27 Nisan 2012
Sayı: SYKB 2012/17

 Kızıl Bayrak'tan
Sermaye düzeni ve Truva atlarından hesap sormak için
Barzani’nin Türkiye ziyareti
Halkların kardeşliğini yükseltmek için
1 Mayıs’a!..
BDSP’den 1 Mayıs etkinlikleri
Kamu emekçilerinin toplu sözleşme görüşmeleri başlıyor
Yağma ve talana dur demek için mücadeleye!
Sağlıkta dönüşümün fotoğrafı
Rexroth’da istifa baskısı
ELTA direnişi aynasında tersaneler
Taşeron İşçileri Kurultayı sonuç bildirgesi
Yerel işçi bültenleri 1 Mayıs’a çağırıyor!
2011 1 Mayısı aynasında
Türkiye’de 1 Mayıs H.Fırat
Savaş kışkırtıcılığının başını Erdoğan’la Katar Emiri çekiyor
Fransa’da sosyal-liberal Hollande dönemine doğru
Volkan Yaraşır
Kapitalizm: Faşizmin ve faşist çetelerin ürediği bataklık
İki Sudan’ın petrol savaşı
Avrupa’da 1 Mayıs çalışmalarından
Bielefeld’de “Birlik, mücadele, dayanışma’’ gecesi
İzmir Öğrenci Kurultayı toplandı
Ekim Gençliği’nin
1 Mayıs çalışmaları
Ekim Gençliği: Baskı ve taciz bizi yıldıramaz!
Tutsak sınıf devrimcisi Burcu Deniz’den mektup
“Yasalar sömürenlerin çıkarına göre şekillenir!”
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Fransa’da sosyal-liberal Hollande dönemine doğru

Volkan Yaraşır

Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birinci turu yapıldı. Yarı başkanlık sisteminin olduğu Fransa’da, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde balotaj sistemi uygulanıyor. Sisteme göre adaylardan biri oyların %50.1’ini alamadığı taktirde, ikinci tur seçimlere geçiliyor. Birinci turda en çok oy alan iki aday, ikinci turda yarışıyor.

Fransa’da seçimler kritik bir konjonktürde yapıldı. Mali kriz, seçimlerin atmosferini direkt olarak belirledi.

Seçim sonuçları şöyle gerçekleşti: Sosyalist Parti adayı François Hollande oyların %28.6’sını, Halk Hareketi için Birlik adayı Nicolas Sarkozy %27.1’ini, neo-faşist parti Ulusal Cephe’nin adayı Marine Le Pen %18’ini, Komünist Parti, Yeni Antikapitalist Parti’nin bir bölümünün ve Sosyalist Parti’den kopanların kurduğu Sol Parti’nin oluşturduğu Sol Cephe adayı Jean-Luc Melenchon oyların %12’sini, merkez sağı temsil eden Demokratik Hareket’in adayı François Bayrou %9’unu aldı. Oyların bir kısmı da çevreci ve Troçkist sol yapılara gitti. Çevreci aday Eva Joly oyların %2’sini, Devrimci Komünist Birlik (LCR) oyların %1’ini biraz aştı, İşçi Mücadelesi (LO) oyların %0.6’sını kazandı.

Seçimlerde sosyal-liberal bir çizgiyi temsil eden Sosyalist Parti adayı Hollande’nin aldığı oy ve neo-faşist Ulusal Cephe’nin yükselişi dikkat çekti. 6 Mayıs’ta yapılacak ikinci turda Hollande’nin %50’yi aşan oylarla seçimi kazanması bekleniyor. Sol Cephe Hollande’yi destekleyeceğini açıkladı. Ayrıca Hollande’nin ılımlı sağın oylarını da alacağı hesap ediliyor.

Düşük profilli liberal-muhafazakar Sarkozy

Fransa’da Sarkozy döneminin kapanması bekleniyor. Mali kriz süreci Yunanistan, İspanya ve Portekiz’de sosyal-liberal vizyonlu “sosyalist” partileri iktidardan düşürdü. Bu ülkelerde teknokrat ve pro-faşist hükümetler (İtalya dahil) iktidara taşındı. Fransa’da ise Sarkozy dönemi bitiyor, sosyal-liberal Hollande dönemi başlıyor.

