08 Ekim 2010
Sayı: SİKB 2010/39

 Kızıl Bayrak'tan
Eşitlik ve özgürlük için
devrimci sınıf kavgasına!.
Kürt halkının tek seçeneği mücadeleyi büyütmektir!
MGSB dinci partinin inisiyatifinde
yeniden şekillendiriliyor!
TÜSİAD’dan hükümete: Hizmete devam!
Metal İşçileri Birliği Merkezi Yürütme Kurulu Ekim Ayı Toplantısı Sonuçları
Metal işçileri MESS önündeydi.
ÇEL-MER işçileri:
Verilen sözler tutulsun!
Anakonda işçileri direniyor! 
Herkese eşit, nitelikli ve parasız sağlık hizmeti!.
İşçi ve emekçi hareketinden
Tayyip’in tersane şovu için polis terörü!
“Kazanacağız başka yolu yok!”.
Yeni dönem ve
genç komünistlerin görevleri
Soruşturma-ceza terörüne karşı üniversitelerde direniş var!
YÖK gençliği teslim almak istiyor!
Ağaoğlu'nun HERKES için tek gerçeği
Kamu emekçileri hareketi üzerine
Avrupa'da büyüyen mücadele dalgası üzerine...
Dünyadan.
Ekvador’da darbe girişimi
püskürtüldü
Mücadeleci Kadınlar Konferansı
yapıldı
Kilisede fetih namazı
- Mahmut Alınak
“Bir şey çıkar mı?”
- M. Can Yüce
“Habip ve Ümit’in göz bebeklerindeki dünyayı kuracağız!”
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kilisede fetih namazı

Mahmut Alınak

İnsanlık için ne acıklı bir haldır ki, bugünkü dünya haritasındaki sınırlar hümanizm ve kardeşlik bağları ile değil, kaba güçle yani zorbalıkla çizilmiştir. Kim daha çok zorba ve kan dökücü ise o daha çok pay sahibi olmuştur dünya haritasında. Fetihçilerin binlerce yıl hücum edip kana buladıkları yaralı Ani harabeleri geçen hafta çağdaş bir fetihçiyi, MHP genel başkanı Devlet Bahçeli’yi ağırladı. Devlet Bahçeli, “Gerekirse fetih için yeniden yollara düşeriz.”deyince, insanlığa karşı suç işliyor diye kıyamet kopmalıydı, ama öyle olmadı.

Bilindiği gibi Ani, tarihte bir Ermeni kentidir. M.Ö. 549’larda Perslerin hakimiyetine girince İmparator Darius zamanında Armenia adıyla eyalet olmuştur. M.S. 1021 yılında Bizans İmparatoru Basileos’un hakimiyetine geçmiş, 1064 yılında da Selçuklu Sultanı Alparslan tarafından fethedilmiştir. Bu fethin üzerinden 1050 yıl geçtiği halde hala fetihlerden söz edilebilmesi ve bu çağrıların alkış alması tüm insanlık için hazin bir durumdur. Çünkü fetih ve işgal insanlığa karşı işlenebilecek en ağır suçlardandır. Gasptır, savaş, kan ve ölümdür.

Dünyanın acil olarak yeni bir çağa, hümanizm ve özgürlükler çağına ihtiyaç duyduğu bu zaman kavşağında fetihçi naraların hala prim yapması insanın içini acıtıyor, ümitlerini kırıyor. Bizim gelecek kuşaklara bırakacağımız en değerli miras, hümanizmle bezenen bir kardeşlik tarihidir. Başkasının evine zorla girip katliam yapmakla fetih ve işgal arasında hiçbir fark yoktur. Bir katiller sürüsünün gecenin bir vaktinde ellerinde kanlı baltalarla evimizin kapısını kırarak bizi çoluk çocuk demeden katletmeleri ve evimizi işgal etmeleri neyse, yabancı bir komutanın azgın ordusuyla girdiği masum toprakları (ülkeleri) kana bulayarak fethetmesi de odur. İnsanlığın binlerce yıllık tarihinden de anlaşıldığı gibi, başka ülkeleri ilhak ederek semiren komutanlar ve devlet adamları kendi halklarına da kan kustururlar. Ne yazık ki halklar da çok kez o zalimleri alkışlayarak bilmeden kendilerini prangaya vururlar

