05 Kasım 2010
Sayı: SİKB 2010/43

 Kızıl Bayrak'tan
Sınıfın birleşik mücadele ihtiyacı ve
bazı girişimler üzerine
Kürt sorununa düzen içi çözüm arayışları sürüyor
Ankara’daki işbirlikçiler emperyalist/siyonist güçlere ‘kalkan’ olma yolunda
Sermayeye kaynak emekçiye
sefalet bütçesi!.
“Alaattin’i katledenlerden
hesap soracağız!”
Polis katlediyor
yargı aklıyor!.
İzmir Sendikalar Birliği Çalıştayı gerçekleşti
İzmir Sendikalar Birliği ve hareketin ihtiyaçları
Katılımcılarla sınıf hareketi ve İzmir Sendikalar Birliği
üzerine konuştuk
Akdeniz Çivi işçileri sendika hakkı için direnişte!.
Mutaş’ta fabrika işgali sona erdi!
Satışa geçit vermemek için mücadele barikatlarına!
Metal İşçileri Birliği Merkezi Yürütme Kurulu Kasım Ayı
Toplantısı Sonuçları
BETESAN işçisi
direnişin simgesi..
BETESAN direnişinin sesi Taksim’de yankılandı
İşçi ve emekçi hareketinden..
Zam soygunu toplu taşımayla devam ediyor
6 Kasım eylem ve
etkinliklerinden.
YTÜ’de yaşananlar üzerine..
BP’nin suç ortağı Halliburton.
Türban, kadınlar üzerinde baskı ve köleliğin simgesidir…
“Zorunlu din dersleri
Hapishaneler düzenin aynasıdır
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Polis katlediyor yargı aklıyor!

Sömürü çarklarını sorunsuzca döndürmek isteyen sermaye devleti, toplumu dizginsiz bir baskı-terör rejimi ile kuşatmış durumda. Bunun için düzenin tüm baskı ve terör kurumları organize biçimde hareket etmektedir. Öyle ki, ilgili yasalarda yapılan düzenlemeler sonrası polis sınırsız yetkilerle donatılmakta, buna paralel olarak polis terörü ve cinayetlerini teşvik edecek önlemler alınmaktadır. Hak ihlallerinin çoğunu görmezden gelen düzen medyası ise, işi yargısız infazları meşrulaştırmaya kadar vardırmaktadır. Tüm bunları ise açık bir yargı terörü tamamlamaktadır. Burjuva sınıf egemenliğinin bir parçası olan yargı, bu süreçte üzerine düşeni yaparak katliamcı devleti ve onun tetikçisi polisleri alenen aklamaktadır.

Aydın Erdem cinayeti de aklandı

Polis cinayetlerinin düzen yargısınca aklanmasına dair yüzlerce örneğe geçtiğimiz hafta bir yenisi daha eklendi.

Aydın Erdem’in, 6 Aralık 2009’da Diyarbakır’da gerçekleştirilen eylemde katledilmesinin ardından açılan savcılık soruşturması ‘takipsizlik’ kararı ile sonuçlandı. Görgü tanıkları ifadelerinde Erdem’in hedef gözetilerek yakın mesafeden açılan ateş sonucu öldürüldüğünü belirtti. Polisin ateş açtığı anlar cep telefonu kamerası ile kaydedilerek yayınlandı. Ancak bunlara rağmen Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı “şüpheli” dört polis hakkında dava açılmasına gerek olmadığına karar verdi.

10 ayı aşkın süredir devam eden soruşturmada yine bildik gelişmeler yaşandı. Birçok delil, savcılık ile birlikte çalışan polisler tarafından karartıldı. Karartılamayan deliller ise burjuva hukuku açısından polislerin aklanmasına olanak sağlayacak biçimde “yorumlandı”. Savcılık, olay yerinde bulunan boş kovanları toplayarak orada bulunan polisevinin tuvaletine atan sanık polislerin amacının “kovanların kötü niyetli kişilerin eline geçmesini önlemek” olduğunu ifade edebilecek kadar aymazlaştı. Olay yerindeki boş kovanların sanık polislere ait silahlardan çıktığı, ancak deforme olmuş mermi çekirdeğinin onlara ait olmadığı belirtildi. Aydın Erdem’i katleden mermi çekirdeğinin kimin silahından atıldığı ise “yoğun soruşturmaya rağmen” tespit edilemedi.

