16 Kasım 2012
Sayı: SİKB 2012/12 (45)

 Kızıl Bayrak'tan
Büyük metal hareketliliği ve Renault deneyimi
Açlık grevindeki tutsaklar ölüm sınırında!
Açlık greviyle eylemli dayanışma büyüyor
HDK 2. Genel Kurulu üzerine
Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu
Kandil çok soğuktu!
DHF’den açıklama
Kiğılı davasında ilk duruşma
Türk Metal’e Renault’da büyük öfke
Oyak-Renault’da
yaşananların gösterdiği
Metal işçisinin MESS-Türk Metal ittifakını yıkmaktan başka çaresi yoktur!
Ankara’da 25. yıl coşkusu
Geceye gelen mesajlardan
Katledilişinin 3. yıldönümünde komünist işçi Alaattin Karadağ’ın devrimci anısına
İzmir İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği Gecesi üzerine
"TOHUM" şöleni gerçekleşti
Suriye’ye yönelik gerici ablukaya karşı anti-emperyalist
mücadeleyi yükseltelim!
Avrupa’da şalterler indi hayat durdu
Avrupa’da açlık grevi ile dayanışma eylemleri
YÖK düzeni yeni taslağı piyasaya sürdü
Gençlik faşist baskılara boyun eğmeyecek!
50’li yıllar İstanbul’unda
“gurbet kuşları”
Taksim yalanı
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

YÖK düzeni yeni taslağı piyasaya sürdü…

Gençliğin yanıtı nettir: Bu yasaya geçit vermeyeceğiz!

 

YÖK başkanı Gökhan Çetinsaya Milliyet’e verdiği bir röportajda Yeni YÖK Yasası’na dair değerlendirmelerde bulundu. Yeni yasanın hiçbir ideolojinin etkisinde olmadığını savunan Çetinsaya bu yasanın demokratik olduğunu iddia etti. Yasayla birlikte akademisyenlere yönelik saldırıları meşrulaştıran YÖK başkanı “performans” sisteminin rekabeti attıracağını, böylece bilimsel gelişimin önünün açılacağını söyledi. YÖK’ün yeniden yapılandırıldığını ve darbe kalıntılarının silindiğini belirten Çetinsaya YÖK’ün protesto edilmesini ise “gençler geçmişteki yanlışları eleştiriyorlar” şeklinde yorumladı. Yeni yasanın taslağını YÖK’ün resmi internet sitesinde yayınlayan ve tartışmaya açan bu anlayış burjuva medya aracılığıyla bir demokrasi yanılsaması yaratmaya çalışıyor.

Faşist darbenin ürünü olan ve gençliğin mücadelesini boğma işlevi gören bir kurumun, YÖK’ün yeniden yapılandırılacağını açıklayan Gökhan Çetinsaya, bizim belleklerimizi hiçbir cilanın silemeyeceğini unutuyor. YÖK yasasıyla demokratik siyaset kültürü gelişmiş üniversiteler yaratacaklarını söyleyen Çetinsaya birkaç ay önce yenilenen YÖK Disiplin Yönetmeliği’nin maddelerini hatırlamıyor galiba. Zira yeni disiplin yönetmeliğiyle üniversitelerde siyaset yapma hakkı idareden izinli olma koşuluna bağlanıyor. Böylece düzeni hedef alan her devrimci eylem engellenmeye çalışılıyor. Özetle yeni disiplin yönetmeliğiyle gençliğe düzen içi siyaset yapma dayatılıyor.

