22 Nisan 2011
Sayı: SİKB 2011/16

 Kızıl Bayrak'tan
Son dönemin gelişmeleri ve görevler
YSK darbesine halk öfkesi
Hiçbir baskı ve yasak Kürt halkının mücadelesini boğmaya yetmeyecek!
Sınıf devrimcilerinin
1 Mayıs çalışmaları sürüyor
‘Beyaz grev’ Türkiye’yi sardı
Sonuçlanan Metal TİS’leri üzerine...
Metal işçileri Grup TİS sürecini değerlendirdi
Gebze, Ankara ve Kayseri’de işçiler kurultaylarda buluştu
Tunus ve Mısır:
Devrim için dersler / 2
Mısırlı emekçilerin mücadelesi gerici yönetimi zorluyor
Suriye’de mücadele sertleşiyor
Emperyalistler Libya’da kara harekatına hazırlanıyor
Avrupa’da 1 Mayıs ve devrimci sorumluluk
Ontex direnişinin sesi Avrupa’da
YGS skandalına karşı binlerce öğrenci ‘boykot’ dedi
DLB’den YGS karşıtı
imza kampanyası
Ankara’da polis operasyonu
Karadağ cinayet davasını
sahiplenme çağrısı
Çocuklarımızın yaşamları 23 Nisanlar’da değil, 1 Mayıs alanlarında savunulacaktır!
Mücadele alanlarından
1 Mayıs çağrısı!
Kırbayır gözaltında katledildi
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sona eren Metal TİS’leri üzerine...

Sonucu metal işçilerinin bilinç ve örgütlenme düzeyi tayin etti!

2010-2012 dönemi MESS Grup TİS süreci, Birleşik Metal İşçileri Sendikası’nın MESS ile imzaladığı sözleşme ile resmen sona erdi. Ancak 15 Nisan 2011 günü resmi olarak sona eren bu süreç aslında bundan çok daha önce, fiili olarak bitirilmişti. Zira grev uygulama tarihlerinin açıklandığı sırada neredeyse tüm fabrikalarda tek tek patronlarla yapılan “ek protokoller”le birlikte grev uygulamaları fiili olarak askıya alınmıştı. Grev uygulaması başlayana kadar Birleşik Metal yönetiminin kısmi taleplerine yanıt vermeyen Süsler Doruk, Standart Depo ve Arfesan’da da varılan anlaşmalardan sonra Birleşik Metal yönetiminin ana sözleşmeyi imzalamasının önünde de bir engel kalmadı.

Birleşik Metal yönetimi bu sonucu “İşbirlikçi-dayatmacı toplu sözleşme süreci yıkıldı” başlıklı bir açıklama ile duyururken, halen yapılan ek protokollerin içeriğine dair kamuoyuna şimdiye kadar bir bilgilendirme yapmış değil. Fabrikalardan yansıyan ilk bilgilere göre ise “ek protokoller”le birlikte ortalama 51 kuruşluk bir ücret artışı ve esnek üretimi gerekçelendiren kimi idari maddelerin bloke edilmesi sağlanmış durumda.

Bu kadarı Birleşik Metal yönetimi tarafından son birkaç ay içinde ortaya konan tüm iddialara rağmen sözleşmenin kısmi bazı ekonomik hakların elde edilmesiyle bitirildiğini gösteriyor. Öte yandan bu sonuç, artık grevler döneminin geride kaldığını vaaz eden burjuvazinin bırakalım gerçek bir grevi, grev tehdidinden bile ne kadar korktuğunu göstermektedir. Kuşkusuz bu sonuç, işçi sınıfının grev silahını kullanma cesaretini arttıracaktır.

Peki ne olmuştur da sınıf mücadelesi payına oldukça önemli olanaklar ortaya çıkaran bir mücadele süreci kısmi ekonomik hakların elde edilmesi ile sona erdirilmiş, 30 yıllık bir toplu sözleşme düzenini yerle bir edebilecek bir grev süreci 51 kuruş karşılığında heba edilmiştir.

Sınıf mücadelesini devrimci temellerde ilerletme çabasında olan-olması gereken güçler ile metal işçilerinin bugün yanıt vermesi gereken sorular bunlardır. Ancak bu sorulara doğru yanıtlar verilebildiği ve bu yanıtlar çerçevesinde bir mücadele süreci örgütlenebildiği oranda metal işçilerinin ve tüm işçi sınıfının kaderini değiştirebilmek mümkün olacaktır. Aksi takdirde metal işçilerini ihanet sözleşmelerinin fotokopilerinin imzalanmasına razı olacak ya da en iyisinden bugün olduğu gibi 3-5 kuruşa geleceklerinin çalınmasına göz yumacaklardır.

