7 Ocak 2011
Sayı: SİKB 2011/01

 Kızıl Bayrak'tan
Kürt sorununda inkarcı politikada ısrar sürüyor!
2011 Kürt sorununda
çetin bir mücadele yılı olacak!
Türk-İş’in “torba”sından ihanet çıktı!
Kılıçdaroğlu’nun
yeni yıl ikiyüzlülüğü
Petro-kimya işçileri direniyor.
MESS Grup Tis sürecinde
greve doğru
“Birleşmek ve
örgütlenmek gerek!”
“Kendi sınıfımızın
mücadelesini verelim!”
Teklif reddedildi
eylemler sürüyor..
PTT’de işçi kıyımına karşı direniş!
Patronların saldırılarına karşı tek yol direniş!
Büyük madenci
yürüyüşü 20. yılında...
Kampanya çalışması
üzerine notlar.
Öğrenci gençliğe yine polis terörü
OMÜ’de soruşturma-ceza terörü
Öğrenci forumlarında
mücadele tartışıldı..
Mutlu gözdağı verdi
Ulucanlar’dan müze
yapma kepazeliği
Bolivyalı işçi ve emekçilerin mücadele geleneği sürüyor
Katledilişlerinin 92. yılında Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’i saygıyla
2010 yılında emekçi kadınlar.
Kadın emekçilerin
hakları da ‘torba yasa’da!..
4 Ocak ‘96 Ümraniye: Bir kez daha katliam ve direniş
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kürt sorununda inkarcı
politikada ısrar sürüyor!

Geçtiğimiz yılın son günlerinde gerçekleştirilen MGK toplantısından çıkan kararlar, devletin Kürt sorunu karşısındaki tutumunda, öze dair zerre kadar bir değişiklik olmadığını gözler önüne serdi.

“Tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek devlet”, “teröre karşı etkili mücadele kararlıkla devam edecektir“ nakaratlarını tekrarlayan devletin tepesi, “çift dilli yaşam” talebi karşısında tam bir hezeyan içine girdi. Sadece Kürt hareketini değil, Kürt halkını da tehdit eden MGK, ırkçı-inkarcı zihniyetin işbaşında olduğunu bir kez daha hatırlattı.

MGK iflas etmiş devlet tezini tekrarladı

MGK toplantısının ardından yapılan açıklamada dile getirilenler, devletin ırkçı-inkarcı resmi çizgisinin tehditkar bir üslupla tekrarından başka bir şey değildir. Kürt halkının ulusal demokratik talepleri karşısında sergilenen bu tutum, devlet zirvesinin, iflası çoktan tescillenmiş olan resmi çizgiye sadık kaldığının dolaysız ilanıdır.

“Kürt açılımı” söyleminin piyasaya sürülmesinin üzerinden neredeyse birbuçuk yıl geçmesinin ardından savrulan tehditler, rejimin, resmi çizginin dışına çıkma noktasındaki aczinin olduğu kadar korkaklığının da tescili olmuştur.

MGK’nın izinden giden AKP hükümeti de, ırkçı-inkarcı politikada ısrarcı olduğunu yeni beyanlarla ilan etti. Tayyip Erdoğan’ın çeşitli konuşmalarında dile getirilen görüşler, dinci gericiliğin Kürt sorunu karşısındaki tutarsız, ikiyüzlü politikasını ortaya koyan olgularla dolu.

Kürt halkının kendi dilini özgürce kullanma isteği ve iradesi karşısında Tayyip Erdoğan’la müritlerinin açıklamaları, ırkçı-şoven zihniyetin din sosuna bulanmış bir tekrarından öteye geçmemiştir.

“Çift dillilik” ve “demokratik özerklik” tartışmalarını, “seçim öncesinde karanlık odakların AKP’nin oylarını düşürmek için sahneledikleri bir senaryo” olarak niteleyen Tayyip Erdoğan, Kürt hareketiyle halkını “karanlık güç” ilan etti.

AKP Grup Başkan Vekili Mustafa Elitaş ise, Türkiye’nin tek devlet, tek vatan, tek millet, tek bayrak ülküsünün dışında hiçbir şeyi kabul etmediğini ilan ederek, “Türkçe’den başka hiçbir dilin kamu kurum ve kuruluşlarında konuşulması mümkün değildir” vaazını yineledi.

Dini söylemi öne çıkartarak Kürt halkını aldatmaya önem veren AKP şeflerinin son açıklamaları, dinci gericilikten Kürt halkına hayır gelmeyeceğinin yeni bir kanıtıdır.

Kürt halkına “çivili sopa/çürük havuç” ikilemi dayatılıyor

MGK bildirisi ile AKP şeflerinin açıklamaları, devletin Kürt halkının başına çivili sopa ile vurarak ehlileştirme dışında bir “çözümü” olmadığını ortaya koyarken, Diyarbakır’a giden cumhurbaşkanı Abdullah Gül, güya “devletin havucu”nu Kürt halkına uzatacaktı. Böylece Kürt halkının Amerikancı rejimden umut kesmesinin önüne geçilecekti.

