 kg az zenginleştirilmiş uranyumu bir ay içerisinde Türkiye’ye gönderecek, bunun karşılığında ise bir yıl içerisinde yüzde 20 oranında zenginleştirilmiş 120 kg yakıt alacak.

Tayyip Erdoğan ve müritlerine göre bu anlaşma ile sorunun çözülmesi yönünde önemi bir adım atılmış, yaptırımlara gerek kalmamıştı. Oysa gelişmeler farklı yönde oldu.  

Zira anlaşmanın hayata geçirilebilmesi için “Viyana Grubu” (Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA), ABD, Fransa, Rusya) tarafından da onaylanması gerekiyor. Oysa ABD’nin başını çektiği emperyalist güçler, üçlü deklarasyonu inceleme gereği bile duymadan, yaptırım kararını Güvenlik Konseyi’nin diğer üyelerine sundular. Bu girişim, emperyalist şeflerin Brezilya-Türkiye ikilisi tarafından kullanılan inisiyatiften rahatsız olduklarını ve üçlü deklarasyonu boşa düşürmek konusunda mutabık kaldıklarını ortaya koydu.

Bu gelişme, ABD tarafından ikna edilen Rusya-Çin ikilisi dahil, dünyanın emperyalist güçlerinin, kendilerine rağmen inisiyatif kullanılmasına izin vermeyeceklerini gösteriyor. Bu tutumdan da anlaşılacağı üzere, emperyalist güçlerin derdi Ortadoğu’yu nükleer silah tehdidinden korumak değil, emperyalist politikalarını icra edebilmektir. Emperyalistlerin bu politikalarının ne kadar vahşi olduğunu anlayabilmek için Irak ve Afganistan’da yaşananlara bakmak yeterlidir.

Nükleer silah stokçularının kaba ikiyüzlülüğü

İran’la uğraşan Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin tümü birer nükleer silah stokçusudur. Sadece ABD’de 10 bine yakın nükleer başlıklı füze, bomba veya roket olduğu biliniyor. Salt ABD’nin elinde bulunanlar dünyayı defalarca yok etmeye yetecek miktardadır. ABD kadar olmasa da, diğer dört devletin elinde de önemli miktarda nükleer silah bulunmaktadır.

Ortadoğu söz konusu olduğunda ise, Siyonist İsrail’in 40 yıldır emperyalist güçlerin katkılarıyla nükleer silah ürettiği biliniyor. Yine bölgenin bir parçası sayılan Pakistan’da kayda değer miktarda nükleer silah mevcuttur. Türkiye’de ise ABD tarafından stoklanan en az 90 atom bombası olduğu artık bir sır değildir.

İnsanlık için ciddi bir risk oluşturan devasa miktardaki silahlar orta yerde dururken, birkaç yıl içinde nükleer silah üretebileceği gerekçesiyle İran’a tehditler savrulması, ikiyüzlü batı dünyasının çifte standartının çarpıcı bir göstergesidir.

İnsanlığın geleceğinin nükleer silah tehdidi altında olduğu bir gerçektir. Ancak bu tehdit İran’dan değil, emperyalist-siyonist güçlerden kaynaklanıyor. Dolayısıyla insanlığın geleceğini güvence altına alabilmek için yükseltilecek mücadele öncelikle emperyalist-siyonist güçleri hedef almalıdır.

İran’daki mollalar rejimi, üçlü anlaşma ile kısmi bir geri adım atarak, emperyalist güçlerin basıncını en azından bir süreliğine savuşturmaya çalıştı. Fakat gelişmeler umduğu gibi olmadı. ABD’nin diğer emperyalist güçlerin de desteğiyle yaptırım kararını gündeme getirmesi Tahran yönetiminin işini zorlaştırdı.

Üçlü anlaşmanın yürürlüğe girmesini isteyen İran, Türkiye ve Brezilya ile imzaladığı uranyum takas anlaşmasıyla ilgili mektubu BM’ye bağlı UAEK yöneticilerine ulaştırdı ve Güvenlik Konseyi’nin daimi olmayan üyelerinin yaptırım kararına karşı çıkmalarını sağlamak için girişimlere başladı.

