25 Ocak 2013
Sayı: KB 2013/04

 Kızıl Bayrak'tan
Polis devletinde devlet terörü haftası
AKP destekli silahlı çetelerden Serêkaniyê’ye saldırı
Devletin “demokrasi” makyajının son kalıntıları da dökülürken
Devlet terörüne karşı eylem güncesi
ÇHD İstanbul Şube Yöneticisi Ş. Ceren Uysal ile saldırılar üzerine
ÇHD İstanbul Şube yöneticisi Av. Gülvin Aydın ile devlet terörünü konuştuk
Hrant Dink eylem ve etkinliklerle anıldı
Türk Metalciler Kızıl Bayrak’a dava açtı
Sermaye hükümeti Ulusal İstihdam Stratejisi’ne start veriyor
UİS operasyonunda son perde
Karayolları’nda özelleştirme saldırısını durdurmak için ileri!
Daiyang-SK Metal işçileri açlık grevine başladı
İTO/Teknopark işçileri ücretlerini almakta kararlılar
TKİP IV. Kongresi sunumları.../3
“Geleceğin kıtasında” yeni bir savaş, eski bir sömürge
Doğanın metalaştırılması ve finansallaştırılması / Volkan Yaraşır
Güney Afrika deneyiminin gösterdikleri / S. Eren
İsrail seçimleri
ODTÜ’nün coşkusuyla gençliğin devrimci kavgasını büyütelim!
“Devrimci Kadın Kurultayı”na yürürken
Kadınların sağlıklı koşullarda kürtaj hakları kısıtlanamaz
Devrimci kadınlar kurultaya hazırlanıyor
Devlet terörüne karşı direniş ateşini her yere yayalım!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yapısal kriz senkronları; ekolojik kriz

Doğanın metalaştırılması ve finansallaştırılması

Volkan Yaraşır

 

Kapitalizmin yapısal krizi, kriz senkronları biçiminde kendini dışa vuruyor. Kriz yalnızca ekonomik kriz değil, aynı zamanda emperyal özneler arası hegemonya krizi, gıda krizi, ekolojik kriz ve uygarlık krizi olarak biçimleniyor.

Bu multi kriz özelliği, yapısal krizlerin en karakteristik niteliği olarak dikkat çekiyor.

Kapitalizmin yapısal kriz dönemleri ekolojik tahribatın ve yıkımın yoğunlaştığı süreçlerdir.

Kapitalizm krizi aşmak için kendine yeni metalaşma alanları bulur, “yaratır”. Kapitalizmin “yaşaması” için yeni metalaştırılacak alanlara ihtiyacı vardır. Çünkü kapitalizmin yıkıcı “büyümesi” ve “gelişimi” bunu koşullar. Doğa son yarım asrın, özelde son çeyrek yüzyılın, yoğun metalaşma alanına dönüştü. * Son çeyrek asır, yoğun bir şekilde doğanın sermayeleşme süreci olarak işledi.

Maksimum kar arayışı, doğanın hızla metalaştırılmasına ve finansallaştırılmasına yol açtı.

Kapitalizm öldürür”

Kapitalizm yıkıcı ve yok edici bir sistemdir. Kapitalizm geleceğin gaspı ve bugünün tahribi üzerinden kendini üreten bir özelliğe sahiptir. Kapitalizm enkazlaştırıcı ve öldürücü bir “gelişim” seyri gösterir. Kapitalizm “büyüme” bağımlısı bir sistemdir. Bu onun doğasından kaynaklanmaktadır. Kapitalist “ilerleme” ve “büyüme” özünde bir yok ediş sürecidir. Sermaye birikimi kapitalizmin ontolojisinin oluşturur ve yok edici güzergâhını belirler.

Kapitalizmin kâr güdüsü, emeği metalaştırdığı gibi doğayı da metalaştırdı.Yaşamı meta ilişkileri üzerinden inşa etti. Kapitalizmin gelişimi, bir başka boyutta emeğin ve doğanın metalaştırılması olarak okunabilir. Doğanın metalaşması yada sınırsız sömürülmesi ekolojik yıkımı koşullar. Ekolojik yıkım kapitalizmin genetiğindedir.

