05 Kasım 2010
Sayı: SİKB 2010/43

 Kızıl Bayrak'tan
Sınıfın birleşik mücadele ihtiyacı ve
bazı girişimler üzerine
Kürt sorununa düzen içi çözüm arayışları sürüyor
Ankara’daki işbirlikçiler emperyalist/siyonist güçlere ‘kalkan’ olma yolunda
Sermayeye kaynak emekçiye
sefalet bütçesi!.
“Alaattin’i katledenlerden
hesap soracağız!”
Polis katlediyor
yargı aklıyor!.
İzmir Sendikalar Birliği Çalıştayı gerçekleşti
İzmir Sendikalar Birliği ve hareketin ihtiyaçları
Katılımcılarla sınıf hareketi ve İzmir Sendikalar Birliği
üzerine konuştuk
Akdeniz Çivi işçileri sendika hakkı için direnişte!.
Mutaş’ta fabrika işgali sona erdi!
Satışa geçit vermemek için mücadele barikatlarına!
Metal İşçileri Birliği Merkezi Yürütme Kurulu Kasım Ayı
Toplantısı Sonuçları
BETESAN işçisi
direnişin simgesi..
BETESAN direnişinin sesi Taksim’de yankılandı
İşçi ve emekçi hareketinden..
Zam soygunu toplu taşımayla devam ediyor
6 Kasım eylem ve
etkinliklerinden.
YTÜ’de yaşananlar üzerine..
BP’nin suç ortağı Halliburton.
Türban, kadınlar üzerinde baskı ve köleliğin simgesidir…
“Zorunlu din dersleri
Hapishaneler düzenin aynasıdır
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

YTÜ’de yaşananlar üzerine...

Referandumdan konumunu pekiştirerek çıkan AKP hükümeti kazandığı güven ile birlikte yeni mevziler kazanmaya koyuldu. Bunun ilk adımlarından biri türban düzenlemeleri oldu ve Gül’ün türbanlı eşinin resmi bir törende askeri birlikleri selamlamasıyla yeni bir boyut kazandı. Politik ve siyasal anlamı tartışmasız olan bu gelişme ardından üniversiteler de tartışmanın ana meydanlarından biri olarak ısındı. Düzenin eğitim alanındaki baskı aygıtı YÖK “hiçbir öğrencinin disiplin gerekçesiyle dersten çıkarılamayacağı, böylesi durumlarda öğretim görevlisinin sadece tutanak tutabileceği”ni açıkladı. Bugüne kadar binlerce devrimci öğrenciyi soruşturan, yıllarca eğitim haklarını gasbeden bir kurumun yaptığı bu açıklamanın ne kadar ikiyüzlü olduğu aşikardır ancak ilgi çekici bir diğer nokta ise bunun 6 Kasım’a yaklaşılırken yapılmış olmasıdır. Bilindiği gibi YÖK’ün artık bir yandan reforme edilmesi bir yandan ise kaldırılması tartışılmaktadır. Tüm bunların gerçek anlamı ise iki hafta önce Yıldız Teknik Üniversitesi’nde gözler önüne serildi.

6 Kasım’a giderken hazırladıkları duvar gazetelerinde YÖK’e karşı mücadele çağrısı yapan TKP’li Öğrenciler, bu duvar gazetelerinde aynı zamanda türban düzenlemelerinin üniversitelerden geri çekilmesi taleplerine yer veriyorlardı. Bu durum, kendilerine YTÜ İhya Hareketi diyen bir grubun tahammülsüzlüğü ile karşılandı. Bu gerici grup değerlerine saldırda bulunulduğunu öne sürerek 19 Ekim Salı günü duvar gazetesi ilgili bölümünün kapatılmasını ya da indirilmesini istediler. 20 Ekim Çarşamba günü ise bunu kabul etmeyen TKP’li Öğrenciler’e saldırdılar. Öğrenci Kolektifleri ve Gençlik Muhakefeti de Çarşamba günü saldırı karşısında afişleri korudular ve saldırıyı püsküttüler.

