17 Haziran 2011
Sayı: SİKB 2011/23

 Kızıl Bayrak'tan
12 Haziran seçimleri ve bazı dersler
Sahte hayaller değil meşru-militan mücadele!
Emek hırsızları, sendika ağaları, kontrgerilla elemanları mecliste!
Esenyurt’ta devrimci
seçim kampanyası!
Seçim çalışmaları son güne kadar sürdü...
Polis terörü ve cinayetlerine karşı Karadağ davasını sahiplenelim!
Hopa raporu işkenceyi ve çarpıtmayı belgeledi
15-16 Haziran ruhuyla mücadeleye!..
DİSK’ten 15-16 Haziran eylemleri...
Kamu TİS süreci ve
sendikal ihanet batağı
Taksim’de direnişlerin ve mücadelenin kürsüsü kuruldu
Bürokratizme ve işbirlikçiliğe karşı
devrimci sınıf sendikacılığı!
Metal İşçileri Birliği Merkezi Yürütme Kurulu Haziran Ayı
Toplantısı Sonuçları..
Legrand işçileri ihaneti ve
direnişi anlatıyor...
Suriye’de kitle hareketi gerici güçlerin kıskacında..
NATO Savunma Bakanları Zirvesi toplandı.
Yunanistan’da 15. genel grev!…
Honduras’ta öğretmenler açlık grevinde
MLPD’nin düzenlediği 15. Uluslararası Gençlik Festivali gerçekleşti!.
225 milyon çocuk ağır işlerde çalışıyor.
Liseliler: “Çözülen şifreleriniz değil eğitim sisteminizdir!”
AKP’nin TMMOB saldırısı
“Kayıpların sorumluları mecliste!”
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Polis terörü ve cinayetlerine karşı

Karadağ davasını sahiplenelim!

Türkiye Komünist İşçi Partisi (TKİP) militanı devrimci işçi Alaattin Karadağ’ın 19 Kasım 2009 akşamı Esenyurt-Avcılar polisi tarafından katledilmesinin ardından açılan davanın dördüncü duruşması 24 Haziran günü Bakırköy Adliyesi’nde görülecek. Sınırsız yetkilerle donatılarak adeta katletmeye programlanan polislerin düzenin mahkemelerince nasıl aklanmaya çalışıldığını çarpıcı biçimde gözler önüne seren davanın bu son duruşması, aynı zamanda toplumsal muhalefete dönük polis terörünün AKP iktidarı eliyle dizginlerinden boşaldığı bir dönemde gerçekleşecek. Böylesi bir tabloda, davanın önemi ve yüklendiği misyon daha da artıyor.

Karadağ cinayeti davası: Açık infaza aleni aklama

Bilindiği üzere, devrimci işçi Alaattin Karadağ 19 Kasım 2009 akşamı Esenyurt-Saadetdere Mevkii’nde polisler tarafından sokak ortasında kurşunlanarak katledildi. Görgü tanıklarının ifadelerinden otopsi raporlarına kadar ortaya çıkan birçok veri de, Karadağ’ın hedef gözetilerek açıkça infaz edildiğini gözler önüne seriyordu.

Katliamın ardından gelişen yargı sürecinin her safhası ise, polis terörü ve cinayetlerinin bu düzenin değişmez gerçeği olduğunu gösterirken, “Polis vuruyor, mahkeme koruyor” şiarının gerçekliğini de açıkça ortaya koydu.

Öyle ki, uzunca bir sürece yayılan soruşturma sürecinde, alenen işlenen cinayetin delilleri açıkça karartılmaya çalışıldı. Soruşturma, bizzat katliamı gerçekleştiren polislerin görev yaptığı polis merkezince yürütüldü. Katliama tanıklık edenlerin büyük kısmı tehdit edilirken, bir kısmı da ifadelerini değiştirmeye zorlandı. Katliamın üzerinden 7 ay geçtikten sonra başlayan davada tek sanık olan ve “kasten adam öldürme”, “görevi kötüye kullanma” ve “kişilerin malları üzerinde usulsüz tasarruf” suçlamalarıyla yargılanan katil polis Oğuzhan Vural’ın “görevine” başka bir ilde devam etmesine karar verilirken, tutuklanması talebi de her duruşmada reddedildi. Katliamdan 16 ay sonrası, 25 Mart 2011 günü için keşif kararı alınmasına rağmen bu uygulama aynı gün keyfi biçimde ertelendi. Davanın 21 Nisan günü görülen son duruşmasında da, avukatların tüm itirazlarına rağmen keşif tarihi verilmedi. Aynı duruşmada, sanık polis Oğuzhan Vural’ı koruma bahanesiyle silahlı sivil polislerin duruşma salonuna girmesi ve mahkeme heyetinin avukatların itirazına dek duruma müdahale etmemesi ise, sırtları daima sıvazlanan katliamcı polislerin pervasızlığını çarpıcı biçimde gözler önüne serdi.