Sarkozy dönemi, Fransa için ikincil emperyalist güç olma vizyonuyla hareket etmeyi simgeledi. Sarkozy ABD’nin hegemonyasını restore etme projelerine tabi oldu ve ABD’nin dünya “liderliğini” kabul etti. Buna uygun politikalar izledi. AB içinde, Almanya’yla her ne kadar rekabet içinde olsa da, Almanya’nın yedek gücü gibi bir pozisyon aldı. AB-ABD ittifakının güçlenmesi yönünde politikalar izledi. Bu ittifakın militarizasyonunu artırıcı adımlar attı. Özellikle Afrika’da tarihsel ekonomik ve nüfuz alanlarını korumak amaçlı, askeri boyutu da kapsayan bir dizi operasyonu gündemde tuttu. Libya’ya yönelik askeri müdahalede öncülük yaptı. Libya agresyonu bir yandan AB-ABD ittifakının yeni biçimlenişini gösterdi, öte yandan AB içinde Almanya’yla çelişkilerinin bir yansıması oldu. Ayrıca AB’nin Avrasya ve Ortadoğu projelerinin parçası olarak hareket etti.

Sarkozy ülke içinde radikal neo-liberal politikalar izledi. Sınıfa açık saldırılar gerçekleştirdi. Bütçeyi finans-kapitalin ihtiyaçlarına ayırdı. Milyonlarca Euro’yu banka ve şirket iflaslarını engellemek için kullandı. Fransa işçi sınıfının tarihsel kazanımlarını gasp etmeye çalıştı. Haftalık 35 saatlik çalışma süresini kaldırmayı amaçladı. Stratejik sektörlerde ve işyerlerinde grevleri yasaklamaya çalıştı. Sistematik esnekleştirme ve güvencesizleştirme yönünde adımlar attı. Emeklilik yaşını yükseltti.

Fransa işçi sınıfının 2010 yılındaki dalgasal genel grevleri bu saldırıların büyük bir kısmını boşa çıkarttı. Saldırı paketinin bir kısmı parlamentodan geri çekildi.

Sarkozy göçmen karşıtlığı, islamofobi, terör gibi faktörleri sık sık gündeme getirdi, faşizan politikalar izledi. Fransız milliyetçiliğini diri tuttu. Bu politikalar neo-faşist hareketle simetrik politikalardı. Özellikle orta sınıfı ve mülksüzleşen küçük burjuvaziyi tedirgin edip, korkutarak güç kazanmaya çalıştı. Bu amaçla seçimler öncesi Toulouse katliamı ardından, Fransız gizli servisiyle ilişkileri ortaya çıkan Muhammed Merah’ın öldürülme operasyonunu, üç gün süren medyatik bir gösteriye dönüştürdü.

Bütün bu adımlar mali krizin etkilerini silemedi. Fransa’nın kredi notu Ocak 2012’de ve hemen seçimlerden önce kredi kuruluşları tarafından düşürüldü.

Hollande ise “Değişim şimdi!” sloganıyla seçimlere hazırlandı. Yer yer sol popülist argümanlar kullandı. Böylece Sarkozy’ye yönelen toplumsal tepkilere yanıtlar üretmeye çalıştı. Hollande 60 bin ek öğretmenin istihdam edileceğini açıkladı. Asgari ücreti artıracağını ve bazı sektörlerde emeklilik yaşını geri çekeceğini ifade etti. Mega şirketlerin ve yıllık 1 milyon Euro’dan daha fazla geliri olanların vergilerini artıracağını söyledi. Hollande bu argümantasyonlarla toplumsal tepkilerden yararlanmayı amaçladı. Ayrıca finans-kapitale de mesajlar vermeyi ihmal etmedi.

Fransa mali kriz sarmalında

Fransa ekonomisi Avrupa’nın ikinci, dünyanın beşinci büyük ekonomisi olarak, uluslararası işbölümünde önemli bir yere sahip.

Mali kriz sarmalındaki Fransa, AB’deki resesyonun şiddetlenmesine bağlı olarak, büyük alt-üst oluşlar içine girebilir. The Economist, önümüzdeki dönemin Avrupa’da, krizin ilk yılları gibi yıkıcı geçebileceğini yazdı. Ve derin resesyon beklentisi olduğunu açıkladı.