21 Ekim Perşembe günü yine kampüse hazırlıklı gelen grup Tonoz Kantin önünde bekleyişe geçti. TKP’li Öğrenciler’in ve Öğrenci Kolektifleri’nin benzer içerikteki duvar gazetlerini Tonoz Kantin önüne asmalarının ardından, önce üniversite idaresi adına gelen güvenlik amirleri gerginliğin bitmesi için afişlerin kaldırılmasını istediler. Alanda bulunan Ekim Gençliği’nin, Genç-Sen’in ve Gençlik Federasyonu’nun afişlere yönelecek müdahalenin karşısında duracaklarını belirtmeleri üzerine ise amirler 15 gün boyunca, gerginlik bitene dek, -6 Kasım’ a kadar- afiş yasağı konulduğunu belirttiler. Bunun ardından afişlerin indirilmeyeceğinin belirtilmesi ardından ise önce saldırgan grup üzerlerindeki sopaların ve sodaların bir kısmını ÖGB’nin ve polisin gözü önünde yere bırakarak alanı terk etti. Ardından ise önce ÖGB’ler afişlere saldırmak istedi, onlar afişlerin önünde duran öğrencileri aşamayınca da çevik kuvvet devreye girdi. Sloganlar ile kararlılıkla afişleri savunan öğrencileri çevik kuvvet de copları ile dağıtamayınca bu sefer öğrencilerin üzerine portakal gazı sıkıldı. Afişler gazdan etkilenen öğrencilerin geri çekilmesi üzerine sökülebildi. Buraya kadar olan bölüm öğrencilerin kararlılığı ile noktalandı.

Yaşananları konuşurken açmak ihitiyacı duyduğumuz küçük bir parantez var. Sadece iki hafta önce üniversitede 12 Eylül’ün ardından idam edilmiş bir ülkücünün son mektubundan bir bölüm bildiri haline getirilerek “YTÜ’lü Ülkücüler” imzası ile dağıtılmıştır. Siyasal faaliyet alanımıza yönelen bu müdahale için bir araya gelindiğinde ise öncelikle duruma karşı kısa süreli de olsa yaygın bir teşhir faaliyeti örülerek, mağdur rolü oynayan bu katillerin aslında topluma yöneltilen iktisadi ve siyasi saldırılarda taşeronluk rolü üstlendiğinin vurgulanması ve son olarak da öğrencilerin hiçbir gündemlerine cevap üretemediklerinin altının çizilmesi tarafımızdan önerildi. Devrimci şiddetin ise bunun ardından gelmesi gerektiği vurgulanırken tartışmalar şiddet sınırında kaldı. Gençlik Muhalefeti ise bir birlikteliğe gerek olmadığını, sorunu karşılaştıkları yerde çözeceklerini belirtirken, Öğrenci Kolektifleri ise bu durumla ilgili ortak siyasal bir tutum almayacaklarını belirttiler. TKP’li Öğrenciler ise salt şiddetin bir çözüm olmadığı üzerinde durarak ortak siyasal bir tutumu da paylaşmayacaklarını, faşist provokasyon karşısında kendi çalışmalarına ağırlık vereceklerini belirttiler.

Fakültelere çekilindikten sonra Gençlik Federasyonu ve bizim öncelikli vurgumuz kantine geçilip afişlerin asılması yönünde olurken TKP’li Öğrenciler bir basın açıklaması önermişler ve kantine gidildiği taktirde olası bir polis saldırısının bu açıklamayı boşa düşüreceğini söylemişlerdir. Ardından ise bir yandan bir imza tartışması başlarken bir yandan da türban gündeminin açıklamanın neresinde duracağı tartışılmıştır. Polis barikatının sadece birkaç metre ilerisinde yapılan tartışmada Genç-Sen “YTÜ Öğrencileri olursa biz olamayız”, Öğrenci Kolektifleri ise “YTÜ Öğrencileri olmalıdır” şeklinde taraflaşmışlardır. Saldırının ise toplamda türbana ilişkin düşüncelere olan tahammülsüzlük üzerinden yaşandığı öne sürülmüştür.

Polis saldırısı ardından ortada sözü edilebilecek bir ortaklık kalmamıştır. Basın açıklaması imzasız ve pankartsız yapılmıştır. Ardından ise gün değerlendirmesi yapmak istememiz üzerine tablo daha da netleşmiştir. Önce TKP’li Öğrenciler toplantıdan başka bir yoğunluklarının olduğunu söyleyerek ayrılmış, ardından da Öğrenci Kolektifleri ve Gençlik Muhalefeti benzer bir biçimde toplantının sonlanmasını beklememişlerdir. Zira belirtmek gerekir ki kendi adlarına zaten böyle bir toplantıdan beklentileri olmadığı açıktır.

