05 Mart 2010
Sayı: SİKB 2010/10

 Kızıl Bayrak'tan
Genel grev-genel direniş yolunda ilerlemeliyiz!
Dinci gericilik demokratikleşmenin önündeki engeldir!
İsrail Heron’ların 6’sını
Ankara’ya teslim etti
Sosyalizm ve
kadın sorun - Nilgün Eren
İstanbul ve İzmir’de 8 Mart’ın 100. yılında emekçi kadınlar buluştu.
8 Mart çalışmalarından
TEKEL işçileriyle
dayanışma faaliyetleri...
Sendika ağaları çadırları kaldırdı!.
İşçi ve emekçi hareketinden...
TKİP III. Kongresi
Kapanış Konuşması...
TEKEL Direnişi gösterdi ve öğretti - Vokan Yaraşır
TEKEL direnişi ve sendikalar
Karadağ cinayetinin iddianamesi hazırlandı...
İmzalar baskı ve
terör rejimine karşı...
Gençlik özgür üniversite düşmanı Doğramacı’yı unutmayacak!
Üniversitelerde soruşturma terörü
Sömürgeci politikalar
İngiltere-Arjantin ilişkilerini geriyor...
Türkiye’de demokratikleşme sorunu hakkında kısa notlar /3 -M. Can Yüce
Evrim Erdoğdu’ya özgürlük!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sermaye ve sendika bürokratları işbirliğiyle TEKEL direniş mevzisi düşürüldü…

Genel grev-genel direniş yolunda ilerlemeliyiz!

TEKEL direnişi, sermaye iktidarı ve sendika bürokratlarının elbirliğiyle bitirildi. 78 gün boyunca devletin baskı ve terörü yanında soğuğa ve nice zorluğa direnen TEKEL işçileri, direniş alanındaki çadırların sökülmesiyle evlerinin yolunu tuttular.

Bu sonuç sürpriz olmadı. Direnişi bitirmek üzere hazırlanan planlardan biri böylelikle hayata geçirilmiş oldu.

Bilindiği üzere, direniş üzerinde Şubat ayı başından itibaren abluka kurulmuş, TEKEL işçileri işsizlik sopası ve polis copu tehdidi ile baskı altına alınmıştı. Sendika bürokratları da genel grev-genel direniş yönünde önlerine konulan görevi yapmak yerine inisiyatifin sermaye iktidarının eline geçmesine hizmet ettiler. Sermaye iktidarını dize getirecek daha ileri eylem beklentilerini karşılamayarak TEKEL işçilerinin dikkatlerini hükümete ve mahkeme kapılarına çekebildiler. Sendika bürokratları tarafından tüm hesaplar Danıştay’dan çıkacak karara göre yapıldı. Direnişin kaderi, sermaye iktidarının direnişi abluka altına almak için kullandığı bir silahın geri çekilmesine bağlandı.

Tüm bu süreç boyunca TEKEL işçisinin bağımsız hareket etme eğilim ve girişimlerine sistematik biçimde engel oldular. Yanısıra ileri eylem beklentilerini de ortadan kaldırdılar. 20 Şubat eyleminden sonra, üst kademe sendika yönetimlerinin toplantısından ortaya çıkan sonuç bunu tescilledi. Üst kademe bürokratlar aldıkları kararlarla TEKEL işçilerinin genel grev-genel direniş yönündeki umutlarını tümüyle kırdılar. Bu süreçte işçiler sermayenin süre ve polis baskısını daha da ağır biçimde hissettiler. İşte bu koşullarda Danıştay’ın süre baskısını kaldıracak olan kararı her şeyin önüne geçti ve açıklandığında bir “zafer” havasıyla karşılanabildi.

