19 Şubat 2010
Sayı: SİKB 2010/08

 Kızıl Bayrak'tan
TEKEL direnişinde kritik günler, kritik sorumluluklar
Putlar yıkılabiliyorsa,
düzeni de yıkılabilir!
Sendikal bürokrasi iki cami arasında
Grevli-toplu sözleşmeli
sendika için mücadeleye!
İlerici-devrimci kurumlar Tekgıda-İş’i mücadeleyi büyütmeye çağırdı
TEKEL işçilerinden mücadele çağrısı
TEKEL direnişiyle
dayanışma büyüyor
TEKEL’de direniş günlüğü
Entes’te direniş bitti,
mücadele sürecek!
İşçi ve emekçi hareketinden...
Tekel Direnişi ve sol hareket
TEKEL işçileri haramilerin saltanatına karşı direnmeye devam ediyor!
Sendika kanun tasarıları: Eski tas eski hamam!
“Akkardan ikinci TEKEL olacak”
Direnişçi kadın işçilerden 8 Mart çağrısı..
8 Mart hazırlıklarından...
Gençlik hareketinden...
Avrupa’da TEKEL’le
dayanışma büyüyor!
Dünyadan işçi ve emekçi eylemleri...
Emperyalist/siyonist güçlerin İran hesapları
Halkların celladı NATO Afganistan’da savaşı tırmandırıyor!
Türkiye’de demokratikleşme sorunu hakkında kısa notlar -2- M. Can Yüce.
Hasta tutsaklara özgürlük!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sendika kanun tasarıları:
Eski tas eski hamam!

2821 ve 2822 Sayılı Kanunlar yerine hazırlanan “Sendikalar Kanunu” ve “Toplu Sözleşme Kanunu” tasarıları üzerine sürdürülen tartışma şimdilik biraz durulmuş olsa da, yakında hava yeniden ısınacaktır. Haziran ayında yapılacak ILO Genel Konferansı öncesi, tartışma yeniden başlayacaktır.

Halen yürürlükte olan yasalar kaynağını 1982 Anayasası’ndan alıyor. Yasalar da 1983 tarihli. O dönemki koşular belli. Darbe sonrası kurulan hükümette MESS başkanlığı görevini yapmış olan Turgut Özal devlet bakanı ve başbakan yardımcısıdır. Ayrıca, bazı bakanlar da yine TİSK ve MESS üyesidirler.

2821 ve 2822 sayılı yasalar daha taslak halindeyken TİSK Başkanı Halit Narin o ünlü “20 yıldır biz ağladık onlar güldü, şimdi gülme sırası bizde” cümlesini söyler ve yasalar için de “1970’li yılar boyunca uğrunda mücadele ettiği hedefleri gerçekleştiren hükümler getirdi” der. Amaç bellidir; tüm diğer alanlarda olduğu gibi, sendikal alanın da devletin ve sermayenin denetimi altına alınmasıdır. 

Bu durum taslağın genel gerekçesinde de açık biçimde ifade edilir ve gerekçede şöyle yer alır: “1982 Anayasası paralelinde yürürlüğe konulan 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ile 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunları endüstri ilişkileri sistemini devletin denetimi altına almıştır.” Bu açıklama ile, mevcut kanunlarla sendikal hareketin devlet ve sermayenin denetimi altına alındığı gayet net şekilde ortaya konulmaktadır. Ancak, önemli olan bu belirlemenin ötesinde, bunu farklılaştıracak, değiştirecek bir düzenlemenin, değişikliğin yapılıp yapılmamasıdır. Hazırlanan taslak, 12 Eylül döneminde yürürlüğe konulan yasalardan esasta bir farklılık taşımamakta, kısmi düzenlemelerle geçiştirilmektedir.

2821 ve 2822 sayılı yasaların çıkarılmasının ardından 26 yıl geçti. Özellikle son 10 yılda çok sayıda yasa tasarısı/taslakları hazırlandı. Hiçbiri örgütlenme, toplu sözleşme yapma ve grev hakkı bakımından mevcut yasalardan önemli bir farklılık taşımadı. Hükümetler de bu taslakları yasa haline getirme konusunda zaten pek istekli davranmadı ve sürekli olarak “sosyal tarafların anlaşamadığı” gerekçesine sığındı. Oysa, temel insan hak ve özgürlükleri sözkonusu olduğunda, kurallar ve ilkeler bellidir ve normal süreçlerde yapılması gereken irade gösterip, insan hakları konusunda sermaye ile pazarlık yapmadan gerekli düzenlemeleri yapmaktır.

