19 Şubat 2010
Sayı: SİKB 2010/08

 Kızıl Bayrak'tan
TEKEL direnişinde kritik günler, kritik sorumluluklar
Putlar yıkılabiliyorsa,
düzeni de yıkılabilir!
Sendikal bürokrasi iki cami arasında
Grevli-toplu sözleşmeli
sendika için mücadeleye!
İlerici-devrimci kurumlar Tekgıda-İş’i mücadeleyi büyütmeye çağırdı
TEKEL işçilerinden mücadele çağrısı
TEKEL direnişiyle
dayanışma büyüyor
TEKEL’de direniş günlüğü
Entes’te direniş bitti,
mücadele sürecek!
İşçi ve emekçi hareketinden...
Tekel Direnişi ve sol hareket
TEKEL işçileri haramilerin saltanatına karşı direnmeye devam ediyor!
Sendika kanun tasarıları: Eski tas eski hamam!
“Akkardan ikinci TEKEL olacak”
Direnişçi kadın işçilerden 8 Mart çağrısı
8 Mart hazırlıklarından...
Gençlik hareketinden...
Avrupa’da TEKEL’le
dayanışma büyüyor!
Dünyadan işçi ve emekçi eylemleri...
Emperyalist/siyonist güçlerin İran hesapları
Halkların celladı NATO Afganistan’da savaşı tırmandırıyor!
Türkiye’de demokratikleşme sorunu hakkında kısa notlar -2- M. Can Yüce.
Hasta tutsaklara özgürlük!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Emperyalist/siyonist güçler giderek saldırganlaşıyor…

İranlı emekçilerin kuşatmaya karşı direnişi desteklenmelidir!

Nükleer programını gerekçe göstererek uzun süredir İran’ı taciz eden emperyalist/siyonist güçler, son günlerde bu ülkeye karşı sıkı bir ambargo uygulayabilmek için seferber olmuş görünüyorlar. Hem Washington hem Tel Aviv’deki şefler, BM Güvenlik Konseyi onayıyla “yasal” kılıfa uydurulmuş sıkı bir ambargo ile İran’ı kuşatmanın yollarını arıyorlar.

“Bütün seçenekler masada” söylemi ile askeri saldırı tehdidini sürdüren ABD, Irak ve Afganistan’da saplandığı bataklıktan çıkamadığı için, henüz bu yola başvurmaya cesaret edemiyor. Zira Amerikan savaş makinesinin Afganistan, Irak bataklığında hırpalandıktan sonra İran’da yeni bir maceraya girişmesi, dünya jandarmalığını sürdürme yeteneklerini felce uğratabilir. Siyonist İsrail’in ısrarlarına rağmen ABD’nin şu ana kadar askeri saldırıdan kaçınmasının temel nedeni, “İran bataklığı”nda boğulma korkusu olsa gerek. Eğer başarma şansları olsaydı, kuşku yok ki, İran halkları üzerine bomba yağdırmakta biran bile tereddüt etmezdi bu caniler.

Savaş baronları bölge ülkelerini İran’a karşı kışkırtıyor!

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ve Genelkurmay Başkanı Mike Mullen, Dışişleri Bakan Yardımcısı William Burns gibi rejimin etkili isimlerini aynı günlerde Ortadoğu’ya gönderen Barack Obama, başında bulunduğu yönetimin İran’ı bölge ülkelerinden yalıtmak amacıyla yürüttüğü kışkırtma faaliyetlerini üst seviyeye çıkardı.

Katar’ın başkenti Doha’da düzenlenen “Amerika ve İslam Dünyası Forumu”na katılan Hillary Clinton, burada yaptığı konuşmada, Tahran yönetiminin icraatlarının uluslararası toplumu, İran’a karşı ek yaptırımlar uygulamaya zorladığını öne sürdü. Kendi uydurduğu gerekçeye dayanarak, İslam ülkelerinin İran’la ilişkilerini gözden geçirmelerini talep etti.

