05 Ağustos 2011
Sayı: SİKB 2011/30

 Kızıl Bayrak'tan
Anayasa değişikliği tartışmaları ve devrimci tutum
“Açılım” sirkinin yeni cambazı Burkay - Z. Us
Generallerin “emeklilik kararları” ve YAŞ’tan yansıyanlar
Dinci partinin gücü ve pervasızlığı nereden geliyor?
Kapitalizm yeni bir krize hazırlanırken…
“İşsizlik fonu kıdem gaspına malzeme yapılıyor”
Birleşik Metal-İş 1 No’lu Şube
Genel Kurulu’nun ardından…
Mersin’de liman işçileri direnişte!
Güvencesiz çalışmaya karşı mücadele sempozyumu
PTT’de direniş çadırı kalktı, mücadele sürecek!…
Tunus-Mısır
dersleri - H. Fırat
TC’nin transformasyonu,
GOP ve hegemonya savaşları -
Volkan Yaraşır
“Kontrollü bir deneme mi?”
DTK direnişe çağırdı
Emperyalistlerle işbirlikçileri
Sudan’ı parçaladı ...
Somali’de resmi açlık ilanı...
S21 Projesi: Kavga
devam ediyor!
Kadın cinayetleri tırmanıyor
Hüsnü Yıldız’ın avukatı Taylan Tanay ile konuştuk...
Bertolt Brecht’i ölümünün 55. yılında saygıyla anıyoruz
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İftar çadırları emekçileri düzene yedeklemenin aracı…

Sadaka kültürünün kaynağı
kapitalizme karşı mücadeleye!

Burjuvaların iftar yemeği verme modası başladı. Anadolu’nun birçok kentinde iftar çadırları kuruldu. Ayrıca çadırda yemek verme yerine ihtiyaç sahibi ailelere kart dağıtılması, semt sakinlerinin katılabileceği sokak iftarları ve evlere sıcak yemek dağıtılması çalışmaları da arttı. Bu faaliyetler dinci gericiliğin toplumsal desteğini genişletmeye yönelik çabalarıdır.

Azgın saldırılarla kitlesel yoksulluk ve sefaleti artıran sermaye hükümeti suç ortağı olduğu bu tablodan nemalanmak istemektedir. İftar çadırları ya da yoksullara yardım çabaları, AKP başta olmak üzere inanç tacirleri için birer reklam aracı haline getirildi. Yalnızca Ramazan ayı ile sınırlı olan bu moda, emekçilerin giderek daha fazla yoksullaştığının ve açlık sınırı altında yaşamaya mahkum edildiğinin en çarpıcı kanıtıdır.

Çadırların önünde uzun kuyruklarda bir tas yemek için bekleyen ve sosyal güvenlik hakkından yoksun olarak yaşayan milyonlarca emekçinin içinde bulunduğu durum düzenin ürettiği yoksulluk tablosunun göstergesidir. Emekçiler arasında sadaka kültürü yaygınlaştırılmakta, sorunların bu şekilde “dini ihsan ve inayet” yoluyla çözüleceği inancı pekiştirilmeye çalışılmaktadır.

Çadırlarda boy gösteren AKP’nin şefi Recep Tayip Erdoğan, bakanları ve kimi düzen güçleri bu yolla yoksul emekçilerle yanyana oldukları görüntüsünü vermeye çalışmaktadırlar. Sermaye medyası ise bu görüntüleri işçi ve emekçilerin evine taşımak için yarışmaktadır.

İftar çadırları emekçileri düzene yedeklemenin aracı olarak kullanılmakta, “şükür” kültürünün oluşturulmasında önemli bir işlev görmektedir. İftar çadırları emekçilerin kendine yabancılaştırılması, düşkünleştirilmesi hedefine de hizmet etmektedir.

Açlığın çözümünün bir aylık iftar çadırlarında olmadığını egemenler de bilmektedir. İftar verenlerin amaçlarından biri de emekçilerin kendilerine “minnet” duymalarını sağlamaktır.

Ramazan boyunca iftar çadırları kuran AKP diğer yandan sefalet ve açlığı katmerleştiren yıkım politikalarına hız vermektedir. Yoksulluğun, işsizliğin ayyuka çıktığı, açlık sınırının altında milyonlarca emekçinin yaşadığı Türkiye’de “altta kalanın canı çıksın”, “gemisini kurtaran kaptan” anlayışı emekçilerde hakim kılınmak istenmektedir.

Kapitalizm yolsuzluk ve dilencilik kültürünü bizzat beslemekte, çürümenin derinleşmesine neden olmaktadır.

Sadaka kültürü dinsel gericilikten beslenmektedir. “Yeşil kuşak” projesinin bir gereği olarak uygulamada tutulmaktadır. Özelde AKP hükümetinin, genelde sermaye devletinin hedefi işçi sınıfı ve emekçilerin kendi güçlerini anlamalarını sağlayacak mücadeleden uzaklaştırmak, düzene muhtaç hale getirmektir. Bu yönüyle toplumsallaştırılmaya çalışılan sadaka kültürünün bir parçası olan iftar çadırları kapitalizmin nefes borularından biri olarak öne çıkmaktadır.

Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları ile Belediyeler aracılığı ile yaygınlaştırılan sadakaya dayanan yaşam biçimi ve kültürü özellikle AKP hükümeti ve belediyeleri eliyle yaygınlaştırılmaktadır.