Elbetteki tüm mücadele süreçlerinde olduğu gibi geride bıraktığımız toplu sözleşme sürecinde de yaşananların nedenleri çok boyutludur. Dahası bu sonuçlar çoğu durumda sınıf hareketinin genel durumundan bağımsız değildir. Ancak metal sektöründe verilen sınıf kavgası, bahsettiğimiz bu genel durumu değiştirebilecek dinamikleri barındırmaktadır. Dolayısıyla buradaki mücadele her ne kadar genel koşullarla ilişkilendirilerek değerlendirilse de, bu özgün konumun gerekleri üzerinden eleştirel bakabilmek durumundayız.

Burada bunu mücadelede tayin edici konuma sahip üç ana unsur üzerinden yapmaya çalışacağız. Bunlardan ilki hiç şüphesiz ki bu sürecin doğrudan aktörü konumunda olan metal işçileridir. Bir diğer başlığımız sürecin fiili önderi konumunda olan sendika yönetimiyken, son olarak kendisine işçi sınıfına öncülük misyonunu biçen siyasal öznelerdir.

Metal işçilerinin örgütsüzlüğü sürecin seyrini tayin etti

Az önce de ifade ettiğimiz gibi metal işçilerinin bilinç ve örgütlenme düzeyi, ortaya çıkan durumun en temel nedenini oluşturmaktadır. Sürecin kısmi ekonomik kazanımlarla heba olmasında olduğu kadar elde edilen kazanımlardan da bu gerçeği görebiliriz.

Bugün işçi sınıfının ezici bir çoğunluğu ile birlikte metal işçileri de içine sokulduğu sömürü cenderesi nedeni ile büyük bir öfke biriktirmiş durumdadır. Bu öfke anlamlı bir mücadele isteği ortaya çıkarsa da halihazırda bu mücadelenin görevlerini omuzlayabilecek ve engelleri aşabilecek bir düzeyde örgütlenememiştir. Zaten bu düzeyin oluşması esas olarak öncü müdahalenin işidir ve öncüler bu açıdan görevlerini layıkıyla yerine getirmeden bu konuda temelli bir değişiklik beklemek de büyük bir yanılgı olacaktır.

Her şeye rağmen metal işçilerinin büyüyen öfkesi ve mücadele kararlılığı son TİS döneminde de çok önemli bir faktör olarak öne çıkmıştır. Birleşik Metal yönetiminin tüm kararsızlıklarına rağmen 11 Aralık 2010 tarihinde gerçekleşen Merkez TİS Kurulu ile birlikte ortaya çıkan “mücadeleye devam” iradesi bu kararlılığın en yalın ürünüdür. Aldıkları bu tutumla Birleşik Metal üyesi metal işçileri diğer birçok temel sorunla birlikte iş güvencesinden yoksunluğun ezici baskısına rağmen ve aslında bu sorunların daha da ağırlaşması anlamına gelen bir TİS dayatması karşısında boyun eğerek bir yere varılamayacağını herkese göstermişlerdir.

Ancak bu tepkinin ekonomik taleplerle sınırlı karakteri, daha ileri bir hazırlık içerisine girilmesine engel olmuştur. Mücadelenin hedefi siyasal bir sınıf örgütü olan MESS’i ve elbetteki onun işbirlikçisi konumundaki Türk Metal’i ezmekken ve bunun için Birleşik Metal yönetiminin ücret sendikacılığına dayalı dar anlayışını aşmak zorunluyken, tabanda buna uygun bir hazırlık yapılamamıştır. Birleşik Metal tabanındaki öncü ve ileri işçilerin omzunda yükselen bu sorumluluk yerine getirilmediği oranda ise mücadelenin hedefleri, sendika yönetiminin de yönlendirmesi ile kısmi ekonomik hakların elde edilmesine daralmıştır.

Ortaya çıkan bu tablo bundan sonrası için sürekli olarak vurguladığımız bir göreve işaret etmektedir: Metal işçileri bağımsız bir bilinç ve inisiyatifle taban örgütlülüklerini yaratmak sorumluluğu ile karşı karşıyadır.