Danıştay kararı hükümet için en olanaklı çözüm durumundaydı. Zira işçilerin bir bütün olarak 4/C’ye geçmeleri pek olası görünmüyordu. Hamdullah Uysal’ın ölümü gibi olaylar ise TEKEL işçilerinin öfkesini bileyip, direnişi bir onur sorunu haline getirebiliyordu. Bunlar, direnişçi sayısının azalmasına karşın direnişin devam edebileceği ihtimalinin güçlü olduğunu gösteriyordu. Devlet açısından bu durumda diğer seçenek polis zoruydu. Ancak bunun Abdi İpekçi’de olduğu gibi ters tepmesi muhtemeldi. Abdi İpekçi’de terör estirildiğinde TEKEL işçileri henüz toplumsal sahiplenme ve ilgi odağı değildi, saldırı daha güçlü bir dayanışmaya yolaçabilirdi. Dolayısıyla polis saldırısı bir çıkış yolu olamazdı. Bu nedenle Danıştay kararı hükümet için direnişi bitirme yolunda tek gerçekçi seçenek olarak duruyordu. Öyle ki, daha birkaç gün öncesinden Ankara Valisi “direnişle ilgili iyi şeyler olacak” diyerek Danıştay kararının haberini vermekteydi. Hükümet cephesinden de benzer açıklamalar yapıldı.

Belirtmek gerekir ki, sermaye iktidarı için sürenin iptali sonucunda TEKEL işçilerine verilecek tazminatın bir önemi yoktur. Asıl sorun, bu direnişin kölelik düzenine karşı işçi sınıfı ve emekçilerin topyekûn direnişine dönüşmesiydi. Çünkü TEKEL direnişi, işçi sınıfı ve emekçiler açısından örgütlenme ve mücadele için ilham ve büyük bir moral kaynağıydı. Eğer bir biçimde bitirilemezse, TEKEL işçilerinin yaktıkları direniş ateşi ülke sathına yayılabilirdi. Bu nedenle, başta hükümet olmak üzere kölelik düzeninin efendilerini TEKEL korkusu sarmış, direniş mevzisini ortadan kaldırmak için seferber olmuşlardır. Danıştay kararı buna imkan verdiği ölçüde, onlar da bu kararın arkasında durmuşlardır. Bu sürecin, sermaye iktidarı ve sendika bürokratları tarafından işbirliği halinde yürütüldüğü de kesinleşmiştir.

TEKEL işçileri kurulan tuzağı boşa çıkaramadı

Fakat TEKEL işçileri, sermaye iktidarı ve sendika bürokratlarının elbirliğiyle hazırlanan bu tuzağı boşa düşürememişlerdir. Komünistler başta olmak üzere bazı devrimci güçler kurulan bu tuzak hakkında uyarılar yapmış ve TEKEL işçilerini hazırlamak için girişimlerde bulunmuşlarsa da başarılı olamamışlardır. Az sayıdaki bilinçli TEKEL işçisinin bu amaçla inisiyatif alma çabası da sonuç vermemiştir. TEKEL işçilerinin ana gövdesi, biraz da sendika bürokratlarına rağmen daha ileri bir eylemin örgütlenebileceğine inanmadıkları için, bir yerde çaresizce sermaye ve uşakları tarafından hazırlanan sona doğru gitmiştir. Altında ezildikleri süre baskısının kalkması bu nedenle onlara büyük bir “zafer” olarak görünmüş ve mahkeme kararı direniş amacına ulaşmışcasına büyük bir sevinç dalgası yaratmıştır.