Kapitalizmin sadece işçiyi sömürmez, doğayı ve yaşamı yok eder.

Kapitalizm, sermaye birikimi üzerinden kendini üreten bir sistemdir. Kapitalizm özünde değişim değerinin belirleyiciliği ve tahakkümüdür. Sermaye büyük bir kar açlığıyla hayata saldırır. Kar eksenli kapitalist gelişme, her saat, her gün muazzam ham madde ve enerji kullanılmasına yol açar. Kar eksenli “büyüme” olağanüstü bir boyutta kaynak ve enerji yutar.

Bu kaynakların tamamı doğadan, bir başka tanımla biyosferden elde edilir. Yani yeryüzündeki tüm canlıların yaşadığı yerden elde edilir.

Biyosfere canlı küre’ de denir. Biyosfer dünyanın dış kabuğudur. Hava, toprak, su ve kayaları içeren bu canlı kürede biyotik dönüşümler ve çevrimler gerçekleşir. Yani hayatın inorganik ve organik döngüsü yaşanır.

Biyosfer, yaşayan tüm canlı türlerini, bu türlerin karşılıklı ilişkilerini, tüm canlıların litosferle (taş küreyle) yani canlıların üzerinde yaşadığı taşlardan ve topraktan oluşan katmanla, hidrosferle (su küre) yani dünyadaki bütün sularla; okyanuslar, denizler, göller, akarsular, yeraltı sularıyla, atmosferle yani yer çekimi etkisiyle dünyayı çepe çevre saran gaz ve buhar tabakasıyla etkileşimlerini anlatan, ekolojik bir sistemdir.

Biyosfer dünyada hayatın olduğu tek yerdir. Dünyadaki canlıların yaşadığı 16-20 km. kalınlığındaki bu tabaka, atmosfer içinde de 10 bin metreye kadar olan bölümleri kapsar.

İnsanların da içinde bulunduğu canlılar ihtiyacı olan her şeyi biyosferden alır. İnsanlar emek aracılığıyla onu ihtiyaçları doğrultusunda dönüştürür.

Kapitalizmin dizginsiz kâr güdüsü, doğal çevrimi kırmış, kâr için üretim yada üretim için üretim biyosferi etkileyecek boyuta ulaşmıştır.

En bariz gelişme yada ekolojik krizin güncel görünümü iklim krizidir. Küresel düzeyde gerçekleşen kapitalist üretimden dolayı atmosfere olağanüstü oranda karbon salınımı bırakılıyor.

Kapitalizmin son 150 yıllık tarihinde yapılan üretim, insanlığın son 6 bin yıllık tarihinde elde edilen üretimden fazla olduğu vurgulanmaktadır. Ayrıca sanayi üretimi son 50 yıl içinde 50 kat arttı.

Kapitalizmin kâr esaslı üretim ve tüketim biçimi atmosfer birleşiminde sera etkisi yaratacak gazların oranını hızla artırmaktadır. Bunun sonucu olarak yaşanan iklim değişiklikleri okyanuslarda depolanmış karbondioksit ve metan gazlarının atmosfere karışması gibi bir döngüye yol açmaktadır.

Son on yılda dünyada 13 milyon hektar orman alanı tahrip edildi. Böylesi bir kayıpla, doğal çevreye 4,5 milyon ton dolayında CO2 salınıyor.

Bugün yeryüzünün ulaştığı sıcaklık sanayi “devrimi” öncesinden 0,8 derece daha yüksektir. Kapitalist üretim ve tüketim biçiminin son yarım yüzyılda ulaştığı boyut, klimakatostrof riskini artırmaktadır. Yeni yapılan araştırmalarda yarım yüz yıllık bir projeksiyondan sonra yeryüzü ortalama sıcaklığının 4 derece artabileceği bildirildi. Böylesine bir gelişme bugünkü yeryüzü eko sisteminin bütünüyle farklılaşması anlamına gelmektedir. Metamorfoza uğramış ekosistem üzerine düşünmek bile korkunçtur. Yani “mahşer dört atlısının” harekete geçmesidir. Katastrof artık aktüeldir. Bugüne kadar birçok canlı türünün kaybolması ve ölümü, buzulların çözülmesi, seller, kasırgalar ve tufanlar, küresel kuraklık, toprağın ölümü “dört atlının” faaliyetine delalettir.