Savcılık, diğer polis cinayetlerinde olduğu gibi Erdem’in politik kimliği üzerinden cinayeti meşrulaştırmaya çalıştı. Erdem’in, “örgütün çağrıları doğrultusunda gerçekleştirilen yasa dışı gösteriler sırasında ve yasa dışı göstericiler arasında yer aldığı” belirtilerek, polislerin kurşun sıkması haklı gösterilmeye çalışıldı. “Gizli bir tanığın ifadesi” klişesine yaslanılarak“Erdem’in, faili tespit edilemeyen bir şahsın tabancasından çıkan mermiyle hayatını kaybettiği” söylendi. Böylece, traji-komik bir hal alan soruşturmanın ardından bir polis cinayeti daha aklanmış oldu.

Alaattin Karadağ’ı katleden polisler de aklama yolunda

Polis terörü ve cinayetlerini aklama görevi gören düzen yargısı açısından böylesi örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Aydın Erdem örneğinden birkaç gün önce, 2001’de Esenyurt-Avcılar polisi tarafından katledilen devrimci militan İsmail Karaman’la ilgili açılan davada, mahkeme heyeti sanık iki polis hakkında “kanunun emrini yerine getirdikleri” gerekçesiyle beraat kararı vermişti. “Dur ihtarına uymadığı” gerekçesiyle sokak ortasında vücuduna 10 kurşun sıkılarak alçakça katledilen Karaman’ın infazı, “cübbeli polisler” tarafından yasa kılıfına sokuldu.

TKİP militanı devrimci işçi Alaattin Karadağ’ı sokak ortasında infaz eden Esenyurt-Avcılar polislerinden Oğuzhan Vural’ın “kasten adam öldürme”, “görevi kötüye kullanma” ve “kişilerin malları üzerinde usulsüz tasarruf” suçlarından tek başına yargılandığı dava süreci de yine benzer biçimde türlü hukuksuzlukla doludur. Alaattin Karadağ’ın katledilmesinin ardından başlayan yargı sürecinin her anı delil karatma örneklerine konu olmuştur. İnfazdan yedi ay sonra açılan davada Oğuzhan Vural isimli polis tutuklanmadığı gibi İzmir Emniyet Müdürlüğü’ne kaydırılarak görevine devam etmesi sağlanmıştır.

16 Haziran günü görülen ilk duruşmada, sanık polis Oğuzhan Vural’ın tutuklanması isteminin ardından avukatı Tolga Yurdakul’un mahkeme heyetine yaptığı itiraz, düzenin polis-yargı terörü gerçeğine ilişkin çarpıcı vurgular içermektedir :

“...Müvekkilim İzmir İl Emniyet Müdürlüğü kadrosuna atanmıştır. Delilleri karatma ihtimali söz konusu değildir. İddianamede kasten adam öldürme suçundan dava açılmıştır. Bizce bu yanlıştır. PVSK’nın 16. maddesi polisin zor kullanabileceği, hatta silah kullanabileceği yetkisi verilmiştir. Olay tamamen meşru müdafaa sınırları içerisinde işlenmiştir...”

Polis terörü ve cinayetlerine karşı mücadeleye!

Kapitalist sömürü düzeninde gün geçtikçe artan polis terörü ve cinayetlerine karşı, işçi ve emekçileri, ilerici ve devrimci güçleri içerisine alan birleşik zeminde bir mücadele hattı örülmesi zorunluluk halini almıştır. Öyle ki, bugün söz konusu uygulamalar politik kimliği olmayan insanları dahi hedef alan biçimde yaygınlaşmaktadır.

Bunun için, polis devleti uygulamalarının son bulması ve polis cinayetlerinin aydınlatılması talepleriyle örülecek fiili mücadele ve bu ana ekseni besleyecek tarzda kurgulanmış hukuksal takip süreçleri büyük önem taşımaktadır.


