19 Şubat 2010
Sayı: SİKB 2010/08

 Kızıl Bayrak'tan
TEKEL direnişinde kritik günler, kritik sorumluluklar
Putlar yıkılabiliyorsa,
düzeni de yıkılabilir!
Sendikal bürokrasi iki cami arasında
Grevli-toplu sözleşmeli
sendika için mücadeleye!
İlerici-devrimci kurumlar Tekgıda-İş’i mücadeleyi büyütmeye çağırdı
TEKEL işçilerinden mücadele çağrısı
TEKEL direnişiyle
dayanışma büyüyor
TEKEL’de direniş günlüğü
Entes’te direniş bitti,
mücadele sürecek!
İşçi ve emekçi hareketinden...
Tekel Direnişi ve sol hareket
TEKEL işçileri haramilerin saltanatına karşı direnmeye devam ediyor!
Sendika kanun tasarıları: Eski tas eski hamam!
“Akkardan ikinci TEKEL olacak”
Direnişçi kadın işçilerden 8 Mart çağrısı..
8 Mart hazırlıklarından...
Gençlik hareketinden...
Avrupa’da TEKEL’le
dayanışma büyüyor!
Dünyadan işçi ve emekçi eylemleri...
Emperyalist/siyonist güçlerin İran hesapları
Halkların celladı NATO Afganistan’da savaşı tırmandırıyor!
Türkiye’de demokratikleşme sorunu hakkında kısa notlar -2- M. Can Yüce.
Hasta tutsaklara özgürlük!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

TEKEL işçileri haramilerin saltanatına karşı direnmeye devam ediyor!

Sermaye iktidarının yürütme organı AKP hükümeti 2002 yılından bu yana yerli ve yabancı sermayeye hizmette kusur etmedi. AKP iktidarı döneminde Türkiye yabancı yatırımcılar için sıcak paranın cenneti haline geldi. AKP, geçen süre içinde kendi yandaşlarını da unutmadı. Bunun son örneği ise 15 yaşında ‘Adresime gelsin bilişim teknolojileri limited’ adlı şirketle ticarete başlayan Cumhurbaşkanı Gül’ün oğlu Mehmet Emre Gül’ün reşit olmasının ardından şirkete genel müdür olmasıydı.

TEKEL işçileri için “yan gelip yatıyorlar, ayda 40 trilyona mal oluyorlar, yetim hakkını kimseye yedirmem” diyen Erdoğan da dünyanın en zengin başbakanları arasındaki yerini aldı. Her türlü kamu imkanını kendi kasasına yönlendiren Erdoğan ve müritleri 7 yllık hükümetleri döneminde servetlerine servet kattılar. Bindiği uçaktan oğluna aldığı gemiciğe kadar başbakanlık bütçesini boşaltan Erdoğan, işçi ve emekçilere yönelik saldırılarında da hız kesmedi. Birleşik Metal-İş’in yaptığı bir araştırma da emekçiler ve düzen partilerinin vekilleri arasındaki uçurumu gözler önüne serdi. Araştırmaya göre; 2010 yılı için TBMM milletvekili personel gideri SGK payı hariç 80 milyon TL. Buna göre 1 milletvekilinin maaştan kaynaklı bütçeye aylık yükü 12 bin 231 TL. Bu rakam 4/C kapsamına alınmak istenen TEKEL işçilerine önerilen zamlı ve 11 aylık brüt maaşın toplamının ortalamasına karşılık geliyor. Bu rakam ise 12 bin 159 TL. Yani TEKEL işçisine önerilen 1 yıllık ücret, 1 milletvekilinin aylık maaşına denk.

Eğer burada AKP’nin imza attığı yolsuzlukları, hırsızlıkları, işçi ve emekçilerin sırtından nasıl bir avuç para babasını ve kendilerini daha da zengin ettiğinin bilinen tüm örneklerini sayacak olsaydık, buna sayfalar yetmezdi. Bununla birlikte bir de açığa çıkmayanlar var ki, yağma ve talanın boyutuna dair tüm bilinebilenler ancak buzdağının çok az kısmı demek olur. Mevcut burjuva yasalarının bile mahkûm ettiği yolsuzluklardan kurtulmak için birçok AKP’li vekilin dokunulmazlık zırhıyla nasıl korunduğuda bilinmektedir. AKP genel başkan yardımcılığı görevinde bulunan Şaban Dişli’yi görevinden istifaya götüren sürecin yapılan yolsuzlukların gözlerden saklanamaması nedeniyle olduğu da herkesçe bilinmektedir. Küçük hırsızların el feneriyle, büyük hırsızların deniz feneriyle hırsızlıklar yaptıkları da artık herkesçe malumdur. “Deniz Feneri”nin ışığıyla yoksulların ceplerini boşaltırken suçüstü yakalananların yardımına yine yasalar yetiştirildi. Deniz Feneri davasına gizlilik getirilerek basına haber yasağı konuldu.

