05 Ağustos 2011
Sayı: SİKB 2011/30

 Kızıl Bayrak'tan
Anayasa değişikliği tartışmaları ve devrimci tutum
“Açılım” sirkinin yeni cambazı Burkay - Z. Us
Generallerin “emeklilik kararları” ve YAŞ’tan yansıyanlar
Dinci partinin gücü ve pervasızlığı nereden geliyor?
Kapitalizm yeni bir krize hazırlanırken…
“İşsizlik fonu kıdem gaspına malzeme yapılıyor”
Birleşik Metal-İş 1 No’lu Şube
Genel Kurulu’nun ardından…
Mersin’de liman işçileri direnişte!
Güvencesiz çalışmaya karşı mücadele sempozyumu
PTT’de direniş çadırı kalktı, mücadele sürecek!…
Tunus-Mısır
dersleri - H. Fırat
TC’nin transformasyonu,
GOP ve hegemonya savaşları -
Volkan Yaraşır
“Kontrollü bir deneme mi?”
DTK direnişe çağırdı
Emperyalistlerle işbirlikçileri
Sudan’ı parçaladı ...
Somali’de resmi açlık ilanı...
S21 Projesi: Kavga
devam ediyor!
Kadın cinayetleri tırmanıyor
Hüsnü Yıldız’ın avukatı Taylan Tanay ile konuştuk...
Bertolt Brecht’i ölümünün 55. yılında saygıyla anıyoruz
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Anayasa değişikliği tartışmaları ve devrimci tutum

Tayyip Erdoğan geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiği “ulusa sesleniş” konuşmasında bir süredir gündemde olan anayasa değişikliğini bir kez daha dillendirmiş oldu. Önümüzdeki günlerde konunun ülke gündeminde önemli bir yer tutağı açıktır.

Sorunun “eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik bir anayasa” çerçevesinde dile getirilmesi ve tartışılıyor olması demokratik hak ve özgürlükler konusunda alınması gereken devrimci tutumun önemini daha da arttırmaktadır.

Demokratik hak ve özgürlüklere karşı tahammülsüz, eşitsizlik, sömürü, baskı ve zor üzerine kurulu kapitalist bir düzene hükümet eden Erdoğan’ın ağzından dökülen söylemlerin samimi, gerçekçi ve inandırıcı hiçbir yanı bulunmamaktadır.

Erdoğan, sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda ve düzen güçlerinin iç dalaşının bir dengesi olarak yeniden dizayn etmeye çalıştığı anayasayı, “Siyasetten ekonomiye, adaletten özgürlüklere, sosyal devlet anlayışından kültürel açılımlara kadar hemen her alanda büyük bir değişim yaşadığımız böyle bir dönemde en büyük ihtiyacımız bu değişim ruhunu taşıyan ve milletimizin iradesini yansıtan sivil bir anayasa yapılmalıdır” sözleriyle dile getirmektedir.

Sol güçlerden sendikalara, demokratik kitle örgütlerinden meslek örgütlerine kadar birçok kesimde boş beklenti ve hayal yaratan bu sözlerin sahteliği, sermaye hükümetinin emekçi düşmanı icraatlarına bakılarak dahi anlaşılabilir. Ancak sol ya da emekçiler adına söz söylediğini iddia eden güçler bu temel sorun karşısında düzenin yedeğine düşmekte, işçi ve emekçilerin umudunu ve beklentisini düzen içi kanallara akıtmaktadırlar.

Liberal reformist güçlerin 12 Eylül referandumu karşısında aldıkları tutumlara bakıldığında nasıl bir kafa karışıklığı yaşandığı daha iyi anlaşılacaktır. O dönemde kimileri “demokratik anayasa kurultayları” düzenleyerek “güçlü bir anayasa hareketi” yaratmayı ummuşlar ya da böylesi bir çabanın içerisine girerek düzenin işini kolaylaştırmışlar, emekçi kesimlere boş hayaller pompalamaya çalışmışlardır.

Anayasa tartışmalarının gündemde olduğu bu süreçte liberal reformist güçler bir kez daha benzer hayallere kapılarak “demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü” bir anayasa için kolları sıvamaya hazırlanmaktadırlar.

Sermaye düzeninde siyasal demokrasi eksenine dayalı bir program ve stratejinin kapitalizmin sınırlarını aşamayacağı gerçeğine gözlerini kapayanlar, toplumsal mücadelenin gücüyle gündeme gelmemiş “yeni anayasa” talebinin, sermaye düzeninin iç güç dengelerinin bir ihtiyacı olduğunu da görmek istememektedirler. Düzenin ihtiyaçları nedeniyle gündeme getirilmiş bu gündem karşısında sözde taraf olmaya çalışarak demokratik hak ve özgürlükleri kazanabileceklerini ummaktadırlar.

Demokrasi, eşitlik, özgürlük talepleri siyasal bir sorundur ve her siyasal sorun gibi kendi tarihsel dönemi ve somutluğu içerisinde ele alınmak durumundadır. Söz konusu taleplerin bir sınıf karakteri vardır ve emekçi sınıflar lehine bir değişiklik ya da dönüşüm ancak bu kesimlerin söz konusu talepler uğruna mücadeleye atılması ve bu sorunları döne döne üreten burjuva sınıf egemenliğine yönelmesiyle mümkün olacaktır. Bu gerçeğin üzerini örten ya da karartan her türden tutum düzenin işini kolaylaştırmak, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerde boş beklenti ve hayal yaratmak anlamına gelmektedir.

