16 Kasım 2012
Sayı: SİKB 2012/12 (45)

 Kızıl Bayrak'tan
Büyük metal hareketliliği ve Renault deneyimi
Açlık grevindeki tutsaklar ölüm sınırında!
Açlık greviyle eylemli dayanışma büyüyor
HDK 2. Genel Kurulu üzerine
Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu
Kandil çok soğuktu!
DHF’den açıklama
Kiğılı davasında ilk duruşma
Türk Metal’e Renault’da büyük öfke
Oyak-Renault’da
yaşananların gösterdiği
Metal işçisinin MESS-Türk Metal ittifakını yıkmaktan başka çaresi yoktur!
Ankara’da 25. yıl coşkusu
Geceye gelen mesajlardan
Katledilişinin 3. yıldönümünde komünist işçi Alaattin Karadağ’ın devrimci anısına
İzmir İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği Gecesi üzerine
"TOHUM" şöleni gerçekleşti
Suriye’ye yönelik gerici ablukaya karşı anti-emperyalist
mücadeleyi yükseltelim!
Avrupa’da şalterler indi hayat durdu
Avrupa’da açlık grevi ile dayanışma eylemleri
YÖK düzeni yeni taslağı piyasaya sürdü
Gençlik faşist baskılara boyun eğmeyecek!
50’li yıllar İstanbul’unda
“gurbet kuşları”
Taksim yalanı
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

50’li yıllar İstanbul’unda
Gurbet kuşları”

K. Aras

 

Orhan Kemal, Bereketli Topraklar Üzerinde (1954) romanında işçi sınıfının oluşum sürecine dair gözlemlerini incelikli bir şekilde anlatmış, işçileşmenin hareket noktasının kırdan kopuşta, bir anlamda toprakta bir çözülmenin yaşanması ve bunu takip eden göç süreçlerinin kritik eşik olarak alınması üzerinde durmuş, kahramanlarını Sivas’ın bir köyünden tanıdığı bildiği bir coğrafyaya, Çukurova’ya taşımıştır. Yazar, bu tutumuyla dönüşüm süreçlerini, kırılma anlarını ele alan yanıyla hem ortadan kalkmaya başlayan, hem de yeni oluşan sınıfsal ilişkileri mercek altına alır.

Beraber göç etmiş üç arkadaşın Çukurova’da farklı yaşama pratiklerini okuruz roman boyunca. Hayatta kalabilen İflahsızın Yusuf köyüne döner, ama biliriz ki o artık ‘köylü Yusuf’ değildir, şehir görmüştür, duvar ustası olmuş, köye dönerken evine ocak bile almıştır. Bundan sonra Yusuf’un yarı köylü yarı işçi bir hayat sürdüğünü anlarız, yılın belli dönemlerinde Çukurova’ya çalışmaya gider.

Orhan Kemal’in bir başka romanı Gurbet Kuşları (1962) tam da anlatılagelen dönemin bir sonraki kuşağını ele alır, devamı niteliğinde, hatta Bereketli Topraklar Üzerinde’nin ikinci cildi gibi düşünülebilir. 1950’li yılları anlatan roman yine göç ile başlar, İflahsızın Yusuf’un oğlu Memed, İstanbul yoluna düşer ve kendini Haydarpaşa garında bulur. “Anadolu içlerinden kopup gelen her tren, her kuşluk treni, her gelişinde gurbet kuşlarını toplayıp getiriyordu İstanbul’a. Yol, yıkım, yapım üzerine çok iş vardı İstanbul’da” Memed, köyünden ilk defa çıkmıştır, çünkü İstanbul’da bolca iş vardır, ondan önce akrabası Gafur büyük şehre gitmiş, kendisine de mektup salmıştır, bolca iş olduğundan bahsetmiştir. Kafalarda hep İstanbul vardır, taşı toprağı altın olan…

Orhan Kemal’in birçok romanında karşımıza çıkan, Bereketli Topraklar Üzerinde’de gördüğümüz, kente gelindiğinde bir hemşerinin bulunması, hemşerilik bağları üzerinden kentte tutunma çabası burada da karşımıza çıkar. “Trenden inmişlerdi. Karşıya geçecek, daha önce gelip iyi kötü birer köşebaşı, yosun tutmuş hemşerilerini Küçükpazar, Unkapanı kahvelerinde bulacak, geldik! diyeceklerdi. Bizde geldik sonunda.” Memed’e göre iş Gafur Ağasındadır, ne de olsa hısmı, köylüsüdür, kendisine iş bulmayıp da kime bulacaktır? Haydarpaşa garının platformuna yeni umutlarla inen “gurbet kuşu” Memed, köyde cebine sıkıştırılan adresi bulmak için belli bir şaşkınlıkla yönünü bulmaya çalışır.