Adı yolsuzluğa bulaşan AKP’liler arasında Maliye Bakanlığı görevini yapmış olan Kemal Unakıtan’ın da ismi de bulunmakta. Bir düşünün; emekçilerin ürettikleriyle, yeraltı ve yerüstü zenginliklerimizin satışıyla dolan bir ülkenin kasası, nasıl bir haramiye emanet edilmiştir. Yine kendi halinde emekçiler çocuklarını okullara bilim öğrensin, okuyup iş güç sahibi olsun, “adam olsun” diye gönderir değil mi? Peki, ya bu eğitim kurumlarından sorumlu olan zat, yani eski Milli Eğitim Bakanı’nın (Hüseyin Çelik) adı da yolsuzluklara karışmışsa... Aslında mesele çok da karmaşık değil. Ne de olsa cemaat imamlarının dediğini yapmaktadır. “Ben ticaret yapmasam, oradan para kazanmasam, bu maaşla (Başbakanlık maaşı) geçinemem” diyen başbakan, sık sık da “bakkal dükkânı yönetmiyoruz” diyebilmektedir. Yani ticarette işinin erbabı bir başbakanı var bu ülkenin. İşini bilen bir tüccar olduğu içindirki işçi ve emekçilere bu kadar düşmandır.

Erdoğan, geçen yıl Ekim ayında ABD firmasından Gulfstream G550 tipi uzun mesafeli uçuş yapabilen bir uçak satın aldı. Uçağın maliyeti, KDV hariç 51 milyon 767 bin ABD doları değerindedir. Başbakanlığa, 9 milyon 318 bin 186 dolar KDV ile birlikte, 61 milyon 85 bin 887 ABD dolarına mal olmuştur. Hatrılanacağı gibi başbakanlık ilk önce, “Başbakan Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül için transatlantik uçuş yapabilen uçak alınıyor” haberini yalanlamıştı. Fakat olay sonradan, uçağın satın alındığı THY, alınacak uçak için borsaya bildirimde bulununca açığa çıktı. Sonra aynı Erdoğan, biricik oğluna “gemicik” alması haber olunca da bozulmuştu. Ne de olsa altı-üstü, oğluna 500 bin lira peşinatla 2 milyon 100 bin liralık gemiyi alıvermişti. Savunması ise şöyleydi: “Fiyatı 2 milyon 100 bin filan. 500 bin peşinatla ortağıyla beraber 250-250 aldılar. Ben de destek verdim. Koster bu koster. Bu, sektörün içerisinde gemiciktir. Küçük bir şey.”

Kendilerine gelince “küçük olan bu meblağların” pek de önemi yok. Çünkü aynı zamanda mücevher işiyle de uğraşan bir hanedandan bahsediyoruz. Bu hanedanın sahibi olduğu gayrimenkullerin çetelesini tutmak da mümkün değil. Amacımız ne Erdoğan hanedanının ne de diğerlerinin sırtımızdan elde ettiği zenginliği, yapılan yolsuzlukları ve hırsızlıkları sıralamak değil. Bir yağma ve talan düzeni bu. Tüm bunları görebilmek için yapılan ihalelerin hangi şirketleri zengin ettiğini, bu ihalelerden hangi bürokratların kasalarının dolduğuna bakabilmek yeterli. Bunun içinde özel bir çabaya gerek yok. Çünkü tüm bu hırsızlıkları gün ortası, gözlerimizin önünde yapabilecek kadar rahat davranmaktalar. Ama şimdi vereceğimiz örnek bugün TEKEL işçileri için “yan gelip yatarak para kazandılar” diyenlerin nasıl ikiyüzlüce davrandığına çok iyi bir örnektir.

TEKEL işçilerinin güvenceli iş talebine “çalışmadan para kazandılar” yalanıyla cevap verenler sözkonusu kendileri olunca meseleyi nasıl da anayasaya, hak-hukuka dayanarak açıklıyorlar. Bu konuda haksız da sayılmazlar. Ne de olsa sözkonusu kanunlar, burjuva sınıfın çıkarlarını korumak amacıyla çıkarılmış ve uygulanmaktadır. Sıra işçilere gelince, hak arama eylemleri birer suç unsurudur. Yine “yetim hakkı” edebiyatını sıklıkla yapan Erdoğan ve müritleri, TEKEL işçileri sendikalı olarak çalıştıkları sürede kazanılmış haklarını korurken vefat etseydiler, çocuklarının alacakları yetim ücreti ile kazanılmış haklarını kaybedecekleri 4/C statüsünde bir işyerinde çalışırken hayatını kaybettiklerin çocuklarının alacakları yetim ücreti arasındaki uçurumu bilmiyor değiller elbette. Yani diyorlar ki yaşarken sizleri sömürdüğümüz gibi ölmeniz halinde de çocuklarınızın alacağı yetim ücretine el koyacağız. Daha ölmeden, TEKEL işçilerinin ölümü üzerine hortumlayacakları paranın bile hesabını yapanların “yetim hakkından” bahsetmesi nasılda mide bulandırıcı değil mi?

Bugün gelinen noktada TEKEL işçileri için yapacak tek şey var: Kendilerinin de dediği gibi onurları için direnmek. Fakat sözkonusu edilen onur, TEKEL işçilerinin kişisel onuru olmaktan çıktı. Artık TEKEL işçileri kendi sınıflarının, işçi sınıfının onuru için de direnmekteler.