Elbette bu sevinç dalgasının çekilmesinin ardından, Danıştay kararıyla birlikte elde edilen sürenin direnişin sürdürülmesi yönünde güçlü bir isteğe dönüşeceği açıktı. Bundan dolayı sendika bürokratları işlerini sıkı tutmuşlar, daha Danıştay kararı açıklanmadan, kararın çıkması halinde direniş çadırlarının sökülerek işçilerin evlerine geri döneceğini açıklamışlardı. Bunu garantiye almak için de, birkaç gün önce Türk-İş yönetiminden istifa ederek görüntüyü kurtaran Mustafa Türkel, TEKEL işçileriyle gruplar halinde toplantılar yaparak, mahkeme kararı çıkarsa direniş çadırlarını sökme kararını dikte ettirmiştir. İşin ilginç tarafı “referandum” adı altında gündeme getirilen bu toplantıların yapıldığı zamanlamadır. Zira günler öncesinde yapılacağı açıklanan bu toplantılar, açıklanan tarihten çok sonra, ileri-öncü işçilerin AKP işgalinden dolayı gözaltında tutulduğu sırada gerçekleştirilmiştir. Bu aynı zamanda, sendika bürokratları ile sermaye iktidarı arasında direnişi bitirmek üzere nasıl bir suç ortaklığının olduğunu göstermektedir.

Danıştay kararının açıklanmasının ardından yaşanan sevinç dalgası geçtiğinde, TEKEL işçileri nasıl bir tuzağa düşürüldüklerini daha iyi gördüler. Ama artık çok geçti. Bu arada sendika bürokratları el çabukluğuyla direniş çadırlarını sökmüş ve en geri bölüklerinden başlayarak işçilerin büyük bölümünü yola çıkarmıştı. İleri ve öncü işçiler bu durumu değiştirmek için direnmeye devam etseler de, geç kalmışlardı. Direniş mevzisi düşürülmüştü.

Reformistler direniş mevzisinin düşürülmesine hizmet etti

Direniş süresince sendika bürokratlarının kuyruğunda dolaşan, özellikle kritik zamanlarda onun aleti haline gelen reformist sol, direniş mevzisi düşürülürken kıllarını kıpırdatmadıkları gibi destek de verdiler. Danıştay kararı açıklandığında en çok sevinen, kutlamalar yapıp sabahlara kadar eğlenenlerin başını çekenler de onlardı. Bugüne kadar reformistlerden ayrı durmaya özen gösteren devrimci ve ilerici güçlerin bir kısmı da bu tablonun bir parçası oldular. Büyük kısmı ise yaşananları izlemekle yetindi. Sadece komünistler ve onlarla birlikte az sayıdaki devrimci direniş mevzisinin düşürülmesine engel olmaya çalıştı. Öyle ki, komünistler ile diğer sol gruplar arasındaki ayrım çizgilerini kavramaktan uzak bazı işçiler dahi, bu durum karşısında, “şimdi sizin farkınızı daha iyi anlayabiliyoruz” diyebildiler.

Direniş mevzisi düşürülmüş ve direniş amaçlarına ulaşmamışken, bunun sorumluluğunu taşıyan reformist güçlerle sendika bürokratları “zafer kazandık” edebiyatına sığındılar. Kuşkusuz direniş, geleceği ne olursa olsun, işçi sınıfı tarihine büyük bir direniş destanı olarak yazılacaktır. Mevcut durumuyla TEKEL direnişi işçi sınıfı için büyük moral ve politik kazanımlar sağlamıştır. Ayrıca direnişin yan ürünü sayılması gereken, 4/C statüsünün iyileştirilmesi gibi kazanımlar elde edilmiştir. Ancak bunlarla reformizm ve alt kademe sendika bürokratları yetinebilir. Çünkü onlar için temel kaygı, kurulu düzenin sınırlarını aşmamak ve parlamenterist hayallerini gerçekleştirebilecekleri olanaklar elde etmektir. TEKEL direnişinden bunları umdular, bunun için siyasal bir etkinlik içinde oldular. Daha fazlasından ise hep korktular. Bu nedenle direnişin devletin koyduğu sınırları aşmamasına özen gösterdiler ve olanaklı olan her durumda da bu sınırları kutsadılar. Mustafa Türkel’in direnişi bitirirken Danıştay üzerinden mahkemelere alkış tutması ve yasalara güvendiklerini üstüne basa basa söylemesi, kazanımları barışçıl eylem biçimlerine bağlaması oldukça anlamlıdır.