Birleşik Metal yönetimi: Ücret sendikacılığı ve bürokratizm

Geride kalan TİS sürecinin kısmi ekonomik hakların kazanımına daraltılmasının asıl sorumluluğu ise Birleşik Metal yönetiminin üzerindedir. Birleşik Metal yönetimi sınıf sendikacılığı iddiasına ve süreç boyunca sergilediği tüm tok söylemlere rağmen ufkunun ücret sendikacılığını aşmadığını göstermiştir.

Bu söylediklerimiz elbette ki sürecin belli bir aşamasına kadar bu cepheden olumlu adımlar atılmadığı anlamına gelmiyor. Özellikle Aralık ayının başında yani “mücadeleye devam” kararının alındığı süreçte, Birleşik Metal yönetiminin olumlu anlamda önemli bir rolü olmuştur. Bugüne kadar tabandaki mücadele isteğini hep geri eğilimlere yaslanarak susturma yolunu seçen Birleşik Metal yönetimi uzun zamandan beri ilk defa tabandaki ileri eğilime yaslanarak yola devam etme iradesini göstermiştir. Ancak bu tutum ortaya çıkan sonucun da gösterdiği gibi sınıf sendikacılığı anlamında bir tercihin değil mevcut tablonun getirdiği zorlanmanın bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bu zorlanmanın en temel nedeni kuşku yok ki tabanda mevcut geriliklere karşın biriken öfkedir ve bu öfkenin hedefinde doğal olarak mevcut yönetim de bulunmaktadır.

Yıllardır her TİS döneminde ortaya çıkan fotokopici pratiğin bilediği bu öfke, bu dönem çok daha güçlü bir şekilde kendisini hissettirmeye başlamıştı. Bu tablo içinde MESS-Türk Metal ittifakının Birleşik Metal’i bitirmeye dönük hesapları da Birleşik Metal yönetimini köşeye sıkıştıran bir diğer etkendir. Ayrıca bu etkenler kadar belirleyici olmamakla birlikte yaklaşan genel kurullar süreci, hem tabandaki kimi muhalif unsurları yönetimi zorlayan bir hattın içine soktu, hem de mevcut yönetimi DİSK genel kurulu hesapları ile daha kararlı tutumlar almaya itti.

Tüm bu nedenlerle birlikte sürecin ilk evresinde dişe dokunur bir hazırlığı görülmeyen yönetim Türk Metal’in ihanet sözleşmesini imzalamasının ardından hareketlendi. Türk Metal tabanında bir patlama umudunun da yeşerttiği bu hareketlenmede ilk kritik evre, yönetimin tabandaki ileri eğilime yaslanan tutumu ile atlatılmış oldu.

Bu ana kadarki tüm olumlu pratiğe rağmen bundan sonraki sürece ise Birleşik Metal yönetimine hakim anlayış damgasını vurdu. Bunun en açık yansıması kamuoyuna karşı gösterilen “grev kararlılığının” içerde “ek protokoller” yolu ile bilinçli bir şekilde bastırılması oldu. Oysa “ek protokoller” bizzat sendika yönetimi tarafından tartışmaya açıldığı ana kadar tabandaki zayıflıkların aşılmasında önemli adımlar atılmış, işçilerin önemli bir bölümü grev havasına girmiş ve bu grevin gerekliliğini politik olarak da kavramaya başlamıştı. Ancak yönetim ek protokolleri bir ara formül olarak ortaya attığı andan itibaren, tabanda bastırılmış durumda bulunan geri eğilim hızla yeniden güç kazandı. Bundan sonra ise Birleşik Metal yönetiminin tutumu, her zaman kullandıkları beylik söylemleri ile “işçilerin aldığı karara uymak” oldu.

Sürecin politik hattı ek protokoller ile birlikte ücret sendikacılığına indirgenirken bu pratiği besleyen asıl tutum ise sürekli olarak tartıştığımız bürokratik tarz oldu. Bu açıdan sürece bakıldığında ne ifade etmek istediğimizi anlatmak için 11 Aralık öncesi ve sonrasında sürecin pratik olarak nasıl şekillendiğine bakmak yeterli olacaktır.