Kapitalizmin yapısal krizi AB’de kendini borç/mali kriz şeklinde dışa vurdu. Bu bir anlamda krizin ikinci evresiydi. 1 trilyon Dolar’lık mali destekle kriz kontrol altına alınmaya çalışıldı. Böylesi bir mali destekle kriz ancak duraklatıldı. 2012’de reel ekonominin krizden yeniden etkilenmesi bekleniyor. IMF, AB bankalarında 2.6 trilyon Dolar daralmanın yaşanabileceğini tahmin ediyor. Bu bankaların içinde Fransa kökenli bankaların ciddi ağırlığı bulunuyor.

Yunanistan, Portekiz ve İspanya’nın girdiği sürece İtalya ve Fransa’nın eklenme olasılığı yükseliyor. AB’deki durgunluğun derinleşmesinin yaratacağı küresel senkron, ABD’deki başkanlık seçimleri ve siyasal belirsizlik süreci, ABD’de mali kriz riski, Çin’in iç pazarlarında enerji ve mal tüketiminde yavaşlama ve ekonomik büyümedeki hızlı düşüş olağanüstü gelişmelere yol açabilir.

Fransa 2011’de %1.7 oranında büyüdü. 2012’de IMF açıklamalarına göre %0.2 büyümesi bekleniyor. Ticarette ve üretimde ciddi daralma riski var. Bütçe açığının GSYH’nın %5.4’ü olduğu tahmin ediliyor. Fransa 2010 yılında 70 milyar Euro’luk mali açık verdi. 2011 yılı da pek parlak değildi. Fransa’nın dış borcu 5 trilyon Dolar’ı geçti. Böylece dünyanın en borçlu üçüncü ülkesi oldu.

Fransa’da işsizlik ve yoksullaşma kronik boyuta yükseldi. İşsiz sayısı 3 milyona yaklaşıyor. Bu sayı çalışan nüfusun yaklaşık %10’unu oluşturuyor. Ocak 2012 ile 20 Mart 2012 arasında iş ve işçi bulma kurumuna müracaat edenlerin sayısı bile, işsizliğin geldiği boyutu dışa vuruyor. Bu dönemde kuruma 1 milyon 750 bin kişi müracaat etti. 2012 yılında işsizliğin artacağı tahmin ediliyor.

Fransa ekonomisinin “özgün” yanları bulunuyor. Bunlardan biri ihracatının zayıf olması. Fransa iç tüketime bağlı bir ekonomik karaktere sahip. Tıpkı ABD ekonomisi gibi. ABD’de iç tüketim GSYH’nın %70’ini oluşturuyor. Fransa’da bu oran çok yüksek. Fransa’nın ihracatının ana kalemini otomotiv sektörü teşkil ediyor. Peugeot, Citroen ve Renault gibi otomotiv devleri başı çekiyor. AB’deki durgunluk bu tekellerin üretiminde önemli düşüşlere yol açtı.

Hollande, bu koşullarda cumhurbaşkanı oluyor. Yani ekonomik krizin toplumsal ve siyasal sonuçlarında yoğunlaşmanın başladığı bir dönemde seçiliyor.

Hollande’nin ajandasında radikal neo-liberal paket bulunuyor. Mali krizin derinleşmesi, bu ajandanın hızla uygulanmasını beraberinde getirecektir. Finans-kapitalin istekleri de bu yöndedir. Hollande sosyal-liberal çizgisinin “sosyal” yönünü çok kısa zamanda terk edebilir.

Bu durum, krizin yıkıcı etkilerine ve Sarkozy’nin sosyal yıkım programına karşı Hollande’ye oy veren işçi ve emekçi yığınlarının hayal kırıklığına uğraması demektir.

İşsizliğin artması, yoksulluğun kronikleşmesi, umutsuzluk, hiçlik ve geleceksizlik duygusu kısaca anomi hali, Fransa’nın siyasal gündeminde sıcak tutulan göçmen sorunu, yabancı düşmanlığı, islamofobi ile birleşmesi neo-faşist hareketi güçlendirici zeminlerdir.

Haziran’da yapılacak genel seçimler, Fransa’nın içine girdiği sürecin bir laboratuarı ve yeni momenti olabilir.