Sisteme hizmet için kullanılan inisiyatifin sınırları

Brezilya-Türkiye ikilisi, halihazırda orta kuşak kapitalist ülkelerin önde gelen temsilcileri arasında bulunuyor. Sistem içinde kendine yer açmaya çalışan bu ülkelerin egemen sınıfları, verili koşullarda İran’a karşı sıkı bir ambargonun uygulanmasını çıkarlarına uygun bulmuyorlar. Kullandıkları inisiyatif, hem İran’la geliştirdikleri ilişkilerin zarar görmesini önleyecek, hem de bazı alanlarda etkili olabileceklerini kanıtlayacaktı.

Bu durum özellikle Türk burjuvazisi ve onun devleti açısından böyledir. Zira hem İran’la çok yönlü ilişkiler geliştirmiş, hem de bölgesel güç olma hevesi iyice depreşmiş bulunuyor. Brezilya’nın katkılarıyla İran’la sağlanan anlaşma, her iki alanda da Türk burjuvazisinin çıkarlarına uygun görünüyor. Ayrıca bu adımla “etkin taşeron” olabileceğini Washington’daki efendilerine de kanıtlamış olacaktı.

Kendi çıkarlarını korumak, ama bu arada emperyalist-kapitalist sistemin efendilerine de hizmet etmek adına kotarılan anlaşma, ABD’den sert bir tepkiyle karşılaştı. İran’a karşı yeni bir yaptırım kararını Güvenlik Konseyi’nin gündemine taşıyan ABD, Ankara’daki işbirlikçilerin sevinçlerini kursaklarında bıraktı. Bundan dolayı başbakan ve Cumhurbaşkanı dahil olmak üzere, sermaye iktidarının dışişleriyle ilgili tüm elemanları, Washington’daki efendiyi ikna etmek için seferber oldular. Belirtildiğine göre, Tayyip Erdoğan-Barack Obama telefon görüşmesi iki saate yakın sürmüş. Buna karşın henüz Washington’dan istedikleri sonucu alabilmiş değiller. Erdoğan’ın Brezilya ziyareti, iki devletin de anlaşmanın uygulanması için çıkış yolu aradığına işaret ediyor.

Pentagon’un medyadaki sözcüleri “İran’la anlaşma ABD-Türkiye ilişkilerini gerecek” derken, bazı meclis üyeleri de yaptırımın yeterli olmayacağını, askeri seçeneğin de düşünülmesi gerektiğini söylemeye başladılar. Bu ölçüsüz saldırganlık, Ankara’daki işbirlikçilerin tutumuna duyulan tepkinin bir yansıması kabul ediliyor. 

Farklı kanallar üzerinden, “Siz kendinizi ne sanıyorsunuz?” mesajını Ankara’ya ileten, “efendinin çizdiği sınırların dışına çıkmak uşağın haddi değildir” demeye getiren Pentagon’un savaş baronları, küstahlıkta sınır tanımıyorlar.

Üçlü deklarasyon ile kendilerine göre iyi bir iş kotaran sermaye iktidarı ise, Washington’dan gelen alçaltıcı mesajları sineye çekmekle kalmıyor, “biz her şeyi efendimiz için yapıyoruz” mesajını iletmek için çırpınıp duruyor. Emperyalistlerin hizmetinde olmanın “makus talihi” bu utanç verici durumu kaçınılmaz kılıyor. 

Görünen o ki, üçlü deklarasyonu boşa düşürmek için harekete geçen Barack Obama yönetimi, diğer emperyalistlerin de desteğiyle Ortadoğu halklarını hedef alan saldırgan tutumunu daha da sertleştirecek. Emperyalist-siyonist güçlerin tehdidi altında bulunan Ortadoğu halklarının ise, bu güçlere ve işbirlikçilerine karşı birleşik bir direniş örmekten başka bir çıkış yolları bulunmuyor.