Ancak, sendikaların ve işçi sınıfının talebi ve baskısı bitmek bilmedi. Hükümet artık sıkıştı. İşçilerin baskısı içerde çeşitli biçimlerde sürmekte iken, dışarıda ise ILO sürekli eleştiriler yaptı, baskı uygulamaya başladı. Ancak, ILO’nun baskısı da işçilerin ve sendikaların mücadelesinin bir sonucuydu. ILO’ya şikayet başvuruları sendikalar tarafından yapıldı. Dolayısıyla ILO da bu baskılar karşısında hükümetleri sıkıştırmaya, zorlamaya başladı.

Son yıllarda her ne kadar çok sayıda yasa tasarısı hazırlansa da, hiçbiri işçilerin ihtiyaçlarını karşılayacak içerikte değildi. Tümüne yakını, mevcut yasalarda kısmi değişikliklerle sınırlı kaldı. Şu an gündemde bulunan taslak da esasta bugüne kadar hazırlananlardan kısmi farklılık taşısa da, esastan bir farklılık taşımamaktadır. Mevcut taslak yasanın genel gerekçesinde de belirtildiği gibi sadece mevcutlar üzerinden kısmi düzenlemeleri içermektedir. 

Taslağın genel gerekçesinde “bu kanun yapılırken, köklü bir sistem değişikliği yapmadan Türk endüstri ilişkileri sisteminin karşı karşıya olduğu sorunlar ve tıkanıklıklar reform yoluyla aşılmaya çalışılmıştır” denilmektedir. Genel gerekçede, mevcut kanunlarla sendikal hakların devlet denetimine alındığı ifade edilirken, bu olumsuzluğun giderilmesi için köklü değişikliklerden kaçınıldığı ve mevcut kanunların reforme edildiği belirtilmekte, dolayısıyla kökten değişikliklerden uzak durulduğu söylenmektedir.

Zaten köklü bir değişiklikten bahsedebilmek için, örgütlenme, toplu sözleşme yapma ve grev hakkı önündeki tüm engellerin kaldırılmasının gereği açıktır. Oysa, taslaklarla, ne örgütlenme, ne toplu sözleşme yapma ne de grev hakkında esastan bir değişiklik yapılmamıştır. 12 Eylül’ün baskıcı ve denetim altına alma amaçlı yaklaşımı halen sürmektedir. 

Taslaklar örgütlenme hakkı üzerindeki sınırlama ve yasakları sürdürmektedir. Örgütlenme hakkı konusunda işçiler ve memurlar ayrı yasalara tabi olmayı sürdürürken, halen örgütlenen ve sendikalarını kuran birçok kesim sendika hakkından mahrum edilmeye çalışıyor. Bu taslak ile de, sendika kurma hakkı aktif olarak çalışanlarla sınırlanmakta, ev işçiliği yapan ya da ev eksenli çalışan kadınlar, işsizler, gençler, emekliler ve çiftçiler için sendika kurma yasağı sürmektedir.

Bilindiği üzere toplu sözleşme yapma hakkı önünde iki baraj sözkonusudur. Taslak ile bunlardan işkolunda çalışanların yüzde 10’unu örgütleme zorunluluğu yüzde 1’e indirilmektedir. Yüzde 10’luk barajın yüzde 1’e düşürülmesi önemli gibi görünebilir. Bu düzenleme ile birlikte sendika üye sayılarının da gerçek üyeliklere getirileceği, sendikaların yüzde 10 barajını aşmak için zorunlu olarak şişirdikleri üyeler yerine gerçek üyelerin açıklanacağı belirtilmektedir. Dolayısıyla tasarı ile yapılan gerçekte yüzde 10 olmayan bir oranın düşürülmesidir. Ancak, işkolu barajının indirilmesi özellikle yeni kurulacak sendikaların toplu sözleşme yapmalarına daha fazla katkı sağlayacaktır. Bu arada belirtmek gerekir ki, hangi oranda olursa olsun barajın korunması açıkça toplu sözleşme hakkının engellenmesidir. Öte yandan ikinci baraj olan işyerinde çalışanların yarıdan fazlasını üye yapma zorunluluğu devam etmektedir. Tek başına işyeri barajının korunması bile örgütlenme ve toplu pazarlık hakkının engellenmesidir. 