Özellikle neo-faşist Ulusal Cephe’nin yükselişine dikkat edilmelidir. Le Pen’in “lekesi” Fransa’ya iyice yayılabilir. Baba Le Pen’in oylarını geçen Marine Le Pen, izleyeceği soğukkanlı taktiklerle Haziran’da daha başarılı sonuç elde edilebilir. Kapitalist kriz sınıfsal antagonizmayı şiddetlendirmesi yanında, politik polarizasyonu artırmaktadır. Ulusal Cephe’nin gelişmesi kriz ve içine girilen tarihsel konjonktüre bağlı olarak Avrupa’nın hemen hemen her ülkesinde yükselen neo-faşist hareketlerle birlikte değerlendirilmelidir. Neo-faşist hareketler Ulusal Cephe gibi birçok ülkede ikinci ve üçüncü parti konumuna gelirken, bazı ülkelerde oylarını %100 ile %200 oranında artırdığı gözlemlenmektedir.

Sendikal hareketin durumu

Fransa’da işçi sınıfı ve sendikal hareket yakın tarihlerde (1995, 2003, 2006 ve 2010’da) büyük ayağa kalkışlar gerçekleştirdi.

Kapitalist krizin Fransa’ya yansıması, Sarkozy’nin bir dizi saldırısı yanında özellikle emeklilik yaşını yükseltmesi (prim ödemeyi 37 buçuk yıldan 40 yıla çıkarması), grev dalgalarına yol açtı. Grevler krize karşı uluslararası düzeyde gerçekleşen eylemler içinde önem taşıdı. Fransa işçi sınıfı çok kısa bir zamanda altı genel grev gerçekleştirdi. Ayrıca büyük kitle gösterileri yapıldı. Okul blokajları, üniversite işgalleri, yaygın sokak çatışmaları yaşandı. Sarkozy iktidarı sallandı. Sarkozy eylemler karşısında saldırı paketinin bir kısmını geri çekmek zorunda kaldı.

Fransa’da iki büyük sendikal konfederasyon bulunuyor. Bunlardan biri tarihsel geçmişe sahip CGT’dir. CGT, Komünist Parti’nin denetiminde bir yapıdır. Sınıf içinde etkili yapılardan diğeri ise CFDT’dir. CFDT Sosyalist Parti’nin denetimindedir.

2011 yılı Fransa’da, yer yer eylemler ve sektörel grevler gerçekleşmesine karşın, nispeten durgun geçti.

Sendikal bürokrasinin Komünist Parti’nin desteklediği ve kendisi de Sosyalist Parti’nin başkanı olan Hollande döneminde sınıfın tepkilerini nötrleştirici politikalar izlemesi muhtemeldir. Sendikal bürokrasi sınıf hareketinin yükselişini bloke etmeye ve kontrol altında tutmaya çalışacaktır.

Ne var ki Fransa’da mali krizin derinleşmesi, krizin yıkıcı etkileri, Hollande tarafından devreye sokulacak “tasarruf tedbirleri” adı altında sosyal yıkım politikaları güçlü mücadele deneyimine sahip Fransa işçi sınıfını harekete geçirebilir. Özellikle CGT’nin tabanı bu anlamda önem taşıyor. Öte yandan Fransa’da güçlü bir Troçkist hareket var. LO ve LCR sınıf içinde faaliyet yürütüyor ve sendikal alanda da bir düzeyde etkiye sahip. Bu faktörler sınıfı mobilize edici sonuçlar doğurabilir.

Fransa cumhurbaşkanlığı seçimleri, Haziran’da yapılacak genel seçimler ve yaşanan mali krizle birlikte son derece kritik bir momentin içine giriyor.

Fransa işçi sınıfı bu momentte hem tarihsel birikimleri, hem de yakın dönemde gerçekleştirdiği pratiklerle büyük salınım içine girebilir.

Fransa’da hem sınıfsal antagonizmanın şiddetlendiği, hem de siyasal polarizasyonun arttığı bir sürecin kapıları aralanıyor.

 

 

 

Kapitalizm emekçinin geleceğini karartıyor!

Almanya Federal hükümetinin Sosyal İşler Bakanı Ursula von der Leyen, 18 Nisan 2012 tarihinde yaptığı bir açıklamada, “1 Temmuz 2012’den başlamak üzere emekli aylıklarında %2’lik bir artışın sağlanacağı”nı duyurdu. Ursula von der Leyen’in bu açıklamasından Almanya’daki 20 milyon emekli doğrudan etkileniyor. Çalışma Bakanı ve hükümet yandaşı basın “emekliye iyi bir haber” olarak verdiği bu haberi oldukça abarttı. Burjuva medya ise bakanın bu açıklamasını “emeklilik aylığında önemli bir artış” olarak duyurdu. Şüphesiz ki, gerçek böyle değil.