Memed’in trenden Haydarpaşa garına inip vapurla İstanbul’un diğer yakasına geçişi, sokaklarda başından geçenler, hemşerisini bulma çabası, ‘İstanbul yerlilerinin’ gurbet kuşlarına bakışını yazar, bir İstanbullu’nun ağzından şöyle anlatır: “İstanbul’a ırgat, maraba akıyor. Akın akın geliyorlar. İstanbul İstanbul’luktan çıktı. İstanbul’u pisletiyorlar, kirletiyorlar tekmil… Hükümet efendim, suç hükümette. Yasak et, bitti. Hükümet gevşek olmasa, bunlar köyünden kımıldayabilir mi?”

Sadece ‘İstanbul yerlileri’ köyünden çıkıp işçi olmaya gelmiş olanlara bu şekilde bakmaz, şehire daha erken göç etmiş, işçileşmiş olanlar kendilerinden sonra gelenlere benzer yaklaşımı sergiler. Memed, köylüsü Gafur’u bulduğunda hor görülür, Gafur tarafından cahil olarak algılanır. Memed’in kendisine dayanak olarak gördüğü hemşerisi Gafur, hiçbir şekilde destek olmaz, tersine işleri yokuşa sürer. Diğer yandan kente iş bulma ümidiyle gelmiş olanlar üzerinden vurgun yapmaya çalışanlar da vardır. Hacı Emmi gibiler iş buldum diyerek işçilerin ücretinin bir kısmına el koyar, onlara çok kötü koşullarda barınacakları yerler ayarlayarak avanta alırlar.

Romanda sadece Memed’in hikayesini okumayız. Dönemin İstanbul’unda ki yeni yapılaşma, sebze halindeki kabzımallıktan müteahhitliğe doğru yol alan Hüseyin Korkmaz karakteri, Gafur gibi vurgun yolu arayan emekçiler, Hacı Emmi gibi vurguncular, Demokrat Parti’nin milletvekilleri, çeşitli bakanlarla burjuvaların ilişkileri, 6-7 Eylül provokasyonu, fabrikalardaki çalışma koşulları, sanatçı çevreleri, gecekondu mahallelerinin oluşumu, yıkımlar…

DP’nin tek başına iktidar olduğu, 2. Paylaşım Savaşı sonrası dönem Türkiye’nin liberal politikalarla dünya ekonomisine eklemlendiği, Marshall Planı dahilinde alınan kredilerle tarımda makineleşmenin arttığı ve ülkenin bir şantiyeye dönüştüğü, NATO ve IMF gibi kuruluşlara üyeliklerle emperyalizmle ileriden bağlar kurulduğu bir sürece dönüşmüştür. DP dönemi bir yandan kapitalist ilişkileri ileriye taşımış, diğer yandan devlet baskısını katmerlemiştir.

Romanda yeni serpilen, DP üzerinden oluşan bir burjuva tipini görürüz. “Atatürk devrini de biliyorlardı bu devri de. O devirde, her mahalle de yedi sekiz milyoner nerdeydi?” Hüseyin Korkmaz, DP liberalizmine vurgu yaparak kendisi için şunları düşünür: “Şimdiki gibi sermaye sahiplerine hak tanınsa, sermaye sahibi başıboş bırakılsaydı, daha o zamandan milyoner olmaması işten bile değildi.” Yazar bu karakteri üzerinden parti ilişkileri yoluyla sermaye birikimini artıran, Ankara’da ihaleler koparan, kentsel ranttan pay kapmaya çalışan, Hüseyin Ağa’dan Hüseyin Beyefendi’ye doğru yol alan, ama tam anlamıyla da burjuvalaşamayan, en sevdiği yemeğin yer sofrasında yine bulgur pilavı-turşu-ayran olduğu bir tipleme yaratır. Büyük burjuvazinin yanı sıra oluşan bir nevi ‘milli burjuvazi’ ya da 1942 yılında gayrimüslimlere yönelik uygulanan Varlık Vergisi gibi uygulamaların uzantısı olarak 6-7 Eylül ekseninde tamamlanan sermayenin ‘millileştirilmesi’.

