01 Ocak 2010
Sayı: SİKB 2010/01

 Kızıl Bayrak'tan
2010 düzenin çok yönlü sorunlarla boğuşacağı bir yıl olacak
2009’da işçi sınıfı hareketi
2009’da kamu emekçileri hareketi,
25 Kasım’la birlikte kıpırdanmaya başladı
Direnişteki TEKEL işçileri ile konuştuk
TEKEL direnişinden
Devrimci sınıf faaliyetlerinden
TÜRK-İŞ araştırması
açlığın arttığını gösterdi
İtfaiye işçisi
hakları için nöbette
Sosyalist Kamu Emekçileri’nden
açık çağrı
2009’da düzenin tablosundan yansıyanlar
Son çeyrek asrın
en kritik yılı: 2010
Polis terörüne çözümsüz çözüm önerisi: “Bağımsız” kolluk şikayet mekanizması
“Karadağ cinayeti ve
tüm siyasi cinayetler aydınlatılsın!”
İzmir’de kampanya faaliyetleri
Genç-Sen 3. Genel Kurulu’nun ardından
Gençliğin polis terörü ve cinayetlerine karşı eylemlerinden
Adana Ekim Gençliği ve Devrimci Liseliler Birliği’nden
mücadele çağrısı
YTÜ’de soruşturma ve
ceza karşıtı mücadele
İsrail’in vahşi Gazze saldırısı birinci yılında
BDSP’li tutsaklardan
Devrimci tutsaklardan
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

2009’da düzenin tablosundan yansıyanlar…

Kapitalizm: İnsanca çalışma ve
yaşam koşullarına ulaşmanın
önündeki temel engeldir!

Geride bıraktığımız 2009 yılının başında rejimin efendilerini en çok tedirgin eden sorun, kapitalizmin küresel krizinin dalga dalga yayılması idi. Egemenler arası iktidar çatışmasına paralel ilerleyen Ergenekon operasyonları da, düzenin çatlaklarını derinleştiren bir diğer önemli sorundu. Sermaye iktidarının önündeki bir başka önemli sorun ise, Washington’daki savaş baronlarıyla pekiştirilen suç ortaklığı karşılığında “etkin taşeron”luk mertebesine ulaşmayı başarabilmekti.

Ankara’daki Amerikancılar’ın önemli açmazlarından biri, hatta başta geleni, devletin ırkçı-inkarcı politikasının yarattığı Kürt sorunudur. Bölgesel güç olma hevesi önündeki bu “ayak bağı”ndan kurtulmak için harekete geçen dinci-gerici AKP hükümeti, rejimin Kürt halkını hedef alan saldırgan zihniyetinden ise vazgeçemedi. “Demokratik açılım” demogojisine sarılan Amerikancı rejim, Kürt halkını hedef alan saldırıların dozunu arttırmakla kalmadı, polis terörü ve cinayetlerini de ülke sathına yaydı.

Sermaye iktidarı küresel krizinin faturasını
işçi ve emekçilere ödetmek için saldırdı

2009 yılının başlangıcı, kapitalizmin küresel krizinin dalgalar halinde yayıldığı döneme denk geldi. Krizli başlangıç, tüm yıla damgasını vuran sermayenin sosyal yıkım saldırılarının işaretlerini vermişti. Kriz kölelik düzeni kapitalizmin yapısal bir sorunu iken, burjuvazi ve onun devleti faturayı işçi sınıfı ve emekçilere ödetmek için kolları sıvadılar.

2008’de başlayan tensikat saldırısı, 2009’un ilk yarısında daha da yaygınlaştırıldı. Krizi fırsata çevirmek hırsıyla saldırıya geçen asalak kapitalistler, 7-8 ayda bir milyonu aşkın işçiyi kapı önüne koydular. Tensikata karşı direnişe geçen işçilerin üzerine kolluk kuvvetlerini salan emekçi düşmanı AKP hükümeti, bir gece yarısı operasyonu ile Özel İstihdam Büroları’yla ilgili yasayı da çıkardı.