İklim krizinin kontrolden çıkmasını engelleme yönündeki küresel emisyon indirimi gibi çabalar finans kapitalin maksimum kar arayışı karşısında palyatif kalmaktadır. Bazı hükümetler arası kuruluş ve organizasyonlar merkez ülkelerde sera etkili gazların salınımının acilen 2020’ye kadar % 40 azaltılması, 2050’ye kadar yine merkez ülkelerde % 85-95 arasında bir azaltılmaya gidilmesine salık vermektedir. Aciliyet vurgusuna rağmen, merkez ülkeler tarafından bugüne kadar somut bir adım atılmaması iklim krizini aktüelleştiriyor.

Kapitalist büyümeyi sağlayan tüm enerji ve hammadde kaynaklarının biyosferden elde edildiği unutulmamalıdır. Kapitalizmin son yarım asırda doğayı yoğun bir şekilde metalaştırması biyosferin tahribini olağanüstü tehlikeli bir noktaya getirdi. Kısacası kapitalizm hayata ve tüm canlılara saldırıyor.

Kapitalizmin yarattığı ekolojik yıkım çok vektörlü ve çok boyutlu, birbirini tetikleyen ve birbirini besleyen bir katastrofa dönüşüyor. Bir yandan küresel ısınma, öte yandan ozon tabakasının incelmesi, yoğun hava ve su kirliliği, asit bulutları ve yağmurları, toksik atıklar, ekolojik tür, biyo ve gen çeşitliliğinde gözlemlenen hızlı azalma, toprağın canlılığını kaybetmesi, ormanların tahrip edilmesi, çölleşme, toprağın ölümü ve gıda krizi gibi…

Herşey meta, herşey kâr için

Doğaya saldırı son derece tehlikeli bir noktaya ulaştı. Yaşamın her boyutuyla sürdürülmesini sağlayan, biyosferi meydana getiren her şeyin metalaştırıldığı bir sürecin içindeyiz. Kapitalist üretim ve tüketim biçimi için gereken muazzam hammadde ve enerji ihtiyacı doğayı yüzyıllardan beri tahrip ediyor. Doğanın bir anlamda canı alınıyor. Yeni konjonktürde bu saldırı inanılmaz bir boyuta ulaştı.

Küresel finans kapital, yapısal krizini aşmak için ve emperyalizmin yeni jeo-politiğine bağlı olarak; enerji kaynaklarının bulunduğu, enerji yollarının geçtiği her coğrafyaya, verimli toprakların bulunduğu yerlere, ham madde ve kıymetli madenlerin bulunduğu alanlara saldırıyor.

Bu kaynakların elde edilmesi için biyosfer çökertiliyor, yaşam için organik koşullar ortadan kalkıyor. Doğanın katli, tahribatı, yıkımı ve toksik atığına dönüşmesi olağanlaşıyor. Bütün bu adımlar bir başka anlamda litosferin yani taş kürenin tarumar edilmesi, yağmalanması anlamına geliyor. Hatta bu tahribat geri dönülemez noktalara ulaştı.

Su, yeni jeo-politiğin en temel unsuru olarak önem taşıyor. Kaynak savaşlarının bir boyutu “su savaşları” olarak biçimleniyor. Öte yandan okyanuslar, denizler, göller, akarsular, yer altı ve yer üstü su kaynakları metalaştırılıyor ve finans kapitalin maksimum kar arayışına hizmet ediyor.

Su, finans kapital için aynı zamanda hem jeo-politik bir unsur, hem de yeni enerji kaynağı olarak kullanılıyor.

Kapitalizm, ham madde olarak doğal varlıkları ele geçiriyor. Ayrıca doğa, atıkların ve toksik maddelerin bırakıldığı kimyasal çöplüğe dönüşüyor.