11 Aralık tarihli Merkezi TİS Kurulu’nda “mücadeleye devam” kararının çıkmasında hiç kuşku yok ki tabanın aktif katılımının sağlanması ile birlikte sürecin kamuoyuna açık bir şekilde devam ettirilmesi önemli bir rol oynamıştı. Sonrasında bu kararlılığın törpülenmesi ve yok edilmesi ise bu açıdan sergilenen tam tersi pratiğin bir sonucu oldu. Örneğin sürecin gidişatında önemli bir dönüm noktası olan 11 Aralık tarihli toplantıdan sonra, 4 ay boyunca Merkezi TİS Kurulu bir kez bile toplanmadı. Kendilerinin bu konuda mantıklı bir açıklamaları var mıdır bilemiyoruz ama görünen tabloda, bu tutumun nedeni, yönetimin kendisini zora sokacak tartışmaların yaşanmasını ve uymak zorunda kalacağı kararların alınmasını engellemekten başka bir şey olamaz. Bu durumun doğal sonucu ise birbirinden kuvvet alabilecek ileri eğilimlerin yalıtılması ve yönetimin tek tek fabrikalarda denetimi eline almasıdır. Bu aşamadan sonra işçiler süreçten haberdar edilse de bu fabrikalarda doğrudan yapılan yönlendirmeler eşliğinde gerçekleştirilmiştir. Öyle ki kimi fabrikalarda şube başkanlarının ek protokolleri gerekçelendirirken ifade ettikleri ibret vericidir. Ek protokoller hakkında TİS kurulu üyelerine görüşlerini soran şube başkanları, sendikanın grevi kaldıracak gücü olmadığını söyleyerek bilinçli bir yönlendirmenin de parçası olmuşlardır. Bu yönlendirme ileriye değil geriye dönük bir yönlendirmedir. Yani burada sınıfa önderlik eden bir anlayış ve pratikten çok genel ruh halinin arkasına saklanan kuyrukçuluktan başka bir şey yoktur.

Bu süreçte pratik olarak kendisini gösteren bir diğer durum ise, sürecin kamuoyuna ve dolayısıyla tabanın bir bölümüne de kapatılmasıdır. 11 Aralık’a kadar MESS ile yapılan görüşmeleri ve aldıkları tutumları çeşitli biçimler altında tabanı ve kamuoyu ile paylaşan yönetim bundan sonraki süreçte attığı her adımı belli bir gizlilik içinde atmaya özen göstermiştir. Örneğin sendika yönetimi MESS ile ek protokollerle ilgili görüşmenin yapıldığı 3 Mart tarihli toplantıya dair bir açıklama ve bilgilendirme yapma ihtiyacı duymamıştır. Yine bundan sonraki süreçte fabrikalarda patronlarla yapılan görüşmeler ve bu görüşmelerin sonuçlarının fabrika içinde tutulması için özel bir çaba da harcanmıştır. Bu süreçte Birleşik Metal yönetiminin aldığı tutumları ve süreci grev aşamasına getirmeden çözmek için harcadığı yoğun “gayreti” gösteren bir diğer belge de MESS üyesi patronlara 8 Mart tarihinde gönderdiği mektuptur. Birleşik Metal yönetimi bu mektubu ile patronlara MESS’in uzlaşmaz tutumundan “yakınmakta”, protokollerin hukuka uygunluğuna patronları ikna edebilmek için dil dökmektedir.

Sürecin pratik gidişatına ilişkin bahsettiğimiz bu iki yaklaşım Birleşik Metal yönetimi payına döne döne tartıştığımız bürokratik yapının basit bir yansımasıdır. Sürecin grev aşamasına dayandığı dönemdeki politik tutumları ve grev hazırlıklarının zayıflığına ise burada tekrar uzun uzadıya girmek gerekmiyor. Zira grev komitelerinin eğitiminden maddi hazırlığa, dayanışma platformlarının örgütlenmesine ve eylemli sürece kadar birçok konuda yapılması gerekenleri, zaten sürecin o aşamasında kendi payımıza özenle ifade etmiştik.

Yine o dönem ifade etsek de burada bir kez daha yinelemek gereken özel bir nokta fabrikalarda grev uygulama tarihlerinin belirlenme biçimidir. Fiili olarak 3 fabrikada grevin başladığı bu süreçte greve başlayan işyerleri bilindiği gibi ek protokoller konusunda ayak direyen işyerleri idi. Üretim açısından sıkışık ve bununla birlikte Türk Metal tabanını hareketlendirme potansiyelinin bulunduğu işyerleri ise patronların “iyi niyetli” tutumları sayesinde geri plana itilmişti. Sürecin toplamına bakıldığında bu pratiğin kendisi bile niyetin o pek iddialı söylemlerinde olduğu gibi “işbirlikçi-dayatmacı toplu sözleşme düzenini yıkmak” olmadığını göstermektedir.