Bu yasa, işçi sınıfı ve emekçilerin sendikal örgütlülük, toplusözleşme gibi temel hakları başta olmak üzere bir dizi tarihsel önemdeki kazanımını bir kalemde silebilmek amacıyla çıkarıldı. Bu adımı atan sermayenin hizmetindeki AKP hükümeti, krizin faturasını emekçilere ödetmenin yanısıra, işçi sınıfını örgütsüz ve iradesiz bir yığın haline getirme hevesini bir kez daha gözler önüne sermiş oldu.

Tüketim maddeleri ile sağlık, eğitim, ulaşım gibi temel hizmetlere yüksek oranlarda zam yapanlar, asgari ücrete sadaka kabilinden bir artışı yeterli gördüler. Böylece toplumun bir kesimini avuç açar duruma düşüren sermaye iktidarı, AKP ve tarikatlar eliyle sadaka dağıtımını yaygınlaştırdı.

Kamu emekçileri sendikalarıyla yapılan toplu görüşmelerde de emekçi düşmanı çirkin yüzünü gösteren Amerikancı hükümet, gülünç bir zam oranı dayatarak, “sermaye kodamanlarına kimse AKP’den daha iyi hizmet edemez” mesajını ilgili yerlere iletti. 40 işyerini kapatarak 12 bin TEKEL işçisine ağır bir darbe indirerek saldırı furyasını taçlandırmak isteyen dinci-gerici hükümet, bu sefer işçilerin kararlı mücadelesine çarptı. İşçi sınıfının direnme iradesini kırmanın çok kolay olmadığını bir kez daha deneyerek öğrendi.

Egemen güçler arasındaki iktidar dalaşı
Amerikancı rejimin çatlaklarını derinleştirdi

Egemen güçler arasındaki iktidar savaşı, 2009 yılında daha sert bir hal aldı. Yeni yıla Ergenekon operasyonlarının “10. dalga”sı ile giriş yapan AKP hükümetinin temsil ettiği dinci-gerici cenah, ordunun temsil ettiği “laik”- gerici şoven cenaha karşı etkili bir hamleye imza attı. Öyle ki, saldırıda MGK eski Genel Sekreteri Tuncer Kılıç, Harp Akademileri eski Komutanı Kemal Yavuz, Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu ve YÖK Başkanı eski Kemal Gürüz gibi isimler hedef alındı.

Daha önce AKP ile ordu şeflerinin ABD gözetiminde mutabakata varmış olmalarına rağmen dinci cenah bir süre sonra ikinci bir hamle yaparak yüklenmeye devam etti. İddiaya göre, ordu tarafından hazırlanan “AKP ile Fethullah Gülen tarikatını bitirme planı” ortaya çıkarılmıştı.

29 Mart yerel seçimlerinde hem Kürt illerinde hem ülke genelinde hezimete uğramasına rağmen, sözkonusu planı gerekçe gösteren AKP hükümeti, yılın ortasında yaptığı yeni hamleyle karşı tarafı bir adım daha geriletti. Belgeyi bir “kağıt parçası” olarak niteleyen Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ise, kendilerine yönelik “asimetrik bir psikolojik harekat” yürütüldüğünü öne sürdü. Asimetrik psikolojik harekat konusunda uzman olan ordunun şefi tarafından ortaya atılan bu iddia, dinci-gerici tarafın etkili bir darbe indirmesine engel olamadı.

AKP’ye yönelik bir darbe girişimi olduğunu iddia eden Tayyip Erdoğan ve hükümeti, jet hızıyla yapılan bir yasa değişikliğiyle askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasının önünü açtılar. Bu olayın ardından “polis rejimin güvencesidir” açıklaması yapan Tayyip Erdoğan, AKP’nin polis devleti zihniyetini benimsediğini ilan etti.

Amerika’ya uşaklık, işçi ve emekçilere, ilerici ve devrimci güçlere, Kürt halkına düşmanlık sözkonusu olduğunda uyumlu çalışan taraflar, iktidar savaşını belli bir dengede tutarak sürdürdüler. Ancak 2009 yılı bitmek üzereyken, eski meclis başkanı Bülent Arınç’a yönelik suikast planının ortaya çıkarıldığının iddia edilmesiyle, bir kez daha ortalığı toz duman kapladı.