1950-60 arasını anlatan toplumcu gerçekçi bir roman kuşkusuz 6-7 Eylül’e bir biçimde değinir. Orhan Kemal de bunu fazlasıyla yapmıştır. İşçilerin şu konuşmaları dikkate değer: “Meğer hükümetin emriyle millet gavur mallarını yağma ediyormuş.” İnsanların yağmaya nasıl tahrik edildiği kitabın çeşitli sayfalarında anlatılır. “Polisler bir yandan arka olur, millet çoşmuş, kudurmuş… Günlerden beri kim, kimler tarafından kulaklarına sokulup duran bu yağma, bu yakıp yıkmaya çağrı sürüp gitmişti, gürültü, uğultu emir almışçasına bir anda bütün İstanbul’a yayılmıştı. İstanbul çığlık çığlık, İstanbul alev alev… Herkesin gözü Beyoğlu’ndaydı… Çağrı sürüp gitmişti… Radyolar dolusu tahrik”

Toplumun yoksul kesimleri, işçileri, işsizleri böylesi bir yağmaya alet edilir.. Ermeni ve Rumların elindeki varlıkların/sermayenin ‘millileşmesi’ bir anlamda kıyım yoluyla gerçekleştirilmiş olur. Bu durumun ezilen kesimler açısından trajik yanını Zeytinburnu’nda bir işçi mahallesinde bir kadının “Oğlunun 6-7 Eylül gecesinden kalma sarı sol tek ayakkabı bulunan bacağını bileğinden tutup leğene iyice çekip” yıkaması üzerinden görürüz. Halklar birbirine düşman edilmiş, insanlar yerinden yurdundan edilmiş, yoksullar ne pahasına alet olduklarını bilmedikleri bu yağmadan bir ayakkabının tek eşine razı olmuşlar, bütün bunlar olurken ‘ulus-devlet’ oluşturma süreci hayata geçirilmiştir.

Romanın ilk bölümleri İstanbul’un merkezi bölgelerinde geçerken ilerleyen sayfalarda gecekondu mahalleleri, fabrikalar, işçilerin yaşam alanlarına tanıklık ederiz. Romanda özellikle kadın işçilerin çalışma koşulları ile ilgili önemli gözlemler vardır: “Çalıştığı emaye fabrikasının asit dairesinde ölesiye çalışan kadınlar yüzünden usta, fabrika sahibiyle kötüleşmiş, işi bırakmıştı. Adamın işi bırakmadan söylediği sözler şimdi beynine balyoz gibi iniyor, düşündürüyordu: Asit dumanı içinde kısırlaşan işçi kadınlar da insan. Onlar da bu dünyaya en az sizin kadar yaşamak için geldiler. Onların ölümü pahasına viski içerken kalpleriniz sızlamıyor mu?”

 Orhan Kemal romanının en önemli yanlarından birisi bu satırlarda açığa çıkar: Anlatılan dönemin çalışma ilişkileri ve koşullarının emekçiler gözünden tanığı olmak.

Memed, İstanbul’da Anşa ile evlenmiş, ardından da köyden babasını ve kardeşlerini getirtmiştir. Hüseyin Korkmaz’ın yanında çalışan, onun köşkünün alt katında yaşayan Memed, patronunun zorla DP’ye üye yaptırma girişimlerine olumsuz yanıt verir ve yaşadığı çeşitli sorunlar yüzünden işten ayrılır, fabrikaya girer, Anşa da fabrikada çalışmaya başlar. Memed’in patronu tarafından DP’ye zorla üye yaptırılmaya direnmesinin gerisinde çok güvendiği, sendikalı olduğunu kitabın bir sayfasında öğrendiğimiz bir işçinin ‘üye olma’ yönündeki telkinleri var.

Memed ve Anşa’nın başlarını sokacakları bir evlere ihtiyaçları vardır. Önlerinde bir örnek olarak Anşa’nın ablası vardır; bir arsa kapatmışlar ve evlerini yapmışlardır, kira dertleri yoktur. Onların yolunu tutarlar. “Çevrelerinde, yıkılan İstanbul’un evsizlik cehenneminden kaçıp gelmiş insanlar. Daha önce gelmiş, barınaklarının temelini kazan, kazılmış temellere duvarları çıkmaya çalışan ya da sadece briket gibi tuğla gibi, kum, kireç, çimento gibi yarınki barınaklarının araçlarını bekleyen insanlar; yağmurla, karla, ayazla, çamurla savaşmaya ahdetmiş insanlar!”