Bunun yanında ise burjuva gericiliğine ve faşist baskıya karşı gösterilen tepkiler silikleşmiştir. Cuma günü ise içinde Gençlik Federasyonu, Kaldıraç, YDG ve İvme Genç ile birlikte süreç örülmeye başlamıştır. Saldırıyı ve ardındaki YÖK düzenini teşhir eden, bu yolla üniversitelerde oluşturulan ablukaya işaret eden bu çalışmada ise Gençlik Federasyonu’nun “Yan yana gelmeyiz” tutumu üzerine isim nedeniyle Kurtuluş Yolunda Dev-Genç de ayrılmıştır. Açıktır ki bir yanda mirası sahiplenmek ile onu tekelinde görmek birbirine karışırken diğer yanda bu türden çarpıklıklar iş yapmamanın kılıfı haline gelmektedir. Tüm yaşananların tozu dumanı dağıldığında ise geride parçalı ve ilkesiz bir tablo ortaya çıkmıştır.

25 Ekim itibariyle ise pervazsızlığı ile tanıdığımız YTÜ idaresi 26 öğrencinin kampüslere girişlerini soruşturmanın sağlıklı yürütülebilmesi bahanesiyle engellemiştir. Bu durum ise herkesi birkez daha yan yana getirse de, son gün ortaya çıkan tablo üzerinde tartışmalar uzamamış, ortak bir açıklama ardından bir ayrışma yaşanmıştır. Bu süreçte ortak bir tartışma dilinin ve değerler bütününün olmayışı öne çıkmıştır. Bir yanda ajitasyon-propaganda serbestliğinden herkes işine geleni anlamışken diğer yandan ise içerik tartışmalarında herkes kendi siyasal eksenini dayatmıştır. Sonunda ise saatleri bulan toplantıda sabrını koruyanın düşünceleri kabul görmüştür. Kendi adımıza gençlik hareketinin ve alanın ihtiyaçları ötesindeki tüm dayatmaları sadece dar kafalılığın ürünü sayıyoruz. Bayrak sayısı, imza gibi tartışmalarda ne ayrılıkçı ne de dayatmacı bir tutumumuz oldu. Gericilik üzerine dönen tartışmalarda temel bir gericilik vurgusu yerine saldırının dinci-gerici siyasal ekseninin vurgulanmasını önerdik, her dinci akımın gerici olmayacağını savunanlara ise karşılarında olan grubun metinlerini hatırlatmakla yetindik. Bu kapsamda dayatmacı veya dar grupçu yaklaşımlar üzerinde daha fazla durmaya gerek görmüyoruz.

YTÜ’de bu süreçte yaşananlar hakkında tutumumuzu bu vesile ile de kamuoyu ile paylaşıyoruz. Dinci gericilik toplumun çeşitli alanlarında kurumsallaşmasını son hızla sürdürürken kendi siyasal konumuna uygun bir dönüşümü üniversitelere de dayatmaktadır. YTÜ idaresi bundan payını yeterince aldığı gibi, üniversitede önceden beri süren, bundan sonra da devam edecek bir burjuva siyasal gerici abluka ve hizmet ettiği bir iktisadi plan vardır. Bunun yanında yaşanan kurumsallaşmayı görmezden gelmek gibi bir tutumumuz yok. Ancak bunu kendimize bir gözbağı da yapamayız. Zira, Rektör İsmail Yüksek kendi fotoğrafı ile hazırlanmış mizahi bir afişle yapılan eleştiriler üzerine “Bunlar ben olmadan da bu üniversitede olurlar” anlamına gelecek bir ifadede bulunmuştur. Ötesinde ise üniversitelerde istenmeyen, türban ve türban düzenlemesi karşıtı görüşler değil toplamda toplumsal muhalefete emekten yana kan taşıyacak herhangi bir birikimdir.

Kapı önünde hızla ayrışmayla sonuçlanan sürece ilişkin düşüncelerimiz geçtiğimiz yıllardan beri değişmemiştir. Öğrencilerin siyaset yapma haklarına yönelik yasakların karşısında olduğu gibi eğitim haklarına yönelik saldırılar söz konusu olduğunda da gençlik gruplarını bir arada görmek güçtür. Bu nedenle kendi adımıza son süreçte herhangi bir şaşkınlık içinde değiliz. 29 Ekim Cuma günü üniversiteye giriş yasağının kaldırılmasının ardından ayrım çizgileri belirginleşmiştir. YTÜ Direnişi olarak başlayan sürece Genç-Sen ve Kaldıraç dışında tutulursa belirgin mesafeli bir tutum vardır. Ne yazık ki direnişin anlamı kavranamamaktadır. Aylardır eğitim hakkı gasbedilen öğrencilere yönelik tüm siyasetler açısından tam bir suskunluk hakimdir. YTÜ Direnişi bugün iki talep öne sürmektedir. Bunlardan ilki soruşturmaların iptal edilmesi diğeri ise cezaların geri çekilmesidir. Bunlar yaşanan iki haftalık süreçten süzülmüş temel iki taleptir. Bu talepler karşısında ise YTÜ rektörlüğü pervazsızlığını korumaktadır.