Gazeteler Devlet Bahçeli’nin namaz kıldığı tarihi kentin bitişiğindeki Ani Köyü’nde su olmadığını, köylülerin 5 kilometre uzaktaki dereden eşeklerle su taşıdıklarını yazdı. Haberin içinde Bahçeli ve beraberindekilerin abdest almaları için Kars’tan tankerlerle su taşındığı da yazılıydı. Belli ki, bin yıl önceki o dillere destan fetih halkın hayatında hiçbir insani iyileştirme sağlayamamış. Milliyetçilik her ne kadar ince bir kurnazlıkla halk severlik diye insanlara yutturulsa da, aslında halkları esaret altına almanın ideolojisidir. Söylendiği gibi milliyetçilik halk severlik olsaydı Bahçeli ve partisinin milletvekilleri, eşeklerle su taşıyan Ani Köyü’nü o müzmin cefası ile baş başa bırakıp Ankara’daki rahat hayatlarına dönmezlerdi. Kars belediyesi yakın zamanda MHP’nin elindeydi. MHP bir dönem hükümet ortağıydı ve son üç seçimdir Kars’tan milletvekilliği kazanıyor. Ama damarlarına sürekli milliyetçilik şırınga edilen ve şimdi bir Türk köyü olan Ani köyü bu çağda hala eşek sırtında su taşıyor.

Bahçeli’nin Ani harabelerinde fethi öven konuşması beni nedense çocukluk günlerime götürdü. Köyümüzde Bego ve Hemid adında ünlü iki hırsız vardı. İkisi de çok yakın akrabamızdı. Ama ben onları yoksulların canını acıttıkları için hiç sevmezdim.

Bego amca ile Hemid amca zenginlere ilişmeyi göze alamazlardı, ama yoksullara karşı çok korkusuzlardı. Geceleri gidip komşu köylerden hayvan çalarlardı. Hayvanları çalınan zavallı insanların ertesi gün nasıl feryat ettiklerini duyar kahrolurduk. Digor’un Zıbıni (Varlı) Köyü’nde tek bir ineği olan yaşlı Zezé, bir kış günü ineği çalınınca aylar boyu ağlamış, sonra da hastalanıp ölmüştü. Bu hazin olayı duyunca Bego amca ile Hemid amcaya duyduğum tiksinti daha da alevlenmişti.

Fetihçiler egemenliklerini perçinlemek için nasıl ki başka halklar gibi kendi halklarını da acımasızca eziyorlarsa, bizim ünlü hırsızlar da kendilerine en yakın insanlara bile zarar vermekten çekinmezlerdi. Öyle ki o çocuk halimle ben bile Hemid amcanın hışmından kurtulamamıştım. Herhalde dört-beş yaşındaydım. Evimize misafirliğe gelen bir amca akşamüzeri bana bir lira harçlık verdi. O bir lira benim için büyük bir servetti. Gece ertesi gün bakkaldan alacağım Besni üzümlerini hayal ederek uyudum. Sabah uyandığımda sevinçten kabıma sığmıyordum. Bakkala gitmek için tam dışarı çıkacaktım ki, Hemid amca içeri girdi. Elimde okşayıp durduğum demir parayı görünce gözleri parladı. İçimi okumuş gibi, parayı ver gidip sana bakkaldan üzüm alayım dedi. Üzüm lafını duyunca, parayı tutan elim safça Hemid amcaya uzandı. Hemid amca yüzünde kaypak bir sırıtmayla parayı alıp kapının arkasında kaybolurken, ben az sonra kavuşacağım üzümlerin sevinciyle havaya zıplıyordum.