Oysa TEKEL direnişi ve politik-moral kazanımları, düzenin koyduğu sınırları zorlayan militan bir mücadelenin ürünüdür. Bu kazanımlar ancak, işçi sınıfını devrimcileştirme ve giderek düzene karşı bir militan çıkışın imkanları olarak değerlendirilirse, gerçek sonuçlarına ulaşabilir. Bu nedenle komünistler günü kurtarma değil, yarını hazırlama sorumluluğuyla hareket ettiler. TEKEL direnişini işçi sınıfının direnişi haline getirmek, direniş mevzisini çevresinde işçi ve emekçilerin toplanacağı bir genel direnişin dayanağına çevirmek çabası içinde oldular. Reformizm-sendika bürokratları bloğuyla karşı karşıya geldikleri temel politik çatışma noktası da buydu. Buradan bakıldığında, TEKEL direnişinde düşen mevzi, işçi sınıfı açısından gerçek bir kayıptır.

Genel grev-genel direniş yolunda ilerlemeliyiz!

Bununla birlikte her şey bitmiş, mücadele sona ermiş değildir. Bugün için çok önemli bir imkan kaybedilmiştir, ama mücadele artık bu yeni koşullarda sürmek durumundadır. Mevcut koşullarda direniş mevzisi büyük ölçüde düşürülmüş olsa da, sendika bürokratları bunu yaparken aynı zamanda genel grev-genel direniş beklentilerini de yatıştırmak için ileriye yönelik vaatlerde bulunmak zorunda kalmışlardır. 1 Nisan günü TEKEL işçileri yeniden bir günlüğüne Ankara’ya geleceklerdir. Konfederasyon yönetimleri de 26 Mayıs’ta iş bırakma kararı almışlardır. Bu eylem kararları genel grev-genel direniş yönünde ilerleyebilmek için birer imkan olarak değerlendirilebilir.

Ancak bu yolda başarı kazanabilmek, TEKEL işçileri başta olmak üzere işçi sınıfı ve emekçilerin bağımsız örgütlenme düzeylerini yükseltmelerine bağlıdır. Çünkü TEKEL işçilerinin direniş mevzisi düşürülmüşse, bunun en temel nedeni, sendika bürokratlarına rağmen direnişin inisiyatifini eline alacak bir önderlik iradesinin oluşturulamamasıdır. Yine TEKEL direnişi bir genel direnişe dönüştürülememişse, bunun en önemli nedeni de, işçi ve emekçilerin kendilerine engel olan sendika bürokratlarını aşarak TEKEL direnişçilerinin çağrısına karşılık verecek bir örgütlü inisiyatif koyamamalarıdır. Bu zayıflıklar hem TEKEL direnişinin soluğunu sınırlamış, hem de direniş ruhunun sınıfın geniş bölüklerine yayılmasına engel olmuştur.

Öyleyse bugünün en önemli görevi, tüm bu zayıflıkları aşmaya yoğunlaşarak, genel grev-genel direnişi hazırlama hedefine bağlanmak üzere örgütlü bir hazırlık içerisine girmektir. Bunun için ileri-öncü işçi ve emekçilerden başlayarak ortak tartışma ve karar alma zeminlerini oluşturmak doğrultusunda harekete geçilmelidir. TEKEL işçileri bu yönde yürütülecek seferberlikte öncü bir rol oynayabilirler. Zira artık evlerine döndüklerinde Ankara’ya giderken olduklarından başka bir durumdadırlar. Direnişten öğrenen, sınıf bilinci gelişen TEKEL işçileri, en çok ihtiyacını duydukları genel grev-genel direnişi örgütlemek sorumluluğunu üstlenmeli, öncülük yapabilmelidirler. Bunun için zaman kaybetmeden, TEKEL işçilerinin oldukları kentler başta olmak üzere ülke çapında TEKEL işçileriyle işçi ve emekçilerin yan yana geldiği, direnişin deneyimlerini ve sorunlarını paylaştığı, ihanet ve teslimiyet çizgisiyle hesaplaştığı ve bundan sonra ne yapılması gerektiği yönünde tartışarak kararlar aldığı kitle toplantıları düzenlenmelidirler. Bu toplantılar genel grev-genel direnişi hazırlama hedefli işçi-emekçi inisiyatiflerinin oluşturulması hedefine bağlanmalıdır.