Kapitalizm rasyonlarına uygun, doymak bilmez kâr güdüsüyle son derece soğukkanlı bir biçimde bunu yapıyor. Doğanın yıkımı, tahribi özünde hayata, doğanın parçası olan insana ve tüm canlılara yönelik bir saldırıdır. Bu saldırıların mahiyetinin anlaşılması ve bilince çıkarılması artık yaşamsal önemdedir. Katastrofun ne kadar yıkıcı ve yakın bir tehlike olduğunun görülmesidir.

Yeryüzü kardeşliği için eko-sosyalizm

Kapitalizm hızla hayatın her alanında katastrof örmektedir. Kapitalist rasyon, katastrofun rasyonudur.

Bugün BM’nin organize ettiği Rio+20 gibi konferanslar, “sürdürülebilir kalkınma”, “yeşil ekonomi” gibi açılımlar, finans kapitale akıl veren teknokratların soğukkanlılığında “yeşil ekonomiye” dönüş gibi burjuva çevrecilik çağrıları kapitalizme yeni sermaye birikim alanları açmayı amaçlayan ve sermaye birikim sürecini güvence altına alan adımlardır.

Ekolojik krizin yıkıcılığı eko-sosyalist bir devrimi yakıcılaştırmaktadır. İnsan için, doğa için, bütün canlılar için artık ekolojik bir devrimi hedefleyen, buna uygun somut gündelik pratik adımları hemen şimdi atan anti-kapitalist bir hattın örülmesi yaşamsal bir ihtiyaçtır.

Ekolojik krizin temel nedeni kapitalist sistemdir, kapitalist üretim ve tüketim biçimi ve kapitalist toplumsal örgütlenmedir. Ekolojik kriz kapitalist sisteme içkindir.

Ekolojik krize çözüm ancak sistemik bir çözüm olabilir. Yani başka bir dünyanın arayışı ve kurulmasıdır. Emeğin ve doğanın metalaşmasına karşı anti-kapitalist bir mücadelenin örülmesi elzemdir. Önce Engels, daha sonra Rosa’nın “ya sosyalizm ya barbarlık” şiarı bugün açısından “tek yol devrim, tek yol sosyalizm” olmuştur.

Sınıf mücadelesinin tarihi içinde sosyalizm bu derece güncel ve yakıcı bir ihtiyaç haline gelmedi. Çünkü kapitalizm küresel düzeyde ölüm saçıyor. Yalnızca emeği sömürmüyor, doğayı, toprağı, suyu, tohumu, havayı, dünyayı yok ediyor. Ölümü örgütlüyor. Sermaye, emek ve doğa üzerinde son derece kompleks bir tahakküm ve iktidar ilişkisi uyguluyor.

Kapitalizme karşı emeğin kurtuluşu, insanlığın kurtuluşu, doğanın kurtuluşu birleşmiş ve ortaklaşmıştır. Kapitalizmle uzlaşılmaz. Kapitalizmle uzlaşma ölümle, yok olmayla uzlaşmadır.

Doğanın, hayatın her alanının metalaştırılmasına ve emeğin metalaştırılmasına karşı anti – kapitalist bir mücadele hattının örülmesi kapitalist krize ve kriz senkronlarına verilecek en iyi ve en net yanıttır. Bu mücadele, doğa ve insan ilişkisini yeniden tanımlayan, yeryüzü kardeşliğini kuran bir mücadele içeriğindedir.

Enternasyonal bir persfektifle proletaryanın tarihsel özne olarak rol oynadığı eko-sosyalist (üretim araçlarının özel mülkiyetini ortadan kaldıran, doğrudan demokrasiyi inşa eden, insanın insan, insanın doğa üzerindeki tahakkümüne son veren, her türlü tahakküm, hiyerarşi ve iktidar ilişkisini yok eden, üretim için üretim yapmaya son veren, değişim değerini değil kullanım değerini esas alan ekolojik bir toplum ve yaşamı hedefleyen) bir dünyanın kurulmasının somut siyasal görevleriyle, acil gündelik mücadeleyi kaynaştıran yani şişe cam direnişiyle ormanların katliamına karşı mücadeleyi, Arçelik işçilerinin öfkesiyle HES’lere karşı ayağa kalkan köylülerin öfkesini, TEKEL direnişinin ruhuyla denizlerin, göllerin, akarsuların özelleştirilmesine karşı mücadeleyi, BOSCH işçilerinin ihanete ve köleliğe baş kaldırmasıyla ekolojik yıkama karşı mücadeleyi birleştiren bir mücadele hattını örmeliyiz.

