21 Ekim 2011
Sayı: SİKB 2011/40

 Kızıl Bayrak'tan
Gerici savaş ve saldırganlık
cephesini durduralım
Kirli savaşa son!
ABD düzmece iddialarla İran’ı tehdit ediyor, Türk devletini kışkırtıyor
Gözaltı ve tutuklama furyası
“Ekmek yoksa, pasta yiyin”
“Orta Vadeli” saldırı programı açıklandı
Devrimci işçilere sendikacı barikatı!
Hesap soralım!
Savranoğlu işçileri İzmir’e döndü
TİS Uzmanı İrfan Kaygısız:
“İşçi sınıfı üzerindeki baskı ve
sömürü artacak”
Başka dünya mümkün; sosyalizm!
Kapitalist metropollerde
protesto gösterileri!
‘’Yakında sizin kente geliyor” hazır mısınız?
Yunanistan: Emekçiler sel olup aktı
K-Pet’te direniş kazanacak!
Esir takası yapıldı.
Sendikal Güçbirliği Bursa Bölge Toplantısı
KESK grev hakkı için eylemdeydi
Asistan Hekim Kurultayı
gerçekleştirildi
Nitelikli ucuz yemek istiyorlar
Suzan Zengin
sonsuzluğa uğurlandı.
Kapitalist kriz ve devrim
“Bir mezarımız olsun”
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kapitalist kriz ve devrim

Dünya ekonomisinin kalbinde yaşanan uzun dönemli durağanlığın bir sonucu olan ekonomik kriz bugün içinde bulunduğumuz dönemin en temel olgularından birini oluşturmaktadır. Çünkü dünya ölçeğinde yaşanan diğer bütün olaylar, bu olguya bağlı olarak gelişmekte ve yaşanmaktadır.

1970’ten bu yana ABD ekonomisinin içinde bulunduğu durum ile birlikte, ABD hegemonyasındaki sarsıntının getirdiği ve bu durumdan çıkış yolu olarak emperyalist savaşların yaşandığı, yaşanmaya devam ettiği ve edeceği gerçekliği ise dönemin bir başka temel olgusunu oluşturmaktadır. Günümüzde 1. ve 2. Paylaşım Savaşları kadar büyük savaşların olmaması bu gerçeği değiştirmez. Son 20 yılın bilançosu dahi, bu olgunun kendisi hakkında yeterli bilgiyi bizlere vermekte ve girmiş olduğumuz dönemi açık bir şekilde göstermektedir. Bugün burjuva iktisatçıların yanı sıra sermaye kodamanlarının dahi itiraf etmek zorunda kaldığı 1929’dan daha yıkıcı bir krizin geleceği gerçekliği ise, emperyalist güçlerin krizin yıkıcı gücü karşısında en etkili gücü olan savaşı daha etkin kullanmak zorunda kalacaklarını gösteriyor.

Krizin faturasının yanı sıra gerçekleştirdikleri emperyalist savaşların faturasının işçi sınıfı ve emekçilerin sırtına yüklenmesiyle birlikte dünya ölçeğinde işsizlik, yoksulluk, yoksunluk, açlık vb. gittikçe artmakta, kısacası insanlık ağır bir yıkıma doğru sürüklenmektedir. Dolayısıyla geleceksizliğe itilen genç nüfus da bunun karşısında gelecek vaadiyle ayağa kalkmaktadır. Son dönemde dünyanın dört bir yanında halk ayaklanmalarına varacak tarzda yaşanan bütün olaylar bu gerçeği her geçen gün daha yakıcı biçimde göstermekte ve bunun karşısında yeni dönemin sorunlarını bizlerin sırtına daha ağır biçimde yüklemektedir.

Toplumsal muhalefetin yükselmesiyle birlikte burjuvazinin zor ve baskı aygıtı da toplum üzerindeki terörünü ona göre arttırmaktadır. Çünkü kar ve rekabet üzerine kurulu kapitalist sistem, sömürü ve baskı koşullarını ağırlaştırmadığı oranda ayakta kalma şansı yoktur. Bunun farkında olan sistemin en ufak hak arama eylemine azgınca saldırmasının gerisinde de bu gerçeklik yatmaktadır.