Son olarak, 28 Ekim günü Perşembe günü ortaya çıkan rektörlüğün görüşme talebine gelecek olursak, burada sahnelenmek istenen demokrasi oyununun son perdesi oynanmıştır. Özgürlük yalanları ile soruşturma-ceza terörü aynı anda mdeyaya yansımıştır. Rektörlüğün görüşme talebi de yaşadığı bu sıkışmadan dolayı olmuştur. Amaçlanan kapı önünde süren direnişi kırmak öğrencilerin birlikteliğini bozmaktır. Üniversiteye giriş yasağının kalkması bunun akıllıca bir adımıdır. Bu yolla süreç kesintiye uğratıldığı gibi, cezalar da daha az sayıda öğrenciye verilerek birliktelik daraltılmak istenmektedir.

Bunun karşısında ise talepler tam olarak karşılanana kadar direnişin sürdürülmesi gerekiyor. Ne var ki bu bugün bu süreç “YTÜ Direnişi”nin omuzlarındadır. Bu noktada direnişin ardından bir araya gelen Genç-Sen’e, Kaldıraç’a ve bize ağır bir sorumluluk düştüğünü görüyoruz. Rektörlük görüşmede bu iki talebin dışına çıkmaya gayret etmiş, panoları ve afiş yasaklarını konuşmayı tercih etmiştir. Bu da durumu genel olarak gençlik örgütlerinden iyi kavradığını göstermektedir. Bu orta oyunu karşısında muhattap alınmaktan memnun Genç-Sen, Öğrenci Kolektifleri ve Gençlik Muhalefeti ise şikayetlerini dile getirmiş ve bugüne kadar taleplerinin dinlenmemesinden şikayet etmişlerdir. Bu arada pano sözünü alanlar elde ettiklerinden memnun ayrılmışlardır.

Görüşmelere olması gerekenden büyük bir anlam atfedenlerin bir öğrencinin kesinleşmiş bir dönemlik cezasının iptal edilmesi konusunda ne kadar takipçi olacaklarını merak ediyoruz. 1 Kasım günü katılmadığımız bu görüşmenin mahiyetini açıkça görüyoruz. Kapı önünde ve kampüste özgün talepler ile geliştirilecek bir çalışma olmaksızın masada bir çözüm boş bir hayaldir. Rektörlük bu baskıcı YÖK düzeninin basit bir organından başka birşey değildir. Bunun için meşru ve militan yoldan kendi çizdiğimiz eksende yürümeye devam edeceğiz.

YTÜ Ekim Gençliği

 

 

 

Direnişin 36. gününde YTÜ önü eylem alanı oldu

“Direne direne kazanacağız!”

Yıldız Teknik Üniversitesi yönetiminin devrimci siyasal faaliyeti hedef alan soruşturma-ceza saldırısının ardından üniversite giriş kapısı önünde başlatılan YTÜ direnişi 36. gününde eylem ve ziyaretlere konu oldu.

BDSP direnişi selamladı

BDSP’liler, “YTÜ direnişini selamlıyoruz... YÖK’e ve YÖK düzenine karşı mücadeleye / BDSP” şiarlı pankart eşliğinde direniş alanına yürüdüler. Direniş alanında ilk olarak YTÜ direnişçisi söz aldı. Üniversitelerde ilerici ve devrimci öğrencilere dönük soruşturma-ceza terörünün hız kesmediğini söyleyen YTÜ direnişçisi Dilbirin Acar, yaşadığı süreci aktardı. Acar konuşmasını, direnişini kazanana kadar sürdüreceğini vurgulayarak noktaladı.

YTÜ direnişçisinin ardından BDSP adına bir konuşma yapıldı. Konuşmada, işçi ve emekçilere kölece çalışma koşullarının dayatıldığı kapitalist sömürü düzeninde gençlik payına düşenin koca bir geleceksizlik olduğu vurgulandı. Üniversitelerdeki devrimci siyasal faaliyeti ezmek için hayata geçirilen soruşturma-ceza saldırısıyla aynı zamanda sermayenin üniversitelere dönük yeni saldırılarına yol düzlendiği belirtildi.


“YTÜ’de direniş kazanacak!”

YTÜ direnişi adına okul kapısı önünde bir basın açıklaması gerçekleştirildi.