Vivisection ve speciesism reddederek, ağaçlarla, çiçeklerle, balıklarla, kuşlarla, solunan havayla, nehirlerle, böceklerle insanların ya da insan ve insan dışı doğanın yeryüzü kardeşliğini bugünden örecek kızıl bir devrimin hayali bize yol göstermelidir.

Dipnot

* Küresel düzeyde neo-liberal karşı devrim politikalarının, ilk dalgası ağırlıkta (1980-1995 arasında) sosyal devletin sosyal yönünün metalaşması şeklinde gelişti. Bu süreçte ekonomik bir aktör olarak devlet devre dışı kaldı ve radikal özelleştirmeler yapıldı. Ayrıca emeğin örgütlülüğü dağıtıldı, sistematik mülksüzleştirme ve yoksullaştırma operasyonları yapıldı ve eğitim, sağlık, sosyal güvenlik piyasalaştırıldı. 1995 ten sonra yaratılan bu zemin üzerinden ikinci kuşak neo-liberal karşı devrimci politikalar hayata geçirildi. Bu sürece doğanın yoğun ve hızlı bir şekilde metalaştırılması damgasını vurdu. Son derece kapsamlı, detaylı ve soğukkanlı bir şekilde yürütülen bu metalaştırma su ve toprağın yanında (doğal moleküllerin ve gen dizilişi gibi) canlıya ait özelliklerin mülkiyet ve patent haklarını alan boyuta ulaştı.

 

 

 

 

Kapitalistlerin kârı artarken
işsizlikte yeni rekorlar kırılıyor

 

Kapitalist sistemin krizi derinleşerek devam ediyor. Burjuvazi kriz döneminde de azami karını korumak için, kendi krizinin yüklerini işçi sınıfının omuzlarına yıkmaya çalışıyor. Kriz bahane edilerek kitlesel işten atmalar olağanlaştırılıyor. Burjuvazi bu saldırılarını, burjuva devletlerinin polis gücüyle zorla hayata geçiriyor.

Burjuva devletlerin zor gücüyle uygulanan burjuva politikalar, işsizliğin katlanarak artmasına ve işsizlikte yeni rekorların kırılmasına yol açıyor. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO), küresel istihdam eğilimlerine ilişkin açıkladığı yıllık rapor, kapitalist dünyanın manzarasını eksik de olsa ortaya koydu. Kapitalist dünyada işsizlik düzenli olarak artmaya devam ediyor. Uluslararası Çalışma Örgütü Başkanı Guy Ryder açıklamasında, bugünkü işsizlik rakamının 2007 yılındakinin 28 milyon üzerinde olduğunu belirtti. Geçen yılın işsizlik rakamlarının, tüm zamanların en yüksek rakamı olan ve 2009’da kaydedilen 199 milyona yaklaştığını ifade eden Ryder, 2013’te bu rekorun aşılacağını öngörüyor.

İşgücüne katılımın hızla düşmesinin de emek piyasası krizinin gerçek boyutunu maskelediğinin belirtildiği raporda, geçen yıl iş bulma umudunu kaybeden 39 milyon kişinin işgücü piyasasının tamamen dışına çıktığı ifade ediliyor.

Raporda yer alan başka bir veri de, işsizlik artışından özellikle gençlerin etkilendiği gerçeğidir. Şu anda dünya genelinde 15-24 yaş aralığındaki 73,8 milyon genç işsiz. Bugün, gelişmiş ekonomilerde işsizlik yardımı alan gençlerin yüzde 35’i altı ay yada daha uzun bir süre işgücü piyasasının dışında kalıyor. Raporda bu oranın 2007’de yalnızca yüzde 28,5 olduğu kaydediliyor.