Mahmud Ahmedinejad yönetimini bölgenin istikrarını tehdit etmekle suçlayan Hillary Clinton, İran’da yönetimin askeri diktatörlük haline gelmekte olduğunu da savundu. ABD’nin Honduras’taki faşist askeri darbeyi desteklediği ortada iken, dahası Washington’un “sadık dostu” kabul edilen Suudi Arabistan halen ortaçağ kalıntısı zorba bir rejimle yönetilirken, İran’a bu konuda suçlama yöneltmesi gülünç bulundu. 

“İran tehdidi”ni bahane ederek Körfez ülkelerine füze savunma sistemi kurulması gerektiğini savunan Hillary Clinton, bölgeyi ABD üsleri ve yıkıcı silahlarla donatmak istediklerini de ortaya koydu. Hem silah şirketlerine yeni ihaleler kazandırmak hem Arap devletlerinden parasını tahsil edecekleri Amerikan silahlarıyla İran’ı tehdit etmek derdinde olan Clinton’ın uygulamaya çalıştığı plan, bölgenin ciddi bir risk altına olduğunu kanıtlıyor. Ancak bu plan, tehlikenin İran’dan değil ABD’den kaynaklandığını da gözler önüne seriyor.

Körfez ülkelerinin yanısıra Suriye, Lübnan, İsrail, Mısır, Ürdün gibi bölge ülkelerini de dolaşan ABD’li görevliler, Obama yönetiminin, Ortadoğu ülkelerini İran’a karşı kışkırtıp suç ortaklığına razı etmeye özel bir önem atfetmeye başladığını kanıtlıyor.

Çin’e Suudi Arabistan petrolü rüşveti…

Körfez ülkelerindeki temaslarının ardından yardımcılarını İsrail, Ürdün ve Mısır turuna gönderen Hillary Clinton, bölgenin esas gücü olan Suudi Arabistan’a özel bir ziyaret gerçekleştirdi.

Suudi Arabistan ziyaretinde İslam Konferansı Teşkilatı (İKT) Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu ile görüşen Hillary Clinton, ABD’nin bu teşkilata önem verdiğini söyledi.

Barack Obama’nın İKT’ye özel temsilci olarak atadığı Rashad Hussain’i takdim eden Clinton, İran’ı kuşatma girişiminin başarıya ulaşması için İKT’yi de paravan örgüt olarak kullanma niyetinde olduklarını gösterdi.

Ancak ABD’nin Suudi rejiminden asıl istediği, İran’a katı BM yaptırımları uygulanması halinde, petrol ihtiyacında meydan gelecek açıkların karşılanacağı yönünde Çin’e güvence verilmesidir. Zira Çin yönetimi, günde 400 bin varil ham petrol satın aldığı İran’a yaptırım uygulanmasına karşı çıkıyor.

Obama yönetimi, Suudi Arabistan petrolünü kullanarak Çin’i kendi safına çekmeye çalışıyor, ancak bu çabanın olumlu karşılık bulma ihtimali düşük görünüyor.

İran’a ek yaptırımlar uygulamanın yeterince çabuk bir çözüm getirmeyeceğini savunan Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Suud el Faysal ise, İran’dan kaynaklanan tehdidin yaptırımlardan ‘daha acil bir çözüm’ gerektirdiğini iddia etti.

‘Acil çözüm’den ne kastettiğini açıklamayan Suudili bakan, Çin’in İran’la ilgili ne yapacağı konusunda Suudi Arabistan’ın telkinlerine ihtiyacı olmadığını ifade ederek, ABD’nin önerisine pek sıcak bakmadığını hissettirdi.

Suudili bakanın ABD’nin hoşuna gitmeyen sözleri ise, Ortadoğu’nun nükleer silahlardan arındırılması çabalarına İsrail’in de dahil edilmesi gerektiğini vurgulamasıdır.