 

 

HRW: “İfade özgürlüğü ihlal ediliyor”

İnsan Hakları İzleme Örgütü, (Human Rights Watch) 2 Kasım günü yayınladığı raporda “terörle mücadele yasalarının” Kürt göstericileri silahlı militanmış gibi yargılamak için kullanıldığını belirterek bunun ifade, örgütlenme ve toplanma özgürlüğünün ihlali anlamına geldiğini ifade etti.

Göstericilerin terör suçlarıyla cezalandırılmak için keyfi olarak kullanılan yasaların değiştirilmesi, bu yasalar uyarınca yargılanmakta olan göstericilerin davalarının durdurulması ve hükmü kesinleşmiş davaların yeniden görülmesi için yetkililere çağrı yapıldı.

Kürt sorunuyla ilgili gösterilere katıldıkları ve siyasi faaliyet yürüttükleri gerekçesiyle halen yüzlerce kişinin yargılandığının altı çizilirken, bu yargılamalarda terörle mücadele kanunlarının, doğrudan bu kapsama girmeyen suçlar için de kullanıldığı söylendi.

Türkiye’de sonuçlanan birçok davada mahkemelerin, PKK’nin katılım çağrısı yaptığı ya da PKK’ye yakın olduğu belirtilen basın organlarında duyurulan herhangi bir gösteride bulunmuş kişileri de PKK üyesi olmamakla birlikte, bu örgüte üyeymiş gibi yargılanıp ceza almasına hükmettiği söylendi. Raporda “Göstericiler tek suçları zafer işareti yapmak, alkışlamak, PKK lehine slogan atmak, taş atmak ya da lastik yakmak olsa bile terör suçu işledikleri gerekçesiyle ağır cezalar alıyorlar.” denildi.

Raporda, Kürt meselesiyle ilgili gösterilere katılmış olan çocukların terör suçları bakımından yargılanmasına karşı yükselen ulusal ve uluslararası baskı sonucunda TBMM’nin Temmuz ayında bu yasalarda değişikliğe gittiği, bu değişiklikle de verilen mahkumiyet kararlarının düşürülmesinin ve çocukların Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinde yargılanmamasının sağlandığı ifade edildi.

 

 

 

Hastanelerde polis devleti uygulaması

Ankara Valiliği adına İl Sağlık Müdürlüğü imzasıyla özel hastanelerden; çalışanların saptanmasına yönelik olarak kamera kayıtları istendi. Hastane personelini fişleme ve baskı altına almaya yönelik polis devleti uygulamasına Türk Tabipleri Birliği (TTB) tepki gösterdi.

“Sağlık personelinin çalışma izin belgesi düzenlenmediği, çalışma izinleri olmadığı halde özel hastanelerde çalıştıkları yönünde şikayetler geldiği; hastanede çalışan personelin kimlik tespitinin yapılabilmesi için hastane güvenlik kamera kayıtlarının en az 1 ay süreyle muhafaza edilmesi”nin istendiği resmi yazıya tepki gösteren TTB, İl Sağlık Müdürlüğü’nün böyle bir denetleme yapma yetkisinin bulunmadığını belirtti.

TTB, denetlenme amacıyla hastaneye gelip giden hastalar da dahil olmak üzere bütün insanların en temel haklarının ihlal edilmesinin söz konusu edilemeyeceğini ifade etti. Kişilerin hastaneye başvurduklarına ilişkin bilgilerin gizli tutulmasını isteme haklarını da kapsayan başta BİYOTIP sözleşmesi olmak üzere uluslararası sözleşmelerin yanısıra hasta haklarına ilişkin düzenlemelerin bu alana yönelik müdahaleleri yasaklamasını dayanak olarak gösteren TTB, hekimleri “her an suç işleyen tehlikeli kişiler” gibi gören, hem hastaların hem de hekimlerin temel haklarını ihlal eden kameralı kayıt sistemi ile takip istenmesine ilişkin tutumun kabul edilemez olduğunun altını çizdi. TTB uygulamadan derhal vazgeçilmesini istedi.