Sermaye düzeni yıllardır dini kendi sefil çıkar ve ihtiyaçları doğrultusunda kullanmaktadır. Din emeğin toplumsal kesimlerinin düzen dışına çıkmasını engelleme noktasında önemli bir rol oynamaktadır.

İftar sofralarına en büyük desteği veren AKP hükümeti Ramazan boyunca emekçileri aşağılayan manzaraların önünü açmakta ve sadaka kültürünü yaygınlaştırma politikalarına hız vermektedir. Devlet memurlarının zekat alabilecekleri yolunda fetvalar yayınlanmakta, böylece kamu emekçilerinin zekat alabilecek kadar kötü durumda olduklarını itiraf etmekte ve onları aşağılamaktadır. Tüm bunlar emekçileri aşağılayan sermaye düzenin gerçekliğidir.

Emekçiler bir yandan emek sömürüsüne maruz kalmakta, öte yandan da düşkünleştirilmekte ve aşağılanmaktadır. Onurlarıyla oynanmaktadır. Bir yandan sefahat içinde kapitalistler, diğer yanda sadakaya alıştırılmaya çalışılan, iftar çadırlarında ve sofralarında onurlarıyla oynanan emekçiler… İşte kapitalizm budur!

İşçi ve emekçiler sadaka kültürüne, iftar çadırlarına karşı insanlık onurunu korumalı, sermaye düzenine karşı mücadeleyi büyütmelidirler. Kapitalizmin işçi sınıfı ve emekçileri aşağılayan, onursuzlaştıran, kimliksizleştiren sadaka kültürünü ve anlayışını parçalamalıdırlar.

 

TİB ‘özel hayatı’ hatırladı

Başladığı günden itibaren katillerin aklanması ve örtbas üzerine kurulu Hrant Dnik cinayeti davasında yeni bir örtbas gerçeği açığa çıktı.

Hrant Dink cinayetinin perde arkasını aydınlatabilecek çok önemli bir bilgi Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) engeline takıldı. Düzen güçleri arasındaki dalaşta her türlü bilgi ve belgenin elde edilmesi için seferber olan TİB, Dink öldürüldüğü sırada, olay yerinde tetikçi Ogün Samast dışında şüpheli 4 kişinin daha bulunduğunu belirten avukatların mahkeme kanalıyla ilettikleri cinayet işlendiği sırada o civarda bulunan kişilerin telefon numaralarının gönderilmesi talebini “özel hayatın ihlali” olacağı gerekçesiyle reddetti.

Dink ailesinin avukatlarının yaptıkları görüntü analizine göre, 19 Ocak 2007 tarihinde cinayetin işlendiği Agos gazetesi önünde dolaşan ve sık sık telefonla konuşurken güvenlik kameralarına yakalanan bir kişi var. Görüntülerde bu kişinin, yanına yaklaşan yaşlı bir adamla konuştuğu ve diğer bir şahısla da işaretleştiği görülüyor. Dink’in Agos’tan çıkıp girdiği bankadan ayrılmasından sonra arkası dönük olduğu halde telefonla konuşan bu kişi, birden bire dönerek Dink’in bulunduğu yöne bakıyor. Cinayetin ardından Samast kaçarken, aynı kişi yanında bir başka kişiyle birlikte arkadan bir süre bakıyor ve sonra da o bölgede bulunan bir inşaata giriyor. Avukatlar, görüntülerdeki ikinci kişinin Yasin Hayal’in ağabeyi Osman Hayal olduğunu öne sürüyor. Bu amaçla Trabzon Emniyet Müdürlüğüne Hayal ’in biyometrik fotoğrafının çekilmesi için yazı yazıldı ancak fotoğraf Hayal bulunamadığı gerekçesiyle mahkemeye ulaştırılmadı.

TİB’in bu tavrına rağmen Yargıtay bir süre önce, yine bir cinayet davasında tanıkların telefon detay kayıtlarının ve HTS (cep telefonunun bulunduğu yerleri belirten raporlar) bilgilerinin mahkemeye gönderilmesine karar vermişti. İstendiğinde teknolojik olanakları seferber eden düzen yargısının, Dink’in gerçek katillerini koruduğu bir kez daha görüldü.

Davada Ali Cengiz oyunu

Dink davası kapsamında yürütülen soruşturma boyunca deliller karartıldı, devletin cinayetteki rolü itinayla hasıraltı edildi. Cinayette açık ihmali olduğu bilinen emniyet üst düzey yetkilileri doğrudan soruşturmaya müdahale etti. Cinayet bir-iki tetikçinin üstüne yıkılmaya çalışıldı. Fakat tetikçiler de türlü oyunlarla sıyrılmaya çalışıyor.

Yasin Hayal’ın avukatı Eda Salman, müvekkilinin bir önceki duruşmada kendisinin Pelitli halkı tarafından tehdit edildiği yönündeki iddialarını hatırlatarak ,bunun üzerine cezaevi müdürlüğüne başvurduğunu dile getirdi. Cezaevinden son 6 ayda Hayal’i avukat dahil hiç kimsenin ziyaret etmediğinin bildirildiğini belirtti. Hayal’in ruhsal durumunun hastaneye sevk edilerek tespitini istediğini hatırlattı.

Mahkeme heyeti, Hayal’in Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığınca adli tıp uzmanına muayene ettirilerek, gözlem altına alınmasını istedi. Akıl hastası olup olmadığı yönünde CMK’nın 74. maddesinin 1. fıkrası uyarınca rapor aldırılıp gönderilmesinin istenmesine karar verdi.