 İstanbul’a kitlesel bir göç olmuş, köylerinden gelen insanlar bir biçimde iş bulmuş, ama şehirde ciddi bir konut sorunu vardır. Fabrika çevrelerinde emekçilerin kendi çabalarıyla yapmaya çalıştığı konutlar, bir anlamda “işçi mahallesi” oluşumunu ortaya çıkartmıştır.

Konut sorunu, kitabın bu sayfalarında Zeytinburnu üzerinden anlatılır. Gecekondu kurmak o kadar da kolay değildir, rüşvet vermeden, parti ilişkileri olmadan olmaz! “Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir keser, dünyanın hiçbir yerindeki hiçbir keresteye böylesine çekingen inemez. Zeytinburnu sırtlarındaki Yeşiltepe’de gecekonduları kurmaya çalışan keserler bile korkak, ürkek, çekingen!” Mahalleli sürekli yıkım korkusu yaşar, gözler yollardadır, karanlıktaki ışıklara bakarlar, yoksa buraya mı geliyor araçlar? İşçiler sabahtan akşama kadar fabrikada çalışıyor, gece yarılarında ise kendi konutlarını inşa ediyordur. Sürekli bir çalışma hali, hayata tutunma çabası, gelecek ile ilgili hayaller kurma söz konusudur.

Yıkımdan duyulan korkunun egemenlerce sürekli taze tutulduğunu satır aralarında görürüz. Emekçilerin üzerinde bir baskı oluşturma ve sorunlara karşı rıza göstermesinin bir aracına dönüşen uygulamalar hayata geçirilir. “Yıkıyorlardı. İnsan emeğine, dişten tırnaktan artırılmış, göz nuruyla yoğrulmuş­­, insan emeğine acımadan yıkıyorlardı. Ortalık çığlık çığlığaydı, ortalık duman duman.”

Tuğlalar, briketler devrilir, ortalık alt üst olur, Memed’in elleriyle ördüğü yapı yıkılır. Bütün bu toz duman, kargaşa ortamında Memed’in yıkılmış, boynunu bükmüş umutsuz halini gören Anşa bu duruma sinirlenir: “Kalk lan kalk. Gene yaparık, yenisini yaparık!”

 

 

 

Ford işçilerinin mücadelesi sürüyor

Genk’de 20.000 işçi yürüdü

 

Belçika’nın Limburg bölgesindeki önemli sanayi merkezi Genk’te binlerce işçinin çalıştığı Ford fabrikasının kapatılması ile ilgili karar işçilerin büyük öfke ve tepkisine neden olmuştu. Ford işçileri, fabrikalarının kapatılmasına karşı günlerce protesto gösterileri yaparak, otobanları bloke etmişti. 7 Kasım günü de otobüslerle Köln-Ford işletmelerine gelerek, Ford’un Avrupa merkezini protesto etmişlerdi.

İşçilerin Köln-Ford işletmesi önündeki barışçıl eylemine dahi tahammül edilmemişti. Genk İşçilerinin, Köln-Ford işçi kardeşleriyle buluşmasının engellenmesi için, Genk’den gelen işçilerden sayıca çok fazla, tam tehçizatlı motorize polis güçlerini işçilere saldırtan Alman emperyalist devleti tam bir terör estirdi. Kapitalistlerin korkusu (özellikle gelecek bakımından) öylesine büyüktü ki, ne pahasına olursa olsun işçilerin buluşması engellenmeye çalışıldı. Ford işletmesi üzerinde polis helikopterleri gözdağı için devriye uçuşları yaptı. Vardiya değişiminde normal günlerde giriş-çıkış için kullanılan kapılar tutuldu, Genk’li işçilerin toplandığı yere ters düşen kapılardan giriş-çıkışlar yaptırıldı.

İşçiler polisin terörüne boyun eğmediler. Ön örgütlenmenin sağladığı olanaklarla, seslerini içerdeki, makina başındaki işçi kardeşlerine duyurdular. İçerden bir grup iş yeri temsilcisi direnişçi arkadaşlarını selamlamaya geldi. 11 Kasım 2012 günü Genk’de yapılacak olam eyleme güçlü olarak katılacaklarını bildirdiler.