Almanya’da yoksulluğun pençesinde yaşam mücadelesi veren ve toplam nüfusun %14,5’ini oluşturan 12 milyon insanın önemli bir bölümünü emekliler oluşturmaktadır. Kapitalist ekonominin büyümesini sağlayan emekçilerin uzun ve yorucu bir iş yaşamının ardından emekliye ayrıldıklarında paylarına düşen, boğucu bir yalnızlık ve sefalet olmaktadır. Sadaka kabilinden verilen bu yüzde 2’lik bir artış (gerçekte kayıp) onların yaşamında hiçbir iyileşme sağlamayacaktır. Buna rağmen arsızca “iyi bir haber” olarak duyurulabiliyor. Burjuvazi, basını ve hükümeti utanmazlıkta sınır tanımıyor.

Sosyal Refahı Koruma Birligi VdK ise, yaptığı açıklamada, “2004 yılından beri real olarak yüzde 9 gerileyen ve son dört yıldır hiçbir artış sağlanmayan emekli aylıklarına yapılan yüzde 2’lik bir artış, bu kayıpları bile karşılamaktan uzaktır” diyerek gerçeği dile getiriyor.

Sosyal Refahı Koruma Birliği’nin yaptığı hesaplamaya göre, faal iş yaşamından ayrılan emekli bir emekçinin çalıştığı süre zarfındaki düzeyini koruyabilmesi için ancak, “asgari olarak son maaşlarının %80’nini alabilmesi ile mümkün olabilecektir” deniyor. Oysa bugün emekliye ayrılan bir emekçi, uzun yıllar çalışmasının karşılığı olarak son maaşının sadece %47’sini almaktadır. Öte yandan kapitalist ekonomilerde yaşanan büyümeye, bilim ve teknoloji alanında yaşanan gelişmeye rağmen kapitalist sistemdeki bu gelişmeler emekçilerin çalışma yaşamlarında olduğu gibi, emekliye ayrılmalarından sonraki yaşamlarında da herhangi bir yarar, örneğin maaşlarında bir artış sağlamıyor. Tam tersine paylarına yoksulluk ve sefalet düşmektedir. Bununla da kalmamaktadır. Bilindiği gibi birkaç yıl öncesine kadar erkeklerde 65, kadınlarda 63 olan emeklilik yaşı 65 ve 67’ye çıkartıldı. Bu durum emekli maaşlarına da yansıtıldı. Emekli maaşı emeklilerin aleyhine değiştirildi. Örneğin, bundan sonra en son aldıkları maaşın yüzde 47’sini alan emeklilerin aylıkları 2030 yılına kadar adım adım %40’a kadar düşürülecektir. Emeklilik yaşının 70’e çıkarılması ise tekellerin bir başka hedefidir.

Emeklilik maaşlarının yüzde 40’a düşürülmesi, ücretlerdeki gerçek düşüşler, kısa süreli çalışmanın yaygınlaştırılması, taşeron sisteminin kalıcılaştırılmaya çalışılması, emeklilik yaşının yükseltilmesi, sağlık sistemindeki katkı payının her yıl biraz daha arttırılması gibi saldırılar, emekçilerin bugününü olduğu gibi geleceğini de karartmaktadır. Buna karşı 29.6 milyon Euro aylıkla ödüllendirilen Mercedes-Daimler’in CEO’su Dieter Zetsche örneğinde olduğu gibi kapitalistler ve onların kapı kulları ise emekçilerin döktüğü alınteri sayesinde, emeklilik yıllarında da saltanat sürmeye devam ediyor olacaklar.

İşçi sınıfı ve emekçiler, özellikle de genç işçilerin bugünlerini ve geleceklerinin karartılmasına karşı örgütlenerek mücadele etmekten başka bir seçenekleri bulunmuyor. Kapitalist asalaklar sefahat içinde yaşam sürerken, kendilerinin onur kırıcı bir yaşama mahkum edilmelerine sessiz kalamazlar.

Emeklilik yaşının erkeklerde 60, kadınlarda 55’e düşürülmesi, herkese insanca yaşamaya yeten bir emekli maaşı için mücadele alanları onları bekliyor.