Diğer taraftan TEKEL işçileri, iç birliklerini tabandan kuracak ve giderek kendi içerisinden bir önderlik iradesini çıkaracak adımları atmayı ihmal etmemelidirler. Ülkenin dört yanına dağıtılmış olsalar da, bunu başarabilmenin imkanları vardır. Bu ise her şeyden önce öncü-ileri TEKEL işçilerinin birlikte hareket etme yeteneklerini geliştirmelerine bağlıdır. Bu nedenle direnişin son günlerinde olgunlaşan ve artık sendika bürokratları karşısında açıktan kendini koyma iradesi gösteren öncü işçiler, bir direniş komitesini oluşturmak ve sağlamlaştırmak üzere zaman geçirmeden biraraya gelmelidirler.

Elbette bu doğrultudaki adımların atılmasında komünistlerin ve devrimcilerin çabası belirleyici bir rol oynayacaktır. Ortak bir hedef doğrultusunda ülke çapında, TEKEL işçileri başta olmak üzere işçi ve emekçilerin harekete geçirilmesi ancak böyle mümkün olacaktır. Zira, bugün hala da dağınık ve ne yapacağını bilemeyen örgütsüz sınıf güçleri, kendi güçleriyle bu ileri adımları atamayacaklardır. TEKEL işçileri de, evlerine döndükten sonra birbirlerinden kopacak, atıllaşacak ve giderek direniş mevzisinin düşürülmesinin ağırlığı karşısında moral kırılmaya uğrayacaklardır. Bu durumda da, TEKEL direnişinin yarattığı kazanımlar, işçi ve emekçi hareketinin devrimcileşmesi yolunda güncel bir dayanağa çevrilemeyecek ve büyük bir olanak heba edilecektir.

TEKEL direnişinin hala da yanan ateşini söndürtmemek ve bu ateşi işçi ve emekçilerin geniş bölüklerine taşımak için yoğun bir seferberlik bizleri bekliyor. Bu seferberliği aynı zamanda baharı işçi ve emekçilerin baharına çevirmek şiarı doğrultusunda ele alarak 1 Mayıs’ı gerçek bir çıkışa dönüştürmeli, TEKEL direnişinin damgasını vurduğu görkemli bir işçi ve emekçi eylemi haline getirmeliyiz. Bunu başarabildiğimiz koşullarda, konfederasyon yönetimlerinin yakalarını kurtarmak için ortaya attıkları 26 Mayıs iş bırakma eylemini genel grev-genel direniş yolunda bir büyük basamak haline getirmek hedefine de yakınlaşmış olacağız.

 

 

Türk Metal çetesi oyun peşinde!..

12 Eylül askeri faşist darbesinden beri metal işçilerinin sırtında bir kambur olarak duran Türk Metal çetesi yeni oyunlar peşinde.

Adı sendika olan bu çetenin kıdemli hamisi Mustafa Özbek’in Ergenekon operasyonları kapsamında tutuklanmasının ardından sendika başkanlığına yıllardır Özbek’in taşeronluğunu yapan Pevrul Kavlak seçilmiş, bu değişiklikle birlikte Türk Metal çetesinin söylemlerinde de belli değişiklikler göze çarpmıştı. Küresel emperyalizmin oyunlarından ve işçi haklarından dem vurmaya başlayan bu çete söylemlerini Özbek’in danışmanlarını işten çıkartarak, Cumhuriyet Gazetesi ve Avrasya TV ile ilişkilerini keserek makyajlamıştı.