11 Kasım Pazar günü ‘gelecek için yürüyüş’ şiarı ile Genk’de, Belçika sendikaları Ford işletmesinin kapatılmasına karşı yürüyüş düzenlediler. Yürüyüşe 20 bin insan katıldı. Yürüyüşe Ford işçileri aileleri ile birlikte katıldılar. Sendikaların genç üyeleri ve aynı zamanda sol ve ilerici gençlik de eyleme geniş katılım sağladı. Yürüyüş kortejinin geçtiği güzergah boyunca evlerin pencerelerine ve balkonlarına çıkan kent sakinleri de yürüyüşçülere sempati ve desteklerini gösterdiler. Evlerin pencerelerinde ‘Ford bizimdir’ yazılı pankartlar asılıydı.

Köln-Ford işletmelerinden otobüslerle gelen 600 civarında işçi de yürüyüşe katıldı. Köln’den gelen işçiler, yürüyüş için özel olarak hazırlattıkları, üzerinde “Gelecek için yürüyüş-her işyeri için mücadele“ yazılı T-Shirts’lerle, yürüyüşe katıldılar. Audi’nın Brüksel işletmelerinden büyük bir delegasyon da yürüyüşe katıldı. Birçok ülkeden delegasyonlar da eylemde yer aldı. Asprogirgos kentinde bulunan Yunanistan Çelik Fabrikası (Helleniki Halivourgia) işçileri de bir delegasyonla eylemde yerlerini aldılar.

Uzun süren yürüyüş 1980’den beri boş olan bir kömür ocağında yapılan mitingle bitirildi. Burada yapılan konuşmalarda, yapılan saldırının genel olarak işçi sınıfına dönük bir saldırı olduğu ve ortak mücadelenin önemi belirtildi. Mücadeleci konuşmaların yanı sıra, sendika bürokrasisi ve burjuva politikacıları tarafından boş ve oyalamayı amaçlayan konuşmalar da yapıldı. Konuşma yapan çocuklar ise neden bu eyleme anne ve babalarıyla katıldıklarını söylediler.

Mitingde 14 Kasım Avrupa eylem günü için çağrılar yapıldı. Bazı işçilerin 14 Kasım günü Ford işletmelerinde grev yapma önerileri işçiler tarafından sempati ve heyecanla karşılandı. Köln’den gelen işçiler bu öneriyi Köln işletmelerine taşıyarak tartışılmasını sağlayacakalarını söylediler. Ayrırıca 7 Kasım günü, Köln’de gözaltına alınan işçiler, ‘polisin avukatlarıyla görüşme yapma hakalarını gaspettiğini, ekmek ve su verilmeyerek aç ve susuz bırakıldıklarını’ açıklamalarına karşın, sendika bürokratları bu gerçekleri dillendirmekten kaçındılar, üstünü örttüler.

Ateşin düşdüğü yerde, Genk’de başlayan otomobil işçilerinin direniş ve eylemleri geçen hafta Köln’e taşındı. Devlet terörüne karşın işçi arkadaşlarıyla buluşmaları engellenemedi. Tekrar Genk’e dönen işçilerin direnişi şehir halkınında desteğini alarak, başta Köln işletmelerinden gelen işçi kardeşleri olmak üzere değişik ülkelerden gelen delegasyonların katılmalarıyla da kavgalarını uluslararası boyuta taşıdılar.

Alman Otomotiv Sanayicileri Birliği Başkanı Matthias Wissmann geçen hafta yaptığı açıklamada “Avrupa’daki borç krizi, yeni otomobil satışlarını da olumsuz etkiledi. Yılın ilk 5 ayında Batı Avrupa ülkelerinde yaklaşık 5 milyon 300 bin yeni araç trafiğe çıktı. Bu da geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 8 oranında bir düşüş anlamına geliyor.’ diyordu. PSA-Peugeot Citroen Yönetim Kurulu Başkanı Philippe Varin de, “ krizin Avrupa pazarında ağır etkilerinin olacağını söylüyordu.

Genk işçileri önceden yaptıkları, yetersizde olsa örgütlenme ve hazırlıklarıyla işçi sınıfının tutması gereken yolu gösterdiler. Alman emperyalist devleti de, estirdiği devlet terörü ve gözaltına aldığı işçilere karşı takındığı keyfi ve kendi yasalarına göre de yasadışı olan davranışıyla burjuva devletlerin faşist özelliğini sergilediler.

Genk direniş süreci, iki sınıfın, proletarya ve burjuvazinin kapitalizmin krizine karşı tutulacak iki farklı yolun, işçi sınıfının çözüm yoluyla burjuvazinin çözüm yollarının mikro düzeyde denendiği bir alan olmuştur.