Gökhan Çetinsaya aynı röportajında akademik özgürlüğün ve bilimsel gelişmenin önündeki en büyük engel olan YÖK’ü bakın nasıl eleştiriyor: “Bu ülkede her zaman bilimsel araştırma özgürlüklerinin hesabı ödettirilmiştir öğretim üyelerine. Türkiye’deki üniversiteler toplumsal meseleler konusunda ürkekler. Seslerini güçlü çıkaramıyorlar. Yeni yasa taslağı önerisinde de ifade ediyoruz; üniversiteler iktisadi, sosyal, kültürel bütün meselelere karşı duyarlı olsunlar.” Evet, söylediklerinin büyük bir kısmında haklı Çetinsaya. Ama yanıldığı bir nokta var. Yeni yasa taslağında akademik özgürlüğün önünün açılması bir yana, performans değerlendirmesiyle, aynı zamanda toplam kalite yönetimi ve acımasız rekabet mantığıyla, akademisyenler sermayenin çıkarları ve ihtiyaçları doğrultusunda “bilim” üreten birer robota dönüştürülüyor. Öte yandan disiplin yönetmeliğiyle akademisyenlerin de “siyasete bulaşması” engelleniyor.

“Yeni YÖK Yasa Taslağı ile eğitim tekellerine yeni karlı pazarlar yaratılacaktır. Öğretim üyelerinden piyasa koşullarında en iyi kar getirecek metalar üretmesi istenecek, dolayısıyla piyasa koşullarında en karlı sektörlerden biri olan savaş sanayi bilim üretmesi gereken üniversitelerin asli üretim alanlarından biri haline getirilecektir. Zira yasanın maddeleri tartışmasız bir biçimde bu sonucu ortaya çıkarmaktadır. 4+4+4 eğitim sistemiyle, dershanelerin özel okullara dönüştürülmesiyle, Fatih projesiyle, Bologna süreciyle, Yeni YÖK Yasa Tasarısı ile amaçlanan krizde olan kapitalist sisteme soluk aldırmaktır. Tüm bu saldırı paketleriyle üniversiteler ticarethaneye, öğrenciler müşteriye, akademik ve idari personel ise ücretli köleye dönüştürülmektedir.” (Kamu Emekçileri Bülteni)

Öte yandan yeni yasanın hiçbir ideolojinin etkisinde olmadığını savunan Çetinsaya bunu da yasadan Atatürkçülükle ilgili ifadelerin çıkarılması ile gerekçelendiriyor. Yıllardır zorunlu olarak okutulan Atatürk İlke ve İnkılapları dersi de üniversite senatolarının inisiyatifine bırakılıyor. “İsteyen İnkılap tarihi, isteyen Medeniyet tarihi okutsun.” diyor. Ancak bu değişiklik öğrencilerin her koşulda resmi tarih dersini zorunlu olarak almasını ortadan kaldırmıyor. Bu hamlenin düzen içi hesaplaşmalarla ilgili olduğunu anlamak hiç de zor değil. Bu değişikliğin; AKP’nin YÖK’ü yeniden yapılandıracağı söylemleri ve bu söylem doğrultusunda atılan adımlar, türban tartışmaları, dindar-kindar nesil gayesi ile doğrudan bağlantısı olduğu açık. Bunun yanında eğitimin sermayeye daha fazla açılması gündemdeyken devreye sokulan bu taslağın sermayedarların istekleri göz önünde bulundurularak “daha çoğulcu ve kapsayıcı” olarak düzenlenmesi oldukça anlaşılır. Ne de olsa sermayenin “dini-imanı ve ideolojisi” elde edeceği kar üzerine kuruludur. Sermaye düzeni ve iktidarda bulunan burjuva sınıfı, her zaman için sınıf bilinçli ve ideolojik davranmaktadır. Bu nedenle Gökhan Çetinsaya’nın söylediği gibi yeni taslak ideolojik olmayan bir taslak değildir. Sermayenin ihtiyaçları ve ideolojisi çerçevesinde üniversitelere dayatılan bu taslak; üniversitelerin ticarileştirilmesiyle doğrudan bağlantılıdır.

Peki, mevcut YÖK yasası bu politikaların önünde bir engel miydi? Elbette hayır. Üniversitelerin ticarileştirilmesi, yıllardır yürürlükte olan paralı eğitim uygulamalarıyla, Bologna süreciyle, vakıf üniversiteleriyle, dershanelerle zaten gündemdeydi. Ancak bu taslakla süreç hızlandırılıyor. Patronlara vakıf kurmadan üniversite açabilme ve işletebilme yetkisi tanıyan bu taslak devlet üniversitelerinin başına da sermaye temsilcilerini getiriyor. Rektör atamasını, 11 kişiden oluşturulan ve üyelerinin hayli tartışmalı olduğu bir konseye devrediyor.