Toplum üzerinde esen bu terörün bir yansıması olarak safların daha da netleşeceği, reformist hareketin ve küçük burjuva devrimciliğin sınırlılığının daha bir açık gözükeceği, ideolojik ve ilkesel esaslar üzerinden mücadelenin devrimi kucaklamaya götüreceği bu süreçte komünistlerin sırtına yüklenen misyonun yükü de daha bir ağırlaşmaktadır.

Devrim konusunda, neyin yıkılacağı ve yerine neyin konulacağı sorunun temelini oluşturur. Küçük burjuva devrimciliğin siyasal ufku ile proleter devrimciliğin siyasal ufku bu soruna verilecek cevapta birbirlerinden temelden ayrılmaktadır. Mısır, Libya ve Tunus’ta yaşanan ayaklanmaların sonucuna dönüp baktığımızda diktatörlerin kovulduğu ancak diktatörlüğün devam ettiği gerçeği de bir başka iktidar perspektifi olmadan yürütülen mücadelenin sınırlılığını gözler önüne sermekte ve aynı zamanda bu sorunu tekrardan yakıcı hale getirmiş bulunmaktadır.

Yürütülen mücadelenin siyasal ufkunun en somut göstergesi devlet sorununa bakışta kendini gösterir. Marksist Leninist bir bakışla bu soruna yaklaştığımız zaman Engels’in yazdığı şu sözler bile aslında bizlere izlenmesi gereken yol hakkında yeterli bilgiyi vermektedir.

“Devlet, sınıf karşıtlıklarını dizginleme gereksiniminden doğduğuna ama aynı zamanda bu sınıfların çatışması ortamında doğduğuna göre, kural olarak en güçlü sınıfın, iktisadi bakımdan egemen olan ve bunun sayesinde siyasal bakımdan egemen olan sınıf durumuna gelen ve böylece ezilen sınıfı boyunduruk altında tutmak için yeni araçlar kazanan sınıfın devletidir.” (Engels, Ailenin Devletin Özel mülkiyetin Kökeni, s. 201)

Toplumun gelişme aşamalarında ezilen sınıfı boyunduruk altında tutmak için geliştirilen devletin iki temel aracı olan ordu ve bürokrasi, iktidara gelen bütün sömürücü sınıflar tarafından parçalanmak yerine sürekli geliştirilmiş ve bununla birlikte daha başka birçok araçla birlikte de güçlendirilmiştir. Günümüz kapitalist toplumu içerisinde bu gerçekliğini korumaktadır. Milyonlarca emekçiyi sömürebilmek ve bir avuç asalak burjuvazinin çıkarını korumak için geliştirilmiş devlet, kısacası burjuvazinin baskı ve şiddet aygıtından başka bir şey değildir aynı zamanda.

Bu temelden hareketle kapitalist üretim ilişkilerine yönelmeyen, burjuva iktidarı alaşağı etme perspektifinden uzak yürütülen mücadele burjuva toplumun bir yansıması olan emperyalizme, faşizme, militarizme, savaşa, açlığa, aşırı sömürüye vb. yönelik olacağından sınırlı kalacak, yani; burjuva devlet yapısını daha demokratikleştirmekten başka bir anlam taşımayacaktır.

Ortadoğu halklarının mücadelesinin de çok açık bir şekilde gösterdiği bu gerçeklik aynı zamanda bir kez daha burjuvazinin hareketi dizginleyebilmek için tavizler vermekten çekinmeyeceğini de ortaya koymuştur. Ayrıca tarihsel deneyimleri incelediğimiz zaman görülecek olan bu gerçekliğin yanı sıra, üretim ilişkilerine yönelen her hareketin de katliamlar, baskılar ve şiddet ile bastırılmaya çalışıldığı da ayrı bir gerçekliği oluşturmaktadır.