Sendikalar Kanunu Tasarısı ile yapılan değişikliklerden biri de meslek ve işyeri sendikacılığına olanak sağlanmasıdır. Bu değişiklik çeşitli biçimlerde tartışılmaktadır. Ancak bu sendikaların toplu iş sözleşmesi yapabilmeleri de işkolu barajını aşma koşuluna bağlanmıştır. Dolayısıyla meslek ya da işyeri sendikalarının tek başına toplu sözleşme yapma koşulunu sağlamaları mümkün olamayacaktır. Bunun ötesinde, işyeri ve meslek sendikacılığının doğrudan sarı sendikacılığa yol açacağına yönelik değerlendirmeler de yapılmaktadır. Ancak, bir örgütlenme biçiminin kendiliğinden bürokratik, sarı gibi sonuçlara yol açmayacağını ifade etmek gerekir. Her örgütlenme biçimi, kendi ihtiyacı ve nesnelliği içinde değerlendirilmelidir. Yakın dönemde işyeri sendikalarının etkin olduğu ülkelerde militan sendikacılığın yapıldığı örnekler söz konusudur.

Sendikalar Kanunu Tasarısı ile yapılan değişikliklerden biri de meslek ve işyeri sendikacılığına olanak sağlanmasıdır. Ancak bu sendikaların toplu iş sözleşmesi yapabilmeleri de “Kurulu bulunduğu işkolunda çalışan işçilerin en az yüzde birinin üyesi bulunması” ve işyeri barajını aşma koşuluna bağlanmıştır. Bir meslek veya işyeri sendikasının yüzde 1’lik işkolu barajını aşmasının olanağı olmayacağı açıktır. Bu durumda, işyerindeki meslek ya da işyeri sendikası, o işkolunda örgütlü olan işkolu sendikası ile birlikte toplu sözleşme yetkisi için başvurabilecektir. Dolayısıyla meslek ya da işyeri sendikalarının tek başına toplu sözleşme yapma koşulunu sağlamaları mümkün olamayacaktır.

Toplu sözleşme yapma amacıyla yetki isteminde karşılaşılan önemli sorunlardan birisi de işkoluna ve işyerindeki çoğunluğa olan itiraz mekanizmasıdır. Taslak ile işyeri çoğunluğuna yapılan itirazda bir değişiklik yapılmamaktadır. İtiraz süreçlerinin uzaması sonucu işçilerin yıllarca toplu sözleşme haklarını kullanamadıkları bilinmektedir. Ayrıca uzunca süren mahkemeler nedeniyle, bu süre içerisinde işverenlerin sendikasızlaştırma girişimleri yaygın uygulamalardan birisidir. İşverenlerin sendikal örgütlenmeyi engellemek amacıyla en çok kullandıkları yöntem işyerinde çoğunluğun bulunmadığı gerekçesiyle yaptıkları itirazdır. Bu sorunu çözebilecek önemli bir mekanizma olan referanduma yer verilmemiş olması en önemli eksikliklerden birisidir. Dolayısıyla, bir sendikasızlaştırma aracı olan itiraz mekanizmasının kalması, örgütlenme hakkının fiilen engellenmesi yanında, buna hukuksal olanak da sağlanmasının bir göstergesidir.

Kısaca, gündemde bulunan taslaklar küçük değişiklikler dışında, temel haklar bakımından esastan bir değişiklik öngörmemektedir. Taslaklarda bir dizi ayrıntı değişiklik de yer almaktadır. Bunlardan bazıları şöyledir: Farklı türde sendikalara aynı anda üye olunabilecek. Üyelik ve istifada noter şartı kalkıyor. Dayanışma aidatı ile üyelik aidatı eşitleniyor. İşsiz kalanların üyeliği 1 yıl ile sınırlanıyor. Genel Kurullar 3 yılda bir toplanacak. Sendikalar radyo, TV kurabilecek. Grev oylaması sendikaların tüzüğünde hüküm bulunması halinde ve tüzükte öngörülen koşullara göre yapılacak. Sendika tüzüğünde hüküm yoksa grev oylaması yapılamayacak. Oylama tüm işçiler arasında değil, sendika üyeleri arasında yapılacak. Bakanlar Kurulunun grev ertelemesi kalkıyor, grevler taraflar ve hükümetin başvurusu ile mahkeme kararı ile yasaklanabilecek. Toplu sözleşmelerde kapsam dışı olmayacak. Toplu sözleşmeler işyerinde çalışan işçilerin bir kısmını kapsam dışı bırakan veya yararlanmayı engelleyen hükümler konulamayacak. Bunların yanı sıra temsilcilerin kısmen korunması, işkollarının azaltılması gibi çok sayıda başka değişiklikler de sözkonusudur.

Tasarının genel gerekçesinde, yapılan değişikliklerin esas olarak ILO sözleşmelerine uyum sağlama amacıyla yapıldığı belirtilse de, barajların ve yetki mekanizmasının devam ediyor olması, toplu sözleşme hakkının kullanımı önündeki engellerin sürmesi ve grev hakkının sınırlandırılması bakımından ILO sözleşmeleri ve denetim organlarının kararlarının yerine getirildiği söylemek mümkün değildir.