Yeni taslakla öngörülen değişim bunlarla sınırlı kalmıyor. Mali esneklik adı altında üniversitelerin özerkliğinin tamamlanacağı söyleniyor. Tamamlanması düşünülen “özerklik” kavramını idari ve akademik açıdan düşündüğümüzde öğrencilerden ve akademisyenlerden özerk olduğunu anlamak zor olmuyor. Ancak mali açıdan düşündüğümüzde üniversiteler sanırız yalnızca devletten “özerk” oluyor. Daha açık bir biçimde ifade edecek olursak idari ve akademik olarak özerk olmayan üniversiteler, mali olarak özerk hale getiriliyor. Yani üniversitelerin mali yükü devletin sırtından indiriliyor. Bu da öğrencilerin daha fazla paralı eğitime mahkûm edilmesi anlamına geliyor. Harçların kaldırılması oyunu ile birlikte düşünüldüğünde parçalar tamamlanıyor. Yani en temel insani hak olan eğitim hakkı bu yasayla birlikte gasp ediliyor. Üniversitelerin kurumsallaşması adı altında büyük üniversiteler pazara sunuluyor. Böylece “daha kurumsal ve gelişmiş” olan üniversitelerin daha yüksek meblağlara “bilgiyi ve eğitimi” satması tasarlanıyor. İşçi-emekçi çocuklarına ise “Herkes üniversite okumak zorunda değil” denilerek taşra üniversitelerinden verilen diplomalarla ucuz işgücü olarak köle pazarlarına “diplomalı köleler” olmak kalıyor. Böylece yasaya yönelecek tepkiler bastırılmaya çalışılıyor.

Bu kadar kapsamlı saldırıları içeren bu taslak ne yazık ki öğrenci gençlik içerisinde ya da taslağın muhataplarından olan akademisyenler cephesinde aynı kapsamda tartışılmıyor. Yalnızca ileri gençlik kesimleri ve sendikalı akademisyenlerce eleştirilen taslak henüz etkili bir mücadeleye konu edilebilmiş değil. 6 Kasım protestolarında öne çıkan “YÖK’e, YÖK düzenine ve Yeni YÖK Yasa Taslağına Hayır” şiarını ve Eğitim Sen Üniversiteler Şubesinin önemli ve anlamlı çabalarını dışta tutarsak yasayı geri püskürtebilecek mekanizmalar yaratılamamış durumda. Aralık ayında meclisin gündemine gelmesi beklenen Yeni YÖK Yasa Taslağı’na karşı birleşik ve sonuç alıcı bir mücadelenin örgütlenmesi hayati önemdedir. Eğitim Sen’in gündeminde olan merkezi eylem, grev-boykot, seminer ve paneller öğrenci gençlik cephesinden meşru-militan bir eylem çizgisiyle birleştirilmeli ve bir an önce harekete geçilmelidir. 6 Kasım eylemlerinin yarattığı deneyimle yerellerden açığa çıkarılacak tepkilerle birlikte bu taslağın tüm öğrencilerin gündemine sokulabilmesi ve üniversitenin bütün bileşenleriyle birlikte mücadele edilmesi gerekmektedir.

Buradaki kritik halka ilkeli birliktelikler yaratabilmek ve gençliğin devrimci enerjisini boğacak tutumlardan uzak durmaktır. Birlikteliklerin hedefi, sermayeye hizmet eden ve üniversiteleri şirketlere, öğrencileri müşteriye, akademik ve idari personeli ücretli köleye dönüştüren yeni YÖK Yasa Taslağı, düzenin yapılandırmak istediği ve artık miadını doldurmuş, meşruluğunu yitirmiş olan YÖK ve YÖK’ü yaratan düzen olmak zorundadır. Genç komünistler bu süreçte dar grupçu anlayışları mahkûm ederek birleşik, kitlesel ve devrimci bir mücadele yaratmak için azami çaba göstereceklerdir.