Devletin Abdullah Gül’e biçtiği misyon açıkça ortada iken, Çankaya şefinin Diyarbakır performansı içler acısıydı. Demagoji kabilinden olsa bile Kürt sorununun özüne değinmekten kaçınan Abdullah Gül, misyonunu oynamayı başaramadı. Böylece “Kürt halkını avutma” çabası beyhude bir çaba olmanın ötesine geçemedi.

MGK aracılığıyla Kürt halkına “çivili sopa” gösteren Amerikancı rejim, Diyarbakır’a gönderdiği Abdullah Gül’ün eliyle de “çürük havuç”tan başka bir şey sunamadı.

Görünen o ki, devletin zorbalık ve aldatma dışında, Kürt halkına sunabileceği bir şeyi yoktur. Zira Kürt halkının “demokratik özerklik” talebi bir yana, sıradan demokratik taleplerini bile karşılamaktan aciz bir rejim gerçeği ile karşı karşıyayız.

Hak arama mücadelesine girişen işçi sınıfına, emekçilere, gençliğe karşı terör estiren Amerikancı rejimin Kürt halkına karşı “demokrat” olması, eşyanın tabiatına aykırıdır. Zira sermaye iktidarı ile bu iktidarın etkin güçlerinden biri haline gelen dinci gericilik odağı AKP’nin demokratlıkla uzaktan yakında bir alakası yoktur.

Emekçiler ile ezilenlerin her tür demokratik kazanımını baltalamaya çalışan sermaye devleti ile onun organik bir parçası olan AKP hükümetinin Kürt sorununu çözmek gibi bir sorunu olmadığı son gelişmelerle de bir kez daha görülmüştür.

Kürt hareketini tasfiye etme ve Kürt halkının mücadele dinamiklerini kontrol altına alma çabasının (ki devletin politikasının özü bundan ibarettir) Kürt sorununun çözümüyle bir ilgisi yoktur. Zira kontrol altına almak ile çözüm üretmek farklı şeylerdir.

Devletle arayı bozmaktan kaçınmak bir şey kazandırmaz

Devlet zirvesinin Kürt sorunu karşısındaki tutumunun, geleneksel ırkçı-inkarcı politikanın teyit edilmesinden başka bir anlam taşımadığı açıktır. Abdullah Öcalan’la yapılan görüşmeler ve içi boş Kürt açılımı söylemleri bu gerçeği değiştirmiyor.

Buna rağmen düzenle uzlaşarak amacına ulaşmaya çalışan Kürt hareketi, devlet karşısındaki “hayırhah” tutumunu koruyor. Zira düzen içi çözüme endekslenen bir harekete, devletle arayı iyi tutmak dışında bir çıkış yolu kalmıyor. Öcalan ya da KCK liderlerinin kimi zaman çatışmaların yeniden şiddetlenebileceğine dair söylemlerine rağmen bu böyle. Öcalan’ın açıklamalarının, devletin kendisiyle görüşüp görüşmemesine bağlı olarak içerik değiştirdiği görülüyor.

Nitekim MGK patentli tehditlerin ardından avukatlarıyla görüşen Öcalan’ın, “Süreç ve diyalog iyi bir şekilde gelişiyor ve gittikçe derinleşiyor. Yarın olağanüstü bir durum gelişmezse bir engel çıkmazsa çözüm gelişebilir, önemli gelişmeler olabilir. Ocak ayında yine engelleme olmazsa çözüme yönelik önemli gelişmeler olacaktır” şeklinde sözler sarf etmesi, son günlerde devlet görevlileriyle görüştüğüne işaret ediyor.

Oysa devletin İmralı görüşmelerini, Kürt sorununu çözmek için değil, Kürt hareketini oyalamak ve Kürt halkında dayanaksız beklentiler yaratmak amacıyla yaptığı artık bir sır değildir. Eğer devletin Kürt sorununun çözümü konusunda tasfiye dışında bir planı olsaydı, bunu Öcalan ve Kürt hareketiyle yaptığı görüşmelerle ortaya koyardı. Devletin böyle bir planı olduğuna dair tek bir veriye bile sözkonusu değil.

Somut hedeflerden yoksun bu tür görüşmelerle ulusal eşitlik ve özgürlük uğruna mücadele eden Kürt halkının taleplerini karşılaması mümkün değildir. Kürt işçi ve emekçiler için gerçek kurtuluşun tek yolu, Türkiye işçi sınıfı ve emekçileriyle, anti-kapitalist/anti-emperyalist birleşik mücadeleyi yükseltmekten geçiyor. Ulusal eşitsizlik ve baskılara son vermenin de, sömürü ve kölelikten kurtulmanın da yegane yolu budur.