Temel sendikal haklardan biri olan grev hakkının kullanımı bugün olduğu gibi, yine uyuşmazlıkla sınırlandırılmıştır. Hak grevi, dayanışma grevi, siyasal grev gibi grev türleri ile işyeri işgali gibi eylem ve direniş biçimlerinin kullanımı yine yasaklar arasındadır. Grev hakkının etkin olarak kullanımının sağlanmadığı bir yerde, örgütlenme hakkı fiilen etkisizleşmektedir.

Sonuç olarak, yasa taslakları ile sendikal alanda özgürlüğün sağlanması sözkonusu değildir ve bu taslaklar yasa haline gelse bile örgütlenme önündeki engeller devam edecektir. Bu değişiklikler ile, uzun dönemdir temel bir talep haline gelen özgürlükçü, demokratik bir yasa talebinin önü kesilecek ve bir dönem daha yasa değişiklikleri gündeme gelemeyecektir.

 

 

DİSK Bölge Temsilciler Kurulu gerçekleştirildi

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), İstanbul ve Kocaeli Bölge Temsilcilik Kurulları’nın ortak toplantısını 13 Şubat günü gerçekleştirdi. DİSK Yönetim Kurulu’nun Türkiye çapında DİSK Bölge Temsilciler Kurulu’nun toplanması kararı uyarınca gerçekleştirilen toplantı Mecidiyeköy Kültür Merkezi’nde yapıldı.

Toplantı, “işçi direnişleri ve dayanışma” ve “çalışma yasaları ve mücadele” başlıkları altında iki gündem üzerinden gerçekleştirildi.

Toplantı, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi’nin konuşmasıyla başladı.

TEKEL direnişine de değinen Çelebi, konfederasyon ayrımı yapmadan direniş sürdükçe destek vereceklerini ifade etti. Direnişe dönük önerilerde Türk-İş ile aralarında farklar olduğunu söyleyen Çelebi, başbakanın söyledikleri sözlere karşı Türk-İş’in sessiz kalmaması gerektiğini vurguladı.

Çelebi’nin konuşmasının ardından kürsüye direnişteki işçiler çıktılar. Asemat’ta, Sinter’de, Akkardan’da, Eko Metal-Depar’da, Nema Makina’da, Daiyang Metal’de direnişte olan işçiler kendi süreçlerini ve taleplerini anlattılar.

İlk olarak sözü Bursa’da 400 günü aşkın bir süredir grevde olan Asemat işçisi aldı. Grevin bir kırılma yaşadığını söyleyen temsilci, eylemlerin yetersiz kaldığını ve konfederasyon yöneticilerini de eylemlerde aralarında görmek istediklerini ifade etti.

Yine 400 günü geçen bir başka direnişe imza atan Sinter Metal işçileri ise sendikalar arası birliğin sağlanamadığını söyledi.

Son dönemde taşeron çalıştırmaya karşı yürüttükleri mücadeleyle ön plana çıkan Dev-Sağlık İş Sendikası adına konuşan bir sosyal hizmet emekçisi de sendikalarının yürüttüğü mücadelenin kapsamını aktardı.

Gebze’de kriz gerekçesiyle geçtiğimiz haftalarda işten atılan ve Akkardan işçileri de kürsüden söz aldılar.

Düzce’de sendikalaştıkları için işten atılan ve üç ayı aşkın bir süredir direnişte olan Nema Makine işçileri de direniş süresince yaşadıkları zorlukları aktardı.

İzmir’de direnişlerini sürdüren Eko Metal-Depar ve Çorlu’da sendikalaşma gerekçesiyle işten çıkartılan Daiyang SKA işçileri de süreçlerini paylaşarak direnişlerine destek beklediklerini ifade ettiler.

DİSK İstanbul ve Kocaeli Bölge Temsilciler Kurulu ortak toplantısı kararları arasında sermayenin arttırarak sürdürdüğü saldırı politikalarına karşı birleşik bir mücadelenin örgütlenmesi birincil madde olarak ele alındı. 2010 1 Mayıs’ının merkezi olarak Taksim’de gerçekleştirilmesine karar verilirken, 8 Mart’a da kitlesel katılım çağrısı yapıldı.

TEKEL işçilerinin onayı olmayan hiçbir çözümün DİSK tarafından da kabul edilmeyeceği açıklanırken, dayanışmanın geliştirelebilmesi için 20 Şubat’ta Ankara’ya gidilmesine karar verildi.