28 Ocak 2011
Sayı: SİKB 2011/04

 Kızıl Bayrak'tan
Ağır saldırı zayıf eylemlerle göğüslenemez!
Sermayenin ‘torba’sı mecliste
emekçiler sokakta
Kıdem tazminatının
gasbı için hazırlıklar
Çürüme ve bürokratikleşmede
son nokta!
Belediye işçisi örgütlülüğüne
sahip çıkıyor
İş Bankası Kuleleri önünde direnen Nemtrans işçileri ile konuştuk
PTT işçileri baskı ve
tehditlere karşı direniyor
İzmir’de işçi kurultayı çağrısı
Öztiryakiler işçisi direnişte
Art’de patron ve uşaklarından
faşist saldırı
Torba yasa ve metal işçilerinin
grev kararlılığı
Metal işçileri kararlı
Cahit Atalay serbest bırakılsın!
Gençliğe “iğrenç” saldırı
Genç-Sen’liler uğurlandı.
Emperyalistler silahsızlanma değil egemenlik peşinde!
Almanya’da Afganistan işgaline protesto eylemleri.
Tunus’ta emekçi halkın
isyanı devam ediyor
Arnavutluk'ta sosyal öfke kabından taştı
Lübnan halkları gerici
güçlerin hedefinde
Dünyadan
Kapitalizmin Dilovası felaketi
Tecrit derinleştiriliyor
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Görüntü ve gerçek

Bir endişeli bekleyiş içinde

bugün gökyüzü

her an, her şeye hazır.

Ağaçların düşmüş

birer birer süngüsü

katliama uğramış

yapraklardan belli.

Bir rüzgar, sinsice

sızlatıyor kemiklerimi

dinlemek istiyorum oysa,

çiseleyen yağmurun ahenginde

uğuldayan rüzgarı sessizce

ne ki savruluyor rüzgarda

serpintisi suyun gözlerime.

Şu iskele işçileri,

bir hummalı faaliyet içinde

tepelerinde ötüşen kuşların

senfonik orkestrası ile.

İnsanlık manzarası tuhaf,

bakın şurda iki büklüm duran adama

fırlatarak şapkasını yerlere

tek tüfek bir isyan örgütlüyor

ekseninden kaymış dengesiyle,

ve kavgası,

kara bir kütle gibi

yaprakların arasında

umarsız akan

insan selinin kendisiyle.

Ve hangi maksatla olduğu

belli olmayan bir iyi niyet

kollarından tuttuğu bu adama

adeta yalvararak,

ve ağlayanın kendisinden çok

yerde yatan şapkasına yanarak,

yani gerçeğin yerine

görüntüyü kullanarak

zamanın nabzını

barbarlığın akrebiyle buluşturuyor.

Ve sefil bir güç gösterisiyle

ağlayan adam

çaresizliğin suratına

tokat gibi patlayarak

kırıyor, yağmurlaşan

göz damlacıklarını

zalimin, tehdit

kapasitesine aldırmayarak.

H. Coşkunel


 

 

Fabrika yolunda...

Sabahın dördünde saatimin ziliyle uyanıyorum. Otobüsün kalkmasına yarım saatim var. Aceleyle hazırlanıp yola çıkıyorum. Daha önümde, bir otobüs durağı bir de tren garı var. Her sabah yaşadığım bu yolculuğun en ilginç yeri tren garı. Normal saatlerde bu garda kimseyi bulamazsınız. Burası sadece sabahın erken saatlerinde işçilerin kullandığı bir yer. Yüzlerce işçi burada otobüslere, trenlere binerek işlerine gidiyorlar. İnsanlar bir koşuşturma ve telaş içindeler. Bir de son günlerde yaygın olan işe geç kalma korkusu... İşsizliğin çok yoğun olduğu dönemlerde her işçinin yaşadığı bir korkudur bu. İşe geç kalırsa iş arkadaşları hoş karşılamayacak, kısım şefi sorguya çekecek, bir daha işe geç kalırsa, ihtar bile yiyecek... Kurulan fabrika çarkı seni zamanında makinenin başında olmanı, saniye geçirmeksizin üretmeni istiyor! İş kartı herbir dakika geciktiğinde 15 dakikanı kesiyor, bu bir fabrika yasası...

Bu tren garında insanların umutlarını, heyecanlarını, bekleyişlerini yüzünden okuyorum. Kimileri çok değer biçtiği Bild gazetesini büyük bir heyecanla okumaya dalıyor. Kimi de sabırsız bir şekilde trenin bir an evvel gelmesini bekliyor. Henüz çok genç olan, işçiler ordusuna yeni katılan genç soğuk merdiven üzerinde uykunun tadını çıkartmaya çalışıyor. Buradan başka düşüncelere gidiyorum... Bizim gördüğümüz kentler, yüksek binalar, hiç durmadan üreten fabrikalar şu erken saatte uyanan insanların sırtından dönüyor.