Yılın başında ve ortasında etkili hamleler yapan dinci gerici cenah, Bülent Arınç suikastı gerekçesine dayanarak yılın son günlerinde de yeni bir hamle yaptı. Genelkurmay’ın Özel Kuvvetler Karargahı’na savcılar nezaretinde baskın düzenleyen polis, karargahın evraklarının bulunduğu odalarda günler süren bir arama yaptı, çok sayıda subayı gözaltına alarak sorguladı. AKP ile temsil edilen sermaye kesimlerinin giriştiği bu karşı hamle, orduyu bir adım daha gerilemek zorunda bırakmış görünüyor.

Olay üzerine gerçekleşen gündem dışı 3.5 saatlik Tayyip Erdoğan-İlker Başbuğ görüşmesi, egemen güçler arasındaki gerilimin arttığına işaret ediyor.

Görünen o ki, gerici düzen güçleri arasındaki iktidar çatışması önümüzdeki günlerde de devam edecektir. İktidar ve rant kavgasının ürünü bu gerici çatışma, Amerikancı rejimin çatlağını geride kalan yıl içinde daha da derinleşmiştir.

ABD’nin hizmetinde “aktif taşeronluk” için
zemin hazırlama girişimleri engellere takılıyor

İşbirlikçi sermaye iktidarı, yaklaşık 60 yıldır ABD adına tetikçilik yapmaktadır. Arada bazı gerilimler yaşansa da, tetikçilikte gösterilen sadakat, Washington’daki savaş baronlarının takdirlerine pek çok kere mazhar olmuştur.

Irak işgali öncesinde 1 Mart tezkeresinin kazaya uğramasının yol açtığı sorunlar giderilince, Ankara’daki Amerikancılar, bölgede “aktif güç” olma yönündeki heveslerini yüksek sesle dillendirmeye başladılar.

Ankara’dan yükseltilen bu istek, savaş makinesi Ortadoğu’da bataklığa saplanmış, bölge halkları nezdindeki saygınlığı ise yerlerde sürünen Washington’daki savaş baronlarının dönemsel ihtiyaçlarıyla tam bir çakışma içindedir.

2009’un Ocak ayında başkanlık koltuğuna oturan Barack Obama’nın Nisan’da Türkiye’ye gelmesi, Aralık ayında ise Tayyip Erdoğan’ın kalabalık bir heyetle Washington’da huzura çıkması bir tesadüf değil. Taraflar, Türk sermaye devletinin, ABD’nin bölgesel politikalarıyla uyum içinde oynayacağı etkin rolün çerçevesini çizmeye çalışırken, kirli pazarlıkları ise perde arkasında sürdürüyorlar.

Palazlanan Türk burjuvazisi, ABD politikalarıyla uyumlu bir “bölgesel güç” olmaya heveslenirken, Barack Obama yönetiminin de, bu müzmin tetikçi rejimin daha etkili suç ortaklığına ihtiyacı var. Ancak Türk sermaye devletinin bu uğursuz rolü oynayabilmesi için, öncelikle Ermenistan’la ilişkilerin düzeltilmesi ve Kürt sorununa iğreti bir çözümün bulunması gerekiyor.

Egemenler arası iktidar ve rant savaşı, bu iki sorunun çözümünü zorlaştırıyor. Ermenistan’la ilişkilerin düzeltilmesi özellikle faşist MHP ile onun izinden giden CHP’nin ırkçı tepkileriyle, “Kürt açılımı” ise yine MHP-CHP ikilisinin sert muhalefetiyle karşılaşıyor. ABD’nin isteğiyle Kürt sorunu konusunda kimi zaman hükümetle uyum içinde görünen ordu ise çatışmaları körükleyen tutumunu terk etmiş değil. AKP’nin de ırkçı zihniyetin bir parçası olması, Kürt sorununun iğreti de olsa bir çözüme ulaştırılmasını zorlaştırıyor.