Burjuva devlet yapısı temelden ortadan kaldırılmadığı sürece elde edilen bütün hakların ya da kısmi çözümlerin çözümsüzlükten başka bir şey üretmeyeceği açıktır. Çünkü sorunların kaynağını değil de ortaya çıkan sorunlara çözüm getirmek, sorunların yeniden ortaya çıkmayacağını garantilemez. Aynı şekilde reformlarla sorunların kaynağının ortadan kaldırılabileceğini düşünmek ise günümüz koşularında hayalden başka bir anlam taşımayacaktır.

Bunun için proletaryanın var olan devlet yapılanmasını parçalaması, yerine burjuvazinin direnişini kıracak ve aynı zamanda ekonomik kalkınmayı da örgütleyebilecek olan proletarya diktatörlüğü getirmesi olmazsa olmaz bir koşul olarak durmaktadır. Çünkü kapitalist sistemin baskı ve şiddet aygıtı burjuva devlette, ordu ve bürokrasi binlerce bağla burjuvaziye bağlı bulunmaktadır. Bunun için burjuvazi iktidarını korumak için tüm gücünü kullanacağından şüphe duyulmadığı oranda, proletaryanın da bundan kaynaklı kendi şiddet örgütüne gereksinimi kaçınılmaz oranda ihtiyacı vardır. Günümüz emperyalist çağında NATO gibi savaş örgütlerinin var olduğu bir durumda, bu gerçeklik kendini kat ve kat zorunlu kılmaktadır.

Bunlardan kaynaklı proletarya diktatörlüğünü reddeden bir yaklaşımla günümüz sorunlarına çözüm arayanlar, burjuva sınırları içinde hapsolmaya ve tarihin bataklığında batmaya mahkûm kalacaklardır.

Sınıfı örgütlemek devrimi örgütlemektir!

Tarihte bunalımlar, savaşlar ve devrimler birbiri ardına gelişen ama aynı dönemi kapsayan olgular olarak gerçekleşmişlerdir. Günümüzde iki olgu kendini açık bir şekilde göstermektedir. Üçüncüsü yani devrimler olgusunun bunların arkasından geleceği konusunda hiç şüphe yoktur. Sadece 2011 yılı içerisinde yaşananlar ve yaşanmaya devam edenler bu gerçeği bir kez daha desteklemektedir. Bu bakıştan hareketle girmiş olduğumuz devrimler dönemine hazırlıkta devrimci örgüte, buna dayalı mücadele programında ve bunların yansıması olan devrimci sınıfı örgütlemekte ısrarda ne yazık ki tek kalan komünistler cephesinden sınıfı örgütlemek aynı zamanda devrimi örgütlemek olacaktır.

Döneme uygun şu şiarı haykırmak ise her zamankinden daha yakıcı bir halde bizlerin önünde durmaktadır.

Yaşasın proletarya diktatörlüğü, yaşasın proletarya enternasyonalizmi!

Yiğit Demirel

2 Nolu T Tipi Ceza İnfaz Kurumu

D-3 Koğuşu PK:153

Kandıra / Kocaeli

 

 

 

 

Hamburg’da 10 bin kişilik miting

Hamburg’da ATTAC, Die Linke, MLPD ve diğer demokratik kurumların organize ettiği mitinge 10 bin kişi katıldı.

Belediye binasının önünde yapılan miting öncesinde, tüm partiler ve demokratik kurumlar alanın çevresine standlar açtılar, kitap ve gazete satışları gerçekleştirdiler.

Mitingde ilk konuşmayı ATTAC temsilcisi yaptı. Temsilci, Avrupa genelinde tüm hükümetlerin eğitimde, sağlıkta ve sosyal tüm alanlarda kısıtlamalara başvurduğuna, ücretleri ve maaşları düşürdüğüne dikkat çekerek çalışma ve yaşam koşullarının çekilmez hale geldiğini, krizin tüm yüklerinin işçi ve emekçilerin sırtına bindirildiğini ifade etti.

Bu konuşmayı diğer kurumlar adına yapılan benzer konuşmalar izledi. Miting süresince MLPD’nin müzik grubu katılımcılara devrimci şarkılar söyledi.

Miting hep birlikte Çav Bella marşının söylemesinin ardından sona erdi. Mitinge göçmen kurumlarının katılmaması dikkat çekti.