Ancak tüm bu makyajların bir oyundan ibaret olduğu, Türk Metal’in sermaye taşeronu kimliğinde en ufak bir değişiklik olmadığı çok geçmeden ortaya çıktı.

Fabrikalarda işçi haklarına yapılan saldırılarda taşeronluk, öncü işçilerin işten çıkartılmasında baş aktörlük rolü Pevrul Kavlak döneminde de hız kesmeden devam etti. Yine işkolunda örgütlü Birleşik Metal-İş’in örgütlü olduğu fabrikalara patronların talepleri ile saldırılar da artarak devam etti.

Bu çizginin son örnekleri geçtiğimiz haftalar içerisinde Eskişehir ve İzmir’de yaşandı.

Eskişehir’de Türk Metal çetesi yaptığı bir basın açıklaması ile Birleşik Metal’in kendi örgütlenme çalışmasına silahlı saldırıda bulunduğunu iddia etti. Bu çetenin iddiasına göre Birleşik Metal’den istifa ederek Türk Metal’e üye olan bir işçi evinin önünde gece yarısı silahla tehdit edilmişti.

Ancak metal işçileri ve sektörü yakından takip eden herkes bilir ki bahsettikleri yöntem esas olarak bu çetenin yıllardır kullandığı kendi yöntemidir. Benzer tehditlerle, patronla kolkola yapılan şantajlarla, eli sopalı yüzlerce kişi ile fabrikaları basarak işçilere ve Birleşik Metal-İş Sendikası’nın örgütlülüğüne onlarca kez saldırmıştır bu çete.

İstanbul’da G-U işçileri Birleşik Metal’de örgütlendiğinde patronun talebi ile temsilciler kurulunda temsilcilerin önünde örgütlenmesi gereken bir fabrika olarak G-U’yu koyan Özbek’in Türk Metal’idir. Bosal Mimaysan’da Birleşik Metal’in son genel kurulunun yaşandığı saatlerde yüzlerce eli sopalı çapulcu ve noterle fabrikanın kapısına dayanan yine bu çetedir. Çok gerilere gitmeden Bursa’da Grammer’de ve Asil Çelik’te her türlü yöntemle işçileri sendika değiştirmeye zorlayan ise, bu kez Pavrul Kavlak’ın başına geçtiği aynı çetedir. Yıllardır bu ve benzeri onlarca saldırı orta yerde duruyorken, bu çetenin Birleşik Metal’in Eskişehir yönetimine karşı giriştiği bu saldırı ancak yeni TİS dönemi öncesinde hesabını yaptıkları yeni oyunların habercisidir.

Bu hesaplar ise aslında bir süre öncesi bizzat Pavrul Kavlak’ın açıklaması ile sinyallerini vermişti. Türk Metal dergisinin son sayısında yazdığı başyazıda bu çete reisi yeni hedeflerinin sektörde tek sendika olmak olduğunu açıklamıştı. Sermaye sınıfı cephesinden Sendikalar Yasası’nda yapılması planlanan düzenlemeler ile çakışan bu söylem aynı zamanda başta kendi bünyesindeki öncü işçiler ve Birleşik Metal’in örgütlü olduğu fabrikalar olmak üzere metal işçilerine karşı girişecekleri yeni saldırıların habercisiydi. Eskişehir’de yaşanan ise Birleşik Metal’in örgütlü olduğu bir fabrikayı ele geçirme girişiminin son örneği oldu.

İzmir’de yaşananlar ise sözde küresel emperyalizme karşı işçi haklarının savunuculuğunu üstlenen bu çetenin hakkını arayan işçilere karşı patronlardan da büyük bir sınıf kini ile düşmanlık yaptıklarını bir kez daha gösterdi.