“Soruşturmalar geri çekilsin, cezalar iptal edilsin! Eğitim hakkımız engellenemez! / YTÜ Direnişi” pankartıyla Tonoz Kantin’den yürüyüşe geçen öğrenciler, direniş alanında bulanan kitleyle buluştular. Burada YTÜ direnişçisi Dilibirin Acar tarafından basın açıklaması gerçekleştirildi. YTÜ’de yaşanan soruşturma ve ceza terörüne ilişkin bilgilendirmede bulunan Acar, YÖK düzeninin YTÜ’de son hızla işletildiğine dikkat çektikten sonra taleplerini sıraladı. Talepler kabul edilene kadar YTÜ direnişinin süreceğini vurgulayan Acar, açıklamasını şu sözlerle noktaladı:

“YTÜ Direnişi bu iki talebinin sonuna kadar kararlılıkla arkasında duracaktır. Bu direniş üniversitede düşüncelerimizi özgüce ifade edebilmemiz içindir. Bu direniş keyfi bir şekilde eğitim hakkımızı elimizden alarak baskı ve zor kullanan YTÜ rektörlüğüne inat eğitim hakkımız içindir.”

Basın açıklamasının ardından ilk olarak TEKEL işçisi Hüseyin Bozkurt söz aldı. Üniversitelerdeki polis ablukasına değinen Bozkurt, benzer bir tabloyla Tek Gıda-İş önünde karşılaştıklarını söyledi. Bozkurt, kazanmak için birleşik mücadelenin zorunluluk olduğunu vurgulayarak konuşmasını sonlandırdı.

Ardından direnişçi UPS işçileri adına bir konuşma gerçekleştirildi. UPS işçisi, YTÜ öğrencilerinin direnişinin yanında olduklarını vurguladı.

Daha sonra BETESAN direnişçisi Zeynel Kızılaslan söz aldı. Soruşturma ve cezalarla üniversite öğrencilerini eğitim hakkının gasbedildiğine dikkat çeken Kızılaslan, YTÜ direnişinin her zaman yanında yer alacağını vurguladı.

Direnişteki işçilerin ardından destekçi kurumlar adına konuşmalar yapıldı. Burada söz alan Genç-Sen temsilcisi, YTÜ direnişinin yanında olduklarını belirttikten sonra 6 Kasım’da Ankara’da gerçekleştirilecek öğrenci mitingine katılım çağrısında bulundu.

Ardından BDSP temsilcisi söz aldı. Geleceğin ve özgürlüğün mücadelesini yükselten ilerici ve devrimci öğrencilerin “suç işledikleri” gerekçesiyle soruşturma-ceza terörüne maruz kaldıklarını söyledi.


Direniş 37. günde!

2 Kasım günü sabah saatlerinde direniş çadırının kurulmasının ardından Genç-Sen’li öğrencilerle beraber KAMPÜS gazetesinin satışı gerçekleştirildi. Ardından bekleyişini sürdüren YTÜ direnişçisi, öğrencilerle sohbetlerine devam etti.

Kamuoyunun gündemine giren YTÜ’deki soruşturma-ceza terörü öğrencilerin direniş çadırına ilgisini yoğunlaştırdı. Direniş süresince yapılacak çalışmalara katılacaklarını ifade eden öğrencilerle direniş komitesi hakkında tartışmalar yapıldı.

Öğleden sonra da Ekim Gençliği’nin 6 Kasım’a çağrı yapan bildirilerinin dağıtımı yapıldı. 

Ekim Gençliği / YTÜ


 

DTCF’de soruşturma terörü

Üniversitelerde siyasal faaliyeti engellemenin bir aracı olarak kullanılan soruşturma ve ceza terörü, DTCF’de de devreye sokuldu.

Geçen hafta DTCF’de ulusalcı TGB çetesi ve yurtsever öğrenciler arasında çıkan çatışmanın ardından 2 Kasım günü, 9 öğrenciye soruşturma açıldığı ve soruşturma süreci bitene kadar öğrencilerin okula giremeyeceği açıklandı. Sabah okula gelen öğrenciler ÖGB’ler tarafından içeriye alınmadılar.

Haklarında soruşturma açılan ve soruşturmalar sonuçlanana kadar okula girişleri yasaklanan DTCF öğrencileriyle dayanışmak ve soruşturma terörünü protesto etmek için 3 Kasım günü DTCF öğrencileri imzasıyla örgütlenen eylemin duyurusu okul içinde ajitasyon konuşmalarıyla yapıldı. Basın açıklamasında son süreçte artan baskılara değinildi ve baskılar karşısında mücadele etme çağrısı yapıldı. DTCF öğrencileri eylemin ardında TEKEL işçilerinin yapacağı basın açıklamasına destek vermek için Sakarya Caddesi’ne bir yürüyüş gerçekleştirdi.