Polis devleti uygulamaları derinleşirken

Karadağ cinayeti ile birlikte, özellikle TMY ve PVSK’da 2006 ve 2007 yıllarında yapılan düzenlemelerin ardından daha da büyüyen polis terörü ve cinayetleri zincirine bir halka daha eklenmiş oldu. Ancak sözkonusu zincirin halkaları, AKP’nin iktidarını bir polis rejimini dayanmasıyla orantılı olarak sürekli arttı.

AKP iktidarı, emekçilere dönük yeni sosyal yıkım politikalarının hayata geçirilmesi, Kürt hareketinin imha edilmesi ve emperyalizmin bölgedeki vurucu gücü olma misyonunun üslenilmesi gibi “görevleri” layıkıyla yerine getirebilmek için toplumsal muhalefeti koyu bir polis rejimiyle sindirmek ve ezmek istiyor. AKP’nin Hopa’daki seçim mitingi sırasında emekli öğretmen Metin Lokumcu’nun yaşamını yitirmesine neden olan azgın polis terörünün ardından ortaya çıkan tablo, sözkonusu tespiti doğrulamaktadır. Devrimci ve ilerici güçlere dönük ev baskınlarını, işkencelerle geçen gözaltıları ve arkası kesilmeyen tutuklamaları içine alan bu tabloyu, Kürt halkına dönük seçim günü bile ara verilmeyen baskı ve terör örnekleri tamamlamaktadır.

AKP cephesinden bu adımlara seçim sonrasında da ara verilmemiştir. Seçimi takip eden birkaç günün polis terörü bilançosu bile, Erdoğan’ın burjuva medya tarafından “demokrasi nutku” olarak cilalanan “balkon konuşmasının” ikiyüzlülüğünü ve pespayeliğini gözler önüne sermektedir.

Davayı polis terörüne karşı mücadele zeminine çevirelim!

Sermaye sınıfının ve onun sözcüsü AKP’nin örmeye çalıştığı polis rejiminin karşısına birleşik ve militan bir tarzda dikilmek, bugün için devrimci ve ilerici güçler açısından oldukça önemli bir noktada durmaktadır. Polis copuna dört elle sarılarak baskı ve sömürüyü derinleştirmek niyetinde olan düzen güçlerinin kirli oyunlarını bozmak için, polis terörü ve cinayetlerinin geniş emekçi yığınlar önünde etkin biçimde teşhir edilmesi gerekmektedir.

Bu açıdan, Karadağ cinayeti davasının etkin bir mücadele zeminine dönüştürülmesi de benzer bir önem taşımaktadır. Devrimci güçlerce ortaya konan mücadelenin basıncıyla açılan göstermelik davada, katliamcı polislerin ve bir bütün olarak düzenin aklanmasına izin verilmemelidir. Bunun da, hukuksal bir cendereye sıkışan mücadele hattından çok, etkili bir fiili-meşru mücadeleyle elde edileceği çok açıktır. Bu, aynı zamanda süregelen dizginsiz baskı ve teröre de cepheden yanıt vermek anlamına gelecektir.

İşte bu sebeple, devrimci ve ilerici güçlerin omuzlarında Karadağ cinayeti davasını etkin biçimde sahiplenme, davayı polis terörü ve cinayetlerine karşı güçlü bir mücadele zeminine çevirme görevi durmaktadır.

 

 

Ölümü getiren “yeteri kadar” gaz

Yıllarca Taksim 1 Mayıslarında kullandıkları “orantılı güç”le Taksim’i savaş alanına, Kürt illerini gaz odasına çeviren sermaye devleti, Metin Lokumcu’nun Hopa’da kullanılan gaz yüzünden hayatını kaybetmesine rağmen, bu eyleme yeteri kadar gaz ile müdahale edildiğini iddia etti.

Hemen her eyleme azgınca saldıran polisin elinde bir oyuncağa dönüşen gaz bombası, öldürücü etkisine rağmen pervasızca kullanılıyor. Son olarak Hopa’da bir emekli öğretmenin gaz bombası yüzünden hayatını kaybetmesi ve Ankara’daki Hopa protestolarında yoğun gaz kullanılması üzerine Ankara’da yaşayan avukat Emre Baturay Altınok, Emniyet Genel Müdürlüğü ile Hopa ve Ankara emniyetine, polisin biber gazı kullanımına ilişkin sorular yöneltti. Bilgi Edinme Yasası kapsamında Emniyet Genel Müdürlüğü’ne, polisin elindeki biber gazı oranını, bu gazın hangi durumlarda ve nasıl kullanıldığını sordu.

“Bilgilendirme” ise polisin eylemlerdeki tutumu kadar pervasız oldu. Hopa ve Ankara emniyeti sorulara yanıt vermezken, genel müdürlük ise polisin sergilediği azgın terörü “yeteri kadar” cevabıyla hasıraltı etmeye çalıştı.

Hopa’da ne kadar gaz kullanıldığı sorusuna “Yeteri kadar” yanıtı veren emniyet, ne kadar biber gazı stoğu bulunduğu sorusuna da aynı yanıtı verdi.