İzmir Aliağa’da bulunan demir-çelik fabrikalarında 2002 krizinde bu çetenin onayı ile işçilere girdi-çıktı yaptırılmış, tüm kazanılmış haklar gaspedilerek ücretler ise yarı yarıya düşürülmüştü. Bu olayın ardından demir-çelik işçileri parça parça hakkını aramaya, en azından hukuksal yolu kullanarak kazanılmış haklarını savunmaya başladılar. Kazanılmış hakların iadesini talep eden bu davalar yavaş yavaş sonuçlanmaya başlarken patronlarla birlikte bu çetenin de saldırganlıkları tırmanmaya başladı.

Demir-çelik patronları bir yandan kendi sınıflarının hizmetindeki yargıyı kendi hukuk kurallarını da çiğneyecek kararlar almaya zorlarken, öte yandan da kazanılmış hakların iadesini talep eden davaları açan işçileri işten çıkarmaya başladılar. Özellikle İzmir Demir Çelik’te 20’li gruplar halinde ardı ardına 200’e yakın işçi işten çıkartıldı. Türk Metal çetesi ise yine her zamanki gibi işten çıkartılan üyelerini savunmak yerine çıkartılması gereken işçilerin listesini patrona vermeyi tercih etti. “Eski işçileri çıkartın, rahat edersiniz!” söylemleri ile patronlara akıl verdi.

Öyle ki bu sefer sendika içi mücadelenin bir yansıması olarak işten çıkartılanlar arasında aynı zamanda sendikanın şube sekreterliğini yürüten fabrika temsilcisi bile yer aldı. İşten atılan şube sekreteri yaptığı açıklamalarla bu çetecilerin sermaye taşeronu rolünü içerden bir dille itiraf etmiş oldu. İşten atılan diğer işçiler ise demir-çelik patronlarına ve onların uşağı konumundaki Türk Metal çetesine öfkelerini dile getirdiler. Bu öfke Türk Metal çetesinde belli bir tedirginliğe yol açsa da binlerce işçiyi doğrudan ilgilendiren böyle bir süreçte tepkinin henüz sınırlı sayıda işçiden yansıması nedeniyle pervasız saldırganlıklarından da geri adım atmadılar. Tepkisini dile getiren işçilerle görüşmeyi bile reddederken basına karşı bu işçileri şov yapmakla itham etmeyi de ihmal etmediler.

Bu son örnekler sicili hayli karanlık olan bu çetenin metal işçileri üzerindeki uğursuz rolünü daha da pervasızlaşarak oynamaya devam edeceğinin yeni bir kanıtı oldu. Özellikle yeni bir grup TİS süreci yaklaşıyorken “sektörde tek sendika olmak!” gibi bir hedefle devam eden bu saldırganlık metal işçilerinin mücadelesinin temel hedeflerinden birinin de bu çete olması gerektiğini bir kez daha göstermiş oldu.

Bu yanıyla 2008 krizinin faturasının metal işçileri tarafından kabul edilip edilmeyeceğini ortaya çıkaracak olan 2010-2012 Grup TİS’leri öncesinde bu yaşananlar metal işçileri için yeni bir uyarıdır. Metal işçileri ya patronlarla kolkola yürüyen bu saldırganlığa boyun eğecek, ya da TEKEL direnişinin de dersleri ile mücadelesini büyüterek metal patronlarından ve bu işbirlikçi çeteden hesap soracaktır. Bu ise ancak ve ancak sermayenin her türlü saldırganlığını boşa düşürecek bir taban inisiyatifinin yaratılması ile mümkündür. Metal İşçileri Birliği ise metal patronlarının ve Türk Metal çetesinin karşısında metal işçilerinin taban inisiyatifinin yaratılması için gereken öncü rolü oynama iddiasındadır.

Metal İşçileri Birliği
04.03.2010