Açık ki, bu vurgu emperyalist/siyonist güçleri hoşnut etmeyecek cinstendir. Fakat buna karşın kapalı kapılar ardında gerçekleşen Clinton-el Faysal görüşmesinin içeriği hakkında bilgi verilmemesi, orta kirli pazarlıklar olduğuna işaret ediyor.

Sıkı ambargoya Rusya onay vermiyor…

İran’la çok yönlü ilişkiler içinde bulunan Rusya yönetiminin, ABD-İsrail ikilisi ile bazı AB üyelerinin istediği sıkı ambargoya onay vermesi, bu koşullarda pek olası görünmüyor. Nitekim Moskova’yı ziyaret eden İsrail başbakanının bu yöndeki ısrarlı istemlerine rağmen Rus yetkililer, İran’a daha kapsamlı yaptırımları gerektirecek bir durum olmadığını açıkladılar.

ABD ordusu ile savaş aygıtı NATO’nun Rusya’yı kuşatma stratejisi izlerken, Moskova yönetiminin İran’a karşı ABD-İsrail ikilisinin safında yer alması mümkün değil. Kuşatma stratejisinden duyduğu rahatsızlığı, olası bir saldırı riski hissetmesi durumunda nükleer silah kullanacağını ilan ederek açıklayan Rusya, ancak ABD’den önemli tavizler koparabilirse, İran’a karşı cepheden tutum alabilir. Rusya’nın verili koşullardaki tutumu devam ettiği sürece BM Güvenlik Konseyi onaylı yeni bir ambargo kararı olası görünmüyor.

Bu arada Ankara’daki Amerikancılar da, İran’a yönelik sert önlemler içeren BM kararından yana değil. Zira böyle bir karara uymak da uymamak da, işbirlikçi Türk burjuvazisi için bir dert olacak. Zira BM kararı, Ankara’daki Amerikancıları, “İran’la ilişkiler ya da ABD güdümünde taşeronluk” arasında tercih yapmaya zorlayacak

Olası bir ambargo İranlı emekçileri vuracak!

İran’a ambargo uygulansa bile, bunun bedelini İran egemen sınıfları ya da devlet aygıtının üst mevkilerini işgal eden mollalar ödemeyecek. Zira böylesi bir yaptırımın faturası yoksullara, emekçilere ve ezilenlere ödetiliyor.

Örneğin 1991-2001 tarihleri arasında Saddam Hüseyin yönetimine karşı 10 süreyle uygulanan vahşi ambargonun bedelini yoksullar, yaşlılar ve çocuklar hayatlarıyla ödemişlerdi. Üçte ikisi çocuk 1.5 milyonu aşkın Iraklı’nın katledilmesiyle sonuçlanan ambargo, ne Saddam Hüseyin ve destekçilerini ne Irak’ın egemen sınıflarını sarsmıştı. Kitlesel kıyımın hedefi Iraklı yoksul emekçiler olmuştu.

Irak deneyiminin de gösterdiği gibi, ambargo, ancak mollalar rejiminin işine yarayabilir. Ekonomik yönden bazı kayıplar olsa bile, gerici rejime karşı emekçiler safında büyüyen öfkenin hedefinden saptırılması kolay olur. En azından emekçilerin bir kesiminin, emperyalist/siyonist güçlere karşı çıkmak adına rejime yedeklenme eğilimine girmeleri sürpriz olmaz. Yani hem emekçilerin ödediği bedeller daha da ağırlaşacak, hem gerici mollalar rejimine karşı mücadele belli bir dönem için zayıflayacak.

Dolayısıyla hem İran işçi ve emekçilerinin zorba mollalar rejimine karşı yükselttikleri mücadeleyi desteklemek, hem de emperyalist/siyonist güçlerin İran halklarını hedef alan gerici saldırısına karşı net bir tutumla durmak gerekiyor.