Çalıştıkça, ömür tükettikçe yoksullaşıyorlar... Kimi büyük bir umutsuzluk, çaresizlik ve gelecek korkusu yaşıyor. Bundan bir 20 yıl önce her şey daha başkaydı... İşçi sınıfının belli sosyal hakları vardı, Doğu Bloğu’nun yıkılmasından sonra her şey değişti. İşçilerin birçok hakları elinden alındı. İzin parası, Weihnachts parası ödenmemeye başlandı. İşyeri Teşkilat Kanunu değiştirilerek 100 binlerce kiralık işçi firmasının önü açıldı. 100 binlerce genç düşük ücrete çalışmaya zorlandı. Her türlü haktan mahrum bırakıldı. Aynı fabrikada aynı işte çalışan işçilerin ücretleri farklılaştı... Eski işçilerin saat ücreti 15 Euro ise, yeni gelen genç işçiler 7 Euro’ya çalşmaya mahkum ediliyor... Eşit işe eşit ücret ödenmiyor. Birçok sosyal haktan mahrum bırakıldığı gibi her an işten atılabiliyor. Kriz öncesi Almanya’da kiralık işçi firmalarında çalışan işçilerin sayısı 700 bine ulaşmıştı. Krizle birlikte 100 binlerce işçiyi kapıdışarı ettiler.

Tüm bunları düşünürken fabrikanın kapısına yaklaştığımı farkediyorum.

Sema ve arkadaşları dert yanıyorlar. “Bu kiralık işçi firması işi çok zor abi, dün akşam geç saatlerde telefonla beni işe çağırdılar. Telefonumu kapatamıyorum. Yaptığımız iş anlaşmasında telefonumu hep açık tutmamı istiyorlar. Yanımda çalışan bayan benim iki katım para alıyor. Benim 15 gün izin hakkın var. Onunsa 30 gün. Halbuki, aynı makinada aynı işi yapıyoruz. Bu çok büyük bir haksızlık abi. İki yıldır ben böyle çalışıyorum.”

Sema 23 yaşında genç bir kız. Okulda pek başarılı olamayınca, İş ve İşçi bulma Kurumu’na gidiyor. Bu kurumda Sema’yı kiralık işçi firmasına gönderiyor. Sema bu fabrikada sabah, öğle ve gece çalışıyor. Eline 1100 Euro geçmiyor. Nişanlandığı halde ailesinin yanından taşınamıyor. Aldığı aylık kendisine yetmiyor. Evinden taşınırsa kirayı, elektriği, ısınma parasını nasıl ödeyeceğini düşünüyor.

Sema’nın anlattıkları aklımdan gitmiyor... Sema gibi yaşları çok genç olan (23-24 yaş arası) 300 binin üzerinde genç işçi bu kiralık işçi firmalarında çalışıyor, hiçbir hakka ve hukuka sahip değiller. Gerekli olmadıkları zaman rahatlıkla kapının önüne konuluyorlar. Bu kapitalist sistem her şeye boyun eğen hiçbir hak ve hukuka sahip olmayan modern kölelik istiyor. Ama nereye kadar? Tüm bu hayaller içinde, ben de makinamın başına geçiyorum. Sema’ya işçi sınıfının tarihini ve mücadelesini anlatan romanlar vermeye karar veriyorum. Öğle molasında Sema’nın yanına gidiyorum: “Sema sana sürprizim var” diyerek Aymasan işçilerinin direnişini anlatan kitabı uzatıyorum. Bu Sema’yla ilk ciddi iletişimimiz oluyor. Artık Sema gibi genç işçileri devrimcileştirme zamanı... Kendi hakları için, daha iyi bir dünya için onları örgütleme zamanı. Sizin de yanıbaşınızda mutlaka Sema gibi insanlar vardır!

Frankfurt’tan bir işçi

23 Ocak ‘11



 

Bir işçi kadın mücadelesini anlatıyor

İşçi olarak haklarımızı savunmak çok önemli, ama bunu haksızlıklar karşımıza gelmeden önce yaparsak hepimiz için en doğrusu olacaktır. Belki başımıza gelmeden anlamıyor olabiliriz. Ama o zaman da anladıktan sonra bu hakkımızı savunmalıyız.

MC Donalds'ta çalıştım ama hiçbir zaman ne kendimi, ne de arkadaşlarımı ezdirmedim. Arkadaşlarım diyorum çünkü haklarını savunamayan birçok arkadaşım vardı. Bazıları yıllardır çalışmış insanlar, ama haklarını savunamıyorlar. Ben de çok kötü koşullarda çalıştım ama farkına vardığım anda işçinin köle olmadığını göstermeye çalıştım. Hergün 10 saat çalıştırıldım, bazen 2 gün evime gitmediğim oldu. Bunun karşılığında ise hakkımın çalındığını gördüm. Bunun üzerine onlara köle olmadığımı gösterdim.

Bunun için elimden gelen her şeyi yaptım, susmadım. Bunları çalışırken yaptım ve yaptıklarımın işe yaradığını gördüm. Tabi ki bu safhaya gelene kadar çok zorluk çektim. Kadın kimliğime hakarete varan uygulamalarla karşılaştım.

Herkes bilir ki bir işçi sigortalıysa bir yıl çalıştıktan sonra patronlar tazminat ödememek için işçiyi yıldırmaya çalışır. Ama ben ona da izin vermedim. Çünkü emek verdim ve emeğimin karşılığını aldım.

Şunu söyleyebilirim ki, para alamasam da en azından kendimi savunabildim. Para kazanmasam da insanlığımı kazandım.

Şunu biliyorum ki eğer biz böyle davranmazsak hem hakkımız hem de insanlığımız elimizden gidecektir. Birlikte olalım ki herkes işçi sınıfının ne kadar güçlü olduğu anlasın.

Bir işçi kadın / Adana