Devrimci iddia taşıyan her unsur demokrasi, özgürlük, eşitlik vb. sorunları gerçek kapsamlarıyla ele almak, bu sorunların çözümünün önündeki toplumsal siyasal engel olan burjuvazinin sınıf iktidarını görmek, her vesileyle bu engele karşı işçi ve emekçi kitleleri mücadele içerisine çekmek ve devrimci mücadeleyi büyütmek göreviyle karşı karşıyadır.

Kuşkusuz teorik planda sözkonusu sorunlar karşısında bu gerçeklerin görüldüğü iddia edilebilir. Ancak taktik planda bu sorunlara karşı burjuva düzenin sınırlarına sığan çözümler önermek teorik gerçeklerin reddi ve inkarı anlamına gelmektedir. Bunun için burjuva sınıf iktidarıyla hesaplaşmaya dayalı bir mücadele platformuna ve buna uygun bir strateji ve programa, yine buna uygun bir ideolojik-sınıfsal konuma sahip olmak gerekmektedir.

Demokrasi sorununa, bu düzenin kendi içinde bir çözüm aramak, bu sorunların çözümünü burjuva düzeni demokratikleştirme hedefi içinde ele almak devrimci zemin ve eksenin kaybedilmesi anlamına gelmektedir. Demokrasi sorunu bu düzeni tasfiye etmek hedefi içinde ele alınmadığı koşullarda sermaye iktidarını geriletme imkanı da olamaz. Bir dizi reform ya da kazanım ise ancak demokrasi sorununu devrim sorununa, iktidar sorununa bağlayan bir perspektifle ve stratejik bir mücadelenin ürünü olarak elde edilebilir.

Emekçi sınıfların mücadelesiyle, toplumsal bir mücadele ile kazanılmış hak ve özgürlüklerin dahi bir süre sonra sistem tarafından gasbedildiği birçok tarihsel deneyimde görülmektedir. Zira emperyalist-kapitalist sistem bu sorunları döne döne yeniden üretmektedir. Bu, kapitalist sömürü ilişkilerinin kendi mantığında vardır. Bu mantık sürekli bir servet-sefalet kutuplaşması üretmekte ve bu da sömürüye dayalı bir sistem olarak işlemek zorundadır. Böyle işlediği ölçüde de bir avuç asalağın refahı ancak yığınların yoksulluğu ile mümkün olmaktadır. Sistem de kitlesel olarak açlığa ve sefalete itilen yığınların ortaya çıkabilecek tepki ve öfkesini baskı ve terörle kırmak zorundadır. Dolayısıyla da demokratik hak ve kazanımları yok etmek zorundadır.

Kaldı ki bir anayasa hiçbir şeyi güvenceye almaz/alamaz. “Hukuksal ilişkilerde ya da biçimlerde ‘güvence’ aramak bir burjuva aldatmacasından başka bir şey değildir. Bir anayasa siyasal planda kazanılmış ve yine siyasal açıdan güvenceye kavuşturulmuş kazanımlara yalnızca hukuksal bir ifade kazandırır. Bu anlamda elbetteki bu kazanımları pekiştirir. Anayasa bir hukuk metnidir. Siz önce egemen sınıfı devirirsiniz, iktidarı ele geçirirsiniz, iktisadi gücü ele geçirirsiniz, sonra da bunu hukuksal olarak kurumsallaştırırsınız. Aradığınız devrimci anayasaysa, onun tarihsel olarak ortaya çıkışı ancak böyle mümkündür. Yok kastettiğiniz düzenin anayasasıysa, siz zaten devrimci perspektifi ve konumu yitirdiniz demektir. Kendi devrim programınıza, demokrasiye, bağımsızlığa, ulusların haklarına düzen anayasası içinde bir yer, dahası ‘güvence’ aramaya kalkmanız demek ideolojik ve siyasal açıdan tümden iflas etmeniz demektir.

Sosyal-siyasal mücadelelerde kuraldır; hukuk her zaman topallayarak arkadan gelir. Siyaset her zaman ön plandadır ve yol açıcıdır. Siyaset yol açar, hukuk onu tamamlar. Devrimin anayasası demek, siyasal başarıya, devrimin tam zaferi anlamındaki bir siyasal başarıya, hukuksal bir biçim vermek demektir. Bir temel siyasal hedef olarak önden bir anayasa mücadelesi olmaz. Önden anayasa mücadelesi yığınların dikkatini düzen içi anayasal çözümlere çeker, onları aldatır. Liberal demokratların, reformistlerin, dolayısıyla temelde egemen sınıfın değirmenine su taşır. Bu arada burjuvazinin taktik manevralarına da iyi bir dolgu malzemesi olur.” (Demokrasi ve Devrim, Eksen Yayıncılık, s. 75-76)

Komünistler, Marksist-Leninist bakışaçısına sıkı sıkıya bağlı kalarak, anayasa tartışmalarını bu kapsamda ele almakta, demokrasi sorunu ve mücadelesini burjuvazinin sınıf egemenliğini yıkma mücadelesinin bir parçası olarak görmektedirler.