Sonuçta sınıf sendikacılığı iddiasını taşıyan ve ifade edildiği gibi bir hedefi olan bir sendikal yönetimin yapması gereken, süreci mücadeleci bir hatta, MESS’i grev silahı ile köşeye sıkıştırarak yol yürümek olmalıydı. Böyle bir pratik MESS’i ezmeden “ek protokoller” ile süreci bitirmek zorunda kalsa bile tabanda yarattığı bilinç dönüşümü ile geleceğe çok daha önemli ve kalıcı bir mücadele deneyimi bırakmış olurdu.

İşte Birleşik Metal yönetiminin sürece ve metal işçilerinin geleceğine vurduğu darbe, aldığı ya da alamadığı ekonomik ve sosyal haklardan daha çok bu alandadır. Bu anlayış siyasal bir sınıf örgütü olan MESS’e karşı verdiği mücadelede her geçen gün daha da kararlı hale gelen ve siyasallaşan bir işçi bölüğünü dar ekonomik çıkarları peşinden sürüklemiştir.

Ortaya çıkan bu tablo Birleşik Metal yönetiminin mevcut anlayışı ile metal işçilerinin geleceğini temsil edemediğinin ve bu anlayışa karşı mücadelenin daha büyük kararlılıkla sürdürülmesinin gerekliliğini de göstermektedir.

Sol hareket: Sınıftan kopukluk ve kuyrukçuluk

8 ay boyunca devam eden bu süreçte ibretlik başka bir tablo ise sol hareket payınadır. Sol hareketin ezici bir çoğunluğu sınıf mücadelesi için bu kadar önemli bir süreçte aldığı, daha doğrusu alamadığı tutumları ile sınıf dışı konumunu bir kez daha teyit etmiştir.

Sol hareket süreç grev aşamasına gelene kadar neredeyse kılını kıpırdatmamıştır. Ancak grev uygulamalarının gündeme geldiği günlerde konuyu gündemine alanlar ise sürece yön verecek bir iddia ve pratikten yoksun bir tutum takınmışlardır. Öyle ki konuyu gündeme alan kimi çevrelerin son ana kadar yaklaşımı sendika yönetiminin nasıl olsa süreci bir şekilde greve varmadan bitireceği yönündedir. Bunun doğal sonucu ise görevlerini de bir kenara iterek sürecin tamamlanmasını beklemek olmuştur. Son ana kadar Birleşik Metal yönetiminin “satacağı” beklentisinde olan bu çevrelerin grev aşaması ile birlikte yaptığı ise sınıf mücadelesinin devrimci yönde gelişimine ket vuran bu tutumu alkışlamak ve cilalayarak pazarlamak olmuştur.

TİS sürecine Birleşik Metal cephesinden bile hazırlıkların başlamadığı bir süreçte hazırlanmaya başlayan sınıf devrimcilerinin ise bir yıla yaklaşan bu hazırlık ve müdahale çabası, etkili olmuşsa da, sürecin yönünü değiştirecek bir enerji açığa çıkarmaya yetmemiştir. Buna rağmen sınıf devrimcileri ilk günden itibaren süreci sürekli olarak gündemde tutarak ve mücadele çabasını sürdürerek işçi sınıfı devrimciliğinin gereğini yerine getirmeye çalışmıştır.

Umudu büyütmek için bağımsız taban örgütlenmelerini güçlendirelim!

Sonuç olarak 15 Nisan tarihinde atılan imzalar ile resmi olarak da sona eren TİS süreci metal işçileri payına önemli bir mücadele deneyimi yaratmıştır. Tüm zayıflıklarına rağmen ek protokoller ile birlikte elde edilen kısmi ekonomik kazanımlar hem mücadele edildiğinde başarılabildiği bilincini güçlendirmiş, hem de geniş kitlelerin dar ekonomik bilinci içinde MESS-Türk Metal ittifakının parçalanabileceği umudunu yeşertmiştir.

Ancak bu umudu gerçeğe dönüştürmek çok daha güçlü ve örgütlü bir mücadeleyi gerektirmektedir. Metal işçileri önümüzdeki toplu sözleşme dönemine, bu dönemin dersleri ile bugünden hazırlanmaya başlamalıdır. Bu hazırlığın en önemli boyutu ise bağımsız taban örgütlenmesini yaratabilmek oluşturmaktadır. Mücadeleyi dar ekonomik taleplere sıkıştıran ücret sendikacılığı ile hesaplaşmanın yolu da buradan geçmektedir.

Komünist metal işçileri