İçimde burgu gibi dönen bir tedirginlikle akşama kadar Hemid amcayı bekledim. Gelmedi. Geceyi, ya Hemid amca hiç gelmezse diye yatakta huzursuzca bir sağa bir sola dönerek geçirdim. Sabah ruhumu tırmalayan korkularla kalktığımda çok mutsuzdum. Toprak damlı evimizin kapısı her açıldığında Hemid amcadır diye kalbim yerinden kopacakmış gibi çarpıyordu. Ümidim tükenince yanık yanık ağlamaya başladım. Annem neden ağladığımı sorunca, Hemid amcanın paramı aldığını söyledim. Annem söylenerek dışarı çıktı ve on, on beş dakika sonra yarım asrı aşkın bir zamandır gözümün önünden hiç gitmeyen yusyuvarlak yeşilimsi bir gülsuyu şişesi ile geri geldi. Hemid amca üzüm yerine bana gülsüyü aldığını söylemişti. Allah’ım, gülsuyu ne yenilir, ne de içilirdi. Üstelik kolonya gibi de kokmuyordu. Perişan olmuştum. Nasıl, nasıl ağlamıştım anlatamam.

Hemid amca aklımı kolaylıkla çelmiş, yakın akrabası olan el kadar bir çocuğa bile zarar vermekten çekinmemişti. Onca ağlamam ve dövünmem onun hiç umurunda olmamıştı.

Çağdaş fetihçiler de tarihteki fetihçiler gibi milliyetçilik kalkanının arkasına saklanıp kendi çıkarlarını halkın çıkarıymış gibi göstermekte mahirdirler. Sıra halk için bir şeyler yapmaya gelince arkalarına bakmadan sıvışıp giderler.

Devlet Bahçeli Ani’den sonra gittiği Ermenistan sınırındaki Alican Kapısı’ nda fetih ve milliyetçilik nutukları atarken, Ani köylüleri beş kilometre uzaklıktaki dereden eşek sırtı ile kan ter içinde su taşıyorlardı. Digor’un Ermenistan sınırındaki köyler on yıllardır lağımın aktığı dereden su içerek Ani ile aynı acı kaderi paylaşırken, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan televizyonlarda Ani’ye asfalt yol götürmekle caka satıyordu.

* Eski DEP Milletvekii

(alinakmahmut@hotmail.cım)

 

 

 


Kızıl Bayrak gazetesine PKK propagandasından ceza

Kızıl Bayrak gazetesinin Yazı İşleri Müdürü Ayten Özdoğan, AKP’nin Kürt açılımını eleştiren bir yazı ile KCK’nin Kürt siyasetçilerine meclisten çekilme çağrısını yayınladığı için İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 1,5 sene hapis cezasına çarptırıldı. Özdoğan, “Mahkemenin derdi Kürt halkıyla eylemli dayanışma ve Kürt halkının devrimci mücadeleyi büyütmesidir” dedi.

Kızıl Bayrak gazetesinde Binali Soydan tarafından kaleme alınan “Kürt halkıyla eylemli dayanışmayı yükseltelim” başlıklı yazıda yer alan “Sermaye iktidarının yürütme organı AKP hükümetinin başlattığı Kürt Açılımı hamlesinin ilk etabı fiyasko ile sonuçlandı. Abdullah Öcalan’ın koşullarının ağırlaştırılması, DTP’nin kapatılması, Kürt çocuklarının tutuklanması, düzen sözcülerinin Kürt halkına kin kusan demeçleri... tüm bunlar devletin Kürt halkını yok sayan Kürt açılımı söyleminin kofluğunu kısa sürede gözler önüne serdi” ifadeleri İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından “PKK-KONGRA GEL örgütü propagandası” olarak yorumlandı.

İddialar kapsamında KCK’nin DTP’ye meclisten çekilme çağrısı yaptığı yazı da delil olarak gösterilerek Kızıl Bayrak Yazı İşleri Müdürü Ayten Özdoğan 1,5 sene hapis cezasına çarptırıldı.