Bu tablodan yansıyanlar, Türk burjuvazisi ile onun devletinin “etkili bölgesel güç” olma çabalarının, önümüzdeki dönemde de rejimin derinleşen çatlaklarına takılmaya devam edeceğine işaret ediyor.

Polis terörü ve cinayetlerinde tırmanma

Kapitalizmin küresel krizinin etkilerini aşamayan, rejimdeki çatlakların derinleşmesini önleyemeyen, Kürt sorununu iğreti bir çözüme ulaştırma konusunda yol alamayan, böylece “etkin bölgesel güç” olma uzağında kalan sermaye iktidarı, giderek saldırganlaşmaktadır.

Geride kalan 2009 yılı, açılım demogojilerine rağmen Kürt halkına karşı kirli savaş yöntemlerinin uygulandığı bir yıl oldu. Son günlerde belediye başkanları ve BDP yöneticilerine karşı girişilen saldırı, rejimin Kürt halkının özgürlük ve eşitlik özlemleri karşısındaki tahammülsüzlüğünün olduğu kadar aczinin de göstergesidir.

Öte yandan AKP hükümeti tarafından yasal kılıfa uydurulan polis terörü ve cinayetlerinde ise, 2009’da gözle görülür bir artış oldu. 19 Kasım akşamı Esenyurt-Avcılar polisi komünist işçi Alaattin Karadağ’ı sokak ortasında infaz etti; Diyarbakır polisi 6 Aralık’ta Dicle Üniversitesi öğrencisi Aydın Erdem’i sırtından vurarak öldürdü; 18 Aralık’ta yine Esenyurt-Avcılar polisi gözaltına aldığı 20 yaşındaki Osman Aslı’yı katletti.

Yıl sona ererken polisin bir ayda alenen işlediği bu üç cinayet, rejimin izlediği politika hakkında fikir veriyor. Ayrıca geçen yıl içinde kolluk kuvvetleri onlarca cinayete ve bini aşkın işkence suçuna imza attılar. İnsan hakları örgütlerinin hazırladıkları raporlar, sadece kayıt altına alınan işkence ve cinayetlerdeki artışı belgeleyerek ortaya koymaktadır.

1 Mayıs kutlamaları başta olmak üzere neredeyse her eyleme saldıran kolluk kuvvetleri, hak arama mücadelelerine de azgınca saldırıyorlar. Son olarak itfaiyecilere, demiryolu çalışanlarına ve TEKEL işçilerine gaz bombaları ve biber gazıyla saldıran polis, Tayyip Erdoğan’ın belirttiği üzere “rejimin güvencesi” olduğunu kanıtlıyor.

Kolluk kuvvetlerinin işkence ve cinayet suçlarına “yasal kılıf” uydurmak için kanun çıkaran AKP hükümetinin “demokratik açılım”dan söz etmesi ise, dinci-gericiliğin de, Amerikancı rejimin diğer temsilcileri gibi riyakarlıkta sınır tanımadığını bir kez daha kanıtlamıştır.

Sermaye düzeninin işsizlik, yoksulluk, sefalet ve
zorbalıktan başka sunacağı bir şey yoktur!

2009 yılının tablosu, kriz içindeki kapitalist düzenin işçi sınıfına, emekçilere, kadınlara, gençliğe ve ezilen halklara vaadedebileceği bir şey olmadığını gösteriyor. Bunun böyle olması şaşırtıcı olmadığı gibi, kaçınılmazdır da. Zira insanın insan tarafından sömürülüp köleleştirilmesine dayalı bir sistem olan kapitalizm, insanca yaşam ve çalışma koşullarına ulaşmanın önündeki temel engeldir. Barbarlık içinde çöküşün önüne geçebilmenin tek yolu bu engeli yıkmaktır.

Sadece toplumların değil, yerküre üzerindeki tüm canlıların da geleceğini riske atan, doğayı sürekli yıkıma uğratan kapitalizmin insanlığın ayakbağı olmaktan çıkarılması, başka bir ifadeyle bu sistemin yerle bir edilmesi şarttır. İnsanlığın aydınlık ufuklara doğru devam eden yürüyüşünün hedefine ulaşması, ancak bu engel aşıldıktan sonra mümkün olacaktır.