Özdoğan’ın böyle bir suçlamayla mahkeme edilmesi Türkiye’deki ifade özgürlüğüne tahammülsüzlüğü bir kere daha gözler önüne serdi.

Kendisine yönelik verilen hapis cezasını değerlendiren Özdoğan, mahkemenin bu tutumuyla Kürt halkıyla eylemli bir dayanışmadan duyduğu korkuyu gösterdiğini söyledi.

Mahkeme bilinçli bir politik kaygıyla hareket ediyor

Karara gerekçe olan KCK’nin DTP’yi meclisten çekilmeye çağırması konusunda da konuşan Özdoğan “Diğer yazının özelliği ise KCK’nın açıklaması olması değil, çünkü gazetemiz KCK’nin başka açıklamalarına da yer vermektedir. DTP’nin kapatılmasından dolayı yapılan meclisten çekilme çağrısıdır. Bu çağrı, Kürt halkının kurulu düzenden uzaklaşması anlamına geldiği için büyük bir korku yaratmıştır. Dolayısıyla mahkemenin derdi Kürt halkıyla eylemli dayanışma ve Kürt halkının devrimci mücadeleyi büyütmesinden dolayıdır. Bu mahkemenin bilinçli bir politik kaygıyla hareket ettiğini göstermektedir’’ dedi.

“12 Eylül anayasasından kurtuluyoruz”, “demokratikleşiyoruz” diyenlerin yalan söylediğini vurgulayan Özdoğan, “AKP’yi bu söylemlerde samimi bulanlar dönüp sosyalist basına yapılanlara baksınlar. Ama bu devletin temsilcileri ve yardakçıları zaten devrimci basın mensuplarını terörist olarak görüyor. İşte geçtiğimiz günlerde Arınç’ın yaptığı açıklama ortada. Onlar gazeteci değil terörist mealinde sözler sarf etti bu azılı devrim düşmanı’’ diye konuştu.

AKP’nin ve düzen güçlerinin kendilerine göre bir demokrasi inşa ettiği verilen bu kararlarla ve yapılan keyfi tutuklamalarla bir kez daha gözler önüne serildiğini belirten Özdoğan, “Ağızlarında demokrasi sözcüğünü düşürmüyorlar ama konu devrimci güçler olduğunda baskı ve terörde sınır tanımıyorlar. Devrimci ve sosyalist basın susturulmaya, susturamadıkları yerde ise mahkemeleri ve hapishaneleri devreye sokuyorlar. Buna şaşırmıyorum elbette. Sonuçta AKP’nin mayasında devrim ve sosyalizm düşmanlığı var. Bugünkü ileri kadroların hemen hepsinin zamanında ‘6. Filo defol!’ diyen devrimcilerin kanını döktüğünü biliyoruz. AKP, devrimciler ve sosyalistlere karşı devletin geleneksel baskı ve terör politikasını paylaşıyor” dedi.

‘Kürt halkının meşru taleplerini destekleyeceğiz !’

16 yıldır yayın hayatını sürdüren Kızıl Bayrak gazetesinin geçmişte de birçok baskıya maruz kaldığını belirten Özdoğan şu anda gazete hakkında açılan 11 ayrı davada toplam 3 yıl 9 ay hapis cezası istendiğini anlattı. Bu davalarda da gazetede yayınlanan TKİP açıklamaları ve bazı haberler delil gösteriliyor.

Kızıl Bayrak gazetesinin, tüm bu teröre rağmen asla boyun eğmediğini ve yayın çizgisinden taviz vermediğini hatırlatan Özdoğan,’’Gazetemiz bildiği yolda başı dik yürümeye devam etti, bundan sonra da dik yürüyecek. Kürt halkının haklı ve meşru talepleri uğruna yürüttüğü mücadelesinde taraf olmayı sürdürecek, çürümüş kapitalist düzene ve devletine boyun eğmeyecektir’’ diye konuştu.

ANF – Zeynep Kuray / 06.10.10